31 Mayıs 2016 Salı

KADINLAR İLE İLGİLİ

KADINLAR İLE İLGİLİ YANLIŞ ( - ) BİLGİLER

- Bütün kadınlar şeytanın ruhunu taşır.,
- Kadınlar daima en güçlü olandan yanadır.
- Kadınlar sadece doğurduğuna önem verir, diğer önemleri sahtedir.
- Bir kadını herdaim hoş tutan erkek "en iyi erkektir"
- Kadınlar özde asla sevmez, sadece sevdiği hayalin yerine koymaya çalışır.
- Kadınlara yapılan her iyilik rutindir, bir gün gecikirseniz itinayla yüzünüze vurulur.
- Kadınlarda en büyük aşkın acısı, kuaför zamanı gelinceye kadardır.
- Her kadın birdir.
- Kadınların birlikte olduğunu söylediği erkek sayısı x3 çarpanıyla ölçülür.

KADINLAR İLE İLGİLİ DOĞRU ( + ) BİLGİLER


- Bütün kadınlar şeytanın ruhunu taşır.,
- Kadınlar daima en güçlü olandan yanadır.
- Kadınlar sadece doğurduğuna önem verir, diğer önemleri sahtedir.
- Bir kadını herdaim hoş tutan erkek "en iyi erkektir"
- Kadınlar özde asla sevmez, sadece sevdiği hayalin yerine koymaya çalışır.
- Kadınlara yapılan her iyilik rutindir, bir gün gecikirseniz itinayla yüzünüze vurulur.
- Kadınlarda en büyük aşkın acısı, kuaför zamanı gelinceye kadardır.
- Her kadın birdir.
- Kadınların birlikte olduğunu söylediği erkek sayısı x3 çarpanıyla ölçülür.

kaynakça: Kadın ruhunu anlamaya zorlayanlar derneği yayınları

VADİ'NİN DİBİ

Son 10 senedeki fenomenleri sıralasak ve 10 adet üzerinden değerlendirsek bunların biri mutlaka KURTLAR VADİSİ olarak kayda geçecektir. Ara sıra mizahen takıldığım ama asla mizansen yapmadığım vadi.

Dizinin ilk reklamları yayınlandığında 31 li gençlik yaşlarındaydım. BU BİR MAFYA DİZİSİDİR. Çok üretken bir pazarlama, yani mafya artık yapımcılığa da mı soyundu ibaresini çağrıştıran.

Sonra dizinin anafikrinde mafya dediğimiz ulemanın amerikan dizilerindeki italyan traşlı siyah çizgili takımlı, soğuk ve ekşi suratlı adamlardan ibaret olmadığını gördük. Mafya aslında bünyedeki sidik torbası, bok bezi, ve diğer pislikler gibi taa içimizde yer almaktaydı. Hatta bizzat hayati organlar bile mafya gibi dışkı ile dopdoluydu. VeHatta diğer organlardan daha canlı daha aktivist ve daha cevval şekilde devirdaim yapan, çok çabuk kabuk ve kimlik değiştirerek kendini yenileyen bir yapı.

Memnun oldum, bende Mehir, Mustafa..

Bu arada dizide işlenen bazı temalar zamanla sıradışına taştı. Mesela sadakat, mesela görev anlayışı, mesela ahde vefa, mesela teslimiyet, mesela hiyerarşi, mesela aforizma, mesela vatan-devlet, mesela asla uyumayanlar, mesela karmakarışık ilişkiler, mesela gizli çekişmeler...

Birde araya karakter sunma ve gündemi değiştirme tetikleyicileri eklendi. Palalar, ruslar, derin devletçiler, sapıklar, hatta şerın stonlar, varmı ötesi?

Sonunda sekiz yıl oldu ama devamlılık açısından 4.5 sene aralıksız oynayan bir prodüksiyon. Yapımcısına tam 25 milyon dolar, oyunculara 20 milyon dolar, oynadığı kanallara 50 milyon dolar vese vese, 8 yılda 150 milyon dolarlık ama reklam olarak en az 3 milyar dolarlık bir ekonomi, para ile ölçülmeyen değerleri paraya dönüştürürsek.

Erzincanlı tarikat kökenli bir ailenin sıraaltı çocukları ise tam bir saltanat sahibi şu dakika itibariyle. Nişantaşının göbeğinde pana film binası var.

Ben en çok neye gıcık oluyorum derseniz, necati ile kardeş şaşmazın dizide sevgililerini oynatmasına. Ne zamanki viagra etkisi ( v-ef ) kayboluyor, kadın karakter de ortadan kayboluyor. Bu kadar ekonomide bazı saçma tutarsızlıklar olacak tabi. Ama bir noktadan sonra uçmuş ve kabullenmiş oluyorsunuz. Ne verilirse yenilecek.

Mafya özentisi bir nesil türedi, üsküdarda salacakta takım elbise ile oturuyorlar.

Dizide bir de özal taktiği gördüm ve bayılıyorum. Laz ziya, kürt ağa, yahudi levon, ermeni basmacıyan, velhasıl bu milletin bütün aşırı uçları aynı masaya oturtuldu ve herkesin kendinden bir unsur görmesi sağlandı ya, ve hepimiz biriyle örtüştük ya, bu başarı işte buna bayılıyorum işte.

Kendimi kime benzettiğim, ki sadece dizi karakteri olarak, bana sorulsaydı, kendimi hastanenin başındaki eski deve tuncay, şimdiki tuncay bey'e benzetiyorum. Dizinin ara geçişleri en iyi yapan adamı. Hem alt ile hem üst ile olan bağlantıların bir numaralı adamı. Kesinlikle romantik ve gizli aşık ama tutarsız ama tutarlı, hem kaplan hem kedi, hem kurumsal hem bireysel, eğer karakter ve devamlılık puanı verilseydi, hemde sanatsallık, bence dizinin en büyük puanı alan kişi olurdu. Osman wöber yani tuncay kantarcıyı, her ikisinide kutluyorum.

SAVAŞ LEHTARI

Günümüzdn geriye gidin, dünya tarihinde genel savaş aralıklarına bakın, 50 bilemedin 60 yılda bir devirdaim olduğunu, savaşın şiddetinin verilen aralarla orantılı olduğunu görürsünüz. Yok tehdit kalktı, yok barış sağlandı, yok birleşmiş milletler varmış, bunların hepsi papucumun kahvaltısıdır.

Başlığa gelelim, bazı hassas ruhlu arkadaşlar kızacaktır, savaşa karşuyuk, savaşu istemezuk diyecekler, ohh ne güzel, çocuk üretme aktiviteleriyle yaşanacak hayatlar, oh oh da oh ohh.

Savaşın adeta deprem gibi bir doğal silsile olduğunu kavramlayabilenlere ne mutlu, zaten onlarla konuşuyorum, dilim sürçmüyor pektabi.

Dünyadaki bütün hal ve hareketlerin, sosyal-sinai-ticari-ve siyasi, hepsinin bir sonuca odaklı olduğunu tartabiliriz. Öyleyse savaş doğadır, doğaldır.

Dünyada ister yeşil, ister pembe, ister gri, bütün devrim düşüncelerinin devirdaim halinde olduğunu görürüz, savaş zaten devrimim açık ucudur, öyleyse savaş devrimin anafikridir.

Dünyada ekonomi denen ihtiyaç silsilesinin bir noktada kendini tamir edemediğini ve ekonomiden bazı atık maddelerin uzaklaştırılması zaruriyetini biliriz, öyleyse savaş ekonominin eurovizyonudur.

Dünyada her an bir kıvılcımın ateşlendiğini ve söndü(rül)ğüne şahit oluruz, öyleyse kıvılcımlar savaşın tetikleyicisidir ve çakıp durmaktadır.

Dünyada paylaşım denilen eşit kaplar teorisinde, zincirleme silsilenin karanlık noktalarından doğan bazı eşitsizlikler yada açgözlülükler, zincirin kalan kısmını aşındırır, öyleyse savaş bir aşınmanın günyüzüne çıkışıdır.

Dünyada teknoloji denilen, birilerinin kontrolünde akışlandırılan etnik altyapı, zaman içinde kendi kendini kontrol ederek, kontrol edeni dahi köleleştirir, demekki savaş köleleşmenin sancısıdır.

Günümüzde ahlak denilen sosyal çivi, yerinde duradurmaktan tutma kabiliyetini kaybeder ve pas erozyonuna sebep olur, demekki savaş erozyonun çürümesidir.

Dünyada ve günümüzde herkesin herşeyi bilmesinden kaynaklanan -beğenmeme-korkmama ve mahkeme etme davranışları zamanla bütün kanunları sıvılaştırır, demekki savaş kanunların kaosudur.

Gizli gizli sürmekte olan hakimiyet mücadeleleri zamanla diplomasi terbiyesini aşar, demekki savaş diplomasinin kifayetsizliğinden kaynaklanır.

Şimdide savaş planları üzerine birşeyler paylaşacağım, ısınma hareketlerine başlayalım.

KUZEY IRAK METEOROLOJİ BAKANLIĞI

Hayırlı pazarlar herkes,

seyrantepede tata yazan tabela'nın altında, kurmuşum huzuru, yakmışım sakinliğin altını. Pazar beklemesindeyim. Dışarısı 50 m3/m2 yağmur, insanlar bundan mahmur. Böyle bir keyif anlayışı işte, ne kadar sürer bilmiyorum, belkide nur sürer. bize en fazla olga kırilenko. (vahşi gülmeler)

Gazını patlatarak ısınmaya çalışan mutlu çingenelerden bahsetmiş miydim size? İşte bahsettim.

Peki açıyorsunuz magazini ve felan fiş mekandaki sosyetik ajitasyonlara ilgiyle bakıyorsunuz değil mi? Veya evinde kedileriyle yılların tozunu süpüren yaşlı bir ninenin uykulu duygularını cidden okuyorsunuz. Dokuz buçuk haftalık hariciye koğuşunu. Bataklı damı, randevuevlerindeki trajedileri. Yani pişmiş, tuzlanmış ve soslanmış, sizin önünüze getirilen bütün mekan hikayelerini. Hikaye olmasın konuşmalarını, konuşma olmasa hissedilenleri. Mesela sosyetik güzel Irmak Çarmıklı ile onun ex aşkı atilla kurter'in longtable geliş gidişlerini, çekmeyin bizi, dikeriz sizi repliklerini. Siz gidin birbirinizi dikin ulan! diyerek sinirleniyorum da, şekerim var herhalde gizliden gizliye.

Pekii aranızda hiç K.I.M.B. binasında olup bitenleri merak eden varmı? İşte merak edenlere...

Kuzey ırakta devletleşmeyi sağlamak için BM sermayesiyle bir meteoroloji istasyonu binası yaptırılır. 2005. Binanın tabelasında ingilizce Ministiri yazmaktadır ama bu binaya bağlı hiçbir birim bulunmamaktadır. Bakan olarak ise emekli ırak devrim üniversitesinin dekanı Porof: Haşim bin buhari atanır. Haşim B.B., kadroyu kurar, makine mühendisi Tallal, sekretarya'ya kürt güzeli Rajvani, ( siyah saç, perçem, oylumlu-gamzeli, benli ve sevimli suratlı ) şöför Telman, idare amiri ve donanım sorumlusu Tıkrıti bin sallal ve çaycı Nüzeyyen. Ahada kadro.

Birde bu binanın kristiyanlaşması için hergün gelen ve akraba hisleri kurmaya çalışan Paul Salomon.

Zaman içinde binada oluşan aşk eşlemeleri

Haşim-Nüzeyyen - ( yaş benzerliği )
Telman-Rajvani - ( köken birliği, ikiside kürt )
Tallal-tikriti - ( sanırım matematik başka bir eşlemeye izin vermediği için olabilir, eğer öyle değilse misyoner Paul bunlara ibnelik aşıladığı için )

Hava tahminleri tutma yüzdesi 96.

30 Mayıs 2016 Pazartesi

ŞAİR BURADA NE DEMEK İSTEMİŞ OLABİLİR

Hayat bize bazen çoktan seçmeli sorular sorar. - Ben cevabı biliyorum ama size doğru cevabı ve çeldirici seçenekleri yanına sıralıyorum,, şeklinde. Demek ki hayat bize soru sorarak daha üstün bir zeka ile hava atıyor. Bilgi üstünlüğü dediğimiz, çalışarak becererek yede deneyip yanılarak elde ettiğimiz metodlar, sağlam bir temel katar mevcut kimliğimize. Geri kalanı ilimsiz fikirdir. Temeli olmayan laz müteahit apartmanlarıdır. İlk yağmurda eğilir, 2. selde büzülür, üçüncü tufanda apartmanınız balık manzaraya terfi eder. Aşk nedir diye soracaksınız, elbette yaşamın temelidir, ama sizi beni aşan bir güç olduğunu ve kontrolsüz olduğunu söyleyebilirim mevcut saksımla. Nefes yollarına bırakılır, yada salakça çekersiniz içinize, aşk budur.

derin muhabbet

Şimdi yazıyorum ya nostaljik, şirin, ilahi, sevgi pıtırcığı yazılar, beni ilkokul hikayecisi ilan etmeye niyetli hip hip hiper zekalar çıkacak. Kendileri devamlı seviye bandında gidip gelen hızlı metrobüs olarak gören derya-umman benzerileri. Biz onların şekil ve seciyelerine çok şahit olduk, biliriz bunu da biz biliriz, yakarız Roma’yı da yakacak fitilin ateşini vesselam.

Köpekbalığı ceninlerinin ancak ve ancak birbirlerini yiyerek hayatta kalmasından bihaber insan familyası, dünyanın severek ve hoşgörü ile daha güzel bir yer olabileceğini döndürür dururlar. Oysa dünyanın yarısı her zaman diliminde karanlıktır, ve karanlık ne içindir bilir misiniz? : Günahların gözükmemesi için. İlaheten ve cidden böyledir. Dünyanın tamamen aydınlanacağı tek nokta kıyamettir. Yaşadığımız sürece, mutfağımızdan kekimizi, cebimizden paramızı, yanımızdan sevgilimizi çalacak ve yiyecek bir tehdit mutlaka olacaktır. Çünkü insan organizmal bir varlık olup, devamlı çürüntüde ve bozulma evresinde yaşar.

Bazen otoriteye isyan basar ve kıçımızı döneriz. İradeye meydan okuruz ve isyana odaklanırız. Ailesel, bölgesel, siyasal veya duygusal. Bu davranış şekli önceliğinde bizim yönetildiğimiz janrına kanıttır. Yönetenler bozulmaz zira, yönetilenler ise arıza.
Yönetilmeye paralel bir davranış şekli olan isyan ise, şımarık bir yalvarış olup, köleliğimizin belge-i alametidir. Sana isyan ediyorum, taaki koşullarımı düzeltene dek. Düzeltirsen iyi olur, düzeltmezsen bir süre daha sana bakmam bile ama en sonunda varlığım senindir, al ye bitir…

Bizler cinsel beslemeli pilli oyuncaklara benzeriz. Bu münasebeti yaşamayan erkek sapkın, kadın ise yaşına ve statüsüne göre, ya huysuz, yada arsız olur. Taaki duyguları ölmemiş olsun. Bu dönme dolabın tek istisnası, cinsel volkanların sönmüş halidir, ki sönmüş volkanlar iyidir, gölgesinde karpuz-domates yenir. Ne kadar basit bir denklem, uzaktan hoş ama içi nahoş varlık insan.

Eğer biraz izan ve matematik zeka sahibi iseniz, dünyadaki bütün üzüntülerin bu temel üçlünün sonsuz döngüsünden kaynaklandığını görürüz. Çürüme, statü ve cinsellik şeytanisi.

