30 Haziran 2009 Salı

Yarı İnsan Yarı Hayvan Bazlı Sorular

Sevgili Haydar DÜMEN,

14 yaşındayım, kız arkadaşım benden 28 yaş büyük. Onunla günde 23 kez beraber oluyoruz. O herseferinde orgamz olduğunu söylüyor, ben ise orgamz olamıyorum. Bu derslerime olumsuz yansıdı. Özellikle Matematik dersime. Bir de sınıfımdaki kızlarla arkadaşlık yapmak için ne zaman kızlar tuvaletine gitsem, beni reddediyorlar. Bu ilerde cinsel hayatıma nasıl yansır. ( rumuz: Don kişot )

Sevgili Don kişot, oğlum, bi kere cinsel istismar altındasın. Günlük birliktelik sayını kademeli olarak 20 ve altına indir. Erkek olması şartıyla bir özel matematik hocası tutsun sana baban. Birde resim dersi hocanız senin fırçaya bir baksın. Kızlarla iletişimin adresi ise boğaz kenarı diskoları ve etiler, aksaray gibi semtlerdir, kapıdaki fedailere, içerde karı var mı de, ağzını burnunu dağıtsınlar, sende derslerini düzeltirsin.

Sayın Dümen, yaşım 24. Benim cinsel isteğim pek yok, daha çok ssk müfettişlerine ilgi duyuyorum, duymuyorum arası, birde geçen gittiğim bankadaki görevli bayanın gömleğinin bir düğmesi açıktı. Açıkçası tuvalete işemek için bile gitmek içimden gelmiyor. ( rumuz: aktif volkan )

Sevgili evladım, hangi hayvanat bahçesine gittiysen, herhalde panda ayısının yanında çok kaldın. Bir diğer sebep ise; kadın programlarını çok seyrediyorsan, hetorojen seviyen düşmüş, homorojen seviyen artmış olabilir. Sana benim zamanımın en ateşli kadını olan Havalı Deniz babaanneni (kerane 4 numara, Karaköy) öneriyorum. Ne varsa eskilerde var.

Sevgili Haydar ABİ,

Abi benin denisimin boyu 54 sentim. Geçende kemik ölçümü yaptırdım, normal çıktı, birde errekson halinde yaptırayımmı, hemşireler yardımcı olurmu, etik midir haydar ağam?
( Rumuz: Golden GATE )

Sevgili kardeşim. Altı parmak, üç böbrek, dört dalak duydum ama, üç bacak ilk defa görüyorum. Bence doğru Atletizm Federasyonuna git, koşu testine katıl, ülkene kazandıracağın madalyaları, bana getir, duvarıma asarım.

Sayın Haydar Bey,

Bugüne kadar her pozisyonu denedik eşimle, ama hamile kalamadı 5 senedir. Bir haftalığına Bodruma arkadaşını görmeye gitti. Geldiğinde hamile kalmış. Çocuğun adını Fatih mi, Aydın mı, koyalım diye tartışıyoruz. Çocuğumuzun adı ne olsun? ( Rumuz: Fatih olsun )

Sevgili baba adayı beyfendi. Sizi ve karınızı tebrik ederim. Çocuğunuzun adını ben koydum bile: Cevat Şakir. Yani bodrum balıkçısı varya edebiyatımızda.

29 Haziran 2009 Pazartesi

PORNO PLATOSU

( Öncelikle bu sütunlara yazı yazan arkadaşlarımdan bir konuda özür dilemek istiyorum, bunun sebebi benim denemeler tarzım biraz farklı. Kendilerinin yazılarını beğenmek ile birlikte, içerik olarak; genellikle hüzün, uzun iç yolculukları, ve yaşanmış aşkların tezahürü var. Zaten özrü'mün sebebi, farklı olmam değil, farklı olmamı benimsemekte kendilerine sıkıntı verebileceğimdir. Kovarsanız da anlayışla giderim, sadece arkama bakmam. )

Porno Platosu.

Zaman: Bilinmiyor.
Mekan - isimler -oyuncular - şirket: Hiçbiri bilinmiyor.

Önyazı: Bizler; erkek ve kadın, seyrettiğimiz pornovizyonlarda sadece kamera önüne odaklanırız, işin mutfağı ile ilgilenmeyiz, aynen suç işleyeceğimiz bir yerin duvarının boyası ne renk, hiç bir önemi olmadığı gibi.

Pornografide, ruh esas değildir, aksiyon esastır ve bizim cinsel doluluğumuzun harekete geçmesi. Adeta içi cerahat dolu bir şişliğin, iğne batırılarak boşaltılmasına benzer. İşe doktor, ilaç, tedavi bulaşmaz. Pornovizyon burada "iğne" vazifesi görür. Alışkanlık halinde enfeksiyona yol açar. Duygu denilen boşluğumuza cerahat doldurarak, iğneye yönelişimiz artar. Ve şuna emin olun, şirketlerin yön. kur. başkanları, bakanlar, sosyetenin gülleri, erişilmez sanatçılar, ve elit namına bildiğiniz kim varsa, ve eğer duygu boşluğu yaşıyorlarsa, porno denizinde bir olta ile dolaşmaktadır, aynen sizin dolaştığınız gibi, sizin denizinizde.

Porno sektörü, 80'lerdeki, yani bildiğiniz meşhur 80'lerdeki, üç dakikalık ruhsuz klip formatından çıkarak, biraz daha kurumsallaştı. Artık, aksiyon öncesi, önsevişmeler, aktrisle yapılan kısa röportajlar, prodüksiyonda emeği geçenler, azdırıcı ve azmettirici seks oyunları v.s gibi önlemlerle, klasik pazarlamadaki "imaj" kaygısı ön planda. Zira artık porno müdaviminin tercihleri, belli yönetmen ve aktrislere, hatta artistlere, belli ekol ve ülkelere yönelik hale geldi. Biraz biraz kamera arkasını tahmin edebilmeye başladık. Eskiden seyrettiğimiz filmlerde, kadın genellikle fahişelik mesleğine kayıtlıydı, erkek ise jigol'dü. Büyük bölümü ilaç ve madde bağımlısı durumundaydı. Ek iş olarak gösteride bulunuyorlarken, şimdi porno starlığı müessesesi tamamen, sektör içi yapılanma durumunda, tek yaptıkları iş, porno starı gündüz işini çekerken, akşam ev hanımı veya babası olarak sosyal rollerini yerine getiriyorlar, hatta çocukları, hatta seks hayatları bile var.

Birde pornocu hayat yaşayan, kamerası kendi gözleri olan porno master'lar, sizden de reel sektör olarak bahsetmek mümkün.

28 Haziran 2009 Pazar

KANAMALI BİR EVREN İÇİN ACİL KAN

Fırsatlar dünyasındanız, beş leşiniz varsa, siz onların üzerine çıkarak daha yukarıdan dağıtılan şekerleri kapabilirsiniz.

Çüksi yaşşatır seni, çüksi yaşşatır seni. Hergün içmekten miden asit köpüğünden kauçuk olunca onbin lira kazanabilirsiniz diyecektim, yok kapağın denasındaki şifreyi 3131 e 31 mesaj çekerseniz.

( Birileri seni böyle döner şişine takacağını hesaplamış ya, döne döne girecek. )

Ay, ne kaddar güzelsiniz sayın konuklarım, hepiniz canlı cıvıl cıvıl, programımı neşelendirdiniz, programda konuğum Azrail, en iyi hopteks yapan Necla teyzenin canını alacak, onun emekli aylığınada 31 kere 31 e sms atan sahip olma şansını yakalayacak Allah izin verirse, hadi sarılın telefonların zücküne.

Şimdi imamın peşinde gezdiği Nuri dede ile pamuğu sıydırmaya çalıştığı Hatice Nine, evlilik programımıza konuk. Bunları buraya gönderten piçkurusu torunları, her ikisinde varlıklı sanıyorlarmış, hangisi önce geberirse, evlendikten sonra tabi, malı mülkü bir tarafa kalır diye hesap etmişler, ama evlilikte keramet vardır ya, her ikisinin malları mülkleri ancak 1 mezar almaya yetiyor.

Ben de bunların üzerinden ayda görünen 150 milyar, reklamlardan 150 milyar, ve boğaz diskolarında her akşam sabaha kadar günlük koca buluyorum, kokostarı da çekince, evlenmeme gerek kalmıyor.

Çok güzel hareketler bunlar, dübürübbüp büüü.

Alkışlayın nasıl olsa gişede maaşlarınızı bozdurdunuz, alkışlamayanın türbesine kafam girsin, bir an önce gidin de yenileriniz gelsin, bu amatör çoluk çocuğun üstünden bire 200 kazandım, sizi sermayenize satarım ulan, Hakkaride fotokopinizi çekerim, itiraz eden varsa, çok güzel kayarım lann. Ben sizin bana ne kadar kazandıracağınız ihtimalini sevdim...

Kadın Kolaj Çalışması

Kolaj; Bir anlam bütününü oluşturan parça ve nitelikleri yanyana getirme çalışması..

( İsimlere takılmayın, isimler benden ama olaylar doğru )

Güzellikse, otomobil fuarındaki Çekoslavak manken Tara, gördüğüm en güzel kadın.

Sahip çıkma, bir zamanlar beraber çalıştığım Nida, kendini benim için köprüden atacak kadar.

Zeka ise, 8 yıl arkadaşlık yaptığım Zeyno, zekası zamanımızdan ilerde ama huyları tam tersi.

Oyunculukta, 2 ay çıktığım Mehtap, hem bir melek hemde bir şeytanı oynayabilecek kadar.

Vefada, üniversite arkadaşım Sezen, Askerlikte sigara paramı düşünecek kadar.

Samimiyette, mahalleden tanıdığım Nilay, beni sevdiğini, ama aşkın imkansız olduğunu söyledi.

Paylaşımda, eski işyerimden Nebile, yatak sırlarından, geçmişine kadar sohbetimizden.

Otoritede, öğretmenim Figen Hanım, hiçbir kadının olmadığı kadar,

Mantık konusunda; okul arkadaşım Nevbahar, kendisine olan hislerimde yalancı olduğumu anlattığı için,


İstikrarda okuldan Şebnem, yıllar sonra bile bana ilk bakışındaki hissi verdiği için.

Hayallerimde Leyla, hayallerimin kadını olabilmeyi bunca yıl sonra bile başarabildiği için.

İdeallerimde, sanatçı Nazan, ülkeye neşe getirdiği için, ve ona birgün kavuşacağım için,

Arzularımda; latin kökenli Allice, dünyayı ateşle verecek kadın.

Ulaşılmazlıkta; Hande, ilk aşkın asla ulaşılamayacağını kanıtladığı için.

Sevimlilikte, mahallemden Dilara, hayatı ciddiye almadan hayatı ciddiye aldığı için.

Manada, eski direktörüm Canan, arayışın manasını yüzünde barındırdığı için,

Gizemlilikte; okuldaki o kız, nereye yetişmek için hızlıca yürüdüğünü anlayamadığım için.

Sıradışılıkta, tatilde tanıştığım Zuhal, ruhikizim olduğunu sandığım anda tatilini bitirdiği için.

Hassaslıkta, müşterim İclal, ruhumun resmini görünce araya mesafe koyduğu için.

Delikanlılıkta, patronun eski sekreteri Nuran, çocukken erkekleri dövdüğünü anlatmıştı, ve patron ona asıldığında işi bırakmıştı.

Gerçi oskar ödül töreni gibi oldu, ama sanırım biz erkekler bir kadından beklentilerimizde önce kendi geçmişimizi arıyoruz. Bulamadığımızı görünce de kolaya kaçarak, tek kriterimiz olan -bir an önce sevişip, kaçmak şeklinde hareket ediyoruz.

