18 Nisan 2016 Pazartesi

KIRMIZI IŞIKTA BEKLEYEN CENAZENİN HÜZNÜ

Hayattan ne alabildi, ne verebildi. Belkide eşitlikle bitirdi maçı.
Arkasından ağlayanların gözyaşları eğer toprağını ıslatacak kadar yağdıysa, belkide galipti. İsmini, şerefini, namusunu, intibasını bırakabildi sadece, ama hepsi soyut, hepsi soyut, kimsenin işine yaramayacağı aşikar.

Bazen şen kahkahaları tavanın sıvalarını döktü, bazen iç karartısı güneşi söndürdü, ama 25 bin tane günü bir ömüre sığdıran azınlıktandı, belki onbeş, belkide beş.

Ölümden bahsedildiğinde kendi kendini tartardı, şimdi bir omuzlarda tartılıyor, acı çığlığa karışıyor, çığlık çığlığa.

Ölümün kuşları onu son zamanlarda çatılardan gözledi, belki anladı, belki kayıtsız kaldı. Ama ölmeye kayıtsız kalamadı.

Ahh işte dostlar, bu kadar yığın soru ve belli belirsizlikler onu bekliyorken, bir cenaze arabasında kırmızı ışığın sönmesini bekliyordu, bu ilahi komediye acı acı gülümsedim. Sanki üzülmeli miydi yattığı yerden, yada dünyaya gülmeli miydi, bırakta artık gideyim dercesinden?

SAVARONA

İlk çocukluğumdan duyduğum aşina bir efsanedir Savarona. Atatürk hüznüyle yolalan gemi. Tarihin zaman karşısındaki yenik eserlerinden biri.

Yitik hüzün Savarona'nın günümüz etiğinde tartışmalar denizinde seyrini görünce giyiyorum beyazlarımı ve bu efsane yatta bir gün yaşamak mecburi oluyor.

Eski denizlerin sadece tuzlu su olduğu, eski balıkların bu denizlerde coşkuyla yüzdüğü, küresel erimelerin başlamadığı zamanlarda, bir isviçre kayın ağacı "Savarona'nın iskeleti" olmak için fabrikanın kesimanesine götürülüyordu. Muntazam isviçre çelikleriyle desteklenecek bu iskelete ruh kazandıracak yat planlama ajentasında hummalı bir proje için zamanın gemi mühendisleri olan "Queratorr de mariné" tayfası kafa kafaya vermişti. Motor için tartışmalar, dekorasyon malzemesi satınalma ve geliştirme organizasyonları bir şema ile yürürlüğe konuluyordu. 1 yıl 3 ay sonra manası deniz prensesi olan Swaredonna, yani Turgut reisin meşk yaşadığı denizkızlarından birinin ismi olan Savarona, savaş iklimlerinin estiği akdenizden yardırarark, pruvasını egeye çeviriyordu. Tam bir milyon üçyüzbin isviçre frangı ile yeni türkiyenin bir zaferi daha yunusların eşliğinde dolmabahçeye yöneldi.

Geminin yaver miralayı Mehiroğlu mustafa'nın üniforması şık parlak beyazı ve genç kızların kalb krizlerine davetiye çıkarır bir edası ile, yata yaklaşmakta olan kılavuz tekneden yansıyan Atanın mavi şuaları birleşti. Ulvi ortamın uhreviyatını martılar bile hissediyordu. Paşanın gemiye ilk adımını resmedecek olan set ekibi en iyi görüntülerini alacağı tarihten bir sahneye hazırdı.

-Miralay Yaver Cenksubayı Mustafa MEHİROĞLU - Sinop -

SAVARONAYA HOŞGELDİNİZ BAŞKOMUTANIMMMMMM. Emir ve görüşlerinize amadeyiz sayın paşam.

Ata elini uzattı ve gemiye ilk adımında patlayan flaş püskürtülerinin tozu ile yükselen coşku birleşti.

Ata Savaronayı 5 dakikalık bir tefriş münasebetini peşinen, sigarasını tüttürmeye güverteye çıktı. Dolmabahçeden halkın nidaları ile mutluluğu sigara dumanında efsanelere karışıyordu.

Bak dedi Sinoplu çocuk, işte halkın münzevi takdirine layık olmanın mükafatı budur, sende bu resme dahilsin ve yeni cumhuriyetin kanatlarından birine bindin, uğruna şekli hayatımızı verdiğimiz ülkü adına bu emanete sahip çıkmak zaruridir, belki üç belki beş ay zarfında burada olabileceğim ve edebiyete varmadan önce bu martı kanadına benzeyen sureti azamette eyleneceğim. Senin şahsın ve mevcudiyetinle bu gemide sürdüreceğin muhafazai mesaide muvaffakiyetler dilerim. Bu gemi senin Mehrin olsun ve cumhuriyet emanetine bu emtiayı mehrimüeccel olarak kaydettireceğim dedi.

En son 1970 lerda savaronanın makine dairesinde bu emanete sıdkını tamamlamaya çalışan bir saçlı sakallı berdüşun makine dairesi kazanlarından birinde vecmettiği görülmüş, yada rivayet edilmiştir.

İşte bir yaprağa yazılan tarih daha soldu fışkın rus ve ukraynalı kirameler ve kerhundeler eşliğinde yapılan azeri sermaye kutlaması ile.