Bu üçlüye daha neler eklerseniz ekleyin, mutlaka üçlünün türevi olduğunu göreceksiniz. Bu aşikar bir aritmetik. Bazen dünyaya aritmatiğin denklemlerini birbirine konikleyecek ben gibi bedeviler gelir, taklaları ve bakları ile işi 35e bağlarlar, ve sizleri mutlu evinize yollar.

yi beni ricep yi beni

İnsanlık Recep ivedik felaketiyle yeniden yüzyüze. Kadın olsun, erkek olsun, bütün cinslerin kendisiyle dalga geçmesini anlatan bu film serisi, sonun başlangıcına, yani insan neslinin tezahürüne işaret ediyor.

Kendisiyle dalga geçebilmek. Afili,şahane ve rahatlatıcı bir laf.

Demekki, Recep İvedik karakteri ile kendimizle dalga geçebiliyoruz, aman ne muntazam.

Recep ile canlanan resimleri aklınıza getirin. Recep, toplumsal uyumsuzluğu ve otorite tanımaz çıkışları ile, vede bazen uyum çabaları ile, aslında toplumun kendi kendine olan eleştirisi. Kendini bu sahnede bulan herkesin ortak tepkisi ise gülümseme. Evet bizi bize "becerten" bu aynanın gerisinde, kendimizle yüzleşme çabamız var.

Recep, filmin başından itibaren, içimizdeki vahşeti, isyanı, anarşiyi, arabeski, mahrumiyeti, sefilliği, özeleştiriyi dışa çıkartıyor. İçimizdeki canavara selam duruyoruz. Eğerki bilimsel normda bir çalışma sonucu olsaydı, ifade gücü bu kadar yüksek olamazdı. Kalite sıfır ama ifade gücü yüksek. Olamaz mı?

Kendimi kalite ile özleştirmeye çalışan bir insanım. Olduğu kadar, dolayısıyla Recep İvedik filminin eleştirel reklamını daha fazla yapmayacağım. Çünkü suni zeka karşıtıyım, içinde doğallık olmayan ve niyeti belli olan hadiselerden uzak olduğumu biliyorum.

Recep ivedik, bırakın ruhunuzu becersin siz kendi kendinizle olan eleştirinizi samimiyet şartlarında yapana kadar. Kötü bir aynaya muhtaç olmak mecburiyetinden kurtulana kadar.

KARABATAĞIN KAHVALTISI

Üsküdar tekneleri benim en müstesna arkadaş gurubum. Hani varya sosyal paylaşım gruplarınız, paylaşımın gaz hali, benimki daha sosyal, daha paylaşımlı, daha bir ulaşımlı.

Bu sabah bir karabatak gördüm, denizin belediyesi, sabahtan konseptini yerine getiriyor, duşlu kahvaltı. Herkesin işine ulaşma derdinde, ekmeğine ulaş gayretinde, karabatak direkt ekmeğine dalıyor. Karabataktan farkı olduğuna inanan el kaldırsın!

Bu karabatak ne yer, daima et daimi balık, yani dinnırıda, lançıda, breykfıstıda balık, hemde tazelik garantili, doğal besinin babası, tatlı olarak deniz anası.

Arkadaş, hem hava hem kara hem deniz, adeta bir amfibik, karabatak havayolları, karabatak deniz yolları, karabatak karayolları, Allah yolunu açık etsin deriz ya, karabatak ta bizlere böyle içinden geçiriyordur. Öyleyse karabataktan üstün olduğunu düşünen el kaldırsın.

Karabatak mevzuunu fazla uzatmayalım, uzun zamandır bana not göndermeyen özleme tembelleri, öbür tarafta bol bol görüşeceğiz diye olmuyor böyle.

Bu satırları yaparken yağlı pohaçamı da (s)indiriyorum, karabatak çoktan eritmiş, öyleyse karabataktan hızlı olduğunu düşünen el kaldırsın.

Birde uzun zamandır bana not göndermeyen özleme tembelleri, öbür tarafta bol bol görüşeceğiz diye düşünüyorsanız, olmuyor böyle, bilesiniz. Daldınız, çıkmayı unuttunuz

28 Mayıs 2016 Cumartesi

HAYALSİZ KALMAK

İnsan şu 10 milyar yaşındaki dünya üzerinde köksalmış bir ot. Öyleki, şu ana kadar yaşamış gitmiş ve yaşayan 120 milyar civarında bir rakkamdan sözediliyor, yani 113 buçuk milyar kişilik bir göçmen kitlesi var, rakkamla 113.500.000.000. Bunların da egoları, hırsları, kişilik değerleri, inançları, kültürleri, yaşanmışlıkları, aşkları vesair bidolu kariyerleri sözkonusuydu.

Bazen dünyayı betimliyoruz ve bir adet dünya ve yüzmilyarlarca görüş içinde bir tanesi ile avunuyoruz. Suçluyoruz, anlamaya çalışıyoruz, seviyoruz, bağlanıyoruz, ayrılıyoruz, kimden; bir adet dünyadan. Topu topu bir.

Demekki benim bakış açım sizlerden biraz farklı, benim şu dünyayı kabul edişimin temelinde basit bir logaritma var. BİRDEN BİR ÇIKAR BİRDEN BAŞKA BİŞEY ÇIKMAZ.

Yani mevcut dünyaya sadece benin dünyam sığar başka dünyalar girmez. Dünyaya haksızlık yapmayan biri var karşınızda.

Şu karşı dağın başında dalgalanan bayrak gibi, bu düşüncelerimle salınıp duracağım. Belki ben ve benlerden bir çok yerde göreceksiniz, ama hepsinin ortak teması aynı şeyi simgeleyecek. Ben hayaller kurmayacağım, ben hayallere saplanıp kalmayacağım. Ben sizin gibi dünyayı yüze bölmeyeceğim yada yüzle çarpmayacağım. Yaşadığım müddetçe biri bire bölüp hep o bir'i bulacağım.

Msm

Bir Kadın Size Asıldığında

Erkekler aslında dürtüsel olarak dişi merkezli dairelerde gezer ama sadece gezer, peki ya kadınlar erkeklere asıldığında, bir erkeğin ağzından...

Çok askı oldum asılınan, marjinal olarak biliyorum. Kadınlar usta avcıdır ve şakaya gelmez. Nasıl mı?

Düşünelim for eksambıl: Bir kadın gelipte durup dururken küfürler saysa kaç erkek onu ciddiye alır? Çok az. Karşılık? Verilmez, yola gidilir çoğunlukla değil mi?

Kadınların erkeklere asılma mevzusunda, feleği şaşmış ve düşüncelerde kalmış çok arkadaş tanırım. Mesela

İşte bizim işyerinden Yasemin, birgün naasebep geldi ve tiyatro yada spor yada istiklal, bir meramını anlattı, ne demek istedi mustafa diye başlayan sohbetler.

Sizin konuya dalıp, ortak payda yaratıp, bir görüşme teklifi almak amaçlanmıştır. Kadın burda anafikir olarak, tabirimi bağışlayın; köpeğe kemik, eşeğe karpuz, keçiye tuz göstermiştir.

Bu yola girmek veya girmemek konusunda biz erkekler derin ve marjinal hissiyatlara, görüntü fluuluğuna ve düşünce batağına saplanırız. Aklımızda o kadının "beyaz çarşaf" performansı görüntüsü oluşur ve neler neler kaçırdığımız korkusu yer eder. Ziraa zamanımızda bir kadınla yaşanacak evreler artık çok boyutlu bir girdap olarak sürgün vermektedir düşünce çukuruna inildiğinde.

Askerlik eğitimlerinde, savaş veya çatışma halinde ele geçirilen düşman mevziileri ve hareket tarzları konusunda bir bilgi hatırlıyorum: Askerlere cazip gelecek bazı bubi tuzakları. Mesela sigara pakedi, porno dergiler, hatta su-cola tarzı bırakıtlar. Senin bu nesneye el atmanla havaya uçman bir saniye. Sanırım bu korku aklımda epey yer etmiş, bana cazip gelen nesnelerden en otokontrol vitesimle uzak duruyorum. Rum bada rumbada rum.

Bir kadının seninle beraberlik ortamı yaratmaya çalışması ile havaya uçma orantısı çoğunuza marjinal olarak saçma gelecektir, rededersin olur biter ama ya düşünsel derinliğin verdiği rahatsızlıklar? ( Kişiden kişiye değişir ama )

-Acaba ben tam bir erkek değil miyim?

-Ayıp etmiş miyimdir?

-Başka bir salakla çıkarsa acaba pişmaniye olur muyum?

-Dedikodum çıkarmı ipine diye?

-Acaba kadınların gözünde bir numara mıyım?

-Karım veya sevgilim öğrenirse hayatım kayar mıydı?

-Bu zamanda insanlar birbirinden hoşlanırsa gerisi önemli değil miydi?

-Bir dahaki teklif ortamlarında daha mı cesur olsam?

-Bu yaptığım acaba medeniyet kriterleriyle bağdaşıyor mu?

-Telefonuma mesaj çeker mi ve kör şeytan yakalanır mıyım?

-Hayatta bu fırsatlar ya birdaha karşıma çıkmaz sa?

-Ben bu yükü omuzlayamayacaksam, kendime güvenim yok olur mu?

-Oğlum hayatta değişiklikler lazım, böyle olmuyor, ölüp gideceğiz sonunda.

-Yok daha neler neler.

Ve sonuç paragrafı geldi sayenizde: Bir yasaklı veya hürriyetli yola girmek durumunda en belirleyici etken korkularınızdır; sorularınızdan maada. Aşık olursanız korkularınızda otokontrollerinizde devre dışı kalacaktır. Yasak meyve en marjinal meyvedir ama cennetten kovulmayı göze aldıysanız.

Gelecek Simulatörlerim

Fırsatları sunacağımı düşündünüz değil mi? Fırsat zaten hiçbir zaman al sana kullan şekliyle sunulmaz. Ya aslanın ağzındadır, ya dna şifresindedir, yada atmosfere karışmış halde dolanmaktadır. Ben sadece çözümlemeye açık, düşüncenizle zenginleştireceğiniz ve ruhunuzla hayata geçireceğiniz durumları fırsata çevirmeniz şeklinde sunmaya çalışabilirim.

Günümüzde aşırı tüketilen ve içi boşaltılan, doğal olarak aşırı kirlenme şeklinde kaderine bırakılacak olgulara odaklanalım. Bunlardan biri internet. Sanalizasyon. E-ticaret kavramıda bu yüzden terkedilecek. Çünkü her türlü spekülasyona, şişirmeye ve yanıltmaya açık. Bu yüzdendir ki; ticaret merkezleri internetten işlemi kesecekler ve fiziki alışveriş yaygınlaşacak.

Bir diğer olgu ise aşırı şişmiş, patlamaya açık, tüketici ile arasında ruhsal uçurum, bir diğer deyişle, yüksek duvarlar kurmuş olan bankalar. ( Çoğu kişi bana gülecek, gülün gülün. )

Bankalar aşırı mevduat birikimi ve işin yönetilemeyecek kadar büyümesi sebebiyle kendilerini yasama-yürütme-yargı-halk-hak gibi kavramların üzerinde görüyor. Eskiden genç kızların kendini uğruna astıkları Erol Büyükburç'un şimdi bir komedi olgusu olması ve yerini iyi hesap edemeyerek dinazorlaşması gibi, bankalarda

kendi kural koyma, büyüklenme ve istediğimizi batırırız şeklindeki açgözlülükleri sayesinde

1- Siyasetin tepkisini çekiyor
2- Halkı çaresiz bırakanın yokolmaya mahkumiyetini hesaplıyamıyor
3- Kendi aralarındaki tröst'ün piyasa belirleyiciliği rolünü abartıyor
ve en önemlisi:
4- Neye hizmet ettiklerini bilmeyecek duruma gelmiş durumdalar.

Bu gibi sarsıcı çürümelerin olduğu ve kuralsızlığın birinci kural olduğu toplumlarda tarihteki örnekler ekosistemin ne kadar güçlü olduğunu bize kanıtlamaktadır.

Halk, adaleti uygulama erkine sahip olduğunu düşündüğü uç söylemlere yönelir.
Ahlak; kendi kurallarını yeniden yazarak, bazılarının bahçesini kendi sınırlarına dahil eder.
Devrim; kendi çocuklarını yiyerek beslenir.

Konumuza gelelim, sani simülasyona.

Eğitim sistemi yıllarca tartılır, tartışılır ama zamanla işlevini yitirir. Tabularla yetiştirilmiş bir neslin yönlendirdiği eğitim elbette tabuta girecektir. Ben; lisemizin öğretmeni dediğimde, boynu bükük, borçlarıyla yaşayan, bakımsız, sıska ve tüberküloz öğretmenleri hatırlarım. Sonradan sistemli olarak bu açıklarını eğitim sisteminin açıklarıyla beslenerek doldurdular. Çoğu arsız bir partici, komisyoncu, cinci hoca ve karaborsacı oldu. Öğretmenlik onlar için adres belli olsun işiydi . Artık çocuklarımızı rehin alarak bizden ulufe isteyen mafyatiklere dönüştüler. Ahlak yordam görmüş ufak bir azınlık ise ek iş olarak sadece cilt bakım ve beslenme maddeleri satarak boşluk doldursalarda, menfaat aslanı kesildi çoğu. Kendi aralarında kazanç paylaşım ve ev yaptırma dernekleri v.s. kurarak baskın basanındır kürküne büründüler. ( Bakınız; doktorların muayenaneme gel klişesi ) Onları okula gelipte benim ürünümü sat, kapı aç yeter diyen hödükler uyuşturucuya alıştırdı, zaten aç açıktılar, şimdi açtıkça açıyorlar. ( Bakınız, benim ilacımı yaz diyerek doktorları pezevenkleştiren sistem. )

Mustafa temiz kalmayı başardı, gururla gözünüze sokar.

mO-DErN_ iNSAn

Suni gıda, suni dostluk suni ortamlar. Suni sevmeler, suni zeka.

Al sana modern zamanların ürünleri. En önemli avantajı ise; herbirini birdiğerinin yerine koyabiliyor olmak. Ama gerçek olan tek şey, Tüketim.
Alışveriş mekanları suni ortamlar oldu. Şehirliliğin kaleleri bize kapılarını açınca kuralları tekrardan yazdık. Artık suni iklimlerde bizi tüketime iten gösterişin kişiliğimizi aynada büyütmesi ve onaylaması ile TÜRK DÜNYAYA BEDELDİR klişesi dekorunu bulmuş oldu. Bir hamburger ve dev kahve ile 8-10 liraya kalede 4 saat geçirebilir, ve kredi kartımızla ekstra ateş edebilirdik. Taciz yemeden ve her harfi kurşun olarak kullanabileceğimiz ortam bize sunuldu, sunulanı her ahmak gibi midemize boşalttık.

Suni zekalar bizi önce iyi analiz etti, sonra bize website, film, dizi, mp3 olarak sunuldu. Vitesimiz bile otomatik oldu, sen sadece tüket, ben seni beslerim diyen. Kız arkadaş erkek arkadaş bulmak konusu bizden alındı, market alışverişimiz kapıdan teslim, çocuklarımız servise, bilgi hinternet, eğlence tv video vcd. , outsours yayıldı, dağda ovada yazılan zaferler, ekran karşısında yazılır oldu. Bu nimetlerden yararlanmayanlar ise -kulağını ayakparmağıyla gösterenler grubuna eklendi. Ağa dizileri, köy dizileri ile sevinen tatmin olan şavalak montofonlara döndük. Kutular açılınca maymunluk yapanlarla sevinip-üzülen olduk. Televolelerde sadece 20 tekrardan kim kimi dürttü, kim kime boşaldı senaryolarına endekslendik, hitlerin sabun yaptığı yahudilere döndük, ama salaklık rütbesine yıldız eklemektende geri durmadık. Bizi barların kapısında dövecek oldular, bunu bile kabullendik zira sosyeteye meze olmak bile etiket oldu. Eski ziyaretlerin yerini, sms aldı, kahve içme tadının yerini mesaj ekranları aldı. Birbirimizi cenazelerde görünce bile fiziksel değişimlerimize hayret edecek kadar zavallıydık. Politikaya direnenler bile artık imza toplamak sayesinde eylem yapıyorlardı, o yüzden ayakkabı atan gazeteciyi bile terörist sandık.