Buradan çıkarılacak sonuç kadınlar için tabi,

BİR ERKEK SİZİNLE SEVİŞİKTEN SONRA GÖRÜNMEZ OLUYORSA, ONA HAKSIZLIK ETMEYİN, SİZDEN DEĞİL GEÇMİŞİNDEN KAÇTIĞI İÇİNDİR.

27 Haziran 2009 Cumartesi

Kurtlar Vadisi "Tatil"

Ustaa,

Şu çilekli kapuçinoyu getiren kızın boğazını keseyim mi?

Nedenmiş o Memati?

E usta buz getirmemiş, racon mu kesicez kafamı usta.

Yok Memati yok, dur şu otelin sahibi gelsin de ifadesini alalım. Abdülheyy, müdürü çağır gelsin.

Telmannnn, gel buraya.

Buyrun Polat bey,

Telman sen ne yaptığını sanıyorsun, hem dün akşam ayak parmak masajı yapmaya masör kız göndermedin, hemde Mematinin buzu eksikmiş, biz burda bedava tatil yapmıyoruz, senin oteline ruhsat almak için belediye başkanını değiştirdik.

Usta, izin ver şu Telman'ın kafa derisini söküp KELMAN yapayım.

Affedersiniz bay Polat, masör kızlar yanlışlıkla güllü Erhan beyin odasına girmiş, o saatten beri haber yok. Buz konusuna gelince, Memati Buzları sizin limandan almaz isek, seni buza oturturum diye bizim şef garsonu tehdit etmiş.

Ee, Memati hem buz vermiyorsun, hem buz istiyorsun, adamın suçu yokmuş, devlete ciddiyet lazım dedikçe siz işi sulandırdığınız yetmezmiş gibi, işi buzlandırdınız.

Ne bileyim usta, dün akşam ceketin cebinde biraz eroin unutmuş bizim Gamze, boşa gitmesin dedik, hem benim kafam siyasete ermez, ne dediğimi ben biliyormuyum.

Tamam Telman, gidebilirsin, ama bi daha hizmette kusur görürsem, iki devlet tek millet anlamam, sıkarım kafana 6 yıldız birden.

İskender havuzbaşına iner:

Polatımmmm, az biraz sola kayda bizde bir havlu atalım, havuz hepimize yeter, yada Mamati'nin hayatını kaydırayım, biraz konuşalım.

Usta izin ver, şu iskenderin şortunu indireyim, görelim büyükmü, küçükmüymüş.

Dur Memati dur, onunda sırası var, devlette hıyararşi esastır.

Bak Polatımmm, şu senin Eranın varya, beni vuran, masajcı rus kızlar talimatımı bekliyor,

Başbakanı vurduğun, paşaları vurduğun yetmiyormuş gibi, Erhandan ne istiyorsun, tek kolunu aldın zaten, adam tekkolla tektabanca gönlünce rus sevsin, bu mutluluğu ona neden çok görüyorsun?

Dinle Polatımmm, benim Eranla Meranla işim olmaz

İsssskender, beni çıldırtma, ne istiyorsun?

Bak Polatımmmm, hani şu kaldırdığın 150 daire varya, dizi sayesinde aldığın,

Evet İskender,

Hani diyorum, şunları benim emlakçı satsada, devlete fırsat eşitliği getirsek, ne dersin?

Yapmazsam naaparsın,

Senin şu yeni evlendiğin kız varya, Hatice, ona mayo giydirdim, sarı peruk takıp, ağzını bantladım, Eranın kapısında bekletiyorum, eee dost kurşunu anlatabildim mi?

Hah haaa, İskender yanıldın, bu sefer faka bastın, Hatice senin kızın, özbeöz kızın.

Yalan söylüyorsun Polatım, devletin yalanla dolanla işi olmaz.

Valla iki kişinin bildiği sır, sır değildir, devlette paylaşım esastır, durma gönder.

Yine beni yendin Polatımmmm.

Aha şu karşıdan gelenler kibritçi takımı değil mi? Abdüley, yangın söndürü bul çabuk.

Şefikkkk, bu Polat nedir?

Istakoz ağam.

Ne yapılır?

Kaynamış suya canlı canlı atılır, hafif ateşte yarım saat kaynatılır ağam. Arzu edilirse maydanoz eklenir.

Bana bak, kibritle oynama, bi kaza olur, sonra o kibritin yapıldığı ağacı senin....

26 Haziran 2009 Cuma

Su, aş, döşek

Edebiyat yolculuğumda, uzayan kum tepeleri, küçük gözüken devasa yokuşlar arasında bir arkadaş beni kervansarayında ağırlamış, yaz(g)ılarımı beğendiğini söylemiş, yazarak mutlu olduğu şeklinde bir not bırakmış. Sağolsun, şu kavurucu günlerimde bana rüzgar oldu, varolsun.

Ona teknik olarak cevap veremedim ama, eğer tek okuyucusu ben olsaydım, bu küçük notu ile bende yüzmilyon sattığını bilmesini isterim. Teşekkürler sevgili C.S. nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan...

Madem böyle bir teşekkürname aldım, yazabilmenin birkaç ayrıntısını paylaşmak niyetindeyim.

Önce kim olarak yazmak gerektiğine karar vermek, bu şahsiyete bir çizgi belirlemek, ve su gibi olabilmek gerekiyor. Yani su olduktan sonra yolu bulmak kolay ama su gibi olabilmek durumunda en küçük ayrıntıların bile arasından geçebilmek gerekiyor.

Zaman zaman taşmak,
zaman zaman sızmak,
zaman zaman yağmur olup yağmak,
zaman zaman elektriğe kontak yaptırmak,
zaman zaman serinletmek
zaman zaman tarlaları yaşatmak,
zaman zaman eğlendirmek,
zaman zaman her amaca hizmet etmek,
zaman zaman filmlere konu olmak,
zaman zaman gücünü göstermek,

ve zamanında buhar olup gitmek...

mustafamehir@hotmail.com

Dünya Tarihinin Kahramanı MICHAEL JACKSON

Ve dünya süperstarın ışığından mahrum. Kalabalıkların yalnızı Michael, ışıkların ardındaki dramına sonsuza kadar gömüldü ve evren onun eksikliğini hissedecek.

Bugün yaşayan 30 yaş üstü kimse bu adamın yaşamındaki varlığını inkar edemez.

Öyle büyük fırtınalar estirdi, bir dönmemde öyle zirvelere tırmandı ki, onun Nasa ile bağlantısını bile sorgulayanlar oldu. Rakamlar yalan söylemez. Dünya Tarihinin,

En çok satan albümleri
En çok taklit edilen insanı
En çok benimsenen insanı Michael JACKSON'du.

İnsanla ilah arası bir varlıktı, ya öyle sunuluyordu yada öyleydi.

Mahallemizdeydi. Kızları tavlamanın tek esprisi ne kadar Michael olabildiğimizdi.

Amerikan rüyasının baş aktörüydü. Ne yapsa kapışılacak tek insandı.

Popülaritesini yitirmeye başladığında bile, eski eşyalarını satmaya yeltenmedi. Şahsına münhasır derlerya, yaptığı bütün acayiplikler, zirveyi terketmeme inadındandı. Acımasızca, hatta alçakça eleştiriliyordu. Amerikan kültürünü yaymakla görevli ajan olarak bile paramparça edildi.

Öyle bir zirveyi test ettiki, bugün uzay araçları bile bu kadar yükseğe çıkamaz. Ardında yüzlerce imaj yapıcı ile dolaşarak kendini üstün gösterme çabası ile suçlandı. Oysa hiçbir rüzgar ve destek bir adamı bu kadar müstesna yapamaz.

Hiçbir sözümde abartı yok, maykılın buna ihtiyacı da yok.

Yattığın yer huzurla dolsun, müziğin ve hatıran bizle yaşayacak.

Micahel için üç kere

SAĞOL SAĞOL SAĞOL

25 Haziran 2009 Perşembe

DENİZ BALIKLARI YEDİ, KARINCA DAHA ÇOOOK BEKLER.

meşhur söz dizisi derki;

Sular yükselirse balıklar karıncayı, sular çekilince karıncalar balıkları yer.

Çocukken planlar yapardım, kötü insanları yokeden ama iyilere dokunmayan bir esans yapayım, kurbanda biriktirdiğim paralarla uçak tutup, bu topluma havadan zerk edeyim şeklinde.

Herhalde formülün şekerini fazla karıştırdım, kötüler iyileri yemeye başladı.

Yine çocukken düşüncelerimden biride, kendimi süperkahramanların ağababası şeklinde düşünürdüm. Kendimce zor pozisyonlar icad eder, ne kadar süperkahraman arkadaş varsa, onları organize ederek, kötülüğü bertaraf ederdim. Her gece, kendimi uyutmaya böyle başlardım ve rüyamda bu hikayelerin renkli-türkçe versiyonları ile sabaha ulaşırdım. Hatta bunların birinde 12 eylül sabahında, okul için hazırlanmıştım ama beni okula göndermemişti anne-babacığım. Darbe oldu mustafa, sokaklarda başıboş köpeklerden başka gezinen yok.

Rüyamda yaptığım şey, darbe, sokakları kedi köpeğe teslim edecek kadar etkili bir vuruştu, ama onlara söyleyemedim. Zaten okul tatil olmuştu, itiraf işi bozardı..

( 11 eylül'e bile zemin hazırlamışım bilmeden )

Sonra birden rüyalarıma kadın tanımlı hayal ettiriciler girmeye başladı. Kadın denilen istilacı güçler sesimi kalınlaştırdı, tipimi, tüyümü, sivilcemi oynaya oynaya değiştirdiler. Onlara formül geliştirmeye fırsat bulamadım, zira onlarla uğraşmak isterken, ablamı veya annemi tehlikeye atabilirdim.

Artıkın poşetli dergileri yatakarama saklama zamanıydı. Bu dergiler kötü amaçlı kadınların hedef saptırma taktiğiydi. Resimlerdeki kadınlar kendilerini gizemsiz, apaçık sunuyor ama mahalleden, osmanbeyden ve civardan geçen kadınlar ise giyinik ve erkek görmüş gibi bakmıyorlardı. Hedef belirleme konusunda halen daha kaygılarım sürüyor.

Bu her anını dolu dolu ama boş yaşarken yaşadıklarım, halının altına süpürdüklerim, veya nefesle içime çektiğim her toz zerreciği, nufüs kağıdını paslandırmaya başlamıştı. Sentetik veya selülozik hiç bir tiner bu pası sökemiyor, sökmüyordu. Sanırım kafayı sökmek beni kurtaracaktı, ama yedi mahallenin delisinin tanıdığı şöhret, mustafayı, mustafa2 yapmak, kafama saç ektirmek kadar yıpratırdı beni. Birde iki kafa değiştirme arasında kafasız kalmak ihtimalleri..

Bu kadar zamandır, ayrıştırıcı esans ve püskürükler imal etmiştim, toplumu ayakta tutmaya yetecek kadar, ama hiçbirini özgeçmişime yazamıyordum. Normal bir insanın ömründe bir-2 kere yaşadığı yolayrımlarını, günde 3 kere yaşamak kimin umrundaydıki, zaten yaşayanlar bunun bir ay reklamını yaparken ki ortamda...?

En iyisi kendimce balıklarca yenilmek yerine, ben balık yemeliyim diye saf tuttum dalgaların uzak yakınında. Bir yanım pas tutmuş diğer yanımın kemikleri görünmeye başlamıştı belli-belirsiz.

