15 Ağustos 2009 Cumartesi

BİR ŞİRKETİ BÜYÜK YAPAN NEDİR

Hayatım şirketlerde dön baba dönelimlerle geçti. Genel olarak talihsiz bir kariyer, ama her zaman iş tatminim, müşteri diyaloglarım, iş arkadaşları ve yönetici ilişkileri olarak tam tersi, talihli bir kariyerim var.

Ve modern zamanlar bir sürü yeni kavramı peşinde sürükledi. Kurumsallık, toptan kalite, müşteri memnuniyeti indeksi, iç müşteri memnuniyeti, müşteri odaklılık, erişim, marka değerleri,

Hatta neredeyse, şirketin bilinirliği veya imaj verileri, mali değerlerin üzerine çıktı.

Bakıyorum nihayetine, ve reklamlar, propagandalar, başımı çevirdiğim her noktada kabus gibi bir marka yağmuru var. Hedefindede biz, yani tüketici. Bizi seçin baskısı, karalamalar, daraltmalar, kırdırmalar, hasılı çıldırtan rekabet.

TABİ BİR ÇIKIŞ NOKTAM VAR,

Beni istihdam eden markanın rekabetinde ben neler yaptım ve başarılı oldum. Bir nevi mesleki anlayış veya bireysel taktik. Öncelikle kimliğim ve ilişkilerimle ön plana çıktım işin doğası, ve asla ileride insanlara füze olarak dönecek söz ve taahhütlerde bulunmadım.

Genelde iyi polis kötü polis rolü oynadım takım dahilinde, bazen iyi bazen kötü ama genellikle iyi.

İnsanların ait olmak istedikleri rolleri fazla irdelemeden çözüm sundum, zira çocuğun oyuncağını ve hayallerini elinden almak tehlikelidir.

Tecrübemi ve hikayelerimi yansıttım samimiyet nakışıyla, odakladım ve son eveti karşımdakine bıraktım.

Göründüğüm gibi oldum, olduğum gibi görünseydim, hiçbir muhatabım olamazdı, mesleki kimlik senaryosunda. Zira hem karakter üstünlüğü, Nişantaşlılık, serde delikanlılık gibi asetler, insanlara gitmeyen, onları ayağına bekleyen miraslarımdı.

Merkezde oturan ve buyuran kimliklerin doktrinlerini yumoşlayarak verdim piyasanın bağrına, merkezde oturanlar merkezkaç kuvvetiyle savruldu, ben dönmeye ama yerimde devam ettim.

Müşteri istek ve taleplerine odaklanacak oldum, bir baktım hep eksi hep zarar yazan bir süreçteyim, sonunda devamlı isteyen bir egonun etkisinde kalmak, kolumu bacağımı götürecekti ve dilenen dilenci olur, dileyen baştacı diyerek, karşılıklı çıkarları prensip edindim.

Kendim ve iş ortamım için pozitif elektronları yaydım çayıra, aynen askerlik ortamında yaptığımın porfosyoneli, ve insanların rengi koyudan açığa da döndü bu sayede.

Ben bu yöntemlerle şirketleri büyük yaptım mı bilmem ama, benim şirket bilenler için hep büyük bir şirket oldu dilden dile.

Peki Musti, sen büyük reklam bütçeleriyle de yapabilirmisin bir şirketi büyük derseniz söyleyeyim: Malzemesi ben, insan ve zaman olan işlerde varım. Delmişim bütçeyi...

KAHİN METRODA

Söylem ÖYKÜCÜ, ( teyze ) haftasonu tatilini değerlendirmek için Nişantaşı Akkavak parkındaki kedi dostlarını ziyarete gitti. Belediye'nin yaptırdığı kedi evlerinde minimini arkadaşları ona huzur veriyordu, onlara kocasına yaptığı ama yediremediği böreklerini ikram etti. Biryandan da düşündü, neden hacmi 50 desimetreküp ve altı yaratıklardan hoşlandığını. Kuş, kedi, fino, semender, niyet tavşanı, hemistır, süs maymunu ve papağanlar. Herhalde içimdeki çocuğun en sevdiği yaratıklar bunlar diye düşündü.

Bugün tatildi ya, derinlere inip, içyolculuğu yapmak için koskoca bir öğleden sonrası vardı. Aslında bu içyolculuklarından birinde fren yerine gaza basıp içindeki çocuğu ezmişti, ama ruhu buralarda biryerlerdedir diye törpüleyip attı.

Amerika gibi büyük bir metropolde yaşadığı için, bütün seyahatlerinde Metroyu bir anahtar olarak kullanıyordu. Mesela Kadıköye gidecek, metroyla Taksime, finukuler metroyla Kabataşa, henüz açılmamış olan boğaz metrosuyla Üsküdara, Metrobüslerle Kadıköye geçerdi. Metropol kadınıydı, çukulatası metro, evinde metronom, favori sanatçıları metroseksüeller, ve ulaşım sponsoruda İstanbul Metrosuydu.