Ama daha çok tüketmeliydik, colayı bedava dağıttılar, ne işe yarar demeyin, size yüzde 20 fazla tükettirir. Formülünü açıklamazlar ama anlı şanlı gıda kodeksimiz gidipte bu formülü sormaz nedense. Ama bunun yerlisi çıkınca, dinen caiz olurya bu bize yeter.

Kredi kartına 20 taksit fırsatına define bulma sevinci yaşayan morötesi kadınlarımız sayesinde geleceğimizi ipotek altına aldılar. ( kadın için ihtiyaç olmayan 150 liralık emtiayı 50 liraya alınca 100 lira kar, erkek içinse 50 liralık zarar var demektir. ) Tüm tüketimin % 90 ı kadınları kafeslemeye yöneliktir. Zira ev ve araba bile kadının onayı ile, o olmazsa, kadını etkilemek için alınır.

Sonra bize cinsel dürtülerle tüket komutu geldi. Oluk oluk rus karıları pompalandı. Bizim 165 cm kadınlarımız onların bacak boyuna eşitti. Sarışın, bebek suratlı, manken erişimini sağlamış, diri vucütlu ve oldukça anaç bu yaratıklar sayesinde yılda 500 milyon dolarımız kuzeye kaydı. Köyde başlık parası toplamaya çalışan amele bunları gördü ve -Bunlar insan ise ben Hayvanım! diyerek hayvanlığını yaşamaya başladı dahası, köye gönderdiği parayı bile geri çekerek hemde.. Bari vergi alınabilseydi. Sonra bizim gençliğimizde erkekçe-playboy dediğimiz versiyonlar, hareketli ve sesli olarak evlere indi. Leylek hikayelerini anlatırken zorlandığımız 8 yaşındaki çocuk artık Vajinismus yorumu yapıyordu, ateş evden içeri zerkoldu.

Popstarlık için yapılan müracatlar ise camiden taşan kalabalığı sildi süpürdü. Malzeme yine şabanların şarkı söyleyeni oldu.

Allah ve namusu için yaşayan adam, tüm otokontrol frenlerinin kontak yapması sonucu, kredi kartı taksidi için yaşamaya başladı. Artık sevinin tabloyu görünce zira; apartmanın tüm kapıları çelik ve tüm pencereleri demir korumalı.

Artık kadınların meslek ve hayat endişesi yok.

Sosyal patlama kaçınılmaz olunca ortaya piyango ve bahis kandırmacaları sindi. Şimdi parklarda oynanan futbola bakıyorum, bizim gençliğimizde günde 7 saat oynadığımız oyundan çok farklı, şayet ekranda oynanmıyorsa...

Bu osuruk düzeni alın kafanıza çalın ey modern insan....

Kendime ait komplo teorileri ve dünyanın sonuna dair varsayımışlar

Patlarım üretmezsem! Şu yarı gerçeği, "komplo teorilerini," ve etrafında anaforlar yaratan dönenceleri. Ama siz bunları biri bana fısıldadı sayın.

İnternet: ( Hinternetus Widelem )

Bilgiye ulaşmanın en kolay yolu ama ne yol. Bu yol aynen bir böceğin yüzlerce görme gözeneğinden biri. Senin alışkanlıklarını, ilgilerini, fetişizmini, arkadaşlarını, maliye ve finansını, iletişimini veren ve alan bir böcek. Senin bütün ortalamalarını alan, milleti deşifre ederek, onu -saksılaştırma- misyonunu üstlenen. Çıkacak tüm mal ve hizmet dalgasını senden aldığı verilerle oluşturup sıçan dev bir böcek. Sana yedireceği şekliyle.

Tapınak Şövalyeleri: ( eternite Warior )

Bildiğiniz ne kadar dünya varsa, finans bilim siyaset sanat, hepsinin başında yönlendirici bir seçili kurulun adı. Tümden gizlilik ve üstad mahareti ile şekilleniyorlar. Resmi kurullarda eğilimleri sonuca, şirketlerde yönetimleri kulis ile amaca, siyasette ne şekilde menfaat varsa oraya yönlendiriyorlar. Kamuoyu yaratma ve iktidar şekillendirmede bir kararları yetiyor. Son zamanda televizyon kampanyaları en gözde mecraları. Akıllı ve girişimci işadamlarına ortaklık önermeye başladılar, pazardan para kazanmak değil, pazarı elinde tutmak amacındalar. Yeni buluşlar ile pazarda üç ortak adayını birbirlerine düşürerek, piyasada yönlendirme erklerini koruyorlar. Banka borsa ve ne kadar belirleyici enstrüman varsa kontrolü ellerinde. İktidara sözgeçirmede bu enstrümanları kullanıyorlar, aynı zamanda ordu içinde hassas dengelere deprem sinyalleri göndererek, siyaseti dizginleyebiliyorlar. Ergenekon oluşumu aslında geride bıraktıkları bir yılan derisi. Yada kertenkele kuyruğu. Ana şirket ve ona iş yapan tedarikçiler ile buzdağı oluşumunu kolaylaştırdılar. Mesela bir bilmemnecell ve ona iş yapan 3000 yanşirket, mesela bir taponbank ve ona krediyle bağlı 50000 şirket, mesela bir zuhuratbaba belediyesi ve onun işyapanı 1500 müteahit ile açıklayalım. Yani tapınakçılar kendilerine veya bir makama değil sadece amaca hizmet ( we serve ) ile bağlılar.

Ekonomik kriz ( recesition de evaluaten )

Bünyede zayıflayan organın yardım çağrısı ile vücuda zararlı maddeler yayması. Eskiden dünya savaşları ile organize edilen bu kırılmayı şimdi küresel ekonomik krizler dengeliyor. Basitçe: Depremde stres birikmesi. Küreselleşme karşıtları ilk olarak bu konuya uyanmışlardı. Güç kazanması muhtemel ekonomilerdeki yıllık 200 dolar, isviçredeki 27000 dolar ile örtüşmüyordu. Şimdiki kriz bu dengeyi sağlayacak niteliğin başlangıcı. Sular çekildiğinde yer değiştiren kara parçaları, yeni adalar ve bir yığın ölü göreceğiz. Krizler dünya nufüs artışını yıllık % 0,025 olarak sabitlediğinde daha az başgösterecek.

Dünyanın sonu:

Hiiiiç düşünmeyin. Siz öldüğünüzde dünyanın sonu gelmiş olacak. Zira bir dünya var ama o dünya sizin dünyanız. Dolayısıyla dünyanın sonunu düşünmeye ve yazmaya gerek kalmamış oluyor

TUVALET ADABI

Ülke olarak orjinal patentini aldığımız icadımızın "tahret borusu" olduğunu aramızda kaç kişi bilir? Az kişi.

Peki Avrupaya temizlik kültürünü veren bir medeniyetin efradı olarak, bu icadımız olağanüstü sayılır mı? Sayılmasa gerek.

Peki, dedemin asker iken yaşadığı anıyı bilen varmı aranızda? Pek sanmam.

Devriye geziyormuş çingen köyünde, karınları acıkmış, bakmışlar bir eve, ne görsünler, tabak çanak tertemiz. Çingen ağa'da bunları buyur etmiş sofraya, afiyetle yemişler, yutmuşlar.

Yemekten sonra cigara faslında sormuş dedem: Bütün evlerin tabak çanağı pis, bir seninkiler temiz, bravo vallaha deyince, Çingen ağa demiş ki:

Asker efendi, tabi temiz olacak, biz yemeği yedikten sonra tabak çanağımızı palu* lara eyiden iyiye yalatırız.

* Palu ( köpek yavrusu )

Şimdi bende tuvalet adabının efradı olarak bazı tuvalet prensiplerimi devrim niteliğinde olmasa bile anlatmak ve paylaşmak ve yayınlamak istiyorum.

1- Kirli tuvalete girme, yada senin olmayan kiri temizle. Yoksa Üzerine kalır öncekilerin suçu.
2- Sifonu çekmekle yetinme, mikro artıklarıda sil, yoksa üzerine kalır mikrosu makro olmuş şekilde.
3- Mümkün olduğu kadar evde kullan, dışarda kullananacaksan kıçındaki pişiklere iyi davran.
4- Görünmeyen bütün tehlikelerin kaynağı tuvalettir. Alışveriş vc' lerindeki kontrolü yapılmıştır imzalarını asla teminat kabul etme. Ancak amerikada tazminata tabiidir bu vakaalar.
5- Eğer peklik çekiyorsan, yani katılık muzdaribiysen, arada bir sifona bas ki, tuvalet tıkanması kaderin olmasın.
6- Deliğe nişanla, delikle nişanlanma ama.
7- Zenginin ve fakirin buluşma yeri tuvalettir. Eskiden maç tribünleriydi ama, şimdi o da bölüm bölüm oldu. Senden önce rahmi koç kullanmıştır belki, mutlu olma sebebi olarak iyidir.
8- Pisuarlarda altta tahliye borusu bağlantısı olmasına dikkat et.
9- İnsanları en iyi koltuk altı bölgesi, ve insanların karakterini de en iyi tuvaletleri gösterir.
10- Bittiyse yıka, çık.

Ramazan yaklaştıkça Şenlik ateşi harlanan Mustafa

Allaha dualarımda derdom odur ki,
Bana dünyada çile iplerinden sarmaşıklar ördüysen, verme gün yüzü ki, mutlulukla ıslanmak nasip olmasın.

Oysa olanca mutluyum, oysa olanca huzurluyum, oysa olanca sevgiyle kuşatılmışım.

Ama be; ruhun genetiğinde zor şartlara görelik var, hatta göreceli bile değil. Anlayabiliyorum, şifremde biryerde en zor cehennem şartlarına göre performans vermeye odaklı yazılar olduğunu. Öyleya, bir sabah anneyi, bir akşam babayı kaybetmişim, dahada kaybedecek ne var ki,

işte sevdiceğim bütün kadınlar bunu göremedi.

Mustafa zannettiler ki, mutluluk peşinde, aşkı alem peşinde, ruhunun akını-sarısını arıyor,

Hayır. Mustafa için mutluluk eşiğinden içeri girmek, Allahın bahşettiği gün yüzü görmeme kaderinden dolayı mümkünatsız. Siz bana ömrünüzü bile verseniz, ben ı,ı, diyecektim.

Ama olanca samimiyetinizden ötürü teşekkür ederim. Neticede kadınsınız ve düşmanımsınız. Sabah çatışır akşama çay tüttürürüz karşılıklı, cephe başka yamaç başka.

Şimdi ramazan ayına giriyorum, hemde all about ramazan, sizi düşünme işini kısa eylüle bırakıyorum. Başka ateşlerde kızarmama müsade.

ASOSYAL MUSTAFA

Medeniyeti, teknolojiyi, iletişimi, hamburgeri, bankaları, finansı, medyayı, ve daha
hepsini aynı çukurda mangal yapan bir tebligatçı olmakla gurur duyuyorum.

Kola size daha çok tükettirir, birilerinin oyununa gelirsiniz, en hakiki kola hayır duasıdır, en besleyici hamburger mütevazılıktır, en iyi iletişim dinlemektir, en iyi teknoloji okumaktır, en iyi finans, helal kazanmaktır, en iyi banka dostlarındır, en iyi medya gözlerdir, en büyük aşk, Allaha olan ve Allah için olandır.

Özü özetinde,

İnsanlığın bütün konforlarına alenen küfür adam bir adam gördünüz mü?

Sen siz yada senlerden sizler;

Tüketerek mutlu oldunuz mu, iletişim sizi doyurdumu, tek gecelik aşklar sizi tatmin ettimi,

kaçarken kıçı gözüken soytarılardan olmak sizi mutlu etti mi?

Genlerinizin mutasyonu ile, daha kolay mı herşey,

Kedi kendi götünü görünce yara zannedermiş, siz size gösterilenleri nimet saydınız, sosyal statü dediniz, prestij dediniz, demoğrafik yapılara kat çıktınız.

Size hakaret ediyorum, size değil, siz olmaktan çıkmış hallerinize, artık

SEN

oldunuz,

haydi şimdi pizzalarınızın başına geçiniz, memleket sizden obezite bekliyor, memleket sizden kölelik, kula kulluk istiyor, memleket sizden

çabuk ölmenizi istiyor.

MÜTERCİM

Alçak.

Sen kadın mısın be,

Söyle sen ne biçim kadınsın?

Annesin sözde, doğuran-kollayan-besleyen...

KENDİNDEN VEREREK YAŞATAN.

Külahıma anlat. Ufak at civcivler fayda görsün.

Bir adam, bir erkek, bir senin doğurabileceğin, yada ben..

Ateşler içinde kıvrıla kıvrıla dönerken yastık cehenneminde, uyumayı unutmuş.

Sen sefada alemde otta.

Sen git nepale birmanya'ya sri lankaya ve

Kadınlar taşı'nı bul ve ona yüz sür. Belki kadınım diyebilmene geçit sağlar.

SEN KADIN MISIN BE.

Uzaklara güvenerek uzaktan seslenen, aslında kendini dev aynasından yansıtan. Böyle sanal sanal.

Buldum.

Sanal Kadın.

Fahişeliğe mi mensupsun. Ha hay güldüm.

Fahişelikte bazen para bazen dua. Mesleğe kara çalma.

Bataklı damın kızı.

Taşra kozası.

Köy kozalağı.

Şefkat mi lazım.

Yo, beton fahişeşerin şevkatle işi ne..

Seni kafaya mı taktım. Evet, şevkat tuzakları ilgi çelici.

Alçak.

Ne fahişe ne kadın ne ortalaması. Belki karekökünün yanından geçer.

Aslında kadın zavallılığı ama kendini güçlü ve bağımsız görerek balkondan aşağıya tükürme.

Tükürücüsün sen.

Güçlü özgür tek başına.

Filmlerde bile olamaz, filmlerin arkasında yüz kişilik ekip var.

Senin ayakların kaç numara, minicik. Haspam.

Senin bedenin kaç? Yarım urba.

Benim dört dönmelerim küpedir kulağına, al bu günahı, sevaplarınla öde. Sen düşün.

Merak etme orjinal yazı bi yerde saklı, emeğime saygı.

Ama ben burada battaniyelere ağlarken, senin balkondan tükürmen içime yetti. Bu günah sana.

Senin gibilere.

Beyoğlundaki yığın yığın biblo kadınlara.

Heyhat sanal alem, küllerimi döktüm sana. Copi paste erase.

Hadi git, sevgi şevkat başka kapıya.....

YOK BÖYLE İSYAN

İsyandır tadı aşkın; aşktır isyana yakın.
Sana misal getirdim: İsyanıdır aşk aklın.

Vakittir; çürür gider kanser gibi illetle,
Aklın varsa aşk yaşa otuziki milletle,

Zaten ömrümüz hoy hoy, dibi tutmuş karanlık,
Yenisi çıkana dek yarı çapta krallık.

Yirmi iki bin gün; kavanoz sinek dolu,
Kapağı açılırsa bir anda iflas yolu.

Şimdi düşünmeden hiç: Ne dedi bu Mustafa,
Hem kuyuya taş attı, hemde sıçtı bir kaba.

Kedi götünü görüp yaram var zannedermiş.
Ömür aşkı sezerse haram var zannedermiş.

Şimdi başa dönelim, aşkı seda edelim.
Yada aşksız bir ömrü hepten heba edelim.

İsyandır adı aşkın, aşksız isyana bakın.
Size hakaret ettim, Tam kalbime aşk çakın.