Canım sıkılmasın diye aslen erkek olan kadın görünümlü taraftarıma bile ulaşmaya çalıştım, kanaatlerimi destekler umuduyla, ama o benim kendisine yakın olmak amacıyla kadınlaştığım hissiyle hareket etmişti zamanında, ama varsın; o haklıydı, görünüm herşeydi, görünüm değişimi tetikledi, ve zamanımızda bütün erkek görünümlüler kadın genleriyle hareket ediyor, bu satırları okuyan kişi ile bilmeden kendi şifremizle oynayıp toplumun dna'sını bozduğumuzu kabul eder.

Bilmediğim veya atladığım bir nokta, denizin dna'sıyla'da bilmeden oynamıştık, ve deniz balıklarını yemişti.

23 Haziran 2009 Salı

Röportaç

Selam size,

Kuduruklara hediyem;

-Size Chuck dizisinde Ajan Walker, yani Yvonne Starvoski, Polonya-Avusturalya kaymağı getirdim, ekmeği baldırın yiyin diye....

-Hoşgeldin Yvo, senin dizinin son bölümüde seyrettik, ağzımızın tuzunu akıttın.

-Su değilmi mustafa?

-Valla suydu ama, sana o kadar kavrulduki bu milletin erkek departmanı, sadece tuz kaldı. Kutup ayılarının buzunu erittin kız yosma.

Neyse Yvon, evlimisin, seni dizide sert CIA ajanı olarak ne kadar seyredeceğiz, bide şu Çak'a aşık mısın da o kadar duygulu bakıyorsun bizlere, hedef mi saptırıyorsun?

-İstediğim sorudan başlayabilirmiyim Mustafa?

-İstediğin omuzumdan başla.

-Evli değilim ama 18 imde başımdan bir nişanlılık geçti.

-Dizideki sert ajan Walker aslında aşık bir kadın, dünyanın en sert kadını aşk için mücadele eden kadındır.

-Siz arktiristler bi kerede düz yoldan konuşun da halk inlemesin, Yvo. Bir de Dizideki Chuck olan Zachoroni ile sevdalı halleriniz var,

-Aslında bu aşka dönüşebilir bir şey, onunla çok ruhikiziyiz, ama sanırım ilk olarak konuşmak çok büyük cesaret istiyor, yada hem dizinin selameti için, hemde yaşanacak birliktelikten çok dokunulmamış birer hazine olabilmemiz için.

-Yvo, sen Türkiyeden tanıdık bilirmisin, sanatçı manatçı?

-Mozlem Gourses,

-Ne alaka Yvonne, Türklük mü var serde?

-Hayır, Sosyal Bilimler okudum akademiden öncesi evvelinde, tez konusu olarak SELF TRASHMENT seçtim, nas diyo siz, kendi kendine zarar verme. Tabi kara kara düşünürken, insanın kendi kendine zarar vermesinin sebepleri yazdım gugula, bin yüzüncü sonuca gelmiştim ki, bir sosyoloğun ülkenizde yaptığı araştırmada Mozleme Babanın ve kendini kanatanların resimleriyle karşılaştım. Adamın tipi, dinlediğim müziği ve hayranfanlarındaki etkisini birbir yaşayınca, zihnimde bir arabesk pasaj açıldı. Tezimi coşkuyla tamamladım, ve Müslüm babanın son 22 albümünü satınaldım e-bay'dan. Çekimler öncesi ve özellikle Chuck ile olan romantik-kavuşamaz sahnelerinde bu tiradları dinliyorum.

-Çook şaşırdım, e bi tane söylesen, süpriz olur şavallaşan okuyucuya ve bana.

-Çok zor olacak ama, baba beni affetsin; Dünyaaağ tersine dönseea vazgeğçmeeem.

-Vallla sesinde tarz tutmadı ama resmen oparya gibi söyledin Yvonne,

-Müzik evrensel çünkü Mustafa.

-Peki Yvonne ağzımdaki baklayı çıkarayım, sen bu zamanların en çok arz edilen kadın aktristlerinden birisin. Ama çıplak fotoğrafın yok, sadece standartlarda soyunuksun. Playboy mesaisi nezaman, 1.250 teklif varmış.

-Mustafa, neden diye düşündün mü, hem en çok seksiest seçilmek hemde çıplak foto çektirmemek?

-Neye?

-Çünkü insanlar artık gizemi seksi buluyor, ifadeyi, ruhun yansımasını, mesela benim dizide arkadaşıma özlemler içinde bakışım ne manaya geliyor? Bakmayı denesene?

-Baktım ama doğrusunu sen söyle,

-Onun için herşeyi yapabileceğime, ona herşeyi sunabileceğime değilmi?

-Valla, nasıl bakarsan öyle görürsün ama mutlak doğru senin dediğin olsa gerek.

-Peki Acun seni aradımı, yarışma için?

-Acun aradı ama şunu söylemek için; Paris Hiltonla söz kesmiş, sanırım bana vereceği 250 bin rakamını aşağıya düşüren bir pespaye ile yarışma yaptı, ben ise ona sürpriz olarak diziden sürpriz bir arkadaşımı getirecektim. Şimdi yine aramış ama ona 2013 e çalışabiliriz dedim.

-Yvonne Strahovski, halktan gelen mesajlar diyorki; Cinsellik hakkında ne düşünüyor?

Bu konuda çok karamsarım musti, 18 yaşımda başımdan nişanlılık geçmişti ya,

Bir bahar kutlaması vardı Avustralya'da, nişanlım Benny ile elele kırlarda dolaşıyorduk, bir piknik evine girdik, Benny ailemi tanıyordu, okul takımındaydı ve birbirimiz için yaratıldığımızı düşünüyordum. Oysa annem bana,

-Bak kızım, vucudun tanrının sana bir lütfudur, onu tanrısal amaçlar için kullan demişti, ama belli bir noktaya gelmiştik Benny ile, belki oyunbozanlık diyebilirsiniz ama, Benny, beni bırak dediğimim anda bir canavara dönüştüğünü, bir karabasanın gerçekleştiğini ve piknik evinden çıktıktan sonra Benny ile karşılıklı ağladığımızı hatırlıyorum. Sonra hiçbirşey eskisi gibi olmadı, yüzüme dikkatle bakanlar bir yara görür, 1997 Sydney yarası.

-Çok üzüldüm Yvo, fakat hayata küsmediğin ve burada bu anı paylaştığımız için teşekkürler.

-Mustafa, senin insanlarla konuşma şeklin hızla gelip geçen bir moda gibi, kendimi epey kaptırdım, samimi söylüyorum, sanırım bana bir Müslüm baba konserinde birlikte şarkılara eşlik edebiliriz.

-Allah senin gibi yıldızları başımızdan eksik etmedikçe, ben her yıldızlı konsere doğuştan varım, çok sağol Yvonne Stratovski.

21 Haziran 2009 Pazar

İlk Aşkım; İlk Ayıbımdı...

Ergendim.

O; alışık olduğumdan çok öteydi. Bi kere boyu benden uzundu, yüzüne bakmamak bu yüzden saklı mazeretimdi.

Hayallerime bırakılmış hain bir tohumu, çocukluğumdan gizleyip yetiştirmekti aşkımın manası,

Vücudu; alışık olduğum Nişantaşı komşu kızlarından çook ayrıydı. Kargacık değildi, ne söyleyeceğimi şaşırıp, susarak acizliğimi ve acımasını dilerdim onun çekim etkisinde.

Uzak bir akrabamızın kızıydı, akraba kızı tanımından farklıydı, hazinemdi ama oyuncaklarımdan ayrı bakardım ona örtülere sarıp, kolonya dökerek.

Sanırım o üstün fiziğiyle karşıma çıktığında, beni mahkum etme hisleriyle ruhunu beslerdi. O yüzden; -yüzünden maada, ayaklarına bakardım, onlarda kusursuzdu, ayağına aşık olduğum bu sevimli hayaletin yüzüne varmak eşittir everestlere çıkmak.

Saçları sarıkumral, gözleri ışıklı ve rengarenk, kültürüde sınırdan taşma sinyali veriyordu.

Adını bilmemesi lazım, sadece sonbaharın ulvi manası diyebilirim, yada geç yakalanmış mucize,

Benim talihsizliğim ise çok erken yakalanmaktı sadece.

İsminiz kaderinizdir, size kırkbin kere isminizi söylediklerinde, bin kere isminiz olursunuz.

Ona kendimi sunmak, bir tohumu çürümeye terketmek kadar manasız olacaktı. Bu zirve bana dizçöktürürdü abi...

mustafamehir@hotmail.com

GENELEVDEN KARI ALMAK

Ruhumuza ne oldu deyip deyip durmak ve onu eski albümlerde aramak, görerek onu yakalamak çabası oldukça boşa bir çaba..
İletişim gelişti diyoruz, gelgelelim, komşumuzun öldüğünü ancak yıldönümünde öğreniyoruz. Akrabamız çocuk doğuruyor, çocuğu ancak mezuniyet töreninde görerek doğumunu kutluyoruz. Hani insanlık suçu derlerya, bunlarda kişisel insanlık ayıplarımız.

İletişim eğerki insanlar arası ruhsal diaolog yaşıyorsa var demektir. Şu an okuduğunuz fikirler asla bir iletişim değil, aradaki aracı makine ve kabloların size taşıdıklarıdır. Benden aldıklarını..

Bu tehlikeyi farkına varamadan algılayışım kızlarla ilk telefon görüşmelerimde yaşadığımdı. Telefonki sadece sesti ve kendi beyanlarımı hayaldünyam ile süsleyerek çok daha özgüvenli iletişiyordum. Sonra gerçeği karşıma geliyordu. Yemek yiyen, soluk alan, uzayda yer işgal eden, yüzüne sürdüğü boya kusurlu olan, masrafa yol açan, benim zirve kaliteme ulaşamayan dişi insanlarla diyaloğum, yani sesin sahibiyle olan, gerçekle olan diyaloğum sorunları bölünerek çoğaltıyordu, kısacası, kayboluyordu telefondaki sihir. Telefondaki bin kelime, gerçeğine bir kelime kadar etkili değildi.

Meselemize dönelimden önce, ilk öptüğüm kızın ağzı koksaydı sanırım ömür boyu androjen bir adam olma tehlikesi bile vardı. Çocukken beni köpek ısırması etkisi gibi.

Evet iletişimde ruh aktarımı yok; etkisi güngeçtikçe erimekte. Yani ortam müsait değilse iletişim kayboluyor, biz iletişmiyoruz, "iteleşiyoruz," mesaj paramparça olunca, anlayışın anlamayışı zuhur ediyor. Artık hissedilen tehlikeyi geçtik, "kaç gün ömrü kaldı iletişimin," oradayız..

Hapsettiğimiz ruhları denizin dibinden çıkarmak, ve iletişimin sadece insandan insana gerçekleşebileceğini kendimize yedirmek zorundayız. Eski kült filmlerdeki klişe başlığıma, "kerhaneden kadın alma" ritüeline ne kadar ters baktığınızı biliyorum. Aşağıladığınızı biliyorum. İletişimsizliğin yarattığı karton dünyanıza ne kadar arabesk geldiğinide anlıyabiliyorum.