ÖLÜLERİNİZ -ALINIR SATILIR-

Ben düşünürümki tüm ızdıraplarımızı, onlar olmasaydı, onları özlermiydik diye. Zaman gerçekse ve dördüncü boyutun adıysa, duygu kaçıncı boyut? Neden elimi sıkarken yüzüme gülüyorsunuz? Sizi hakedecek ne yaptım? Neden Mustafa bey olma kaderine sahip olmaktan övünmüyorum. Ve sen; peşinden koştuklarına ulaştığından itibaren ne yapmayı düşünüyorsun. Sakın birşeyler bulurum deme, komik oluyorsun, yok yok, kemik oluyorsun!

Zamanın ızdırabını yaşarken ölümden korkmak nicedir? Sınavda, iş görüşmesinde, günün manasını üretmeye çalıştığında zaten kısa ölümler yaşamadın mı. Yetiştin, yetiştirdin, hayatın aynasından bir ararenk yakalayıp yansıtarak zaten görevini bitirdinmedinmi? Yahu tutarlılık yaşamıyorsun, ışığını titretme bari.

Anladınmı, çocuk!

Aşkta kadını güzel yapan ve duygumuzu ona yönelten ne diye düşünmeye aşıksan seninle konuşabiliriz. Kadını ne güzel yapar? (1,2,3,4,5,6,7,...) -ondan olacak çocuğun sağlam-gürbüz-tüketirken teklemeyen, ve genetik olarak genetiğini diğer genlere pazarlayabilme yetisi. Sense çeşitli mecralara şiirler yazarken aşkı anlattığını sanmışsın ha; çocuk. Bunlara nasılmı vakıfım: Kadının gözündeki genetik yansımanın genlerime izdüşümünden.

Yani özdebiriz, cesediz, dirimiz sıcak o soğuk. Sen ortasın. sıcağa geçtiğinde serinlemek isteğin ve tam tersini istemen hiç ışık yakmadımı, yoksa niye, neden, vücudundaki ısı daima 36,5 derece değilmi. Bazen sorular temeldir ve basitte düşünmeyi gerektirir, sen bunu bile düşünemezsin. Sen Hamzayla Sakinenin, sakin sevişmelerinde niyetsiz bir başkaldırı olarak, çeyrek altınla mükafatlandırılmış, diğer metallerden ayrılman niyetiyledir buda, eklemesin.

Ben senin ölünü alıp satmaya ve müşteri memnuniyetini sağlamaya yönelik bir aracıyım. Eğer makul göreceksen, arada ufak bir kazanç karşılığı, hiçkimseye tereddüt binmeksizin, alıp satmaya talibim onu. Ben sayesinde alan ve satanın işi görülecek, Mustafa'da gülecek. Devinim harlanacak, bir baba hindi inerken, bir hindinin mutluluğu gözyaşartacak.

Bunları düşün emi!?

DOMALIVEREN KÖYÜ

Bazı isim kurbanı vatandaşlarımız var, arasıra internet yokedicisinde isimleri çıkıyor ve bizi tebessüm ettiriyor. Yok Şahane YOSMA, yok Allahtan KORKMAZ, yok Yılmaz VERİR VESE.

Şimdide şirin bir köyde oluverenleri size VİZON TELE kurgusuyla anlatacağım.

Afyon'un ( afyon yunandan çekmedi benden çektiğini ) Domaniç kazasının batısında şirin bir köy DOMALIVEREN.

"Domal" aslında zamanında ağa'nın köylülerden aldığı toprak kullanım vergisinin adı. Bu köy eskiden bu konuda çok vergisine düşkün bir mekan olduğu sebebiyle, ve diğer köylere örnek olması ricaliyle DOMAL'ı veren şeklinde isimlendirilmiş. Hatta ağa öldükten sonra bile köylüler gelen yabancılara DOMALI verdiği için, adeta efsane olmuş Domalıveren köyü.

"Domalıverenli" imiş köyün cumhuriyet dönemindeki adı ama, işgüzar bir kaymakam tarafından yayınlanan bildirge ile -li yapım eki düşürülmüş, neden?, cumhuriyet devrimi etkisini hissettirsin diye..

Gel zaman git zaman ne zaman bir Domalıveren köylüsü bir diğer yöreye gitse, ona nereli oldukları sorulduğunda

Domalıveren cevabı gelse

-Bi domalı ver bakalım! karşılığı klişeleşmiş. Hatta Domalıverenliler bu espri karşılığında "domal"ın vergi manasına geldiğini anlatabilmenin derdiyle 1 veya 2 kuruş parayı karşısındakine boca etmişler. Bu yüzden Afyonlular bir çay parası ele geçirme derdiyle her karşılaştığı yabancıya -nerelisin hemşerim demeyi adet edinmişler.

Sonunda genç Cumhuriyetin çağdaş Domalıverenlileri, artık bu imajı silmek gayretiyle köy meclisinde bir karar almışlar. Biz eskiden Domalıverendik, şimdi "Damacanaköy" olarak isim değiştirdik deseler bile, cevaben Domalıverdiniz de ne oldu diye karşı atak gelişmiş.

Zaten Damacanaya tecavüz eden sapık haberi gündeme düşünce, bu sefer diğer köylüler; Eskiden Domalıveriyordunuz ama birşey olmuyordu, şimdi Damacana olunca bakın neler geldi başınıza diyerek Domalıverenlileri kızdırmaya devam etmişler.

Artık köyün ihtiyarlamış olan ihtiyar meclisi kara kara düşünüyor ve yeni ve paslandırılmaz bir isim arıyorlar kendilerine.

Köyün adı ne olsun sizce?