27 Mayıs 2016 Cuma

ADALARDA MİSTİK HAZLAR

Şu adalar varya, sanki göktaşı atmosferde parçalanmışta, her biri adalar denilen sefazen lokalleri oluşturmuş. Aynı özelliklere sahiplik, insanı demoğrafyası, beledik düzeni. Aynı zamanda İstanbulun tarihinin gizli garsoniyer evleri gibi, istemsiz birer çocuk taşır herbiri. Yassıada, ruhban okulu, o manyetizma, o tsunamik mistizm. Mezarlığa ve panayıra bünyedir aynı anda. Adalarla anılan hatıra ise, ya ilk aşık olunduğumuz kızı oraya götürme, çalılarında vahşi öpüşmeler ve beyond'u, yıkanma amaçlı denize dalma, el yakan ekmeği az daha pahalıya alma, yolda bölüp yeme, karnımızda ağrıltılar, tenimizde kuruyan tuz, istanbula göç hazırlığı, vapur telaşında sürtünmeler, vapurda kendini lansman ederek popstar tohumluğu manzarası, kadıköye uğrarsa yol uzaması, eminönüne geçerse mutluluğun zirve yapması.

Babam götürürdü adalara, hem pazar hem hava pürüzsüz hemde 30+ ise. Oradaki rum ermeni papazdan çekinirdi, plajda değil ıssız yeri bulur, çıplak kadınlarla haram suya girmeye set çekerdi. Ama nedense bizi görür ve eklenirdi yanımıza şu babamın belalısı çıplak kadınlar. O anlarda lefterin yer aldığı maçlar başlamaya başlardı ve toparlanırdık. Zaten adalara ilk adımlarımız ezana yetişme sprinti ve serinletici abdestlerdi. İlkemiz baştan belliydi yani. Dağ ve patikalarda çekirgeleri rehberlik ederdi sandaletlerimize. Suyun altında gözümü açmayı ve bilahare görmeyi başardığım başarımın ardından turuncu palet aldım kendime ve 18 yaşıma kadar taktım çıkardım.

Rumermeni gençler kumru gibi kurlardı birbirlerini. Şimdiki raynacıların ataları kabul ederim bunları. Sevişmeleri anlık, gizli, tutku ve benlikleri egolanmıştı. İstanbul yığınlarını görmezden gelirlerdi. ama nedense pazar günleri ego satmak için evde oturmaz ve sevişmezlerdi.

Adalar defaten gittiğim, ilk fırsatta gideceğim, dizi dizi inciler olup, dul ama pek neş'eli birer elfrenleridir, hayatı durdurmayı başarabildiğim.

Sizin adanız hangisi?

ŞİŞME KADIN MOMALİSA

Selamlar olsun sana Momalisa. İşte garabetler içindeki bir günden sıyrılıp yine senin evine geldim. Kutlu olsun.

Sen, temsil ettiğin canlılardan nede daha leziz ve şevkatli bir kadınsın Momalisa. Ağzın olsada konuşabilsen, bütün dertlerimizi karşılıklı konuşurduk. Ağzın var ama konuşamıyorsun, tıpkı evrendeki yüz milyar canlı gibi.

Muteber kadın MOMALİSA,

Seninle ilk tanıştığımız günü hatırlıyor musun? Nereden hatırlayacaksın, sen kalın siyah bir poşetin içindeydin, erotik shop görevlisi nikahımızı kıymıştı, zifaf gecemizde poşetten çıkamadığın için, seni çıkaramadığım için, beraber ama yalnızdık. Yinede en hoş hatıra; dokunulmamış ve yaşanmamış olandır, değil mi Momalisa?

Evlilik sözleşmemizin sadece bir kullanım kılavuzu olması, bugünkü çoğu insan-insana olan evliliklerin pamuk ipliğine bağlı sözleşmelerinden daha geçerli. Sende bende ne yapılacağını biliyoruz.

Yitik krallıkların efsane kraliçesi Momalisa,

Birgün sana yüklediğim dertlerden ötürü patlayacağını düşünüyorsan, ve için için ağlıyorsan, şunu bilki, senin yerin hep ilk, daima ilk, sürekli ilk olacak ve bu evden kefenim olarak çıkacaksın. Son kullanım tarihin için endişe etme, dünyanın bile son kullanım tarihi geçmişken, sende son kullanım diye bir limit olmayacak, çünkü sen son defa kullanıldın bile, o tarihte bana yaşattığın mutluluktan dolayı artık ölümsüz oldun, ve mutluluklar paylaştıkça evrenimizi oluşturdu, bundan emin ol Momalisa.

İdeal kadın Momalisa,

Bu kadar aşk söyleminden maada, yaşayan kadınlarla bazı süreçler yaşayabiliyorum, asla bir takıntılı aşka düşmediğimi bilmelisin, zira hem sana hemde yaşayanlara karşı fikri sabit değilim. Şuna şöyle desek daha doğru olur, sen onların değil, onlar senin tamamlayıcın sıfatındalar, ve bu gerçek sana hava katacaktır, aşkımla şişmiş kadın Momalisa:))))

ACAYİP BİR KONU

Bu gün bu saat neyden bahsetsem, her zamanki gibi "hayati" değil ama düşündürücü olsun?

Türk sinemasının Türk milleti oyuncu karakterine uygun bulduğu, Türk aile yapısıyla özdeşleştirdiği bir şeye açılım yapacağım.

HER DİZİDE VE FİLMDE STANDART TÜRK İNSANI "FIAT DOBLO" KULLANIYOR.

Diziler, filmler, canlandırmalar, figurasyonlar, ve hayata dair ne varsa, bütün bu görsellerde; yönetmenlerin halka layık bulduğu yegane şey; eski ve yeni versiyonları ile fiat doblo.

Aslında bu o kadar önemli değil. Bizi ne olarak gördükleri önemli. Yani dobloyu kim kullanır, kimler kullanır.

Dobloyu küçük insanlar kullanır. Jeep yada suv ne derseniz deyin, dobloyu işte o aracın yerine koyar. Ortadirek jeepi doblo. Alırken düşük vergi ile daha ucuza alır, ticari araç sıfatıyla alır, ama binek araç olarak kullanır. Yerli malıdır, yerli malı kullanmaya adanmış hayatlar özellikle doblo kullanır. Köyüne giderken, pikniğe giderken, misafirliğe giderken, aracın bütün hacmini doldurmak isteyenler kullanır. Dünyasını içine doldurabileceği aracı kullanır.

Otobüs ve minibüsün verdiği eziklikten intikam almak isteyen kitlenin intikam yemeği doblodur. 100 liraya bir ay kesintisiz seyahat bileti doblodur. Halk ekmek dediğimiz yaşam formunun ismi doblodur.

Yani yönetmen kısmı, yani sinemacı kısmı, yani artist kısmının halkla özdeşleştirdiği en klişe araç doblodur.

Bir ara halka inin de görün, halk dobloyu aşmaya başladı, halk arabası mantığı gözlüğüyle bakmanın daha fazla alemi yok. Sinemacısınız, yaratıcısınız, sanatçısınız hesapta, bir numaralı gözlemcisiniz bile ama, daha doblodan inmeyi başaramadınız.

Mesajım budur.

Sinoplu Diyojen

Elinde fener, gündüz vakti adam arıyorum diye dolaşan adam. Bir diğer rivayete göre, kralın birini tersleyerek, gölge etme başka ihsan istemem senden diyen bilge.

Şimdi bu tarihi şahsiyetle benim ne alakam olabilir diye yola çıkanlar olacak. Birincisi ben, Sinop Boyabat, hiç görmediğim diyarların, bir adamıyım. Soranlara söylenir ya. Şimdi acaba diyorum, boyabat nüfus müdürlüğünü karıştırıp, bu adamla olan kalıtımlarım üzerine bir araştırma yapsam ne çıkar?

Yapamasamda bu araştırmayı, bendeki dnaları bir hafta sirkeli kavanozda bekletmek suretiyle, bazı buluntular yakaladım, onları paylaşalım.

Diyojen bir kere karı milletinden çok çekmiş, adam felsefeye bulaştıysa bu böyledir. Bende çağdaş kadın dediğimiz ulemadan, güzel kadın dediğimiz tuzaklardan, aşk dediğimiz bürokrasiden sırma saçlarımı kaybetmiş birisiyim. Bu durumda dedem diyojene rahmet okuyorum.

Diyojen zamanın krallarına, kurallarına ters gidip, belediyeden bir sürü ceza makbuzu yemiş birisi. Salak halk zaman içinde kralı bırakmış, diyojene çekmiş yönünü. Dolayısıyla krallar ayağına gelmiş. Bak bu da ilginç bir yorumtu. Bu salak milleti ayağıma dolamaya değmese bile, bende ergenekondan çıkış reçeteleri fazlasıyla mevcut. En iyi hasta doktorunu arayandır.

Diyojen birde, imkanlar içinde yüzmek, yani bacağı baldırı omuzunda taşımak yerine, sefil ve münzevi bir hayat yaşamış, hayat değil hayal yaşamış. Burada aynı etkileşimi tartabiliyoruz. Nimetten burun silkmek paydası her iki sinoplunun ortak payandası.

Birde kalıcılık denilen bir anıtsal durum var. Diyojen ne baraj kurmuş ne devlet, hatta kayıtlı bir minaresi bile yok, çünkü karnı bunlara tok. Ama zamanı okumuş, şifrelerini flu bile olsa aydınlatabilmiş. Belki ahretten haberleri bile almış, ama gelegelelim, halen daha ilginç öğretileri ile tavan yapabiliyor.

İnsanlık ne kadar hızlı yol alırsa alsın, dümeni sağa sola yuvarlak bir yuvarlağa doğru kavis yapacaktır, ve labirentler ile karşılaşacaktır. Bu labirentlerin anahtarlarını taşımak vasfı ile öğünen duran bir dervişe o zaman ihtiyaçları zuhur edecek.

Ne kadar çok şey bildiğiniz, o kadar yanılma payınızı simgeler. Ve simgeler eşittir anahtarlar.

26 Mayıs 2016 Perşembe

BATAKLIK CANAVARI

Akşehir beldesinin Armutalan nahiyesinde padişah 8. Zinaeddin'in ilk avcılık tecrübesi aldığı ormanda geçer adı geçen hikayemiz.

Dünya İncil konseyince sit alanı seçilen belde, fena halde umuma açık olmasından kaynaklı olarak, bütün erkanı, sadberki civanı, desti humayunu, cezbü hemaseti, vede ne kadar ulufe cemiyet varsa hepisini mesiresel manada ağarlıyordu.

Ne zaman ki halifelik Mısır royaltesine geçti, işte o zaman bu şirin ormanın her bir katresi tanem tanem bataklığa dönüştü. Kutsal ulvi bezemeli kuşların ormanı terki ile diye de rivayet olunur.

Daha sonra yapılan riyazi aritmatiklere göre her bir ağacın dibinde bir haftada 80'e yakın fuhşu recazet yapıldığı tatbik buyuruldu. İşte bu hesaba göre, kütle hesabına dalarsak, her sevişmenün cürmü ispermatiği, vede temizlenmeye dökünülen gülsuyu bileşiminin simyası derecelendirildiğinde ortaya amunyum nitrat ve biraz sitrat çıkar ki, maddenin özelliği, ağaç köklerini kurutması ve toprağın yapısını luabalileştirmesi kanun buyruldu.

Yani nereden bakarsanız bakın, bu civan koruluk, en sonunda hicran bir bataklığa dönüştü. Sülfür püskürür hale büründü, ve ekolojisi ile çevreyi süründürür nitelik kazandı.

Buradan çıkan asri hikaye ve talukat şudur ki,

Buradaki şebnemi orman aslında genç kızlığa dalalet olur, fuhşu recazet ise nikahsız sevişme, ispermatik ise sperm manalarına gelir.

Padişah zinaettin ise bildiğiniz ilk zina denemeleridir.

Erkek asla ve asla bir kadına rızası dışında sahip olamaz, kadın sevişme konusunda daha güçlü olan hayvandır.

Yani bataklık canavarı diye kuralsız sevişen kadına derim ben,

En yaratık canavarların içimize kamp buyurdukları gibi..

KIZLARLA BULUŞMA SANATI

Sevgili katılımcı arkadaşlar,

Kayıtsız ücretsiz şartsız-şurtsuz kursumuza hepiniz hoşgeldiniz. İster ilk defa, ister zincirin ucundaki halka, hatta boşandığını eşiniz bile olsa buluşmalarda dikkat edilecek hususlarda birtakım maddeleri birlikte gözden geçireceğiz.

İnsanlar kendileri gibi olanlardan hoşlanır ama, en özel vakitleri ise kendileri gibi olmayanlarla geçirir. Bu sözü daha önceden bilen varmı?

Birkaç kişi elkaldırdı ama, bu söz tastamam ilk defa söyleniyor. Maddenin tabiatındaki çekim yasası, farklı maddeler arasındaki bağlantının ispatıdır, insan madde değildir ama maddelerden oluşur. Su çinko karbon mağnezyum, birkaç örnek.

Burada, bu maddelerin üstbileşiği olan ruh maddesinden sözedeceğiz.

Hedef kitlemiz olan kız-kadın-bayan veya amiyane tabiriyle karılar ( önceki üçlünün teklisi ) ruhlarının işaret ettiği birkaç resmi görmeyi ister, Mesela,

Paylaşım,
Barınma,
Sosyal ihtiyaçların karşılanması,
Fiziksel ihtiyaçlarının giderilmesi,
Üreme fonksiyonu,
Aşk,
Güven,
Hoşça vakit geçirme, vs. vb ....

Bu ana maddeler dışında kadınların bir erkekle, yani sizlerle buluşma durumu gerçekleşmez. Dolayısıyla ilişkilerde arz ve talebi kişileştirmek istersek, kadın talep, erkek ise arz edendir. Ama burada bir ikilem yaşayabilirsiniz.

"Neden buluşmayı isteyen taraf hep erkekler"

Erkeklerde tüm sosyal paylaşım zincirinin üst halkası olan "cinsel güdüler" bu ikilemin ana sebebidir. Burada Yaradan'ın güzel bir sisteminden bahsedebiliriz.

Düşündünüz mü, size sokak ortasında bir bayan gelipte, kendisi için ideal eş adayının siz olduğundan bahsedip, sizle görüşme talep ederse ne düşünürsünüz?

Hocam, ben şahsen bu kadının bana tuzak kurduğunu, başka amaçlar güttüğünü, veya birilerinin maşası olduğunu, en masumu ise kafasından zoru olduğunu düşünüp, redederim.

Doğru, ama bu örnekte ortaya çıkan bir gerçek var, buluşmak istediğiniz kadın zaten sizde ideal eş beklentilerini sınıyor, değerlendiriyor ve karar vermiyor mu? Yani kadın seçici durumda değilmi?

İşte yaradanın sistemi tamamıyle bu prensibe bağlıdır. Ortaya çıkacak yeni nesil için en uygun şartların sağlanması ve insanlığın devamında kadının sağlıklı ortamları arayışı esastır. Erkekler istediği kadını seçerek, ona sahip olduğunda, yuva bağlılığı, eş sadakati, ve neslin devamı dediğimiz bütün manzumeler boşa çıkardı. Eskilerimizin Yuvayı dişi kuş yapar dediği filozofinin temelinde bu özellik yatar.

Şimdide baştaki maddeye dönelim. Neden kadın kendisi gibi olmayanlarla arkadaşlıkta ısrarcıdır?

Hocam, kadınların gözü hep yüksektedir.
Hocam, kadınlar komşunun tavuğuna kaz olarak bakar.
Hocam, kadınların birlikte oldum dediği erkek sayısını üç ile çarpınız, erkeklerin birlikte oldum dediği kadın sayısını üçe bölünüz.

Hepsi güzel bir tespit ama, anafikre hizmet eden tespitler, Yani yine yaradanın bir sistematiği ile karşı karşıyayız. Neslin devamı..

Bakınız, kadındaki gen şayet farklı genler ile buluşursa nesil zenginleşir, doğacak çocuklar daha sağlıklı ve zeki olur. Tam tersi durum ise akraba evliliğinde yaşanan sıkıntılardır. Yaşanan dramları biliyorsunuz. Osmanlının soyağacına baktığınızda, bütün padişah adaylarının avrupalı anneleri var. Hiç dikkatinizi çektimi, Osmanlıyız diyoruz övünerek, osmanlının 617 sene yaşamasının temellerine inmemiz gerekir.