Fakat bu olayın gerçekleşebileceği kadar insandan insana akan o saf iletişimin nelere kadir olduğunuda sanırım görmek mümkün. Kalıplarınızın yarattığı iletişim bloğundan arada derede sızan kablolara bağlı iletişimle siz;

KERANEDEN KARI ALAMAYACAK KADAR İLETİŞİM BOZUKLUĞINDASINIZ, VEYA BİZLER BURADA KERANEDEKİ KARI SIFATINDAYIZ, RUHUNUZ İSE SİZE UZAKTAN BAKMAKTA BİLE ABES GÖREN DAMAT KISMETİNİZ....

mustafamehir@hotmail.com

Avrupa Uçuşu başladı. ( Romatik-Erotik Anı ) Böl. 2

Uçağa giriş, acaba düşermi, düşerse öte tarafta benim için ne tür hazırlıklar yapıldı. Pist başı, kaptan-ı uçağın rahatlatan konuşması, bir uçak yolcusu segmentinin bu kadar çeşitlilik göstermesine hayretler. Birde, benden dokuz sıra önde oturan kızıl. Bir ara arkaya baktığındaki o lütuf yüzu, o yumuk ama soylu bakışa hayranlık, beni çeken bir gizem, onu banyoda saatlerce kendine yaptığı bakımda görünmez adam olarak seyir etmek düşüncem. Üstüne yorgan olarak çekmesi ihtimaline methiyelerim. Ama dokunursam kaybolacak bir peri masalı ( fair tale ). Ona attığım hayalet halatı farketmesi, belkide bu yüzden, sırf bu yüzden uyuma/dalma halinden vazgeçmesi. Onun dişiliğini kendine hissettirecek birine mi sahip, yoksa kadınların sonsuz arayışı ( duplikasion rölativite ) varmı, yoksa ona kendimi sunabilmenin yani bir yanlışın dört doğrumu yeme ihtimalleri.

Bu kadar huzurla uyumak bile zamanımızda bir ayrıcalık, arkadaşım Kemal hafif dürttü ve;

-Uykucu, Cenevre'ye dayandık, git bi yüzünü yıka, birazdan pasaport kontrolünde terörist muamelesi göreceğiz, sorulara uyanık olman lazım. Hadi bakalım.

Ve onun yanından geçmek, sanırım bakışlarımın merkezinde olduğunu anlamış, arkamdan lavabo kabinine gelmez mi? Bende hakettiği hayranlık, gözüme vurmuş, ona yıldızlı bir samanyolu olarak akmakta.

Gayriıhtiyari; Merhaba, dedi. Allahım şu kadınlar çekimi ne kadarda kuvvetli algılıyorlar..

Merhaba, Cenevreyemi?

Normalde bu soru şehirlerarası otobüslerde sorulur ama sanırım ortamın kuvvetli çekiminden bir espri tutuşturmuştum.

Cenevrede ajans mankeniymiş, fuarda vıp açılışın favorisiymiş. Kardeşi bizin markanın PR yönetmeniymiş. Üniversiteyi Kanada'da bitirmiş, ama Bilkent elektroniğe devam ediyormuş. Sosyal yardımlar gönüllüsüymüş. Tv programlarında editörlük, Halkla ilişkiler süpervizöreliği, CEO asistanlığı, yani bir çocuğunuza en ideal annenin bütün özelliklerini taşıyan, ama sadece hayran olunacak dört dili bilen dördünüde yarım, aynı zamanda, Ortaköyde tavla ustası, yerli dizilerin yorumlarında usta, sizin konunuzu sizden iyi yorumlayacak kadar, bir o kadar yakın, bir o kadar ulaşılmaz ilahi bir varlık.

Her bir maddeyi epeyi epeyi konuştuk, haa bu arada ismide Ceyla, arada kendi söyledi. Neredemi,Otelimizde, onun odasında, onun hazırladığı hazır çorbayı içerken, ( Cenevre otelleri fena kazık, her seferinde hazır çorba götürecek kadar da bizden ) ama ruh ikizliği protokolüne aykırı hiçbirşey olmaksızın, olsa olmazmıydı, elbette olacaktı, ama Ceyla sadece paylaşımından ötürü bile sadece hayran olunabilecek bir cennet kızıydı. Hatta ona İlgiyi anlattım, öyleya bu kadar nitelikli bir kıza ne ile karşılık verebilirdimdiki? En yakın arkadaşıma bile anlatamadığım bir taze yatak hikayesi. Belki öküzlük ama, Ceyla hayatımın en yakın uzaklığıydı. Soyundu, ertesi gün giyeceği ışıltılı fuar kostümünü göstermek için, bir saatir tanıdığı bir araba satıcısının karşısında. Kibarlık babında, çıplak kaldığında arkasını döndü, aynadan gözüken göğüsleri ise tablolarda resmedilecek estetikteydi. Sanırım yüzlerce hayranı olan bir kızın bu kadar yakınında olabilecek bir ruhun, onun muhteşem göğüslerini görmesi en ulvi hediye olsa gerek.Kostümü giymesi ile doğal ışıltısına yıldızların ışığını eklemişti. Dedimya, bu kızın tenine değecek bir ten, yaratılmışa en büyük haksızlık olsa gerek. Açılış dansını sergiledi. Balemsi, sportif ve duygulu.

mustafamehir@hotmail.com

DÜNYAMIZIN ÇÖKÜŞ AGRESYONLARI

Krizlerin çöküş dinamiklerini size vereceğim. Bakalım Türkiye ile bağlantılarını bulmaya ne kadar yakınsınız. Ülkeden bahsediyorum, tıklamadan geçmeseniz iyi olur! Evet okutma etiğine aykırı olsada, üstüne basa basa, kaosun şifrelerini algıladığım kadarıyla okursan iyi olur.

AGRESYONLAR

Kadın Faktörü:

Kadınlar amaçtı eskiden, hatta erkekler kadınların peşinden kutsal bir amaç olarak koşarlardı. Gençliğimde. Erkek öğrenci olurdu veya çırak, sonra kalfa, sonra usta, sonra patron, bu dna şifresini adımladıktan sonra kadın içgüdüsünün peşinden koşmaya hakkı olurdu. O sürece gelinceye kadarki bütün gayreti, toplumun gücünü oluştururdu adamın. Bir ödüldü kadın.

Fakat şimdi daha çırak bile olmadan erkekler istediği kadını elde edebiliyorlar. Çekirdeği parçalayıp dışarı çıkarak kadına ulaşıyorlar, ve toplumu yürütecek enerji açığa çıkmadan kadının üzerinde yokoluyor. Ekolojinin şifresi bozulduğu için, diploma daha birinci sınıfta verildiği için...

Teknolojik Faktör:

Aklı jet nesil, bazı işlerin yapılmasını teknoloji ile çok daha ucuza ve pratik yapmanın yollarını raporlamaya başladılar. Bazı meslekler yokoldu. Postacı, muhasebeci, küçük imalatçı, pazarlamacı, kontrolör, yazıcı, kazıcı v.s. Bir işletme işgücünün ortalama yüzde 45 ini işten çıkardı ve daha çok pazar payı kazanacağını zannederken, öyle olmadığı kafasına dank etti. Çünkü kazanmaya çalıştığı pazarı işten çıkardığını ancak son nefesinde anladı. Bu gidişatın kaçınılmaz bir sonu bir karamizah ama, teknoloji zamanla kendi teknolojisini yeniden tasarlayacak kadar geliştiğinde, teknoloji geliştirici insanlarda devre dışı kalacaklar.

Sanalizasyon:

E-ticaretin ulaştığı nokta ve sağladığı pratiklik sonucu insangücü obezleşti. Sadece hayatta kalabilecek enerjiyi üretebilecek hale döndü. Artık maça gitmek yok, sanalını oynuyorsunuz, artık markete gitmek yok, ayağınıza geliyor, artık çocuğunuzla kaliteli vakit geçirmek yok, bilgisayara bağlıyorsunuz diyalize bağlar gibi, artık ticaret seyahati yok, görüntülü maille sipariş veriyorsunuz, artık severek ve sevişerek evlenmek yok, sanalvizyonla tatmin oluyorsunuz. Artık insanlar arası kinetik enerji alışverişi yok, bilgiye tektuşla bağlanıyorsunuz. Nasıl ki şikayet ederdiniz ya, okulda bize kullanılmayacağımız bilgileri ezberletip duruyorlar diye, işte kendi kuyunuzda boğuldunuz. İnternet anlama değil, ezberin ta kendisidir.

Şarlatan Rekabet:

Rekabetin ruhu daha ileriye konseptinden uzaklaşıp, rakibi yoketme aksiyonuna döndü. Artık bir köşe kapmaca, bir rakibi silmece, bir afyon ile tüketiciyi hayvanlaştırma yöntemleri ayyuka çıkıyordu. Komşusunu öldürmeyen bize dahil olamaz çetesi bayrağı göndere dikti. Büyüyen mafyalaştı. Mafyanın hamuru olmadan hiçbir çatı dikduramaz hale geldi. Rekabet ilkesiyle hareket edenin tabancası belinde ve bıçağı keskin olmalıydı. Keskin değil kanlı olmalıydı. Aciz rekabet edemez sadece şarlatanlık edebilirdi. Genel rekabetin tanımı artık kişiler arası rekabete döndü. Ayak kaydırma, yemleme, ağzından laf alma, tuzaklama, dinleme, özele girme, zaafları afişe etme, kamplaşma, vamplaşma, daha birsürü terim artık damarlarımızı aşındırıyordu. Tanımlar değişti, müdürüyle konuşan kadın orospu, müdüresiyle konuşan erkek jigola, erkekerkeğe takılmak ibnelik, kadınkadına takılmak lezbiyenlik, camiye gitmek gericilik, camiye gitmemek misyonerlik, eve gitmek kılıbıklık, konuşmamak sinsilik, konuşmak tehlikelilik. ve miğdemizi bozan bir sürü çarpıklığın temelinde rekabet denilen temelsiz nifak vardı. Esas düşman bize bütün dostlarımızı yokettirdikten sonra bizi suçlu ilan ederek, yerimize yeni kurbanları koyacak.

Magazin Faktörleri:

Fransız devrimine giden yolda pasta ve ekmeğin rolünü biliyoruz. Bize televizyonda sunulan lüks yaşam, güzel kadınlar, yakışıklı erkekler ve hedef saptıran yayınlar sayesinde, evimize, tezgahımıza, o güzel bahçemize, huzurlu sokağımıza ilgi duymamaya başladık. Kadın tanımı: Sarışın, mavi gözlü, dev memeli, yuvarlak kalçalı, her daim seks tahrikçisi ve pürüzsüzdü. Erkek tarifi: Uzun boylu, yakışıklı, baskın, kadınsı, şiirsel, maceracı ve herşeyi bilen, kadını herseferinde tatmin eden, onun her istediğini yapan masalsı yaratıklar.

Uzağa gitmeyin, bu figürlerin hepsi hayallerodasında hesaplanmış ve birbirine yapıştırılmış ikonlar sadece. Neyi mi düşünmemiz istendi bu kuklalar sayesinde: Kendi hedeflerinin değil bizim sana gösterdiklerimizin peşinden koş, bu yolda tüket, bu yolda yoket.....

Din Yorumları:

Dindeki yapıcı bütünlüğün temel etkenlerine sistematik olarak saldırı sürüyor. Yorumu size bırakarak bu karşılaştırmayı yapmak istiyorum.

İsraftan kaçın x Tüketerek var ol.
Faizden kaçın x Faizi yaşa ve uygula
Yalan söyleme x İmaj herşeydir.
Allah rızası için çalış x Kendi çıkarın için babanı bile tanıma
Akrabayı gözet x Sadece kendine vakit ayır
Zina yapma x Bodrum gecelerinde neler oluyor.
Aşırılıktan kaçın x Sınırlarda yaşa
Çalışana hakkını zamanında ver x Kapıda bekleyen bir sürü işsiz var
Alınteriyle kazan x Dolardan yuroya ordan tl'ye ordan borsaya geç.

Dediğim gibi, yorumsuz..

20 Haziran 2009 Cumartesi

AVRUPA UÇUŞU ( Romantik-Erotik Anılar ) Böl.4

Arkadaşlarla mesaiye başladık. Kemal YURTERİ yanıma geldi.

