28 Ocak 2011 Cuma

HELEZON YAYLAR

İnsan tiplerinden gına geldi, ama şu bohemlerden, taximlerden, pataronlardan değil.

Kalite'ye yatırım yapmayanlardan. Yada bazı kaliteleri dik tutarken diğer kaliteleri sıfırın altına gömenlerden.

Benim notumu sorarsanız 6.

Eski dostlarını unutanlardan.

Hayatın bir bilançodan ibaret olduğunu ve son noktada herşeyin dengeye oturacağını bilmeyenlerden.

Mekanik olarak ifade etmek gerekirse; Hayatta düştüğünüz çukurlar ve yükseklikleri dengeleyen bir Helezon Yay sistemi var. Bu yayları yok sayarak yaylananları kastediyorum. Ve o yaylar aslında ortadaki kalın demir çubuğun seviyesini dengeler, ortadaki kalın demir çubuk, yaylar tarafından gizlenir. Ama mekanik prensiplerine göre yaylar yaylana yaylana birgün kırılma noktasına gelir.

Kalın demir çubuk ise hiçbir dengeyi tanımaz, küt bir nesnedir. Sizler yaylanarak aslında yaygara koparttığızı bilmezsiniz. Ben de dahil, birgün kalın demir çubuğun ne kadar öküz bir nesne olduğuyla karşı karşıya geleceğiz...

Yaylanabilirsiniz.....

22 Ocak 2011 Cumartesi

KÖLE"LEŞ"TİREN DİZİLER

Mustafa olarak, tarihin tekerrürü ile dünyanın döndüğüne defalarca şahit oldum. Nasibime düşen buymuş.

Şu an Türkiyede tüketimin tahtına oturan TV dizileri ve onların devleştirilen karakterleri hakkında yazmak sosyal sorumluluğu zuhur etti, ama, gece rüyamda değil, aklen-mantıken-hissen.

Eski Türk filmlerini bulursunuz, omurgasına ilerlerseniz. Yani karşıtlıklar fenomeninden doğan şimşekvari parlamalar.

Dizilerde yaklaşık 5 dakika İstanbulun estetik mekanlarının gece ve gündüz çekilen artistik fragmanlarını izleriz. Diziye kalite spreyi sıkmada kullanılır, yada kokmuş eti tuzlama işi de diyebileceğimiz. Yönetmen içimizi karartmadan önce içimizi açar.

Dizilerde yurdum insanının gen şifrelerine göre karakter eşlemeleri yapılır. Her birey buradaki şahsiyetleri kendisiyle odaklar. Aynen Acun orço'nun açmısın tokmusun yarışmasındaki karakterleri gibi bir eşleme.

Dizilerde aynı zamanda güncel hadiselere atıf yapılarak, dizilerin buzdolabından çıkma bir ürün olmadığı akıllara çakılır.

Birde, bizde yasak olduğu için, erkek kadın sevişmesi daha öpüşme yakınlaşmasında bitirilerek, yada kadın erkek bileşiği yatağa doğru eğildiğinde kamera utanması dediğimiz şekilde görüntü donarak, yasaklara saygılı bir dizi tekniğimiz vardır.

ULAN BEN BU SAHNEDEN DAHA ÇOK TAHRİK OLUYORUM, DEVAMINI KİM GETİRECEK MERAKINDAN.

Bu itiraftan sonra,,,

Geçenlerde bir dizi oyuncusu-sinema kırması şahsiyetle aynı mekandayım. Garsondan pembe şarap istedi, garsonbey "yok" deyince bir sürü ukelalıklar yaptı.

Ulan sahte kahraman, ulan göt naziği, ulan sömürgen,

Ananın amına baban pembe şarap dökmüş olabilir, ama anandan emdiğin süt için de sipariş verdin mi?

13 Ocak 2011 Perşembe

AMERİKAN BEZİ

Dünya kuramlar üzerine kurulu, her dakika her saniye kuram üstüne kuram.

Amerikan bezi derler, kadınlar eskiden regele dönemlerinde bu bezleri kullanırlardı. Güncel kadının hijyenik pedleri daha test aşamasında bile değildi. Marşal denen amerikanlaştırma döneminde sandıkların içinden bu bez çıkardı ki; kadınlar bu dönemi daha sağlıklı geçirsin diye. Dolayısıyla Amerikan bezi diye satılan nesnenin orjinalinde kadın bağı olduğunu bildirmek istedim.

Oysa şimdiki nesil Amerikan bezi diye Marka elbise çıksa ve ucuz olsa resmen saldırırlar amerikan bezi giyimlere.

Dünyada ne kadar tek kullanımlık ürün varsa, belli bir kitlenin sahibi olduğu fabrikalardan üretilmiştir. Yahudalardan. Ticarette sağlam ve uzun ömürlü mal yapmak aslında ticaretin en birinci düşmanıdır. Ne demiş Rahmi koç beyzademiz: Kaliteli insan para harcayan insandır. Dolayısıyla kullan at tarzı artık modern insan denilen sizlerin benimsediği ve yaşadığı en temel ilke.