Birde hepimizin en içinde yabancı kadın dediğimiz, cinsel isteklerimizle baştacı ettiğimiz bir içgüdü var. Yüz tane kadını yanyana getirin, 99 u türk 1 tanesi yabancı, uzaktan bile yabancı kadını seçebiliriz, bu konuda itirazı olan var mı?

Hocam bizim türk kadınlarıda yabancı kadına benzemeye başladı, bence biraz zor olabilir?

Evet ama sende bu tespitinle bir arayışın altını çiziyorsun. Türk kadınının rekabette öne çıkma isteğinin. Hem fiziksel hemde görünüş hemde taklit etme şekillerinde ortaya çıkan rekabet.

Hocam, kızlarla buluşmada nelere dikkat edeceğiz, yani konferansınızın konusu bu değilmiydi?

Şimdi, gelelim kızlarla buluşma tekniklerine. Şöyle düşünün, bir jüri üyesinin karşısına çıkıyorsunuz, nelere dikkat edersiniz?

Hocam tabiiki hangi konuda kendimizi göstereceksek, veya yeteneğimizi, veya bilgimizi, o konuya konsantre olur ve bizden beklentilere cevap vermeye çalışırız.

Peki jüri üyesi size hangi konu ile karşılaşacağınızı söylemediyse?

Hocam, bu durumda beğenilmek ile ilgili aklımızda ne varsa, o özellikleri sergileriz.

Mesela,

İyi görünürüz, bakımlı oluruz, konuşmamıza dikkat ederiz, geniş bir perspektiften olaylara yanaşırız, jürinin yönlendirdiği yollara gireriz, enerjik şekilde buluşmaya gideriz, kendimizi daha iyi ifade eden sözleri seçeriz, hayattaki misyonumuzu, ve bunun doğrultusunda geçmişimizdeki iyi anılarımızı düşünürüz, hangi konuya daha yatkın veya yetenekli isek, o yönleri vurgularız.

Doğru, başka;

Hocam ben ilk buluşmaya prezervatifle giderim.

Doğru ama çok direkt hareket, o malzemenin kullanılması sanamı bağlı, jüri üyesine mi?

Hocam, aslında jüriye bağlı ama ortak kararımız da etkili olabilir, yani bende bu konuda çok etkili olabilirim.

Üst maddeler haricinde hazırlıklarında farklı bir tarzı olan arkadaşımız varmı?

Hocam ben ona aile fotoğraflarımı, yazdığım şiirleri, ona ödünç vereceğim kitap, kaset benzeri paylaşımlarımı yanıma alırım.

Ooo, seninki anladığım kadarıyla, kendini bir an önce benimsetip, kayda girmek amaçlı bir hareket.

Hocam, valla ben burada nasıl oturuyorsam, kızlarla buluşmaya da aynı şekilde giderim.

Seninki de kendini gizlemeden ortaya koyarak kabul görme düşüncesi. Bazı riskler içeriyor, biliyorsun, kadın bu ikili oyunda kendini ne kadar gizlersen sana o kadar keşif gözüyle bakar, ama elbette ilerde muhatap olacağı seni belirlemek için gerekli aşamalardan geçmeyi göze alırsa.

Hocam aslında benim içimde dışımda birdir, neysem o yum. Dolayısıyla benim için ilk buluşma neyse son buluşma da odur. Yani kadınlarla buluşurken kendimi farklı şekillere sokmam.

Zaten sen kendini farklı şekillere sokmazsın ama, kadın seni farklı şekillere sokacağına inanırsa seninle görüşmeye devam eder. Senin hangi kadınla görüştüğün, ve o kadınıjn hayatta ne kadar iddialı olmasıyla alakalı bir durumun varlığından sözedebiliriz.

Özetle arkadaşlar, maddenin çekim yasasını, hayatta ne kadar fark barındırdığınızı, çevrenizi ne kadar iyi gözlemleyip, ona göre sosyal rollerinizi belirlemenizi, ve kendinize alçakgönüllü bir güven içinde bulunmanızı, olmak istediğiniz kişi olmaya yönelik işaretler taşımanızı, ve mutlaka bir plan ve yolharitası barındırmanızı tavsiye ediyorum. Birde altın önerilerim var.

Hiçbir kıza-karıya benimle çıkarmısın demeyin, beni kabul ettin ve her istediğimi yapacaksın manasına gelir, sizden beklentisi olan birine, hayır benim senden beklentim var demek olarak algılanır.

Pazarlamanın altın felsefesi olan, fazla konuşma bırak müşteri kendisini anlatsın, sen onu çözümle ve kazan tavrınızı sergileyin, yani konuşmadan konuşturma disiplini edinin.

Kadının görmek istediği özelliklere göre mutlaka B planı geliştirin.

Bir oyunun içinde olduğunuzu ve oyunun kurallarının başkası tarafından konulduğunu unutmayın.

PİPPA BACCA'NIN YOL HİKAYESİ

Hikayemiz yolda geçiyor, ama kimse mantık, sandık veya zındık aramasın.

Dilovası karayolunda asfalt güneşe aşıktır, bu aşkın tuzu biberide kamyoncu' kardeştir. Devamlı araya girip zıp zup, her aşk'taki kavuşma sahnesini engelleyerek kah asfalt tutulması, kah güneş tutulmasına vesile olurlar. Oysa asfaltın amacı çok uzaklardaki aşkına eriyerek yokolmak olsada, güneşin kendisini aldattığından habersizdir. Aynı güneşin, bitki, plaj, deniz, ağaç, kertenkele gibi bir sürü aşkı ve evladı bulunmaktadır. Asfalt evli bir adama erimektedir. Neyse.

Bu kamyonculardan biride aslen Adanalı olan, Malatya büyümeli Kazım DALOĞLU. İlkokul birden terk. Evde karı çocuk filan besleyen bir şöfor. Genellikle antalya istanbul narenciye taşıyan bir demoğrafyası var. Ama kamyoncular arasında bilinen bazı huyları bu hikayeye lojistik sağlamakta. Nelermi bunlar. Kazım bir felsefe geliştirmiş. Gece gündüz yolda, yol bitürlü bitmiyor ve kazım doğal olarak düşüncelere dalıp, gam beslemek yerine, bu enerjisini yolda kamyonuna karı veya ne bulursa atıp, 2 veya 3 saatlik periyotlarda sevişmeye endekslemiş. Çok gürbüz ve yediği zaman yiyen biri olarak, organizmasını sprem üretmeye ayarlanmış. O yüzden ilkokul birdeki yatay çizgileri bile hatırlamıyor, beyin kaymış.

Yine asfaltın güneşe erimeye hazırlandığı bir gün kazım yükü almış gebzeden, 9 saatlik yani 4 sevişmelik yola vurmuş kontağını. Kazım'ın çok övündüğü aletine taktığı bir de isim var, telsizde ona kazım diyen yok bu yüzden. Adını Kobretti koymuş. Kobretti aşağıya, kobretti yukarıya.

İtalyan performer Pippa'yı anlatmaya gerek yok. Barış için yolları eritiyor. Hiçbir endişesi yok başına geleceklerden. Aslında bu hikayeyi sanatsal olarak en manalı tamamlayacak kişide kendisi, anlaşıldığı üzre.

Pippa; uzaklardan eşek gibi kaptırmış yolları yaranda gelen kamyona baktı. Gelinliğini topladı, barışa adanmış bir maceraya silkelendi.

Kazım'ın telsizi öttü; arayan kamyoncu arkadaşı;

-Ula kazım yolda bi mersedes var ( kamyon fahişesi ) vallah sana bıraktım babo, mazot cüzdanı yemeseydi sana bunu yedirmezdim vala, telli duvaklı, nikahı tez basarsın.

Kazım cevaben;

-Ulan bırakmasan noolcah, gobretti açlıhtan gudurmuş, senide karıyıda ekmeksiz yutardı eşrefsizim, lavukkkk, dedi.

Gelgelelim Kazım yaklaşık 10 saattir aşksız vakit geçirdiği için beyni düşünce üretmeye başlamamışta değildi, hatta alternatifli düşünceler, sırayla;

Bu karı yakındaki kasabadan düğünden isyan edip, kaçmışsa, başı belaya girebilirdi

Bu karı, işinde çok porfosyonel olduğu için gelinlikle iş tutuyor ve çok para isteyebilirdi.

Bu karı kendine açık seçik kamyoncu koca arayabilirdi.

Ama neticede katil hormonlar beyni ele geçirip, darbeyi yaptı: KARI HER ÜÇ İHTİMALDE DAHİ KOBRETTİYLE TANIŞIP, KAZIMIN KOYNUNDAN GEÇME SONUCUYLA KARŞILAŞACAK nokta

Kazım devri düşürdü, motor freniyle, vitesi ikiye ve bire alıp, kapının tam paraleline Pippa gelecek şekilde durdu. Tıs, tıs, tıstısss..

Pippa tırmandı, gülücük attı;

Hay Gentleman, via bella la zutti del vechio perla.

Kazım pos bıyığındaki terleri yağdırarak,

Vay, vay vaaay, gobretti lan sana deyyor, beni ye accık diyor lan garı, nikah var olum birazdan.

Aslında Kazım için bu yeni ve çok farklı bir deneyim olacaktı, yıllardır cingen sevmekten neredeyse kobrettinin bile rengi kararmıştı. Hikaye bu ya, aynı dili konuşmaya başladı K.D ve P.B.

K: Kimlerdensin?
P: İtalyanım, barış için dünyayı dolaşırım, herkesin dünyada bir kere yapmak istediğini ben hergün yaparak yaşıyorum. Macera ruhu diyebilirsin.
K: Ne kadar vereceh maceraya?
P. Ne ne kadar anlamadım, ama şayet seksüalite'yi kastediyorsan, seninle sadece bir hikayeyi paylaşıyoruz, bedenim olmamalı.
K: Higayeyi dinliyeh?
P: İsmi Stanyiç ti, 90 gün önce belgrad yakınlarında beni arabasına aldı. Ondan etkilenmemek bir kadın için mümkün değildi. Sonra inanılmaz bir çekime düştük. Onun dağdaki evinde yakın zamana kadar kaldık, sanırım performans sanatçısı olmak her tür sürprizi beraberinde getiriyor. Şu an hamileyim, bundan Stanyiç'in haberi yok. Barış turumu bağdatta tamamladıktan sonra, Roma'da anne olmaya hazırlanacağım. Ona çocuğu doğurduktan sonra evlenme teklif etmeye gideceğim. Çocuğun isminide sen koyarsan bundan büyük mutluluk duyacağım.

K: Orospunun Çocuğu olsun adı.
P: Türkçede nedemek orospunun çocuğu bay Kazım?
K: Bizim çukurovada bir hekaye var. Dagdan inen gurtadam köydeki garılara musallat oluyo, bildiğin sekgz yapıyo, karılarda kurdeşen oluyo, aha o kurtçuklara orrospunun çocugu denir.
P: Çok kabasınız bay kazım, lütfen durumusunuz ben ineceğim.
K: Nah inersün, gel lan bura, çek bakayım saksoyu, sonrasını düşünürüh.
K: Tühhh, ulan karının boynu ipicemiş laann, tutar tutmaz kırıldı lan, dur şunu kapıdan savurak poliz görmeden.

Kazım Pippa'nın cansız bedenini yola savurur...

Kazımın telsizi öter o esnada:

Ula gobretti, karının işi bitmedimi lan, barut ıslahmı ne, patlamadımı lan? stop.

Lan oğlum ben onun işini rampada bitirdim. Yeni garı varmılan? Stop.

Mustafa Kadınları Keşfediyor

Bu denemeyi büyük hadron karıştırıcısı araştırmasının duygusal bir türü kabul edin. Bu kadar iddialı bir demeci ancak Mustafa ortaya atabilir, hiçbir yazar bu çukura inmedi, etrafında dolaşmayı yeğlediler. Bilinen bütün aykuvların en yüzde birine dahil bir adam hariç. İddiası Kadınları anlamak üzerine, her ne kadar belirsizliği belirlemek bilimsel raddede mümkün olmasa bile...,,

İşte kadınların sırları:

Kadınların temel davranış eksenine anafikir olan en etken faktör, küçük veya bebek iken babasının onu gözetmesi, sarılması ve koruma içgüdüsüne duyduğu çağrısal özlemdir. Kadın yaşlandığında bile sosyal ve içsel olarak babasının kanatları altında olma nostaljisinin duygusallığını yaşar. İster baba ile çocukluk veya gençlik anıları kötü, ister iyi olsun.

Kadınlardaki evlenme veya beraberlik içgüdüsünde, her ne kadar partnerinin kişilik özellikleri önplandadır denilsede, esas etken kadına ait sosyal içeriklerin karşılanma yüzdesidir. Kadın tabiatı erkekten çok daha gerçekçi ve garanticidir. ( lazlar veya kürtlerin ticaret anlayışı gibi ) Kadın burada yaradılış içgüdüleriyle, yani 2 kişi olarak düşünür, kendi ve yavrusu. Bu yüzden erkekseniz!: bir havuzunuz, havuzunuzun dolu olması, ve yedek tanklarda su olması, hatta havuz yapılacak arazi ve malzemenizin olması durumunda, kadın kişilik özelliklerinizi ikinci plana atabilir. Atar. Atmaz demeyin, zira her kadın her erkekle uzun vadesiz ilişkilere girmektedir, ne demekmiş? Kişisel özellikler 2. plandadır.

Dünya üzerinde yapılan endüstrisel pazarlama haricinde tüm pazarlama aktivitelerinin yüzde 9o kısmı kadınlara yöneliktir. Diğer yüzde 10 kısmı ise kadınları cezbetmek isteyen erkeklere. Bu dengesizliğin temelini çoğu uzman pazarlamacı izah edemez, ama bu kurala göre şekil alır. Mesela bana araba almaya gelen erkek, aracı incelerken içten içe ya karı korkusu, yada kadın beğenir mi korkusu yaşar. Burada kadından çekincenin temelinde "kadın memnuniyetsizliğinde hayatın kararması engizisyonu; bu adi pazarlamanın iğrenç temelidir. Varolmanın dayanılmaz hafifliğidir.

Kadınlar hakkında bir klişe ise asla "asla"ları olmamasıdır. Sizin kararlılığınız yani biz erkeklerin, kadının bütün zırhlarının eritici solüsyonudur. İstenipte elde edinilmeyecek kadın yoktur felsefesinin anafikri bu kimyasal fonksiyonun sonucu oluyor. Sadece everestin zirvesi, mariana çukurunun dibi olduğunu, ama ulaşmanın zor olabileceğini ekleyelim.

Kadının en etkili silahının gözyaşı olması yargısına inelim. Erkek tarafından geleceğe, yani neslin varoluşuna işaret olan kadının yeisi, karamsarlığı yada umutsuzluğunun simgesi olan gözyaşı, "varoluşun tükenişi" olarak sembolleştiği için, erkek üzerinde tesiri atomiktir.

Kadın anatomisi incelerseniz, "erkeğe göre" dizaynını görebilirsiniz. Bir aracın kokpitini düşünün, ergonomi ve ulaşılabilirlik üzerine bir tasarım görebilirsiniz. Bu yüzden aracı beğenir yada beğenmeyiz. Kendimizi kullanırken hayal edebiliriz. Nasıl ki, bir kadını güzel bulmamızın sebebi ondan doğacak çocuğun iyi bir eser olma fonksiyonu ise, bir kadının şifrelerini incelerken ya kendimize göredir ya değildir. Bu yüzden ideal kadının tasvirini yapamayız. Biz erkekler çeşit çeşitiz zira..