-Hiş, hişş, amcaoğlu, yorgun gözüküyorsun, sana bi kahve getireceğim, direktör seni sordu durdu dün gece.
-Ne diyorki topoş, o ömrünü burda geçiriyor biz 2 günlüğüne.
-Ne bilimm abi, uçak tutmuş filan dedim, beni kontrole gönderdi, uyuyor dedim. İnanmadı ama, şu yarına kadar sende zıplamayı bırak abi, biraz kollektif takılalım.. dedi.

Kemal herzaman doğruyu söyleyen adamdır. Buna rağmen benim sattığımın yarısı kadar araba satar ama bilgelikte benden yukardadır.

-Vay beyzadeler, ne tasarladınız bakalım süpriz babında?

-Abi direktör dediğin adam varya günahını alma, bize sitiprize götürecek, ordanda seç beğen yapıcaz, artı bedava uçuş, ama sır olarak kalmasını istedi.

-Ya kemal abi, ENBE olmasın bu direktör?

-Yok abi gelirken uyardı geçen sene gelenler, Fredrikle takılın, otoriter ama baba adamdır dediler.

-Lan oğlum, İsviçreliden babamı olur, olsa da, pezevenk bu baba, nasıl iş.

-Sen saat dokuz gibi kaybol, jantileri çek lobide bekle abi 3 kişiyiz, fredbaba bizi everecek akşama.

-Lan öyle olsun, adam babalık yapmak istemiş madem, bu akşamlık evlatlarıyız anasını satıymmm.

Kasvetli gün son kürekleri çekerken, bütün konsantremi topladım, odama duşhane olarak kullanıp, lobiye indim. Kemal ve arkadaşı sıkıntılı sıkıntılı bi köşeye tünemişlerdi, ben aslında kollektif çapkınlık tarzının adamı değil, birebirde romantik erotik olma ekolünün adamıydım ama silah arkadaşlarımı kıramazdım.

Frederik lobinin kapısından göründü ve el şaklatarak bizi çağırdı.

NightCat swedish pup o gece çok bereketli ve ışıklar içinde yüzüyordu. Buraya yanlışlıkla bir bomba düşse inanın, otomotiv dünyasının en az 10 senesi kayıplara karışacaktı, yetişmiş insangücü açısından.

Striptizi izledim, votka martinimi, salladım ama karıştırmadan içtim. Kemal terli, arkadaşı sessiz, fred ise şen şakrak ve uçuşlardaydı. Evrensel olarak benimle piste çıktı, kalabalıktan tuttuğu bayanlarla dans ettik, gürültüden isimlerini duyamıyordum ama yorgunluğuma değer bir trafikten geçtiğimide kabul edin.

Sonra, casus filmlerindeki gibi Frederik bizi, ardışık düzende bir tünele çekti ve karşımızda klasik bir seç beğen al sahnesiyle karşılaştık.

Frederik kırımızımsı sevimli suratıyla,

-İşte turkos, size avrupa lokumları, dikkat edin aşık olmayın, aralarında profesyonellerde var irrasyonellerde. Dedi. Yani macera arayan avrupa kadını, olarak anladım. Dans eden bir tanesini içkiye davet ettim, ortam daha sessizdi.

Geldi kalabalığın arasında.

Buz bir jean, beyaz bluz ve bandanası vardı, bluzü gögüslerinin altında bağlıydı. O ışıkların arasındaki şelale, yanımda bütün inceliğiyle oturdu.

-Hello guys, this is Oxena.

Elini uzattı, sanırım profesyoneldi, bütün profesyonelliğimle,

-This is mustafa, partnership all night yu niceee dedim.

Acele lafa girmeme kızarcasına elime hafif vurarak,

-Mustafa drink samtink please,

Ben gayriıhtiyari ne içecen bebek dedim ama ingilizcesini unuttum.

Yüzdeyüz Türkçe,

-Sen ne içersen onu; dediği anda dondum ve hakkımdı,

Şaşırma kocaoğlan Türkiyede 3 sene çalıştım. Ve başladı gurbette gurbetçi bulmanın sihiri.

Otele kedi adımlarımızla çıktık, ufak şirin bir dağ oteli, Wondertime apart.

Odamıza çıktık, serinlemek için sırayla duşa girdik. Önce o.

Çıktım, dişlerime fırça çektim, badi losyon, bornozumla odaya girdiğimde Oxi ise yatakta TV seyrediyordu. Enteresanı, Türk kanallarından biriydi, oradan Türk klip kanalına ordan dizilere zap zap gidiyordu. Bizim dizilerde beğendiği oğlanların kritiğini yaptı, leman sam'ın Anladım klibini izlerken gözleri hafif doluydu, hakan isimli bir türkten hamile kaldığını, çocuğu aldırdığını, hemşire olduğunu, annesine para gönderdiğini ve yukraynadan 2 tane ev aldıklarını, vesair ruhikizini bulmuşcasına bütün hazinesi olan hızlı yaşamını anlattı. Bana hangi arabayı almalıyım diye sordu, bütün mesleki birikimimle ona karşı markadan bir aracın onun yaşam profiline daha uygun olduğunu, ama yakıt tasarrufu isterse bizim markayı almasını söyledim. Ona telaffuzunun aynen yurtdışında yaşayan Türk kızları gibi olduğunu söyledim. Karşılıklı seranad gibi geçiyordu dialoğumuz, Ona isminin anlamını sordum, savaşçı prenses Zeyna'nın adını taşıyormuş.

Acaba dialoğumuz kerhanede hayat kadınlarının icraat öncesi muhabbetiyle ne kadar özdeşti bilmiyorum ama, bunun bir aşk öncesi özümseme seansı olduğu kesindi. Veya fahiş olsa bile kadın, değer verilmesi gereken varlık olduğu mesajını aktarıyordu gece boyunca. Ve cevaplarımdada onu bir gerdek gecesi mertebesine eriştirmeyi amaçladım en azından.

Aslında sohbet daralmıştı, o artık benimsediği "hemşehrisinin" dokunuşunun vakti geldiğini anlamıştı, veya kadınlığının organik saati vurmaktaydı.

Bana içini açtığı derin sohbetimiz ister öz olsun ister mesleki uzmanlığı, veya hemşirelikten kalma içgüdüsü, Oxena ile ruhlarımız uzayda çarpışmış, dünyaya parçaları ateş olarak düşmeye başlamıştı.

Kalktı, loş ışığı söndürdü, iç çamaşırlarından arındı, bana sessizce bakıyordu, ayışığı ise bir insanın vücudunu ancak bu kadar ölümsüzleştirebilirdi. Zihnimin ekran koruyucusuna kaydettim. Kusürsuz bir beden aynı zamanda bu kadar fütursuz olabilirdi.

O uzun geceden aklımda kalan ise, sevişirken asla mesleğini yapmadığıydı.

Zürih benim için artık dünyanın başkenti.....

mustafamehir@hotmail.com

AVRUPA UÇUŞU ( Romantik-erotik Anılar ) Böl.3

Fuarın VIP günü Cenevrede. Etrafımda devlet başkanları CEO'lar, CEO'msular uçuşup duruyor. Zenci korumalar kalabalığı yarmaktan bitap, kamera ve deklanşörlerin ışığı ise adama nöbet geçirtir derecede. Suikast, cinayet, bıçaklama, arbede, taciz ve benzeri bütün aktiviteler için ortam çok uygun. Ben ise markamızın standında, 24 kamera altında, 40 derece yada 76 fahrenaytta, enerjimi ısı enerjisiyle şarj yapıyorum. Sakinlik özlemi ve damakyaran bir susuzluk içindeyim.

Ceyla'nın baledansını izlemeye diğer fuaye'ye geçtim. Ceyla'nın işinin sadece profesyonel dans olmadığını bilen tek sırdaşı benim. Bu dahi kızlardan biriyle 2 yıl öncesinde, Türkiyede, çoook güzel Çek Helena ile tanışmıştım. Rahmi Koç ve Kürşat Tüzmen'in açılışını müteaakip. Helena öyle güzel bir afeti evrandı, onunla fuarda yabancı dil bilen tek fuarmen olarak 2 saat boyunca kalabalıklar arasındaki yalnızlıkta sohbet ettim. Desk arkasında yanıma geldi, otel servisini kaçırmıştı, ve bende onu Yeşilköy sahilinde, bir şalbattaniyesine sarıp, omuzuma yaslayıp, onun uykusunu seyretme şan'ına eriştim. Ülkesinde kabineye girebilecek bir kariyer'e sahip kız, Yeşilköye inen kalkan uçakların ninnisinde elimde uyuyordu. Emanetti. Sanırım uykusu çok huzurluydu, bebekler gibi uykusunda muzur gülüşmeler yapıyordu. Güneşin doğuşunu bile o gülüşlere tercih edemedim. Cebimdeki son beş lirayla onu bir taksi yardımıyla kaldıkları otele, teslim ettiğimi de gündönümü kadar net hatırlıyorum. Sonrada Sirkeci Trenine kaynak yaparak bindiğimi...

Ceyla'nın dansı yeni bitti, içeri hızlı adımlarla katlederken gizlice "farkettim seni" vücutdilini yaparak desklerde kayboldu. Mekanıma yürümeye başladım. Karşıdan gelen beyazlar içindeki bir çirkin ördeğe odaklandım. Şu gos vispırır dizisindeki akıllı, hırslı, kadınlık ikonu kadına ne kadar benziyor 20 metreden. 1o metre, 5 metre. Evet O! Jennifer Love-Hewitt denilen, en anaç seksi, kısa, dolgun, iğreti bacaklı ama fışkın göğüslü cennet anası,

Hı jeni,

Koca bebekli gözler yorgun ama sevgiyi odaklayıp sunmayıda gayet iyi biliyorlar.

Helo diyır, dı yu now werisdı gm factory, or which hall?

Allahım, ölürmüsün, sonsuzlaşırmısın. J.L.HEWİTT. bana adres sordu. Melekler, kaydedebildiniz mi?

Yes mam, falo mi, iş budur abii. Jeni Hewitt, falows mi.....2009 mart. nokta..

Sıkıntılı fuar benim için bir gizli bahar bahçesi olarak dönüştü. Jeninin zarif parmaklarını tutuyorum, onu ışığa götürür gibi. Yürüyüşü mankenler gibi, beyaz kostumü bir kuğu, taşkın duyguları eşliğinde. Sanırım içimdeki saf sevginin billur enerjisi ellerimizden birbirimize akmakta. Karşıdan gelen insanlar ise Jeninin ışığında hayallerine bakıyorlar. Sonsuz bir özleme kapılıyorlar, aşık olup yıldızlara bakmak hayretiyle, umuduyla, hasletleriyle, nakış nakış...

Diyaloğumuz, haliyle Türkçeleşerek,

J. İsmin var mı?
M. Masti, ( Mustafa diyemedim )
J. Memleket?
M. Türkiye.
J. Benim diziyi izliyor sen ?
M. Şu küçük kızın ailesi kaza yaptıda, yüzü yanmış çocuk hayaleti küçük kızı rahatsız ediyor, en son onu yayınladılar.
J. iki günde çektik, o kız benim kuzen, ohaiyo koleji artist mektebine gidiyor, yakında daha çok görünecek.
M.Senin zekan ve hırsının bitiğiyim, hani fan diyorsunuzya onun devletbaşkanı seviyesi.
J. Yalnız mısın Masti?
M. Kalabalıklar arasında,
J. Gülümsedi, dişleri gerçek sütbeyazı, kahkahası doğal, yorgunluğunu silmiş.
J. Neler yaparsın?
M. Evrensel kadınları yakından tanımak için yanar tutuşurum. İzin verirse onlara dokunurum, ve hayatım boyunca bu anı yaşayarak geçiririm.
J. Öyleyse 303 ritz Carlton, GM adına oda, kapıda speşıl gest 303 de, saat 10 olurmu?

