23 Mayıs 2016 Pazartesi

RÜZGAR BAZEN SOĞUK ESMEKTEDİR.

Yaşarken büründüğümüz ruh halleri, ruh iklimine göre büründüğümüz kıyafetlerdir.

Umutsuzluk umudu toplar, parasızlık parayı, güçsüzlük ise gücü.

Farklı ruh hallerine uygun gelecek halleri takınmaz isek, o meşhur çark bizi eleştirmeye ve cezalandırmaya başlar. Ya sağlığınız bozulur, ya kimyanız, belkide statünüz.

Peki bu esmekte olan mecburi moda rüzgarına nasıl adapte olacağız, bizi kim uyaracak, kim kritik edecek ve yön gösterecek?

Yazan Yaşam Uzmanı doçu Mustafa olarak,

Benim lugatımda moda demek, iklime göre doğru biçimlere bürünebilmektir. Modayı gözlemleyebilmek, burundan başlayan, göz ve kulağa göre belirlenen bir psiko algıdır.

Dolayısıyla bu algının kriteri; ölçüm istasyonu yada jürisi; insan beğenisi demek olan sosyal statü, moda ikliminin rüzgarı. Bizi güzel gösteren rüzgar. Kimine göre tango, kimine göre vals, yada tarzınız ise, samba, nihavent, kızılderili esintisi.

Well,

Bu yazıda çekici olması beklenen kısma sıra geldiyse,

Benim iklimim daima sonbahar,

Yüzümde sarı bir tebessüm, aklımda yazdan kalma esintiler, rüzgarın şiddetlenme ihtimali, baş ağrıları ve mide bulutlanmaları, dünyada bir tane mustafa mehir olduğu, ve kışın zemherisinde hep taze kalacağı..

Kerhane Tatlısı

Hazırlanışını ve dağıtım kanallarını bilmem, ama geleneksel ve kalıtımsal bir ürün olduğunu bilirim.

Bir ürünün ismi sayesinde kalıcı hale gelmesinin pazarlama boyutunda yazacağım sadece. Kerhane tatlısı ismi acaba, ilk çıkış anı isimlendirmesi midir, yada durum hal ve gidişatın bir sonucu mu? Burada altını çizdiğimiz şey bu ve yansımaları.

Hepimiz çocuktuk ve bize baban ne iş yapıyor dediklerinde bir meslek sıralardık. Polis, memur yada kamu görevlisi, serbest meslek..

Peki babası kerane tatlısı satan çocuğun bir çocuğun psikolojisi acaba zarar görürmüydü, işte böyle duyarlı, işte böyle sosyal, işte bu derece düşünceli bir profil bu Mustafa.

Dikkatlerinizi çekebildiysem ne mutlu.

Kerane tatlısının ısırınca çıtır çıtır edeni makbuldur toplumumuzca. Yani ısırma, çıtırdama ve tatlı şerbet. Bir tatlı bu kadar mı cinselliği çağrıştırabilir. Bilmem.

Kerane tatlısı satan adama mutlaka gözucuyla bakar ve alıp almamaya karar veririm. Eğer bakımsız ve berduş bir adamsa, helede bu tatlıyı satıyorsa, içimde hijyen alarmları çalmaya başlar. Keza midyeci içinde aynı frekanslarım geçerli.

Kerane tatlısı yiyen kişi etrafına halen daha cinsel aktif olduğunun mesajını verir derler. Bu bilinçaltı desteği sayesinde çorba tüten hanelerdeki huzur, işte kerane tatlısının esas tadı burada yatıyor.

Telif hakkı olarak bu yazının, bu akşam bir tane de ben yiyeceğim.

Sadece şunu söyleyebilirim, kerane tatlısı keranede imal edilen bir tatlı değil. Keraneler bu işin merkezi değil. Sadece bir uyarlama mevzubahis.

Son bir önerim olabilir şu yılbaşında eylenme şartlanmasında olan gençliğimize;

Ey Türk Gençliği;

Yılbaşında parti marti toplanacaksanız, kerane tatlısı sürprizi ile hoşça vakitler geçirebilirsiniz. İnanmıyorsanız da deneyebilirsiniz..Nostaljisi dahil,tanesi 75 kuruş..

KÜVÖZDE AMANSIZ MÜCADELE

Doğmak ne kadar zor, ölüm denilen kardeşine nazire yaparcasına..

Yaşamdaki badireleri saymıyorum, zira; tüm "yaşananlar" bu üretimin tornasından dökülen metal zerreleri, ve bu zerreleri sindirmek ne kadar zor olsa da, sırf ebatları açısından yenilip yutulabilir durumdalar.

Bir çocuğu dünyaya getirme kararını açıklamaya çalışıyorum. Zorum bu şekilde. Deli'nin zoru işte.

* * *

Hayata savunmasız gelme sıfatının bir adet kazancı var, o da; günahsız olmak. Savunma mekanizmaları edinildikçe, güç ve mukavemet kazanıldıkça, statüler oluştukça, günah kazanı da bu musluktan besleniyor. Rengi karardıkça günahların, bir miktar sevap suya bastırılıp, abartılarak karartının üzerine dökülüyor ve bünyenin solunum ihtiyacı giderilmiş oluyor. Yani Allah bize öyle bir fizyonomi vermiş ki, istersen katil ol istersen katliam; bir saksı çiçeğinin suyunu düşünebiliyorsun. İstersen panter ol; bir yavru sıçanı evlat edinebiliyorsun, istersen fuhuşa saplan; gözlerini göstermeye utanabiliyorsun.

Daha nelere şahit oldum.

Demek ki, karanlıklardan betonlaşsa da içimizdeki atardamar, hepsinin tıpasını açacak bir çözelti var. Yer olarak ta; ruh ile beden arasındaki tesisatta. Devreye girmeye odaklı, yeri geldiğinde.

Bu açan çözeltilerin en etkilisi ise bir çocuğu dünyaya getirmek. En basiti en otomatiği en geçerlisi. Bir nevi misyonu tabiatta aramaya çalışmak. Ama hazine dedektörleri ile değil, dinamitle değil, kazmayla değil, kendi tabiatımızda günahlara çare aramak.

Küvözdeki mücadele dediğim; bu kararı alabilmenin zorluğunda vcud buluyor, en azından bir doğum uzmanı olarak; sizin yıllarca aradığınız çözeltileri ben ruhumun dehlizinde depolamışım. İsteyene çıkarır veririm. Ama toz halinde bu malzeme, ruhunuzun ıslaklarıyla karıştırırsanız süttozu oluyor ve süttozuyla küvözdekini besliyorsunuz.

İsteyene şimdiden başarılar.M.S.M.