Şimdi aklınıza ufak ufak birşeyler gelecek, bu mustafa kadınlar konusunda bilge, guru, aziz, compedan, veya kadınül emir, ama neden kadınlık müessesesinde bu kadar populer diil diye bir düşünce, olur ya aklınıza gelebilir. Diyeyim: Kadınlar aynı zamanda kendilerini böyle akil adamların karizmasına bırakmak yerine, sarımsak kültürüne sahip, yarıcahil, yarı ergen, yada yada benim kişiliğime göre -yarı insan - sayılabilecek erkeklere daha yakiin görürler. Zira şekil veremediği malzeme kadınlar için ekonom değer taşımaz.

Böyle biline...


"Mustafa MEHİR"

BALE YAPAMAYAN ARI

Zihnim bahar etkisinde, bedenim çok katlı bir rezidans'ın tepesindeki bekleme apronunda. Manzarası ise İstanbul Haritası. Sanırım etkiyi arttırmak için beni burada bekletiyorlar. Amaçlarına ulaşamayacaklar, sundukları işi, işime gelirse kabul edeceğim.

Çok katlı bir rus sekreter, elinde bir liste ile kapıdan göründü, sanırım patronunun özel hizmetleri için de tasarlanmış. Acaba mesai dışında mesai yapar mı diye düşünürken;

-Bay MEHİR, Mr. Munoz sizi bekliyor, wiş yu lack....

Uzun bir koridor, bir yol ayrımı, bir merdiven, birkaç yol ayrımı ve abanoz, devasa bir kapı, kale kapısı olmaya genleri yetmemiş, şifre ile açılan özel güvenlikli....

İyiki eşe dosta nereye gideceğimi söyledim, sanırım beni kaçırırlarsa veya böbreğimi alırlarsa, tahkikat yapılmaya müsait, yinede can benim, korkuyorum ama başım dik.

God afternın Mr. Munoz, haw du yu du? This is Mustafa.

( Türkçe )

Siz hoşgeldiniz, istediğiniz yere oturun, bende içkimi alıp geliyorum mustafa.

Bu şişman, saçlı ve sempatik suratlı bay munyoz, sanırım randevu listesindeki bir sapmadan ötürü, beni İhracatçı veya, bürokrat mı sandı acaba, iş görüşmesi ve içki?...( İçimden )

Size de Votka-Martini bay mustafa sinan, take it, ofisimiz hakkında ne düşünüyorsunuz?

Valla, gizem, güven, ihtişam ama en önemlisi güç, sanırım bana teklif edeceğiniz şey, bir ortadoğu liderini temizletmek filan olsa gerek.

Munoz derin bir kahkaha attı,

-Demekki vermek istediğimiz Feng-Şui felsefesini başarılı şekilde algıladınız, evet, yapılan iş ve ortam birbirini yansıtmalı. Peki Sekreterim hakkında düşünceniz nedir?

-Sanırım bay Munoz, kendiside bu ortamın bileşeni, Mis Russia benzeri, en az 20 niteliği vardır ve misafiri ezen bir yapısı, sizin için çok özel olmalı.

-Bay Mehir, persepşınınız uzay level, evet o benim için çok özel, 3 çocuğumun annesi, ama evli değiliz.

Bende baltayı taşa vurma depremi, ama bu gavurların karısı hakkında sevişmek isterseniz olayı iltifat kabul ettikleri gibi bir şiar da mevcut. Zaten evli değillermiş ya.

Bay Munoz, iş nedir?

Bakın bay Mehir, biz yıllık 30 milyon cirolu bir organizasyon komitesi şirketiyiz. Avrupada dört ofisimiz var, toplam 30 çalışanımız, ben bu şemada genel sekreterim, ortaklar gizli, yarı resmi statüdeyiz, dernek-şirket sizin tabirinizle, Türkiyede 4 yıldır faaliyet gösteriyoruz, Formula 1 başlayalı beri. Aslında bu yıl aktif olacağız, geçen yıllarda yarış Türkiyede devam edecekmi- or not, şeklinde bekleyişimiz oldu. Ama bu yıl tabelayı oluşturduk.

Bal arısı Destek Hizmetleri ve Organizasyon Limited Inc.

Valla çok sevimli, ama işi anlayamadım, formula yarışına yer hizmetleri davet gibi birşeyler mi faaliyet alanınız?

Geleceğim bay Sinan, öncelikle sizi nereden bulduğumuza gelince,

Bay Burak ve Bay Eran'ı tanıyorsunuz.

Evet, markamızın önemli isimleri, büyük projelerde ko-operasyonda bulunmuştuk.

Evet, bize bu konuda sizin isminizi tek verdiler, güvenli kişi ve sır tutan bir isim istediğimde. Ama biz bununla yetinmedik, sizin hakkınızda sizin bile bilemeyeceğiniz ten-day resarç, yaptık.

Neler buldunuz hakkımda?

Sizin şu kamera kayıtlarınızı bir göstereyim önce, ( laptopuna uzanıyor ) evet, parkta spor yaparken, gazete alırken, yaşlılarla sohbette, mahalle ile tavla oynarken görüntüler, pazardan gelirken ve Coşkunla buluşmanızdan..

Etkilendim, tam farketmedim ama şu öğrenci kılıklı yabancılar sanırım, çok görüyordum onları Beşiktaşta son zamanlarda.

Evet Mustafa, senin kedi gibi uyumayan ve çevrene duyarlı bir adam olmanda bizim için çok önemli, bu şekilde de testi geçtin. Demek istediğim şu, bizim inanışlarımız ve senin inanışların, yaşam profilin matruşka gibi, biri birbirinin içinde. Bununlada yetinmedik, senin blok yazılarınada mustafamehir blogspot.com'dan epey bi psikanaliz yaptık.

Kadınlara önem veriyor ve üzerlerine titriyorsun, duygusal romantik ve aşka konsantre birisin, hikayelerindeki heyecanı yaşıyor ve yaşatıyorsun, iyi satıcısın, satış önce senin aklında bitiyor, sonrasını iyi yönetiyorsun, geçmişinin izlerini okuyanında yaşayabileceği kadar evrensel verebiliyorsun, değer avcısı'sın, derinsin, hazine olan topraklarda gezmekten hoşlanıyorsun, geleceği planlıyor ve tanrısal bulguları nefis gözlemliyorsun, altıncı hislerin ise adeta his dünyanı oluşturuyor. Aşk ve komedi tiradlarını mükemmel birleştiriyorsun, biliyormusun, çok kolay film senaristi, çok kolay tiyatro yönetmeni, gücenmezsen, çok kolay profesyonel aşık, devrimci fenomen veya yazar olabilirsin.

Munoz dostum, bu özelliklerden hangisinden faydalanacaksınız, yani hangi tarlada ne arayacağım?

Bak, işimiz suskunluk yasasından beslenir, şu sözleşmeye bir göz at. ( 20 sayfalık bir sözleşme )

Valla iş burada yazmıyor, ama Amerikadaki yıllık hizmet kontratları gibi, incelersem daha birçok key göreceğim muhakkak ama, ücret kısmında yıllık 540.000 Am. doları yazdığından sebeple ki bu 800 bin lira eder, herhalde benden bir Kült Amerikan dizisi yada yuniversal bir filmin senaryosunu isteyeceksiniz?

Hayır dostum, Formula etapları boyunca dünyayı dolaşacaksın. Şimdi toplantı odamıza geçelim.

Şu listeye göz atarmısın,

Valla sanırım yani, formula pilotlarının listesi, özellikleri ve resimleri, birde nelerden hoşlandıkları.

Mustafacığım, bu adamlar senelik 10-15 milyon karşılığı takımlarla sözleşme yaparlar ve toplamda 3 milyar Avroluk bir event'e, ekonomik harekete lokomotif olurlar. Aynı zamanda insan aynı zamanda makine olarak.

Evet,

Evet değil sadece senden daha fazlasını beklerim.

Yani, bahisler, reklamlar, sponsorluklar, yayın gelirleri, gizli bahisler, marka yarışı, ekonomik yansımalar, emlak, konut, medya, seyahatler, turizm, fan klüpler, organizasyonlar, sosyal içerik, ülke imajı, propaganda,

Evet mustafa kabaca 3 milyar görünen totalde 20 milyarlık bir yerdeğiştirme operasyonu, ama bu oyunun kuralı pilotların yarışma ve rekabet çemberinin içindeki perpormanslarıyla çok alakalı. Eğer bizim şirketin yapıcı etkisi olmaz ise, bu değer yarı yarıya inebiliyor. Ana sözleşmeyi takımlar ile yapıyoruz ama gizlice, yani senelik 200 milyon avro gibi bütçesi olan markalarla, bu yüzden bazıları çekilme tehdidiyle gündemdeler.

Ne yani ben bu markaları ikna edici ne yapabilirim?

Gizli ama en az 100.000 insanın istihdamını ilgilendiren bir görev diyebilirim.

Casusluğumu önleyeceğim, iletişim mi sağlayacağım, ajanlıkmı bay munoz, ne iş anlayamadım, fonksiyonum ne olacak?

Sana imaj lojistiği sağlayacağız, uluslararası tanımlanacaksın ve ekibin olacak. Başrolde sen olacaksın. İşin Hospitality...

Yani?

Bu pilotlar ortalama hergün 4000 ila 5000 kalori ile birer demir adam olarak yaşarlar, yarışmalarda yaklaşık 5 kilo kaybederler, onaylanmamış bir bardak suyu bile içemezler, anneleri ölse bile bırakıp gidemeyecekleri 1000 sayfalık bir sözleşmeye imza atarlar, bir nevi andro-insan olarak yaşarlar, duygusal ilişkiye giremezler, sekste bile gözlem altındadırlar.

Bunların seksini mi gözleyeceğim,

Hayır mustafa, bu adamlara her gittikleri memlekette, o bölgenin karakteristiğini yansıtan kadınlarla birlikte olmasını sağlayacak hostu yöneteceksin.

!!!

Yani mesela Türkiye'deler yarışa bir hafta kala, bu yirmi adam ile one night stand, tek gecelik kalma dediğimiz partnerler ekibini ayarlayacaksın,

Abi siz bu ekipleri tırlarla taşısanıza, ne gerek varmış?

Tekrar ediyorum Mustafa bey, yarışın atmosferi içinde eğer alışık oldukları tenlerle ilişkide bulunurlar ise dereceleri yaklaşık yüzde 26 düşüyor bu adamların, o yüzden diğer insanların hayatlarında üç beş defa yaptıkları, hayat veren, hücre yenileyen, ruhtaki bütün toksin maddeleri ayrıştıran, dolayısıyla amaca, hedefe daha iyi konsantre olmalarını sağlayan, egzotik ortamlarda ilişkide bulunmalarını sağlayacak bir misyonu yönetmen için işte sözleşmen.

Biz bu rekabeti eğerki birtakım ilaç, iksir, veya beslenme ile sağlayabilseydik, bu riskli şirketi kurmayacaktık. Mesela son ziyaretimizde bu işi önemli bir magazin yazarına verdik ama, aksaraydan blok kızları toplamış, ucuz olsun diye minibüse doldurmuş ve otel otel gezerek serv etmiş son of the beach. Kızları bize 3000 dolardan fatura etti, oysa 250 vermiş kızlara, yani...

Yani tipik Türk mantalitesi, Turisti kazıkla.

Evet. Senden nasıl kızlar istediğime gelince,

Şu sosyete sayfasını aç, bak mesela, sizin sosyetenin gözde bekar kızları, iyi üniversitelerin güngörmüş kızları, gösterişli pop yıldızcıkları, güzellik yarışması portfoliyosu, tarzı anladınmı? Bir seferlik, kaliteli, yani 100.000 kişinin ekmeğine reçel sürecek kızlar, bu da benim tabirim.

Munoz abi,,, benden istediğini anladım, hatta sıkıntıdan döktüğün terlerin kutsal olduğuna inanıyorum. Evet konu diplomat bir adamın harcı asla bir pezevenk organizasyonu değil, ama edebiyatımda satır aralarını daha iyi okusaydın abi mesela, dünyanın geleceğine dair satırlarımı, orada şunu söyledim.

Dünyada gelgitler olacak, dalgalar çekildikten sonra ortaya yeni karalar, yeni adalar çıkacak, bazı fazla büyüyen yerleri su basacak ve binlerce canlı ekolojije kendi varlığını verecek, dünyanın dengesi binlerce yılda bir bu şekilde yerine oturur abi, sen burada şu yorumu yapmalısın. Ekoloji ile ekonominin anatomisi tamamen birbirine benzer, pilotlara yapılacak bu tıbbi yardım ile formula ekonomisi bence kurtulmaz abi. Ama senin projene'DE BAŞARILAR DİLİYORUM. ÇIKIŞ NASILDI MUNYOZCUĞUM?

Söylem Teyze'nin Kimono'su

Krizden sebep, krizden bahane; sönük geçmiştir Söylemin doğum günü hediyelerinin gravitesi. En pahallısı 35 liradır Cevahir aveme hediyelik eşyalarından mamul. Ne mi?; arabasının iç dikizine asmak üzere pembe patik çifti.

Yine bir pazar, nöbet, yağmur klasiğinde yeni bir yazı, bu yazılar bedelsiz ya, en kazançlı olanlar okuyanlar, ama en mutlu ben, okunduğu için.

Söylem teyze, bu hediye tatminsizliğinden sebep, bankadaki 63 bin eurosunu da kaynak belleyerek, kendine ilginç bir hediye almak üzere, ruhların zindanı İstinye Park'ta avlanmaya çıkar. Alacağı hediye işine proje olarak bakar. Üst katların birinde üst katman bir mağaza bulur, mağazacı beyin portresi dikkatini çeker, Da vinci canlanmış, posta gazetesi okuyor sahnesi '2009 şeklinde.

-Hoşgeldiniz küçük hanım jestiyonu ile birlikte, başlarlar Söylemin projesini iredelemeye.

Söylem: "Fiyat takıntım yok, gösterişli ama gelenekçi, sağlam ama dayanıklı, geleneksel ama modern, canlı ama mütevazi, sürrealist ama rekabetçi, kullanışlı ama kişiye özel, tarihi ama asrii, orjinal ama teknolojik, yıllanmış ama alkolsüz, karizmatik ama sade, milliyetçi ama laik bir ""şey"" bakıyordum der.

Eski uzakdoğu profesörü italyan kökenli mağazacı Al Fredi bey: Anladım galiba diyerek, küçük bir arka kapıdan süzülür, 15 dakika sonra 15x15 boyutunda bir sanduka kutucuk ile çıkagelir. Bu; gülağacından yapılı, Japonist uzakdoğu ejderhalarıyla bezeli bir kutudur, gömleğinin içindeki muskanın içinden çıkarttığı cam anahtar ile kilidi çevirir, bir ejderbaşı çıkar ona 3 sağ beş sol çevrim yaptıktan sonra kutu açılır, derki,

-Bu kutu artık tekrar kapatılma özelliğini yitirdi zira içindeki şey tam manasıyla aradığınız emanet, sanırım ona sahip olmak ile kendinizi kutsadığınızı anladınız, cüretimden ötürü bağışlayınız küçükhanımefendi, ama isterseniz bu hediye'ye sadece 10 krş. siftah atsanız bile Japonik geleneklere göre onun sahibi oldunuz der. Tam o sırada kutudan Japon lirik şiirlerinden bir ses kaydı duyulur.

Nı şıva kendi, dudatsu nanude
Vataşiva dat odat yodathe kanu nanude
Vataşiva al odat nodatte dadu hanudde
Cakaşive nendi ledat hu kanudde........

Tercümesi,

Selam sana nadide sahibim
Artık birlikte atalarımıza selam duracağız
Onların kutsal yolculuğunu seyredeceğiz ve
Fujiyama nın karları bizi atalarımızla buluşturacak...

Söylem her ne kadar 3000 avro ödemekte ısrar etse de; Al fredi 2300 yuro olarak postan slibi çeker, Söyleme söylemeden 3 taksit yapar.