O andan itibaren Mustafa saat 10 olması için zamanın ateşini körükleyen adam. Ayrıntılar çöpe.

Saat 10, kapıdayım, parolam ile kapıyı çalıyorum. O açıyor, Miss Jenifer - Love HEWITT,

Saçının rengi biraz daha koyu ve ıslak, cildi buhar banyolu, üzerinde herzamanki beyaz bir gecelik, gögüsler şirin ve görünük. Öpüşseniz bile baba olacaksınız hissi veren uhrevi kadınlık. Ayak parmakları, inci terliği, bir kadın, 7. boyuttan Jenny...

Odasındaki buharlı jakuzi geniş ve gül yapraklarıyla bezeli. Aslında konuşmuyoruz. Sanki otele erkek atılma ritüeli, atan Jenny.

Beyaz elbisesini bronz teninden çıkarıyor tansiyonumun müziği eşliğinde. İşte gerçek Jenny.

Gögüsler ve kalça erkeğe sunulmuşluğun kanıtları, daha ne diyeyim. Seviye farkları, geçişlerdeki uyum, dirilik ve çağrısı, ses dizideki özenilmiş sesin daha berrağı, Jenninin sesi..

Dişlerin sırrını öğrenmek için soru sormak anlamsız. Jenny!nin dişleri.

Işığa gidilecek an, final, gecekondumuz jakuzi, nişanımız dudaklarımız, iniltilerimiz düğünümüzün dans müziği, ruhumuz tek, benim ve jenninin ruhu......

Bu dizi asla bitmemeli. Bu Hewitt hanımefendi ekselansları beni gerçek bir rüyada ışığıyla buluşturduğu için.....

Birde bana giderken "-bay bay Mr. Ayışığı" dediği için.

Cenevreden şimdilik sevgilerle.

17 Haziran 2009 Çarşamba

Şahan BOND'a Karşı

Şahan, yapmış olduğu filmlerden gelen 3.24 milyon Ayuro ile hangi yatırımlara karar vereceğine karar verdi. Tam yedinci defa. Ama bir türlü amatör fikirgücü bu konuda işlemiyordu. Gidip üç tekerlekli ATM cihazı aldı. Yine olmuyordu. En iyisi Tarabya'da kiraladığım gizli çatıya bu akşam dansöz Pelini çağırmak diye düşündü. Onunla yapacağım yuvarlanmalar organizmamı şarj eder ve düşünebilirim belki dedi. Pelin on bini pozisyon başına ve onbinide suskunluk yasasına dair, toplam yirmibin ,hizmet bedelini peşin alan bir profesyonel dansçı ve dansözdü. Mesleğini uzakdoğu ve Afrikada ihtisaslaştırmış bir afeti evrandı. Ama Şahan her seferinde ona Doğa kadar değer verdiğini söyleyerek, yüzde on kadar indiriyordu bindirmeler sonrası.

Aniden Şahan'ın Nasa destekli telefonu çaldı, arayan dışişleri müsteşarlığıydı ve Şahan'a ödüllü gişe filmleri kapsamında Londra'ya davet aldığı söylendi.

Şahan: Bi yanlışlık olmasın, bizim film nire Londra nire desede, işin içinde devlet yordamı olması onu özel planlarından alıkoydu. Peline rezervasyon karşılığı 5000 lira EFT yaptı cepten. Birde sms olarak bir demet papatya imajı gönderdi.

Ertesi gün Yeşilköyde Recep olarak deklanşör ve kameraların karşısındaydı.
-Efendim ne işiniz var Lonra'da Şahan Bey,-Tavuktan kaçıyorum.
-Peki Doğa hanım size eşlik edecekmi?
-Höytt, kadın kısmısının yeri evidir leynn.
-Peki şahan bey, Cem YILMAZ'ın Yahşi batı filmi hakkında düşünceleriniz?
-Londradan ülkeme güzel bir ödülle döneceğime inanıyorum.
-Şahan bey, Şahan bey, sizi bu kıyafetle uçakta gören yabancılar ne düşünecek?
-Ulan sarışın cıbıldak karılar Alanya'da Türk erkeği hakkında ne düşünüyorsa yıllardır aynısını düşünecekler, itirazı olan varmı? diyerek toplumsal taşlamasını ve düşündürme zekasını gösterdi ve uçağa doğru adımladı.

Uçak saat 17.25 gibi Heatrowda piste indi. Londra Kültür Encümeni, Şahan ve Menejerini karşıladı. Bentley onları apronda bekliyordu, ama Şahanı tek olarak bindirdiler araca. Şahan lisede öğrendiği ingilizcesiyle:
When ceremony starting? dedi.

-Me, Sir Edward DARKWOOD, nice to meet you Mr. Şayn, Annual Awards ceremony starts at pm Nineteen o'clock. But there is a suprize, demesiyle Şahan'nın yüzüne bir sprey sıktı. Şahanın bitiremediği cümlesi: Ananı pe..e..z......

Şahan çocukluğunun paslı karyolalarından birinde başağrısı ve inildemelerle uyanma alametleri gösteriyordu. Etrafa göz gezdirdi. Sıvasız, rutubetli duvarlar, penceresiz ve küf kokulu bir ortam, basit bir komidin ve demir kapı. Kendi kendine söylendi: Ulan anasını vay be yapayım, biz buraya ödüle geldik, kimbilir neredeyiz, şakağımı ..keyim.

Demir kapı birkaç zorlanmayla açıldı. Kapıdan giren kişi, Sir Edward, yani sakal ve bıyığını çıkarana kadar, bir el selamı ile konuşmaya başladı.

-Demek uyandın, sana iki kişilik doz verdik halbuki, başın ağrıyormu?

Şahan:Bak abi bura nere bilmem ama kıyafetime bakıp aldandınız, ben sinemacıyım yanlış adamı aldınız deyince;

-Kesinlikle doğru adamı aldık, 1975 hatay doğumlu, yani 31 plakan yokmu, var, yardımcı skeçlerden ve tiplemelerden çıkıp, el kamerası ve 150 milyara film çekip, 7 milyon kişiyi salona çeken filmlerin senaristi ve başrolu değilmisin, evet kesinlikle doğru adam.

-Abi sen Türkçe konuşuyorsun, hallerimi bi yol anla, tamam o adam benim ama, ben niye buradayım, sen nesin kimsin yahu nerde festival nerde sinema abi, ne işsiniz yaa?

Ben BOND, James BOND. memnun oldum, votka?

Abi ne Jamesi, ne Bondu, oyunmu oynuyoruz burada, içmiyorum lan votkanı, ya derdini söyle, diyerek filmlerindeki repliklerden sergilemekten geri durmadı.

Bond:Bak Şahan misafirimizsin diye lagaluga yapmana anlayışla bakarım ama sana bazı değerlendirmeler yapacağım.Yaptığın filmlerle ilgili, ama önce delikanlı gibi şu kahveyi al eline, hah şöyle.

Bak ben İngiliz kültürünüde temsil eden evrensel bir değerim. Filmlerimde o zamanın en teknik ekipman ve uzmanlarını kullanarak, eleme yapılmış senaryolarla dünyanın karşısındaydım. Filmlerim 30-35 milyona maalolurdu ama gişesi ortalama 45 milyon getirdi, yani asla 10 katı veya yüz katı değil. Filmlerimde adam öldürürken bile kibardım ve görselliğe önem verdim. Asla ozurma, geyrme, zıçma replikleri yapmadım. Bizi zamanın ülkeleri kendilerinde çekim yapalım diye devlet seviyesinde çağırdılar. Otel ve tatilköyleri değil. Filmlerdeki çekim tekniği, tiplemeler, ve diğer tüm unsurlar onyıllar boyu taklit edildi. Ucuza kaçmak ve seyirciyi enayi yerine koymak gibi altmaddelerin esiri olmadık. Sadece daha az popüler birkaç film yaptık aceleyle. The Times v.s dergilerde ciddi şekilde ele alındı bu filmler. Asla parasını bastırıp reklama sığınmadık. Zira gittiğimiz heryere reklamımız gitmişti bile. Filmlerde araştırma geliştirme ve mekan seçimi gibi konularda bile milyon dolarlık bütçeler harcandı. Bize gelerek siyasi reklamımızı yapın diyen o zamanki kominist veya diğer aşırı uçlara itibar etmedik, biz bildiğimizden ve yaratıcılığımızdan başka sponsor görmedik. Bir keresinde İstanbulda bazı çekimlerimiz oldu, o insanınızdaki misafirperverlik ve olağanüstü ilgi hayranlık ve tevazuya hayran kaldım. Atatürk size dünyanın en değerli miraslarını bırakmış, ve insanınız olağanüstü işler başarmıştı. Halen daha orada yediğiğm baklava ve Türk kahvesini özel olarak gönderiyorlar, hemde hiçbir ücret veya reklam talebi kabul etmeden. Peki film bittikten sonra gizlice Hiltonda 15 gün kaldığımı ve tüm İstanbulu keşfettiğimi biliyormusun? Serencebey yokuşundaki ıhlamurlar ıtır ıtır kokuyormu, Beşiktaştaki tramvay hala işliyormu, Salacaktan Kızkulesine 5 kuruşa tekneler işliyormu, Galata köprüsünde lokma satan kirkor amcanın dükkanı ne halde? Pitoresk şehir hatları vapurlarında genç kızlar ıtri şarkılar söylemeye devam ediyorlar mı? Beyoğlundaki takım elbiseler, fötr şapkalar ve Bobstil delikanlılar sinemamaların önünde kuyruktalarmı?

Şahan önüne baktı. Derin suskunluğu aslında boğazına düğümlenen hıçkırıklarına işaretti. Hayır abi, onlar kitapların resimleri sadece, ben bu resimleri seninle daha net gördüm, Allah razı olsun, sağol, ama bana kendi kültürümü bu kadar hatırlatmandaki nezaketin eşsiz ağabey. Ben bu filmleri yaptığımda kimse beni uyarmadı, senin hayran olduğun bu kültüre zarar vermekle tarihi ne kadar üzüntüye boğduğumu gayet anladım. Senden sonra gelen bütün yabancı kültürler bize TÜKET! komutu verdi, vur, yık, sadece kendini düşün, ayılaş, medeniyete tükür, başkasını ez, hakkını gaspet, dedi ve bizde benimsedik. Sadece tek tesellim varsa James abi, belki insanımızın içine düştüğü hali kendilerine göstererek bir ayna olabildiysem ne mutlu bana dedi.

-İşte Şahan, sana bunu anlatmaya çalışıyorum, daha doğrusu anlamanı sağlamaya çalışıyorum. Sen o güzel insanların mirası olarak ne kadar başarılı olunacağını kanıtladın zaten. Fakat bu çıkışını artık tarihine ve güzelliklere sahip çıkarak değerlendir. Unutma kolay tüketilen herşey insanlara çok hoş gelir ama birgün sende tükenmişliğin ortasında çok çabuk harcanırsın. Yarattığın canavara dizçökersin. Neyse Jet uçağım seni bekliyor. Belki ödül töreni filan düzmece oldu ama sana ve taşıdığın içindeki hazineye karşılık hiçbir karşılık gelecek ödül yok.

-Sağol James abi, bu sözlerin en büyük ödül oldu. Kahve içinde teşekkürler abi, Brezilyadan mı?

-Hayır oğlum yüzde yüz TÜRK KAHVESİ; Eminönünden.

