11 Mayıs 2016 Çarşamba

YAPRAKLARA ATEŞ EDEN ADAM

Yakıştıramıyorum,

Kadına gözyaşını, kadına ölümü. Kahpe dağın teröristinin karanlıktan çıkıp aydınlığı söndürmesini, şu sefil hayatı yaşamak ve yaşadığımız sürece koşmak mecburiyetini.
Haketmeyenlerin hakedişini. Benim olan mutlulukların başkasının bahçesinde gezmesini.

Kalite ile insanlığın düşman kardeşler gibi itişmelerini. Şövalyelerin eşek sürücülüğünü ve seyislerin atın başköşesine kurulmalarını. Bu nedir yaa,

Dünyadaki bütün olumsuzlukların çocukların sırtına binmesini, dünyaya geldiklerine pişman olmalarını, hatta binpişman.

Yani dünyayı yöneten kuralları, dik yokuşları ve sarp uçurumları.

Biraz nefes almaya kaldığınızda sırtınıza inen kırbaçları, o kırbaçtan bin beter, kırbacı tutanların iğrenç nefeslerini. Ejderhalara bin rahmet okutan nefeslerini.

Canavarlara yem olmamak için canavar olmak zaruriyetini ve bu zaruriyetler ile birlikte hiçbirşeyi giyemeyeceğimizi. Yada çırılçıplak kalma kaderini.

Şimdi dünya güzel güzel dönerken bu kadar çöpü ortaya neden çıkarttın Mustafa, kaderimizdeki boyuneğmelere karşı sahte mutlulukların tacı tamda başımıza yakışmışken, ona buna gülümseyerek bakarken, bodrumda, çeşmede, adalarda yazı denizi yaşamak varken, ne diye yere düşürdün tacımızı?

O zaman ikna edin beni ve çöpleri kimin kaldıracağını anlatın, iliklerime kadar anlatın.

İş bu ki, yaz mevsiminde bahar yaprakları ağaçlarda kavrulur ve yerlere düşer, yerler çöp içinde kalır, ve bu mustafa o yapraklara ateş ederek onlardan kurtulmaya çalıştığında, delinin teki, meczup, isyankar, ve sadist olur. Yapraklara ateş eden adam vicdanlarda tutuklanır, içinizde yatar.

Haziran, cehennemi öğlenlerden biri....

Ömer Seyfettin

198x10 lu yıllar,

Ömer seyfettin külliyatı diye bir set hediyesi almıştım. Yaz tatilinde okuyayım diye. Kedim paspas, balkondaki kanepem, ve dut ağacı eşliğinde kitapları okumaya başladım.

Temmuzun kavuran pespayeliği de cabası.

Ömer hoca hikayelerinde öyle tasvirler yapardı, öyle yaşanmışlıklar sergilerdi ki, kış sa kış, savaş sa savaş, osmanlıysa osmanlı, aynen hikayenin içinde bulurdunuz kendinizi.

Yaralı martıyı boğan çocuk, kardeşini ölüme götüren "kaşağı kırma" cürmünü işleyen ağabey, yıllarını zülm altında yaşayan forsa, kafasına gürz inen habeş kralı, kolunu satırlayıp diyetini ödeyen ırgat, balkan savaşında bulgar dilberlerinin iç gıcıklayan dansları, ve 20 ye yakın filmde oynamış bir çocuk star olarak yaşamıştım o yaz tatilini.

Aslında şu an içinde bulunduğum 39-40 lı yaşlarda alem-i terk eyleyen Ömer seyfettin üstadı, yaşadığı devrin zıtlıklarını, değişim rüzgarını, avrupalılaşmayı, istihbadı, daha nice terimi ergenliğime kaynaştıran adamı, bugünlerde bile hayatımı kolaylaştıran bir anahtar olarak görüyorum.

Entel sohbetlerde bulunduğum ortamlarda bile, hangi kitapları okuduğum sorulduğunda,

Ömer Seyfettin hikayeleri okudum diyebilecek bir etkilenime sahibim.

