27 Nisan 2016 Çarşamba

ŞU AN ARAMIZDA OLMAYAN KAMİLİN RUHU İÇÜN

KAMİL 1969-1999

Kamil denir denmez aklıma Nişantaşı gelir. Kamil bir dönemin ruhuydu, deniz gibi taşan ve taşanı içtiğimiz. Başak olarak sürgün verdi, fidan olarak boy verdi, bambu gibi fışkın verdi.

Kamil'i kendimi bildiğim okul olan N.Hatun ilköğretim okulunun üst sınıfında tanıdım. Her 3 boy büyük çocuğa duyulan nedensiz hayranlığımla. Kamil nasıl olduğumuzu sorar, bizimle oyunlar oynardı ama kel müdür alt sınıflarla arkadaşlık eden çocuklara kota koydu, ve konuşmayı bile sündürdü.

Kamil mahallemizde babasız büyüyen bir çocuk olduğu için hem büyük hem küçük statüsünü kendine yedirmekle hükümlüydü. Anasının tam tekin olmayan bir kadın olduğu, ve kamilin namus denilen kavramı kitaplardan değil, yaşayarak giymeye çalıştığını gördük.

Kamil çocuk olduğu zamanlarda sabahtan başlardık top oynamaya. Akşamın ışıkları bitişimiz, akşamım ezanı ise uzatmalara denk geliyordu. Manyak çalımlar yapar, amansız şutlarıyla golü sokar, ama hiç bir şey demeden arkasına dönerdi. Bir ara Atomspor diye bir oluşuma kaydoldu, ama parasal sorunlar doğdu, Türk Futbolu bir yıldızını söndürdü.

Kamil ortaokula adapte olamadı, oysa o çocukluğumuzun şöhretiydi ama demek mecra kayınca hayat'ında kayma ihtimali gerçekleşiyordu. Kamil sanayide oto tamir çıraklığına girdi. Onun kara elleri, kara giysisi ve kararan yüzüyle Zonguldaklı zannedilmesi içten bile değildi. Bir gün ustasından yiyince tokadı, futbol hayatımıza geri döndü.

Ama kamil artık başkalaşıyordu. Çöpten bulduğumuz poruno içerikli dergilere baktıktan sonra pantolonunun içine sokmaya başlamıştı. Ayrıca kızlara da önem vermeye ve konuşmaya. Üst mahallenin kızlarıyla voleybol oynarken yakalıyordum onu. Bu ne yaman çelişkiydi. Birde onu ağzında sigara ile görmüştüm. Demekki kamil artık uzaklaşan bir yabancı olmaya başladı gözümde. İçki içer, hatta çocukken pislik dediğimiz seks batağına bile sürebilirdi arabayı. İlk çatlaklar duvarımızda göründü.

Ama anne kuzuluğu denilen sarmal'ın içindeydi. Annesi onu döver, o ise, garip kızkardeşini döverek durumu eşitlerdi. Onların minik barakalarına göre bizim evin salonu bile saray avlusuydu. Dar bir hayatın daralmalarının sesi akkirmanın sessizliğini bozarda bozardı.

Bir ara mahalleden iyice uzaklaştı. Başka mahallenin bıçkınlarıyla nişantaşında çeteleşme denilen sosyalleşme çabalarına girdi. Filmlerden aşina olduğumuz. Hatta bana bu zamanla ilgili bir itirafında, bir kızla bodrum kata girdiklerini ve onun memelerini öptüğünü anlattı. O kızı bende tanıyordum, mevlutlarda gördüğüm cici bir kız. Ama masumiyetin yalan olduğu ve kadınların ikiyüzlü olduğu gerçeğinin ilk çivisini kamil kafama çaktı.

Kamil, artık nişantaşında farklı farklı işlere girip çıkıyor, bıyık bırakma, gazoz ısmarlama gibi büyüme alametleri sergiliyordu. Artık annesinin himayesine iyice girmiş, ve her sözüyle örnek olmanın çabasını gösteriyordu. Bu arada mahallemizdeki dini bütün kürtlerle cemaatleşme safhasına girdi. Artık elinde kırmızı nur kitapları ile yaşayan bir aynaya dönüştü. Cami yolunda ve Allahın asansörüne dahil oldu. Bizide bu çembere dahil etmek için hem biz hem kamil olabilmek çabası ile misyonu ilerletti. Tek felsefesi; nefsini bastırmak, örnek olmak ve cemaata hizmet'ti.

Artık nuru besin yapmıştı ve elinde hidayetle dolaşan adam sırrına girmişti. Karşıdan gelen kadın veya kızlara bile bakmıyordu. Sadece üryalarında haftada bir kere kadınların onu rahatsız ettiği bir şahsa dönüştü.

Suyun altında nefesini en çok tutan adam, en hızlı koşan, ağaçlarda en imkansız yüksekliğe çıkan liderimizin yerinde yaşayan bir ölü görüyordum. Ama dur, bu ölüyü canlandırmak gerekti.