Vedalaştılar, -Şahancım şu kapıdan çıkacaksın, bayan manipaniye söylede, şu Arif kod adlı arkadaşıda içeri göndersin.

mustafamehir@hotmail.com

15 Haziran 2009 Pazartesi

Avrupa Uçuşu Başlıyor ( erotik Anılar )

Markamızı temsilen şirketimizin başı, Cenevre Otomobil Fuarına satışçılar arasından benim de dahil olduğum en elit 5 kişiyi seçmişti, sanırım mektepli bir profil olduğum kendisine söylendiği için. Kendimde İsviçrece öğrenecek bir mental kuvvet heyecanı duymaya başlamıştım. Lakin İsviçrece diye bir dil yoktu ama İsviçre kültürü üzerine birşeylerin hazırlığını yapabilirdim. Aramaya İsviçre kadını diye yazmaya başladım. Buradan İsviçre kadını anatomisine ilişkin sitelere yönlendirilmek mecburi bir yoldu. Hani şu pornoğrafya görüntüleri yokmu...

Hücrelerimde bir şeyler, hayattan aldığım enerji ve insan sevme içgüdülerim ziyarete oranlı olarak artıyordu. Ve bir doktrinin ne kadar doğru olduğuna kani oldum: - Türkler yabancı illere giderken bir istila, bir kuşatma, ve binbir keşfetme genlerine sahiptir. Uzun hikaye ama, orta Asyadan buralara nasıl geldiğimiz kanıt olarak, dünyanın her hücresine yerleştiğimiz de kanıtın ispatı olarak gösterilebilir.

Pasaport işlemlerinde bana devamlı gülen katibe kızın gösterdiği sıcak ilginin de bendeki pozitif elektronlarla ilgili olduğu aşikardı. Kadın yaradılışına bakarsak, her zaman en güçlü genlerle buluşmak istedikleri, erkeğin bu geni taşımak ve kuvvetli olmak için verdiği hayat mücadelesi anılmaktadır. Veya kız sadece görevini yapıyordu, ama kızın isminin İlgi olması, ilk seçeneğin doğru olduğunu kanıtlıyordu.

İlgi, avrupaya çıkış ritüelimde o akşamın veda busesi için istekli görünüyordu. Onunla ailesi, işleri odaklı bir kahve içme molası vermek çok mantıklı geldi. Devamlı muzurluk akan bir gülümseme, vücudu, gömleğinden farkedilen dişiliği, bakımlı ayakları ve çok bakımlı saçlarına, bir cennet esansı eşlik ediyordu. İlgi kahverengi ağırlıklı bir kıyafeti tercih ederken, duruşu bir bahar ferahlığı, yakınlaşması bir meltem rüzgarı, ağırlığı bir ıhlamur çiçeği kokusu ve gözlerindeki bilgelikle birleşen esprileriyle sanki ilahi bir armağandı. Adama pasaportunu yırttıracak kadar bile olduğunu söyleyebilirim.

Pasaportum o gece yırtılmamış ise hiçbirzaman yırtılmayacak. Sabah, o gece yaşanmamışcasına, en iyi arkadaşımcasına, medeniyetin beşiği gibi duruşu olan bir İlgi karşımda duruyordu. Tek gecelik kadın olmadığını size anlatsam inanmayabilirsiniz belki ama, organizmanın tenle uyumu bazen önlenemez birleşmelerin çekimine girer. Siz önlemeyi bile önleyemezken. Akşamki İlgi ile sabahki İlginin, yıkanınca çeken ebatlar kadar farkı olduğunu söyleyebilirim. yok yok, her kadın karanlıkta güzeldir gazellerine girmeyeceğim, ama duygular sele kapılıp gidince gözdeki netlik kendini farklı odaklıyor. Veya İlgi hanım pasaport melekliği görevine giden yolda uzaklaşıyordu.

-İlgiyi üzerime çekmek, hele senin ilgini asla unutmayacağım dedim. Arkasını dönerek sevimli bir reverans yaptı ve konuşmadan sele kapıldı gitti. Belkide evlenilecek kızdı..İlgi..

Uçağa giriş, acaba düşermi, düşerse öte tarafta benim için ne tür hazırlıklar yapıldı. Pist başı, kaptan-ı uçağın rahatlatan konuşması, bir uçak yolcusu segmentinin bu kadar çeşitlilik göstermesine hayretler. Birde, benden 9 sıra önde oturan kızıl. Bir ara arkaya baktığındaki o lütuf yüzu, o yumuk ama soylu bakışa hayranlık, beni çeken bir gizem, onu banyoda saatlerce kendine yaptığı bakımda görünmez adam olarak seyir etmek düşüncem. Beni "üstüne yorgan olarak çekmesi" ihtimaline methiyelerim. Ama dokunursam kaybolacak bir peri masalı ( fair tale ). Ona attığım hayalet halatı farketmesi, belkide bu yüzden, sırf bu yüzden uyuma/dalma halinden vazgeçmesi. Onun dişiliğini kendine hissettirecek birine mi sahip, yoksa kadınların sonsuz arayışı ( duplikasione rölativitesi ) var mı, yoksa ona kendimi sunabilmenin, yani bir yanlışın dört doğrumu yeme sanılması.

Bu kadar huzurla uyumak bile zamanımızda bir ayrıcalık, arkadaşım Kemal hafif dürttü ve;

-Uykucu, Cenevreye dayandık, git bi yüzünü yıka, birazdan pasaport kontrolünde terörist muamelesi göreceğiz, sorulara uyanık olman lazım. Hadi bakalım.

Ve onun yanından geçmek, sanırım bakışlarımın merkezinde olduğunu anlamış, arkamdan lavabo kabinine gelmez mi? Bende hakettiği hayranlık, gözüme vurmuş, ona yıldızlı bir samanyolu olarak akmakta. Gayri ıhtiyari;

-Merhaba, dedi.

Allahım şu kadınlar çekimi ne kadarda kuvvetli algılıyorlar..

-Merhaba, Cenevreye mi?

Normalde bu soru şehirlerarası otobüslerde sorulur ama sanırım ortamın kuvvetli çekiminden bir espri tutuşturmuştum bilmeksizin.

Cenevrede ajans mankeniymiş, fuarda vıp açılışın favorisiymiş. Kardeşi bizin markanın PR yönetmeniymiş. Üniversiteyi Kanada'da bitirmiş, ama Bilkent elektroniğe devam ediyormuş. Sosyal yardımlar gönüllüsüymüş. Tv programlarında editörlük, Halkla ilişkiler süpervizöreliği, CEO asistanlığı, yani bir çocuğunuza en ideal annenin bütün özelliklerini taşıyan, ama sadece hayran olunacak 4 dili bilen, diger dördü yarım, aynı zamanda.
Ortaköyde tavla ustası, yerli dizilerin yorumlarında usta, sizin konunuzu sizden iyi yorumlayacak kadar, bir o kadar yakın, bir o kadar ulaşılmaz ilahi bir varlık.

Her bir maddeyi epeyi epeyi konuştuk, haa bu arada ismide Ceyla, arada kendi söyledi. Nerede mi?

-Otelimizde, onun odasında, onun hazırladığı hazır çorbayı içerken, ( Cenevre otelleri fena kazık, her seferinde hazır çorba götürecek kadar da bizden )

Ama ruh ikizliği protokolüne aykırı hiçbirşey olmaksızın, olsa olmazmıydı, elbette olacaktı, ama Ceyla sadece paylaşımından ötürü bile sadece hayran olunabilecek bir cennet kızıydı. Hatta ona İlgiyi anlattım, öyleya, bu kadar nitelikli bir kıza ne ile karşılık verebilirdim diki? En yakın arkadaşıma bile anlatamadığım bir taze yatak hikayesi. Belki öküzlük ama, Ceyla hayatımın en yakın uzaklığıydı. Soyundu, ertesi gün giyeceği ışıltılı fuar kostümünü göstermek için, 1 saatir tanıdığı bir araba satıcısının karşısında. Kibarlık babında, çıplak kaldığında arkasını döndü, aynadan gözüken göğüsleri ise tablolarda resmedilecek estetikteydi. Sanırım yüzlerce hayranı olan bir kızın bu kadar yakınında olabilecek bir ruhun, onun muhteşem göğüslerini görmesi en ulvi hediye olsa gerek.

Kostümü giymesi ile doğal ışıltısına yıldızların ışığını eklemişti. Dedim ya, bu kızın tenine değecek bir ten, yaratılmışa en büyük haksızlık olsa gerek. Açılış dansını sergiledi. Balemsi, sportif ve duygulu...

Çanakkale Şahidi

Tarihin dokusunu açma vakti...
Asker olduğum Çanakkale'de savaşmak!
Ateşin ruhları yakmadığına şahit,
Bebek süt içer gibi kanın tadına bakmak.....

Bir ezan çınlarken, kalkış sireni gibi,
Bir tarih uğuldar kopmamış kulağımda,
Verdiğim sözleri geri alıp,
Kalanları hasretle selamlamak.

Kuşların uçtuğu sevinç yüreğimde,
Bulutların varlığına selam durarak,
Yerdeki karmaşa'nın anlamsızlığında,
Şehit arkadaşın elinden tutmak...

Bayrağa selamı esirgemeden,
Yemyeşil çalıyı unutamadan,
Ardındaki toprağa göz kırparak,
Huzura şehit olarak varmak.

Sormak: Ne için geldiniz bu toprağa?
İzin alarak gelseydiniz; bak o zaman,
Yüreğimizden sevgiler, mermi yerine.
Eksilmeyen sıcaklığı bağrınızdan.

Ardımdan koşsanız da, uçamadan,
Olduki uçtunuz, tutamayacaksınız,
Siz bu toprağın bağrında, belki de;
Şehitliğe şahitliği unutamayacaksınız...

13 Haziran 2009 Cumartesi

The Three of Seven OBAMA's Strategies ( Obamanın yedi stratejisinden üçü )

Obama'nın hızlı geçen seçim kampanyası dönemiydi. Çok stresli olduğu için bir değişiklik yapmaya karar vererek, kampanyayı benzerlerinden Mutombo Olare'ye bırakacaktı. Üç günlük Türkiye macerasının planı şu şekilde gelişti; Danışmanlarına; Ben yeni bir ortadoğu projesi yapacağım ve Türkiyeyi kilit ülke belirledim. Bu yüzden Unidentified Custom ( Tedbili kıyafet ) bir ziyarete gidiyorum. Bana 7 tane strateji hazırlayın. Türkiyeye bu 7 stratejiyi test etmeye gidiyorum. Bunlardan üçünü ise Başkan olursam inşallah Türkiyede uygulayacağım, bana Türkleri en yakından tanıma şansı verecek 7 maddeyi belirleyin diye emretti.
Saat 19.00 da yapılan goygıl analizleri sonucu şu maddeler ön plana çıktı.

1- Amerikan pazarında dama oynamak ve 3 dost edinmek, onlarla ahbaplık etmek.
2- Fenerbahçe maçında açık tribünde tezahürat yapmak, ve Esenler FB'li olacak performans
3- Ortaköyde bir cumartesi geçirerek, üç yaş grubundan birer insanla 3'er çay içmek.
4- Aksaraydan gecede 2 karı kaldırarak, yabancıların Türklerle dialogunu keşfetmek.
5- Mecidiyeköy amele pazarında inşaatlara kabul edilip, kazançla 1 hafta idamede bulunmak.
6- Otocenter galericiler sitesinde 2. el bir aracı piyasa değerinde satmak.
7- Bağcılar pazarında bir züccaciye tezgahında ürünlerin % 75 ini % 25 kazançla satmak.

Obama zaten gençliğinde bu işlerin Amerikancasını yapmıştı. Türkiye'ye ön ziyaretini iptal etti. Keyiflendi ve kendisine ilginç gelen 3 maddeyi uygulamakta karar aldı,

2. 4. ve 6. maddeleri belirledi.