Nişantaşından metroya yöneldi, metro girişinde kabalak şıklatan bir doğu karadeniz san'atçısı gördü. Kabalak, kakavan kuşlarının gagalarıyla yapılan, latin ritmi veren bir çalgıydı. Zaten karadenizli sanatçılara karşı bir avansı olan Söylem Teyze, kabalak bilgisinden ötürü diğer insanlardan ayrıldığını hissetti. Metro görevlilerinden biride kabalak ritmiyle ağzını sağa sola oynatıyor ve eğleniyordu. Metro görevlisi Sabit KARAKAŞ; Sivaslıydı ve rahmetli Ecevit gibi Tiki vardı aslında, ama Söylem Teyze bir kere teşhisi koyar ve kanun hükmünde karar alırdı. Söylem Teyze, ağzını huni yapıp, yanaklarına parmak vurarak, kabalak sound'unu üretmeye çalıştı, özgünlüğünü ortaya koydu. Metrodaki şehir insanlarının dikkatini çekince bu yeteneği de çöpe attı.

Aslında evin'emi yoksa aksi istikametteki Taksim'emi gideceğini daha seçememişti kafasında. Konservatif hayat yaşayan şehir kadını olarak, kendini kurallarla yaşamaktan alıkoydu ve kaderin dalgaları dediği seçimi yaptı. Eliyle gözlerini kapatıp, tek topuğu üzerinde dönmeye, ve dönüşü son bulduğunda ne tarafa dönük ise yüz cephesi, o tarafın metrosuna binecekti. Yaptı ama dairesel turun son anını iyi keşfedemeyince dengesini kaybedip, plaj çantasındaki eşyalar yere savrulmak suretiyle metro zeminine düştü. Düştüğü anda merak etti ve gözünü açtı, ne sağ ne sol, metronun duvarını gösteriyordu istikamet.

Hemen metro halkından birisi yardımına koştu, elinden tuttu, selpak uzattı, iç kanama olabilir diye gözlerine baktılar, çünkü birden bire dönmeye başlayan ve yere kontrolsüz düşen insanlarda olurdu bu tür, etkenler. Hatta gösterilen ilgiden memnun olan Söylem Teyze, gerçekten hasta veya hamile olduğu gibi kanılara da eşlik etti. En azından etmedi denilemez.

Ona su veren ve banka oturtan kişiye dikkatle baktı ve bir dejavu'nun merkezinde buldu kendini. Gençliğin zıpırlığında Keymancı BAR'da genellikle karşılaştığı, siyah Hırdavatika tişörtlü, uzun saçlı, küpeli, ölü köpek bakışlı ve uçuk gri gözlü gizemli genç'in ta kendisiydi. Hemen aradaki 7 farka yöneldi.

Saçları uzun ama kısalmış ve seyrelmişti.
Tişörtü aynı tişörttü.
Pantolon rengi açılmış ama aynıydı.
Sağdaki deri bilekliğini sola takmıştı.
Kot bir sırt çantası taşıyordu.
Yanakları tombullaşmıştı.
Göbeği kavun göbeği olmuştu.

Saman saman gözgöze gelirler ama sadece mana gönderirlerdi birbirlerine. Yaşam tarzları, boşvakitleri, içtikleri ve tempo tuttukları parçalar bile çok benzeşirdi bu genç ve genç Söylemin. Öyleyse bu tesadüfün ilahi bir tesadüf olduğuna, burgulu dönüşün kaderini belirlediğine inanması an meselesiydi.

Gelen metroya binmedi Söylem, dejavusu da binmedi. Öylece bekleştiler, bir ara Söylem ülker dolabımdan diyet çizi aldı, dejavusuna verdi, teşekkür etti dejavu ve yedi.

Geçmişinin bir ilahi tesadüfünün hayatına girişi kaderin ne kadar iyi bir poker ustası olduğunun kanıtı diye düşünürken, bir uzak ses ortamda yankılandı.

Selam BEKİR,

Selam Emoş, canımmmm.

Dejavu'nun yüzünde sırma sırma gülücükler oluştu. 16 bilemedin 17 yaşlarında bir lise münevveri idi gelen, süslenmişti ve dejavu ile kucaklaştılar. Kesin kes sevgililerdi, Kırklara dayanmış dejavu'nun şu yaptığına bakın hele, Söylem Teyze, teyzeliğini bildi ve tarihe not düştü.

"Allahın ölü köpek bakışlısı ancak ve ancak bir lise yumurtası'na denk olabilir."


Bu derin düşünceler içinde iken, Osmanbey'de metro beklemeye başladı. Yönü belli olmuştu. Evi...