29 Ocak 2010 Cuma

MAGAZİNDEN SÜZÜLEN KADININ KRİPTOSU

Bazen ekran, bazen saman, bazen hinternet, "aç" ruhumuza salınmış kadın portreleri takılır gözüme.

Bakımlı, güzel, fit, fotojenik, 24 saat üstü eşeyli üreme düşünen, kusursuz hayaller. Sokaktakilere, otobüstekilere hiçamahiç benzemeyen, onlar insansa ben nnnnhayvanım dedirten.

Bu yazıda bu sunum kadınların "port"relerine göz olarak değil, hayaller bazında takılan ve hayranlık besleyen hemcinslerime sesleniyorum, ve yine "sesimi duyan var mı" diyorum.

Ey salak saf, önü önünde giden hayran kardeşim.

Sana bu blogda 40 saattir kadını hile hurdasını anlatıyorum. Hadi ruhunu geçtim. Bari imajına harcama kendini ey safımdaki saf...

Vay hüznüme diyeceğin karanlık hayaller, gelir su yüzüne yansır, dalasın gelir serinliğine, kadın şeytandır diyen dedene kurban olasın gelir, canın boğulmak ister kadın denilen denizde...

NÜZEYYEN KARAKTER ANALİZİ

Eyy Nüzeyyen, çıplak ruhunun sonsuz beyazlığında yağan sessiz karlar ile az kalmadım soğuk örtüler altında...

Nüzeyyen ile olan sohbetimde, temassız, ama temalı derinliğimizde, rüzgar etkisiyle birbirine değen kablolar gibi ne zaman ışık vereceğimiz ve ne kadar karanlıkta kaldığımız önceden hiç belli olmadı.

Sağlam, asaletli, çocuk tepkili ve ışığa duyarlı Nüzeyyen, bilinmedik denizler altında kimyasal cereyanlar üreten bilinmedik bir canlı sıfatıyla kaldı aklımda. Ne zaman çığ olup düştüğü, ne zaman kar olup tozuttuğu, nede nezaman olduğu belirsiz bir hayat belirtisi olmayı tercih etti mermer lahitinde.

Yakınına gelindiğinde kara mürekkepler ile savunma moduna geçen, uzaktan ise mürekkepten sonsuzluk şekilleri olarak algıladığım Nüzeyyen ile edebi sayfalarda kalmayı tercih ettim. Nü idi, Zey idi, yen idi, yani

RUHEN ÇIPLAKTI
VARLIĞINDA MADENLER SAKLIYORDU
KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYORDU.

Çatıdan boyveren buzul sarkıtların hissini verdi, durduğu yerde masum, düştüğü yerde hasarlayıcı. Yaşı ya 21 yada 54 idi ama asla 21 yada 54 değildi, sadece bunu biliyorum. Düş yorganlarından sıyrılıp üşüdüğünde, salladığı ve sıcaklık ürettiği kimyasal yastık olmayı ve kalıcı bir ruh dostuna sahip olmayı kabullendim.

Boğaziçi derinliklerine sakladığım çamlıca gazoz aslında keşfetmesini beklediğim bir everest tepesiydi. Cevabını milat gibi hatırlarım. Herşeyin deşifresi cevabını.

AL GAZOZUNU KENDİN İÇ SAKLADIĞIN YERDEN!!!

Bu gazoz ilaçlı değil, asitli, esas değeri ise içi içilmiş şişesi.

Komandante Cheguevara

Benim derdim ne yüzbin yıl öncesi nede sonrası. Benim derdim "asrolan", yani zamanımız.

Holivut partilerinde; beline çeguvarya tişörtü bağlayıp, kafasına siyah kep takan yuvertur oyuncular görürsünüz. Magazin tarafından bir kare pozları alınır ve yayınlanırsa hatırlanmaya çalışanlar. Ya bir film, ya bir brodway, yada yatağı soğuk bir prodüktörün projesi olmaya çabalayan.

Nişantaşı üvertürü magazinel sosyetik orospular sektörümüzde de bazı bazı gözüküp ilgi odağı olmaya çalışanlar da da aynı moda. Cinsi cazibelerini arttırır diye çeygovara imajı. Belki bu yazıyı okuyanlar arasın da da aynı imaja bürünenler vardır.

Dağlarda ağaç kökü ile devrim ateşi körükleyen çe ile piyasa yapmaya çalışan çe taklitleri. Birinin derdi memleket, öbürlerinin derdi reklamasyon.

Peki nedir insanları devrime zorlayan faktöriyeller?

İlkönce en yaygın sebep kişisel uyum bozukluğu kaynaklı dışlanmışlığın sindirimsizliği.
Kendini kanıtlama yollarının kifayetsizliği ile aslen farklı bir dünyaya mensup olma hayalciliği.
Mevcut sistemlerde kapılmış saflara isyan ile kabaran duygular. Duyguaforizması.
Dünyayı kendi fikirlerine göre şahsileştirme egosunun dışavurumu.

Bu gibi egoizm yakıtlı iç hareketler. Bu konuda başarılı olmuş adam vede en fotojeniği ise çe.

Öyleyse çek tişörtü, giy kepi, yap devrimi.

Aman kepi kaptırmayasın!