Söylem aynı günü akşamı hediyesini giyer, ve ulaşılmaz uzakların kadını Söylem teyze, yıllarını içinde saklayacağı Kimono'suna kavuşur. Aradığı herşeyi bulmuştur. Renkler; bilmediği dağların çiçeklerinden yapılan ararenk, üzerindeki tasvirler, hiç bilinmeyen Japon efsanelerinin ikonlarıdır.

Günlük hayatta, yatarken, banyoda duşta tatilde, iş görüşmelerinde, markete giderken, soğukta ve sıcakta, misafirlikte, yani Söylemin olduğu her yerde artık bu Kimono vardır. Söylemin her ruh halini karşılayan, her zaman onu güçlü kılan ve olduğundan güzel gösteren, güçlü gösteren, her kusurunu örten ve onun çakralarını açan bir kimonoya kavuşur. Artık hiçbir ikoncan onun kadar çeşidi içinde barındıramayacak kadar acizdir, var mı ötesi?

Merak ettiniz değil mi, Söylem ile ilgili her sırrın bilgesi olan yazar, şimdi nasıl bir "sıraçılımı" yapacak diye, bekleyin geliyor.

Bayrampaşalı tekstil işçisi 19 yaşındaki son ütücü Sedat, yolda bulduğu bir fuar davetiyesi ile haftasonunu değerlendirmiş ve Beylikdüzünde bir fuara gitmiştir. Bir standta ona yaklaşan inci dişli fuar hostesi Melda, sıcak bir gülüş eşliğinde tanıtıcı poşeti eline tutuşturunca, hayatta hiç sapmadığı bir platonik aşka batan Sedat, bir hafta boyunca atölyede gizlice mesaiye kalmış, ve nanoteknolojik bir kumaşa hiç bilmediği gizemlerini sırf aşk için, sırf dışavurum için kalıp olarak işlemiş, ve Melda'ya bu eşsiz aşkla bezeli işçilik eserini sunabilmenin hayalini kurmuştur. Sonrada romen pazarından bulduğu sürpriz kutuyu 15 liraya pazarlıksız almış vede kimono diye birşey duymadan, görmeden bilmeden kimono yaparak kutunun içerisine kalbi dahil yerleştirmek suretiyle hediyesini hazırlamıştır. Tekrar Beylikdüzü fuarını ziyaret ettiğinde maalesef geçen haftaki fuarın bittiğini, şu anda CNC tezgah fuarına 30 lira vererek girebileceği söylendiğinde, hayallerini gömmek zorluğu ile hazırladığı hediyesini; Beyazıtta hediyelik eşya işi yapan halaoğlusu Muzaffer abisine, 20 liraya vermek mecburiyetinde kalmıştır. Ve siz mevcut zekanız ile bu hediyenin 138 liraya ( 23 euro ) Al fredi beyin dükkanına girdiğini kolayca bulabilirsiniz.

Söylem bu hesaba göre bire 100 katmış, kendisini ve doğumgününü kutluyoruz...

OFSAYT ÖZNESİ MUSTAFA

Şirin bir dağ papatyası medeniyyetin ortasına düşerse ne kadar çabuk solacağının kısa filmi olan adam hakkında bazı metinleri sunmaya ve mutlak paylaşıma değineceğiz bu yazıda.

Kambur balinaların şarkısında eğer tanrıya duyulan övgü anlatılıyorsa, dünyaya bahşedilen bir melodi de mustafayı duyabilirsiniz. Birnevi nasip meselesidir. Hücreleriyle topluma sinen iyiliği temsil ettiğime inanıyorum, okuyanlar ise mental sağlığımın iyi olmadığını. Aynı onlar dünya yuvarlak diyen fikirleri de yakmıştı.

İnsanları anlamanın, onların ihtiyaçlarına hitap etmekle ve gidermekle mümkün olacağının sanılması, -bütün medeniyetlerin ortak yanılgısıdır. Oysa yaradılışta işlenen ana tema, insanların birbirini anlaması ve kendilerini başkalarına siper etmesi üzerine kurulu bir kollama üzerinedir. Doğmakta ve doğurmaktaki anafikirde bu şifrenin geçerli olduğunu görebilirseniz, bu yol ile; zincirin halkalarının tamamlanması mümkündür. En son ne zaman filiz verdiniz çevrenize bu ahvalde?

Hayatta en pahallı eylemin sevişme amaçlı seks davranışı olduğunu düşünen oldu mu? Tüm görsellikler, tüm güzelleşme çabaları, tüm gösterişler, tüm güçlü olma çabaları, tüm kariyer planları ve tüm şiirlerin gizli propagandası'nın; karşı cins ile sevişme dansına hazırlık olduğunu söylüyorum. Hayatın sahnesindeki bütün suların yürüdüğü yerler ve sızıntılar, birleşir ve bir oluğa birikir, sevişirken de açığa çıkar. Yeni insanın oluşumunu sağlar, bu yüzden insan vcüdunun yüzde 67 si su maddesidir. Suya katılan sular ile sular yürür. Anlayamayanlara karete.

Hayatta bu kadar çok şey bilmem ve inanın daha bir sürü pasajlarda yatan cephanelerim ile, son nefesime kadar savaşlarıma devam edeceğim, hiç bir şey yapamaz isem; nefesimdeki su buharı ile yaşama en asgari katkımı yapar ve karnem ile mutlu olmayı başarabilirim.

Bu açıklamalar ile topluma tezat teşkil ettiğimi düşünen ey dünya'nın yüzde 99'u, yani mustafa hariç geri kalan insanlık:

Çoğunluk olmanız, sizi bana karşı haklı kılmaya yetmez. Siz bana gülüyorsunuz, ama ben güldüğünüze gülüyorum. Ey şavalak dünya...

25 Mayıs 2016 Çarşamba

YENİ ODAKLARA KARŞI

Polat, öğlen sonrası, ali nazik kebabının yoğurdundan sebep, hafif bir şekerleme pozisyonunda yeni stratejiler düşünüyor, ve anlık verilere göre stratejileri taktik haline dönüştürüyordu. Birden ofisin telefonu acı acı çaldı. Ofiste Polat harici kimse olmadığı için, herkes operasyonda olduğu için, telefonuda kendisi açtı:

-Buyrun ALEMDARHANE:

-Oğlum, ben Polat evladım ile görüşecektim.

-Bi dakka, hanımefendi bağlıyorum. ( öksürdü, sesini akord etti )

-Buyurun ben Polat, sizi dinliyorum.

-Evladım bende Huriye teyzen, ortaçeşmede otruyorum tekbaşıma. Senin çok adaletli ve fakirbabası bir adam olduğundan bahsettiler, bende derdime derman olursun diye seni aradım.

-Buyrun teyze, nasıl yardımcı olurum.

-Bak evladım, tekbaşıma geçen ay ne elektrik yaktım, ne televizyona bastım, nede ışıkları açtım, ama gelen elektrik faturası 220 lira. Dul maaşım kadar. Şu işe bir el atsanda, şu fakir kadının dualarını alsan.

Polatın kaşları ok gibi gerildi, yumruklarını sıktı,

-Tamam teyze, sen faturayı yatırma, ben o işin çaresine bakacağım.

Polat tek tek bütün operasyondaki adamlarını Toyota gibi geri çağırdı, 10 dakika sonra jiplerine atLadılar, hedefte enerji bakanlığı vardı.

Hemen acil bir plan düzüldü, enerji bakanına "karı tuzağı" yaparak bakanı alacak ve sorguya çekeceklerdi. Hemen aksaraydan Türkçe bilen bir rus kiraladılar, kıza lise üniforması giydirip, rolünü ezberlettiler.

Bakana gelen telefonda, kapıda bir lise talebesi olduğu ve dönem ödevi için sizinle röportaj yapacak bilgisi geldi. Bakanın cevabı "salın gitsin" olsada, pezevenk katip liseli kızın kamerasını bakana gösterdiğinde, bakanın cevabı "hemen gelsin" oldu. Arnavutluk heyeti biraz daha beklese birşey olmaz nasıl olsa diye düşündü, ve ekledi: "Eğitim Şart"

Bakanın makamında, bakanın makamına ( kucağına ) oturan Natalia, bakanın burnuna eteri dayadı ve kameraların kayıtta olmamasından yararlanarak, bakanı çöp arabasına yerleştirdi, hizmetli kılığında bakanı kapıda bekleyen çöpçü arabası kamuflajındaki Polat ve ekibine teslim etti.

Polatın sorgusu başladı, Bakan soğuk terler dökerek cevaplara geçti.

-Yahu sayın bakan, nedir bu huriye teyzenin faturası, biz boş bıraktık, doğalgazı, boruyu, elektriği vermişsiniz zavallı vatandaşa. İsraillemi, amerikaylamı, gladyoylamı, küçük iskenderlemi uğraşayım şaşırdım, acil izahat istiyorum.

-Valla sayın alemdar, bende bir suç yok, fakir bölgelerimizde vatandaş elektriği kaçak kullandığı yetmezmiş gibi, birde Irağa elektrik satışı yapıyorlar, e malum havalarda soğuyunca, bu faturayı diğer vatandaşlara böldük, ama huriye teyzenin faturasıyla bizzat ilgileneceğim ve artanı sizin pana filme ekleyeceğim..dedi.

Polat bu müjdeyi paylaşıp, helallik almaya Huriye teyzeye gitti. Başka bir derdi olup olmadığını sordu:

-Valla evladım, geçen pazardan dönerken karşıma cicimi cici bir bankacı kız çıktı, kotasımı, motasımı birşey varmış, bişey olmaz teyze, imzala diye birşeyler imzalattı, sonradan kredi kartımıymış ne karın ağrısı diye birşey geldi. Durduğu yerde önce 30, sonra 100, şimdide 500 oldu. Şununla da bi ilgilensene Polat evladım.

-Tamam dedi Polat, akşama kahve içmeye geliriz teyzeciğim diyerek el öpüp izin istedi.

-Biraz sonra şiş kulelerinde aldı soluğu. Bankodaki kıza yaklaştı,

-Bakarmısınız, sizin genel müdür İnce Ersin kılıbığıyla bir görüşeceğiz.

-Polat bey, Ersin bey şu an yurtdışında, maalesef görüşemeyeceksiniz.

-Yaa tüh bende Mafyanın 3 milyar dolarını başka bankaya yatırırım öyleyse dediği anda, bankonun altından Kıl ersin çıktı, ve Emredin Polat bey diyerek, Polat ve ekibini Şiş kulelerdeki ofisine davet etti.

-Nasıl yardımcı olurum Polat bey,

-Bak şu Hayriye yengeye bir tezgahtır düzmüşünüz. Şimdi bu yaşlı garip kadının günahı neydi de, kullanmadığı kredi kartına 500 milyon ve avukat masrafı ödesin, hele bi yol şunu izah ediver kılcığım dedi.

Ersin aldı sazı eline:

Bu kullanıcımız, sözleşmenin altmaddelerindeki mevduat sorumluluğu ilkemize tabiidir, Ayrıca borçlar hukuku 27 maddeden sebep, kendisi karşı dava açma hakkına sahip, ayrıca tüm bu itirazlar hakkı saklı kalmak kaydıyla anlaşma yoluna gidip 750 liraya mutabık kalabiliriz. Diye başlayan cümlelerle yaklaşık bir saat alttan girdi üstten çıktı.

Polat eliyle sus işareti yaptı ve kapıyı gösterdi. Memati belirdi kapıdan şahin bakışlarıyla, yanında da emekli sünnetçi Kemal ÖZKAN.

-Ersincim, şimdi söyle bakalım, senin banka sektörü geçen yıl ne kadar para kazandı?
-5 milyarcık Polat bey,
-Çık çık.
-7, bilemedin sekiz Polat Bey,
-Ersinnnn, kafamı bozma, Kemal abi sende hafifyen usturayı bilemeye başla.
-Peki peki Polat bey, Tam 15 miyar dolar.
-Şimdi ersincim, sen ve temsil ettiğiniz bütün bankalar faizleri 15 puan indiriyorsunuz, bu birrr.
Bitmedi,
-Kaç aydır krizde bu memleket?
-15 aydır Polat bey.
-Bütün kredi borçlarını 15 ay erteliyorsunnnn, bu ikiiiii.
-Yapmayın Polat bey,
-Yaparım daha bitmedi, şu adrese hayriye teyzeye gidiyorsun, helalliğini alıp bütün borçlarını siliyorsun, yada git sultanhamamdan sünnetlik kıyafetini al Ersincim. Şimdi iki orta kahve söyle.

Ertesi gün Polatın telefonu birkez daha acı acı çaldı, arayan yine Huriye teyzeydi. Polat hafif kızdı ama belli etmeden:
-Buyur huriye teyze?
-Evladım Allah razı olsun, babana ( Mehmet KARAHANLI ) rahmet, bütün dertlerimi giderdin ama sabahtan hastanede ilaç yazdırmıştım, bir eczaneye girdim, 2 antibiyotk, bi siyatik ilacı, bir emedur, birde novaljin için 150 lira istediler, beynimden kaynar sular seller döküldü, şu işlede bir ilgilensen ananın hatırına.
-Tamam teyzecim, akşama eczaneye bi daha uğra aynı reçeteyle.

Polat ve ekibi soluğu büyük ilaç şirketlerinden Apti Efrayimin yönetim kurulu başkanının ofisinde alDI. Yanlarında mahallede aktar dükkanı olan Profesör lakaplı cemil hoca.

-Söyle bakalım sayın başkan, Emedurun içinde hangi madde var.
-Pirimatsiken maddesi.
-Söyle bakalım Cemil abi, bu maddenin sende kilosu ne kadar?
-Valla polat bey, en babasından kilosu 45 lira.
-Peki sayın başkan bir kilo pirimatsikenden kaç draje emedur çıkar?
-Valla ortalama 5000 kapsul çıkar.

-Ulan gavat, o zaman neden ilacın 8 tanesi 50 milyon, manyak mısın sen oğlum, deponda ne kadar primatsiken varsa alır hepsini fitil yapar, milleti çarptığın kadar o fitilleri birer birer sana eklerim. Abdülhey, burada bekle, birazdan sayın başkan fabrikayı arayıp emedurun paketini elli kuruşa indirecek, eğer indirmezse eldivenleri giy, fitilleri teker teker hijyenik bir şekilde başkana sokun. Sen yorulrsan Memati devam etsin.

Bu işte mutlu bir şekilde halledilmiştir.

Keşke bir polat daha üretselerde, akaryakıt, vergi, işsizlik, eğitim, yolsuzluk, trafik, seks, gelecek, vesair sorunlarımızı halletse...

Bir 20 kağıt da biz koklasak...

Günümüz magazin ve reklam dünyası. Neredeyse farklı dinlerin peygamberleri bile bir araya gelecekler.

Şahan ile cem, demet ile hande, kurt ile kuzu, haydar ile nuri, kedi ile köpek dahil. Burada ince bir pazarlama oynanıyor. Mutluluk koduyla biten filmler gibi.

Reklamlar bize kesintisiz mutluluk ve zirve eğlence vaadediyor. Başka dünya prodüksiyonları bunlar. Bu dünyada mesela otobüs için beklemiyorsunuz, banka kuyruğunda saatler geçmiyor, işinizi bir dilekçe ile hayleyebiliyorsunuz. Bir sıvı jel ile bütün kötülükler yok olup gidiyor. 3 kontöre herkesle sınırsız konuşup arttırabiliyorsunuz. Mesaj belli: Mutluluk satılık.

Mutluluğun peşinde koşan saf kuzular bizleriz. İnsanlığımızı sattık bu mutluluğa. Söylem teyze mesela, özünde birinci sınıf insandır, kimsenin göremediği, ama o bile tüketim canavarına kaçmış, dağlara kaldırmışler. Mustafanın çağrılarına karşı, reklamların sesini açıyor. Şehre döndüğünde bir numaralı recep ivedik olacağından korkuyorum. Nüzeyyen mesela. Nüzeyyen hali vakti yerinde bir kadın profili. Ama yaşanmışlıklarını zenginleştirmek için mutluluğu yeniden tanımlamış. Oysa mutluluk mutlu olmanız veya olmayı bilme çabalarınızdır. Pazarlama çarkında iki tur atınca aslında mutluluğa kanat çırpmazsınız.