Belkide üstad genç yaşta öldüğünden sebep, hikayelerindeki yoğunlaşmayı yaşattı bize. Sığdırdı.

En çok hatıramda lezzetli bir hikayesini şöyle özetlemeye çalışırsam:

Bir davette 2 kelime lafladığı ahu gözlü bayanın tesiri ile yemeden içmeden ve hayattan çekilen şıpsevdi bir zamane beyfendisi, tam ince hastalığa garkolup dünyadan sıvışacakken; Ömer Seyfettin bir çare düşünüyor ve çok sevdiği arkadaşı sevda katarlarına binip ecel durağında inmesin diye, kitaplarda yazmayan bir çare geliştiriyor.

Çivi çiviyi söker tecellisi:

Tam da ocağın zemherisinin ayazında, moskof buzlarının istanbula indiği bir kış gününde arkadaşını boğazın en keskin rüzgarını alan Arnavutköy sırtlarında bir tekgöz haneye yerleştiriyor. Öylesine bir soğuk varki gecekonduda, sobanın harharları bile sadece sobayı donmaktan koruyor, o kadar.

Yakın zamana kadar Ahuuuu, ahuuuuuu diye ciyaklayan sevdalı beyfendi bile bu ayazdan etkilenmemek yada donmamak için sekiz yorgan izolasyonu ile sarınması bir yana, evdeki masa, sandalyeden başlayıp, taaki ruganlarına, taaki ceketine, taaaki ahu hanıma yazdığı mektuplara varana dek, herşeyi sobayı diri tutmak maksadıyla yakıyor.

Hayattaki en önemli nesnenin bir kibrit çöpü olabileceğini anlayana kadar.

Ömer Seyfettin arkadaşını ziyarete geldiğinde, onu battaniye yorgan kilim seccade ve havluların arasından ayıklayıp ta kızarık yüzünü görebildiğinde soruyor:

Ahu hanımı görmek ister misin?

Cevap ise tam bir başarı:

Ne Ahusu, bana odun getir odunnnnnnn.

ATARYEMEZ VAKIASI

Şu pazarın mezarında eğleşirken güzelleme bir anı daha çıkardım arşivimden. Bana göre güzel

Sene devriyesi sanırım 83-85 aralarında biryer. Maallemde, akkiramanda, bilinen adıyla teneke mahallesinde, farklı zamanların çocuk tayfası, ergenleşmeye dönük ben, ve diger odakların bileşimi ile yaşanılmış bir futbol takımı macerası.

Çocukluğumuzun mahalli liderleri Ziya ve Latif artık kızların peşinde dolaşamaya başladı, benden ikişer yaş büyük her ikiside. Artık onların mahalle futbol dayanışmasında devirleri bitik. 2 yaş çok büyük olgudur, buz kütlelerini ayrıştırmada. Uğurlar olsun.

Yıldırımspor ( sarı-yeşil ) akkirman spor ( mavi-beyaz ) elhan spor ( eflatun-beyaz ) oluşumlarından sonra, elde kalan kadro ile ve rahmetli babamın isim babalığında kurduk ATARYEMEZ'i.

Sosyal bir fenomendir akkirman tarihinde. KADRO BUGÜN GİBİ AKLIMDA.

Kalede Ezik yumurta kafalı Mehmet Ali. Hatalı yediği gollerden sonra anasına küfür yemekten duyarsız olmuştu.

Geride kocakafalı Ufuk. Ablasına hastaydım.

Stop-er Murat. Saf embesildi. Kale ağzından sadece kendi kalesine gol atar ve kafasını elleri arasına alır, ahlar dururdu behlül gibi. Görünmez futbol ilahlarına küfreden bedeviler gibi.

Defansta Arap yüksel. Kazmanın ağababası. Faül gurusu. Kalıtımsal olarak penisi patlıcan kadardı. Melankolik ve ezikti buna rağmen.