Antalyada akrabalarımın yanındayken yollarımız kesişti, ziyaretime geldi arkadaşlarıyla. Onları Kemer'e götürdüm. O sıralar Türkiye ÜST'süz denilen kavramla tanışıyorken. Kemerdeki plajda daha ilk dakikada yanından geçen türlü türlü göğüsler, ıslak, muzur, pembeli morlu siyahlı, hoplak, titrek, diri, löp, yani çeşit çeşit, arkadaşım kamili epey sarstı ve sarmaladı. Göz fıldırdı. Bastırılmış cinselliğine tavan yaptı. Kamili arşivden çıkarmıştım. Vay bana vaylar bana.

Kamil elbette nişantaşına döndü. Artık yaşam gailelerine girişmek zorundaydı. Annesini kaybetti, ruhunu kaybetmedi, kızkardeşini evlendirdi, artık dayı oldu, yaşamın ona giydirdiği kostüm ne ise o oldu.

Birgün duydumki, mahallemizin sapığı tarafından kalbinden bıçaklanmış, ölmez adam ölmüştü. O gece'nin uğultusu ile çocukluğumun ağlayışları birbirine karıştı. Kamil, yok daha neler, ama evet ölmüştü. Defnettik, mevluduna katıldık, mezarını sevdik.

Anlatılanlara göre son dönemde biraya başlamış, yemek içmeyi indirgemiş ve gam denizinden görünmez hallere gelmişti. Ölüm ne ağır bir hezimet.

İşte nişantaşının bir fenomeni daha toprağa yar olmayı başarabilmiş.

Bana askerliğini anlattığı günü hatırladım. Nöbet tuttuğu yer istanbul yoluna bakıyormuş. Oradan geçen istanbul otobüslerini seyredermiş, birgün sizin içinizde olacağım tesellisini sayıklarmış uykusuz nöbetlerde.

Şimdiki nöbetinde, tek kişilik koltuğunda kimbilir kimlerle buluşacağı saniyelerin özlemi içindedir.

Kamil, ruhun şaad, yerin cenet olsun, aslanım benim.

MUSTAFA MARŞI

İtin kopuğun netin sardığı bu dünyada
Umudu bitik aşkın gördüğü bu rüyada
Yetmişlerde doğan bir güneşin oğluyum ben
Çöllerde vaha gibi
Belki yeri göğü yakacağım
Böylece sana ve sizlere
Yeşil cennet bırakacağım.

Bu davada solan gülün adı yok
Ne kadınlar su döktü, ateşimin sonu yok
Seni de gönderdiler, ama bunun hükmü yok
Okyanusta ada gibi
Belki senide, seni göndereni de boğacağım.
Böylece sana ve sizlere
Yeniden doğmayi sunacağım.

GUSÜL FEST'2010 +18

Nazlıcan ter içinde geriye doğru kaykıldı,

öfff olmuyor ama olacak ağam,

Halis ağa purosuna davrandı ve şikayet etmeye başladı

Bu örtöpodestin kaşıgı kırılsın, demadikmi nazlican hanım, halvet için ne lazımsa verek diye, kavat aldı 2 milyar kaymeyi, eee biz neden halvet olamadikki?

Nazlıcan ile 1 saati aşkın halvete çalışıyorlardı. Genç kız irisi Nazlıcan, ağasını memnun etmek için zamanla yarış halindeydi, ortopedistin verdiği otuz'a yakın yastık ile, bir yastık havuzunda uygun pozisyonlar için şekilden şekile giriyorlardı, olay o kadar komikti ki, dışardan biri görse yastık savaşı yaptıklarını düşünebilirdi. Ağa purosunu kahve fincanına bastı, dört yastığı sol dizinin altına, 12 yastığı bel altına, 2 yastığı sol ayağının altına, ve 7 yastığı başaltına yerleştirdi, nazlıcanın yardımıyla, kutup ayısı güreşi pozisyonu şemasına baktı nazlıcan.

Ağam sen biraz dik dur, ben sana yanaşayım, heyecan gelirse halvet dersin bana, bende kişnerim ve halvete ereriz.

Tam bir umut doğuyordu ki yastıklar kayıyor ve tutturamıyorlardı kutup ayısı, pardon kutup ağası pozisyonunu, aktif olan hatta ateş parçası olan nazlıcan neredeyse kor haline gelmiş nabzı 180 lere dayanmıştı.

Aslında nazlıcan Antalya falezlerde liseli Namık ile olan önsevişmelerini hatırlıyor, tam ileri gideceklerken, kuğulu parkın ördekleri vakvaklıyor ve lise muhabbetleri yarıda kalıyordu, şimdi menfaat alaşımlı bir evliliğin kölesiydi ve bu et torbası dedeyi memnun edemezse kısa yoldan şut aşamasına gireceğini biliyordu, acaba? diye düşündü:

Birde ağayı Antalya falezlere mi götürsek, oradada halvete eremezsek, yuvarlarım falezden aşağıya, dava mava en az yüz milyara otururum diye düşündü saf gençkız irisi hayalleriyle.....