Mesela benim telefonumun model yaşı 16, ayakkaplarımın 2.7, takım elbiselerimin 4.8, karımın 11, evimin 20, tek kullanımlı traş bıçağım bile 15 kullanımdan önce çöpe gitmiyor. Her ne kadar dedelerimin kullanım ömrüne ulaşamayacak olsamda. Yani siz modern insanların kullanım ömrüne göre benim kullanım ömrüm daha uzun. Anlayan anladı.

Özellikle aranızdaki salaklara seslenmek istiyorum, kendilerinin varlık sebebini tüketimleriyle ölçenlere.

Çık tüketim tarzınla eoropanın üstüne,
Modern olan ne varsa; onu ekle büstüne.

MEDİKAL SEVİŞMELER ( erotik-romantik hikaye )

30 kere oldu, yazıyla otuz.

O yıldıranlı eylül gecesinden beri, göğün üzerimize taştığı.

Islak ıslak girdiğimiz barda sıcak sıcak çıktık. Nazlı gözlü ceylanla ilk gözü yaşadığımız. Sen bilmem hangi şirketin P&R ında mı ne çalışıyorsun, bilmem nerelisin, bilmem haftasonu ne yaparsın, bilmem ki kimlerdensin.

Ben seviye, sevişmemize, yada seviyeli sevişmemize bakarım sadece.

Geçen yazı herhengi bir futbolcu yada herehangi bir sosyetikle geçirmiş olabilirsin ama bizim sevişebilmemize ramakmış sadece o beyefendi. Geçmiş gitmiş.

Şimdi seninle içi havuz dolu yatağımızda birbirimizi kabul eder dururuz, dedim ya otuz olmuş otuz.

imdi sen en gece kırmızısı kıyafetlerinle beni istanbulun everestlerine bırakıp kaçarken, hadi olmadı bir sevişme daha diye tuttursam, bu evrenin cehennemine kaçıncı kulaç olur bu seferki?

Her temelsiz aşk gibi, ve sevişmelerle bezeli;

Bir gün çekip gideceksin aşufte, daha diptekiler gibi.

ve ben saymaya devam edeceğim: 30,,,,,31!

5 Ocak 2011 Çarşamba

SİVASLI

Dün belgesel izledim, sivas 93 temalı. Türkiye üzerine kara oyunların bir matinesiydi. En son Sivas katliamı ve 35 tane canımızı kaybetmiştik.,

Tahrik vardı. 15 bin kişi bir amaçla bir meydana toplanamaz yoksa, bu toplumsal bir cinnet haline dönüşmezdi.

Cuma namazını bekleyen kalabalığın arasına dalıp davulla yapılan propaganda. Yani Camiiye gitme, gel oyunu izle.

Rahmetsiz Aziz Nesin sekiz punto başlıktan "Allaha inananlar beyinsizdir" diyemezdi.

Yaylada, ovada yapılan şenliğin şehir merkezine alınması, tahrik kokan şenlik davetiyesi,

Birde Sivas gibi dini tutkuların çok farklı yaşandığı bir vilayet. Tahrik puanı 10 üzerinden 10.

Neyse, siyaset benim işim değil, siyaset; bu tahriği sergileyenlerin işi. Ve işlerini iyi yaptılar. Yaftası da Sivaslının üstünde kaldı.

4 Ocak 2011 Salı

Bu Mustafa mı?

Yukarıda size çok çirkin olarak bir resmimi sunuyorum.

Peki neden?

Herkesin derdi kendini mükemmeli mukayyet gösterme derdinde iken feyzte, meyste? Bu Mustafa Çatlak mı, çatalak mı, Şebelek mi?

Kendini doğa dostu, tarih aşığı, istanbul sevdalısı, işine adamış, ailesine vakfetmiş resimleri ile sunan kişilerin resimleriyle dolu bilgisayar evreninde neden bu mustafa son derece sakil bir resmini kullanıyor?

Evvela bu yazıyı merak edenler okusun.

Bu resimdeki kişi benim. Başkası değil. Normal görüntüm değil, bir ifade fotoğrafı.

Ben resimlerde güzel yada diri gözükmek istemiyorum, dünya görüntüm ile ölü görüntüm birbirine ne kadar uyumlu olursa, o kadar tutarlıyımdır.

Ben kendimi saklamıyorum, olduğum gibiyim, olduğunuz gibi olamadığınız kadar.

Ben imaj derdinde değilim, bunun için para-mara harcamıyorum, katkı yok, fotoşop yok.

Ben Atatürkün dediği gibi, beni görmenizi istemiyorum,

ama sizin ve sizler gibi güncel canlıların kendini farklı gösterme çabalarında değilim, güzelliğimi görmek isteyen bunu güzel güzel okusun amacıyla blog üzerinde duruyorum.

Ne bir markaya, ne bir cemaate, ne bir dine, ne bir "bir"e dayanma kaygım yok.

Anlayamadınız değil mi?