Kifayetsiz Mesut. Anasından yediği dayaklardan ötürü bağırarak ağlamalarından ötürü sesi herdaim kısıktı. Cürmü de ufacıktı. Top oynayıp acıktı.

Köpek ilker. Sarı saçlarından ötürü köpek lakabı kaldı. Apartman çocuğu idi, dönemimin en iyi arkadaşı idi. Halen daha FB şampiyon olduğunda telefonlaşırız ve ruhlarımızı yüceltiriz.

Proje mahmut. En yetenekli ama yeteneğinden sebep, en disiplinsiz ve uyumsuz şahsiyetti. Yarı kürt yarı laz olmasından sebep, bi vardı bi yoktu. Beşiktaş taraftarı idi, geçenlerde şişli etfale işim düştüğünde onu ön taraftaki halı sahada gördüm. Çocukluğundaki stilin aynısı.

Kılçık Aydın. Tüm zamanların en dedikoducu annesine sahip, ezik, düzenli ve irkinti bir şahsiyetti. Beşiktaşlıydı. Aradan beş yıl geçtikten sonra sinemada yergösterme parası 10 lirayı benden istediğini hatırlıyorum.

Ve daha beş altı tane mecburi kadro. İkizler, cüneyt, kıl kayahan.

Ataryemez için bakkal yusuf abi bize o zamanın parasıyla onüçbin lira vermişti. Modern zamanların ilk sponsorluğu.

Aşağı mahalle ile ya kavga ederdik, yada maç. Tepe dediğimiz, şimdiki otopark, nişantaşı valikonağı arka tarafı, yerde antremanlar yapardık. Ama ne antreman. On dakikası kültür fizik, geri kalan zamanda maç.

Tahta kale yapmıştım, seyyar, dibine taş ağırlık koy, üstteki çamaşır ipini tuttur al sana bire üç boyutunda kale. Direkten dönen her top yıkardı kalemizi.

Kimler kimlerle oynadık. Şehit muhtar spor ( taksim parkının ortası stadı ), bomonti gençlikgücü, organize bir takımdı, bitişimize sebepti, ( okmeydanı vergi dairesi yapılmadan önceki arazi ), ömer hayyam spor, çingen çocukları ağırlıklı, son saniyede ilker gol kaçırdığı için, iki farkla yenilmiştik uzatmada, kürtlerle turnuva, beşiktaş fulya stadının yanındaki otopark stadı, topumuzu gasp etmişlerdi, kuştepe halı saha team, karlı bir 1 ocakta, tramp binasının yapıldığı yer,

ve sonsuz doyumsuz çocukluk nöbetleri, futbol birlikteliği, tüm zamanların güzelliği....

BEN SANA YAZAMAZSAM EĞER...

Kalbimde binbir gümbürdeme, çökme, yer değiştirme, deniz kaybolması, dağ batması, ve binbir içerleme ile dolu süreler alıyorum.

Ruhumu eze eze onu sindiren ve silikleştiren ruh dehlizi ramazanda kendini bulmuş, toparlamış, aşkta yıkanmış, kumda kurulanmış bir mustafa giriyor bayram ehline.

Ve ben sana yazdım bütün arab'ları, tiradları, içim oynadı kalbim dayandı sınırlarıma her harfinde sana hitabın.

Deli dumrul oldu ellerim, toprağa bandı, güneşe yandı, ve sürdü kalın mürekkebi derim üstüne.

Bana bunları yaparken -romantik adam dendi, çılgın aşık dendi, abazan avare dendi, ama ben sena yazmayı sürdürdüm. Bir tek sena.

Blair cadıları geldi, ayranos kadıları, ve mançurya ejderhaları, üstüme üstüme, derdleri sana yazmamam yada yazamamamdı, ama bandım mürekkebine ruhumu, aldım beyazını tan yerinin, sardım tütünümü sarıkağada;

Ben hep sana yazdım.