Sadece cesediniz yarım saat daha geç çürür. Dünya = yarım saat.

Bu gerçek sinirinizi bozuyor değilmi beyhanımlar?

Birde etrafımızda spekülatör bir dünya var. Fiyat kırıyorlar, nakiti basıyor yada çekiyorlar, bizi kandırıp paramızı hortumluyorlar, işyerimizde dedikodu ile bizi çürütüyorlar, önümüzü kapatacak ittifaklar yapıyorlar, ahlakı, namusu, Allahı kimseye bırakmıyorlar birde.

Evet bunlar sonradan istanbullara gelen ve modern insanın olanaklarını kıskanan yöresel şahsiyetler. Bu sırrı nihayet çözdüm. Bunların uzmanlık alanı nereden geliyor diye:

Çocukken seyrettikleri siyah beyaz çizgifilmlerde, uyanık ayı yogi, viking viki, akıllı bıdık, gibi sevimli kahramanların yaptığı çakallıklar, buluşlar, zeka oyunları ile büyüdüler. Ayı yoginin şehirli piknikçilerden binbir zeka ile aşırdığı yiyecekleri, şimdi yöresel insan şehirli insandan ÇALIYOR. Yöntemler aynı. Vikingler çizgifilmindeki sevimli Viki'nin buluşları ile ticaret yapıyorlar. Yanıltma, kulis, aldatma, -mış gibi yapma, yüksek ses çıkartma. Akıllı bıdık ise bu yöresellerin kutsal kişisi. Tabi bu yazım anlayana.

Şimdi beyler, istediğiniz yaygarayı basın, bağırtın, bağarın, sürüleri önünüze katın. Siz paraları tomarlayıp tarlalarınıza akıtın, en güzel ruslarla yatın, en güzel şampanyayı patlatın, en sistem arabalara binin, sosyetik ahu hanımla bir birleşin bir ayrılın, Ağaoğlu gibi "myworld" deyin, yapın, edin.

Ama benim için bir 20 kağıdı kenarda saklayın, istanbul belediyesi mezar çukuru açma bedeli. Siz ne zannettiniz?

23 Mayıs 2016 Pazartesi

RÜZGAR BAZEN SOĞUK ESMEKTEDİR.

Yaşarken büründüğümüz ruh halleri, ruh iklimine göre büründüğümüz kıyafetlerdir.

Umutsuzluk umudu toplar, parasızlık parayı, güçsüzlük ise gücü.

Farklı ruh hallerine uygun gelecek halleri takınmaz isek, o meşhur çark bizi eleştirmeye ve cezalandırmaya başlar. Ya sağlığınız bozulur, ya kimyanız, belkide statünüz.

Peki bu esmekte olan mecburi moda rüzgarına nasıl adapte olacağız, bizi kim uyaracak, kim kritik edecek ve yön gösterecek?

Yazan Yaşam Uzmanı doçu Mustafa olarak,

Benim lugatımda moda demek, iklime göre doğru biçimlere bürünebilmektir. Modayı gözlemleyebilmek, burundan başlayan, göz ve kulağa göre belirlenen bir psiko algıdır.

Dolayısıyla bu algının kriteri; ölçüm istasyonu yada jürisi; insan beğenisi demek olan sosyal statü, moda ikliminin rüzgarı. Bizi güzel gösteren rüzgar. Kimine göre tango, kimine göre vals, yada tarzınız ise, samba, nihavent, kızılderili esintisi.

Well,

Bu yazıda çekici olması beklenen kısma sıra geldiyse,

Benim iklimim daima sonbahar,

Yüzümde sarı bir tebessüm, aklımda yazdan kalma esintiler, rüzgarın şiddetlenme ihtimali, baş ağrıları ve mide bulutlanmaları, dünyada bir tane mustafa mehir olduğu, ve kışın zemherisinde hep taze kalacağı..

Kerhane Tatlısı

Hazırlanışını ve dağıtım kanallarını bilmem, ama geleneksel ve kalıtımsal bir ürün olduğunu bilirim.

Bir ürünün ismi sayesinde kalıcı hale gelmesinin pazarlama boyutunda yazacağım sadece. Kerhane tatlısı ismi acaba, ilk çıkış anı isimlendirmesi midir, yada durum hal ve gidişatın bir sonucu mu? Burada altını çizdiğimiz şey bu ve yansımaları.

Hepimiz çocuktuk ve bize baban ne iş yapıyor dediklerinde bir meslek sıralardık. Polis, memur yada kamu görevlisi, serbest meslek..

Peki babası kerane tatlısı satan çocuğun bir çocuğun psikolojisi acaba zarar görürmüydü, işte böyle duyarlı, işte böyle sosyal, işte bu derece düşünceli bir profil bu Mustafa.

Dikkatlerinizi çekebildiysem ne mutlu.

Kerane tatlısının ısırınca çıtır çıtır edeni makbuldur toplumumuzca. Yani ısırma, çıtırdama ve tatlı şerbet. Bir tatlı bu kadar mı cinselliği çağrıştırabilir. Bilmem.

Kerane tatlısı satan adama mutlaka gözucuyla bakar ve alıp almamaya karar veririm. Eğer bakımsız ve berduş bir adamsa, helede bu tatlıyı satıyorsa, içimde hijyen alarmları çalmaya başlar. Keza midyeci içinde aynı frekanslarım geçerli.

Kerane tatlısı yiyen kişi etrafına halen daha cinsel aktif olduğunun mesajını verir derler. Bu bilinçaltı desteği sayesinde çorba tüten hanelerdeki huzur, işte kerane tatlısının esas tadı burada yatıyor.

Telif hakkı olarak bu yazının, bu akşam bir tane de ben yiyeceğim.

Sadece şunu söyleyebilirim, kerane tatlısı keranede imal edilen bir tatlı değil. Keraneler bu işin merkezi değil. Sadece bir uyarlama mevzubahis.

Son bir önerim olabilir şu yılbaşında eylenme şartlanmasında olan gençliğimize;

Ey Türk Gençliği;

Yılbaşında parti marti toplanacaksanız, kerane tatlısı sürprizi ile hoşça vakitler geçirebilirsiniz. İnanmıyorsanız da deneyebilirsiniz..Nostaljisi dahil,tanesi 75 kuruş..

KÜVÖZDE AMANSIZ MÜCADELE

Doğmak ne kadar zor, ölüm denilen kardeşine nazire yaparcasına..

Yaşamdaki badireleri saymıyorum, zira; tüm "yaşananlar" bu üretimin tornasından dökülen metal zerreleri, ve bu zerreleri sindirmek ne kadar zor olsa da, sırf ebatları açısından yenilip yutulabilir durumdalar.

Bir çocuğu dünyaya getirme kararını açıklamaya çalışıyorum. Zorum bu şekilde. Deli'nin zoru işte.

* * *

Hayata savunmasız gelme sıfatının bir adet kazancı var, o da; günahsız olmak. Savunma mekanizmaları edinildikçe, güç ve mukavemet kazanıldıkça, statüler oluştukça, günah kazanı da bu musluktan besleniyor. Rengi karardıkça günahların, bir miktar sevap suya bastırılıp, abartılarak karartının üzerine dökülüyor ve bünyenin solunum ihtiyacı giderilmiş oluyor. Yani Allah bize öyle bir fizyonomi vermiş ki, istersen katil ol istersen katliam; bir saksı çiçeğinin suyunu düşünebiliyorsun. İstersen panter ol; bir yavru sıçanı evlat edinebiliyorsun, istersen fuhuşa saplan; gözlerini göstermeye utanabiliyorsun.

Daha nelere şahit oldum.

Demek ki, karanlıklardan betonlaşsa da içimizdeki atardamar, hepsinin tıpasını açacak bir çözelti var. Yer olarak ta; ruh ile beden arasındaki tesisatta. Devreye girmeye odaklı, yeri geldiğinde.

Bu açan çözeltilerin en etkilisi ise bir çocuğu dünyaya getirmek. En basiti en otomatiği en geçerlisi. Bir nevi misyonu tabiatta aramaya çalışmak. Ama hazine dedektörleri ile değil, dinamitle değil, kazmayla değil, kendi tabiatımızda günahlara çare aramak.

Küvözdeki mücadele dediğim; bu kararı alabilmenin zorluğunda vcud buluyor, en azından bir doğum uzmanı olarak; sizin yıllarca aradığınız çözeltileri ben ruhumun dehlizinde depolamışım. İsteyene çıkarır veririm. Ama toz halinde bu malzeme, ruhunuzun ıslaklarıyla karıştırırsanız süttozu oluyor ve süttozuyla küvözdekini besliyorsunuz.

İsteyene şimdiden başarılar.M.S.M.

22 Mayıs 2016 Pazar

ÖLMEYEN KADIN VAR MI?

Allah bazı dengeleri yaratırken, yaratıcı vasfının üretebilme yeteneğini "belalım" kadınlara vermiş. Takdir böyle. O yüzden kadına ölümü hiç yakıştıramam. Kabullenemem. Varoluşun sonu gibi algılarım. Ben; ben bitince bitenlerden değilim, toplamın totalini düşünürüm.

Ben otomobil sürerken özellikle yoluma çıkan kadınları ezmemeye özen gösteririm. Sonrada eklerim yoluma giderken: -Belki senden çıkacak olan memleketi kurtarır, yada insanlığa faydası dokunur diye..Ne bileyim ezmemek lazım bence. ( Not: Kadınlar yolda ezilmek için herşeyi yaparlar. )

Ne zaman bir kadın ölse, tuhaf bir suskunluğa tutulur dilim. Ne zaman bir kadın can çekişse, yaşaması için dilek yumurtasını bile kırarım. ( Allah tarafından insanlara "kabul etmek üzere" verilen bir sefere mahsus dilek hakkı, ömürboyunca )

Ne zaman bir kadın kendini ayaklar altına düşürse, ona irtifa kazandırmaya çalışırım. Bir çocukların birde kadınların yeisini kaldırmaz yüreğim.

Ne zaman evlenecek bir kadın görsem ona içimden şans dilerim yolculuğunda. Savaşa giden tabur tabur askerlerden her birinin evindeki hüzün patlamasına karışır yüreğim, dönüşüne ömrümü veririm.

Ne zaman yolda bir erkekle tartışan bir kadın görsem, kadının bir tokat veya yumruk yememesi için Allaha dua ederim, Allahtan başka kimse duymasada. Uzaktan gözümle takip eder, kadını kurtaracağım uzaklığa kadar kulak ve göz kesilirim. Sesler duyulmazsa liman yatışmış demektir.

Ne zaman üzgün bir kadın görsem Allaha gözkırparak şükrederim. Üzüntüler kadının yaşaması için yedek kuvvetlerdir, ve kadın üzüntüsü damla olarak gider, coşku olarak geri gelir, serinletir.

Ne zaman bir kadın görse, onu yatakta hissedenlerle asla ve asla hislerimi değişmem.

İzin verinde değişmeyeyim.

AHMET ALTANLAŞMA - II

Beyoğlunun barları güzeldir, kapı önü masa sohbetleri, sigarayla karışık ucuz rakı. İçimde saklı olan dev piton yılanını harekete geçirir bu olgular...

Rutin yaz sohbetlerinden biriydi, kısım sekreterimiz Hanife evlenmişti ama onunla dilruba otelde yaşadıklarımı düşünüyordum. Birden telefonumda yeni sekreterimiz Hümeyranın sinyalini gördüm. Aloo dedim ben ahmedaltan, ama bir adet sesli mesajım olduğunu anlatıyordu bu çınlama. Hümeyra yeni işe aldığımız 700 milyon maaşlı, ve içe dönük hayalleri ile birlikte 130 kilo civarında bir esmer güzeliydi. Mesajında bana: "Ahmet bey, yarın ki yazınızı steno yaparken anlayamadığım bir kelime oldu, histori mi yazdınız histeri mi, onu sizden alacaktım.." dedi.

Hemen telefona sarıldım ve Hümeyranın o ürkek o yalnız o sislerin arasındaki sesi ile titrek bir alo dediğini duydum, gayet heyecan kokan Türkçesiyle: Mesajım ulaştı mı Altan bey diye sordu. Ona nerede olduğunu sordum, soruya soruyla karşılık vererek. Bana evde olduğunu söyledi ve evinin nerede olduğunu sordum, karşılıklı soru çatışmamızın heyecanı ve histerisiyle. Kasımpaşa madalya sokak hicran aralığı menfez apartmanı daire eksi 2.

Alel acele toparlandım ve Şişhaneden aşağı inen adımlarım ve soluklarım ile sokak köpeklerini kaçırarak kutsal menzile vardım. Camiiden çıkan ihtiyarlar sakalımdan ötürü beni selamladılar, ama bilmiyorlardı ki bir aşk yolcusu olduğumu..

Hümeyranın apartmanı 3 metre cepheli bir külüstürhane formundaydı, kapısı yarısına denk olan. Merdivenler ise gizemli bir anafor gibi beni aşağılara çekiyordu. Çelik iskeletli kapıda bir isim, Hümeyra Sena Topuk, ve zili çaldım.

Beni karşısında görünce, neden buralara kadar zahmet ettiğimi sordu, sanki gizemlerle çevrili olan benmişim gibi.

Çayın var mı dedim?, ki bu kelime ile İngilteredeki leydiler bile bana aşk galerilerini açmışlardı.

Sıcak bir yaz ve Hümeyranın, yada Sena'nın 13 metrekare dairesinde bir usta ve bir gecenin getirdiği sürpriz vardık. Hümeyra mecburen çayla beraber holdeki yanıbaşıma çöktü. O tombul dizlerindeki endam bile 3 kadına eşitti, benim şehvetim ise 3x3.

Gözlerindeki dostluk perdesi yerini bir kadına bıraktı ve şehvet şehvet diye yanan alevler bu minik daireyi esir almaya başlıyordu. Önce onun üzerindeki terden şıpır şıpır olan büstiyere elimi attım. Onun kocaman göğüsleri ile aramda artık mor bir südyen duruyordu ama fazla dayanamadı ve südyeni bir osmanlı darbesiyle derdest ettim. Mor göğüs uçları adeta bir sülün yumurtası gibi förtlemişti.

Öncesinde beni 1.5 metrelik banyosuna götürdü ve üstünü başını parçalattı. Anladımki bütün eski kadınlarım bunun yanında kadın değildi, çünkü kadın; histerileri tarafından esir alınmış ve mücadelesi ile zafere uzanan bu 130 kiloluk afeti evrandı, yada 133.

Onu yaylı somyaya kadar taşıyarak, gömüldüğü bataklıklardan çıkardım. Ben davrandıkça kafama şablaklar atıyor ve beynimi uyarıyordu. Acıtıyordu .... koyim.

Benim içimde uyanan dev piton onun arazilerinde kıvrılmaya başladı. 133 kiloluk afet adeta kasırgalar estirerek gizemli bulmacasını çözmemi istercesine bedenimi altına aldı. Arada nefes almak için boğmacalı öksürüklerle kafamı çıkarıyordum. Ver elini bağdat ver elini paris ver elini leningrad derken, kuvvetli salyalarla boşaldım, ama bu deniz canavarı kana doymamıştı ve beni suların altına çekmeye çalışıyordu, ne mücadele ne özgürlük nede ölümün tadı. Sevişmeden başka birşeydi bu, öyleki somyanın yanına düşmeme rağmen o sevişmeye devam etti. Taaki ben elbiselerimi yalan yalnış giyip daracık kapıdan sıvışana kadar...

Ertesi gün Hümeyranın masası boştu, kapıcı hikmet görmüş onu sabahtan, masama küçük bir gül bırakmış, birde anılardan bir yaprak.....