Aylardan Nisan ve puslu bir hafta. Türkiye krizlerin etkileri ve yeni dünya düzeni tartışmalarında, Münevver daha yeni katledildiği günleri yaşıyordu. Türk Cumhurbaşkanı Obamayı pardon, Mutombo'yu karşılarken Obama ise Kargo bölümünden kalacağı Fatih'teki Saltanat oteline giriş yaptı. Ve misyonunu yürütmek üzere Somali Kimliğiyle, pis sakalıyla ve 14 renkten oluşan kıyafetiyle hazırlıklarını yaptı. Kendisine mütercim tercümanlık yapacak bir kültür adaptörü takıldı. Hem Türkçe konuşacak, hemde kendini Türk gibi hissedecekti.

Fenerin maçına gitmekle işe başladı. Kurbağalıdere köprüsünde karaborsacılar polislerin yanında; -abi açığa bilet, gişedeki fiyata beklemeden geç türünde laf attılar. Obama bunları es geçip, büfeden bira ve patates istedi, Büfeci içeri seslendi: Yamyama tavuk çek, ayran açıkkk. Şaşmamalı, şaşırmamalıydı. Büfeci kendisinden 10 lira istedi, Obama itiraz etti. Abi beni KOÇ mu sandın, burada 2,5 yazıyor dedi. Büfeci şaşırdı, Yamyam Türk çıkmıştı. Ama Türklükte geri dönmek yoktu. --Abi maç günü sermaye kurtarmıyor, çırak fiyatları asmayı unutmuş diyerek, yanına çağırdığı komi'ye bi fiske çaktı, ve; abi sen 5 ver yeter, nerelisin bu arada, ben Farozdan Cemil diyerek, elindeki döner bıçağıyla mesaj vermeyide unutmadı. Obama beşliği büfeciye toka etti.

Obama gişeye yöneldi, ama duvarda bilet kalmadı yazıyordu. İçeriden gelen ses; -abi biletleri üç saat önce bitirdik, istersen köprüye bi çık dedi. Obama köprüdeki çocuğa gelerek, -açık varmı? diye sordu. Çocuk Obamayı parka kadar gelmesi konusunda işaretlerle uyardı ve bileti çıkardı. Obama tutmaya çalıştı ama çocuk Mani Please füörst dedi. Obama 50 lirayı çıkardı ama çocuk 100 daha istedi. Sonunda 2 taneye razı oldu ve bileti verdi.

Obama açık tirbüne çıktı, boş bir yere oturunca yanına hemen bir tip yanaştı ve

-abi kalkarmısın orası Tuzla derneğine aittir dedi.
Obama alta indi ve bomboş biryere oturdu. Bir başkası yanında bitti ve -abi burası Gölcüğün yeri, kusura bakma dedi.
Obama en uc köşeye kadar çıktı ve oturdu. Bir tip yaklaştı ve abi burası genç FB'nin yeri sen ne ayaksın?dedi. Obama; Abi ben Esenleri arıyorum dediği anda gözüne okkalı bi yumruk yedi. Tam kendini toparlayacaktıki polis onu karga tulumba dışarı çıkarttı, bileti yanmıştı. Gözü şişikti ve ilk strateji çöpe gitmişti. Ama o programı ısrarla uygulamaya karar verdi. Stealth jetlerle gelen medikal heyet otelde Obamaya göz hücreleri nakletsede, Obamanın gözü felaket ağrı veriyordu.

Aksaray Task için ipek gömleğini giydi, işportada satılan yves saint louren kokulardan süründü, Türkiyenin tam bir fırsat ülkesi olduğunu düşünerek. Fatihten yürüyerek aksaraya aktı. Ama yolda dört kez aranması dikkatini çekti. Polise sordu. Ne iş memur abi? Memur cevaben, yahu soktuuumun Obaması geldi, bizde buradayız, sen mala vuracaksın herhalde, bak koko moko işiyse, karakolda bende senin mala vururum ismim cevat, zenci götü kızartırım patlıcan olana kadar dedi. Obama; yok abi temiz temiz bildiğimiz işi yapacaaz, bildiğin otel varmı dedi. Polis Cevat: Bizim yeğenin oteli enderin sokağında, Olimpiyat otel, benim gönderdiğimi söyle, belki bende uğrarım bi ara diye Obamayı yolladı.

Obama pavyonlardan birine girdi, pavyonun ışıkları gözünü alıyordu, sahnede eski düşmanı yeni dostu blok ülkelerinin kızları salınıyordu. Masasına buyur ettiler. Şef garson Hamza elini uzattı, abi urfalımısan, Ne içersin abi? Obama göstermelik sigarasını masaya bıraktı ama tam beş çakmak aynı anda yanıp söndü.

Şef sigarayı sonra içeceğim, bana şarap, kırmızı olsun deyince, şef Hamza elinin iki parmağıyla yuvarlak işareti yaptı gerideki komiye. Obama şaşırdı.

Hayırdır şefim, o işaret ne demek deyince, şef Hamza, o işaret bizim şarap kadehi manasındadır dedi. İki dakika sonra masası full donandı. Masaya yaklaşan komi elini uzattı ve abi ben Şemsettin, bişey lazımmı diyerek sordu, Obama teşekkür etti ama aynı soruyu beş dakkada beş kere tekrarlayınca Şemsettine dönerek:

Ne isteyebilirim mesela diyince.
Abi şu siyah taytlı olabilir mesela dedi. Obama şaşakaldı, Nasıl yani onlar müşteri değilmi dedi. Şemsettin kibarlığını bozmadı, yok abi burası Amerikamı, çağır yeter dedi. Obama bu oryantalizmden keyiflendi. Türklerin misafirperverliğinin yanında Amerikan hospitality'si gerçekten sönük kalıyordu. Bir saatte tam sekiz kadın çağırdı, ama uzaktan güzel olan blok kadınlar yanına geldiğinde gözü bir başkasına kayıyor ve bu sayede komi Şemsettinde hesaba kayıyordu bu kaymaları. Obama sonunda adının Natalya olduğunu söyleyen kırmızı straplez'li bayanı seçti. Birnevi sarışın Jenifer Lopez olan kadınla pazarlıklar sonucu 300 dolara anlaştı. Hamzayı çağırıp hesap istedi. Hesap anında masadaydı, tam 2298 tl. Obama ayağa kalktı ve cebimde 700 dolar var, ben bu kadar masraf yapmadım deyince, masanın etrafı karanlıklardan yükselen on civarı adamla doldu.

-Abi masana gelen bütün bayanlar birer içecek içti,

Eee dedi Obama, burada bir içki 30 lira yazıyor,
Evet ama her içki için bir şişe hesabı sen bize 2000 ver iş kapansın dedi Hamza.
Obama bunun Kuşadasında turistlere yapılan bir şakanın benzeri olduğu düşünerek.
-Bu sefer sizden olsun, karıya otele en az beşyüz gidecek dedi ve
on kişi birden Obamaya çullanıp, kafasını gözünü yumruklamaya başlayınca, obama daha fazla dayanamadı ve:

Ben Obama, başkan Obama Presidan Obama dedi. Stop, stop dedi ve dayak bir anda kesildi.
Hamza: Ulan pezevenk yamyam geçen bu numarayı bi manyak daha yapmaya kaltı, ben Rasmussen filan dedi, sol kolunu kırdık kavatın, senin hesap şişik, iki kolunu kıracağız şimdi dedi ve dediklerini yaparak Obamayı sokağa fırlattılar.

Obama ertesi gün kollarına plastik cerrahi konstrüksiyon taktırdı ve üçüncü stratejisini uygulamak üzere, 94 opel bir aracı satmaya Oto center'a gitti. Aracı Onbine satmaya çalışacaktı. Önce davar ticaret'e girdi, davar ticaret arabayı denemeye çıkartacağız diyerek, arabayı ortadan kaybetti. Obama arabayı sordu, Arabanın muayenesi yok, zaten Obama ziyarete geldi, polisin affı yok, dolayısıyla bağlandı! cevabıyla karşılaştı. Obama:
-Abi bu sebin sorunun dedi galericiye. Galerici Obamayı ofise çekti ve sen ne diyorsun bu arabaya diye sordu. Obama pazarlık stratejileri üzerine uzmandı. 10.250 dedi ama senin için 10.000 olur dostum dedi. Galerici cebinden muhasebeyi aradı ve 10.000 yapın dedi. Obamanın içi sevinç doldu. En azından bir stratejisi hayata geçeceği için.
Yaklaşık 10 dakika sonra elinde senetle biri geldi, Obamaya 10000 liralık senet sundu, galerici imzala ulan dediğinde Obama önceki tecrübelerinden ötürü imzayı çaktı, satamadığı opel arabası onu kapıda, uçağıda onu apronda bekliyordu.

mustafamehir@hotmail.com

9 Haziran 2009 Salı

Günlük

Sevgili GÜNLÜK,

Bana bu kulak zarın kadar eldeğmemiş sayfayı ayırdığın için sana nefret ederim.
Teknoloji güzelleştikçe ne kadar işimizi gücümüzü kaybettik biliyormusun. İlişkilerimizi?
Artık selam verip msn sürümü alıyoruz. Birileri bize yeni teknolojiler üfürtüp duruyor. Biliyormusun, bize iyilik diye sürümlere sürükleyenler aslında birilerinin ekmeğine yağ pompalıyorlarmış habersizin. Sonra biz o sürümlerin bağımlısı oldukça maddi olarak zayıflıyormuşuz.

Şu işsizlik günlerim bir o kadar sıkıcı ama bir o kadarda fazla kazanımlarım oldu. Eski defterlerde kalmış bi sürü arkadaşla temasa geçtim. Özür diler gibi. İrtibatı kaybolanlara da sonsuz rahmet dilerim. Tarihe kaydedilmiş bir sürü hoşluğa imza attığım filmlerdeki yolarkadaşlarım. Yaşadıklarımız ne kadar sahiciymiş. Şimdi ortayaşlı seansında gençlik filmi bekleyen bir hayaltaciriyim. Müşterim kendi ruhum.

Geçen gün 90 dakika otobüs bekledim üsküdarda. Bi dahaki seçimlerde bunlara oy atarsam doksan defa tükürsünler kaderime.

Sevgisiz Günlük!

Seninle birdaha görüşürsem iyi haberlerimle karnını boyamak istiyorum. Şimdilik sadece gözünü boyadım ama, seni yazabilecek kudrette olmak bile belki bir tesellim olsun sağlık ve şükür babında.

Bana bu gözünün akı kadar sayfayı rezerve ettiğin için sana tuhaf bir muhabbet duydum, iyiki varsın.

Mustafa haz. 09....

6 Haziran 2009 Cumartesi

Bakteriler Residansı

Biliyorsunuz bir trendi var, belli amaçlarla hareket eden gruplara yeni isim vermek. Neoconlar, şahinler, yeni demokrasiciler, muhafazakarlar.

Bu oluşumun temeli; yüzüklerin efendisindeki, elfler, mormunlar, bücüşler, gibi kavimlere dayanmaktadır. Ama diyorumki; burada kalmayalım, biraz daha koyalım üstüne ve İşyerlerindeki kavimlere, yani oluşumlara ve zamanelere isim takalım. Aslında kendi iş hayatımdaki insan tiplerini gruplayarak bir tanımlama yapacağım. Ama kendi işyerlerinizdeki tipleri bu grupların içine sokma veya yeni gruplar oluşturma işini siz okuyana bırakıyorum.

Bonukürler-Yeni kaledonlar,- Memeidler-Obstrüksiyoncular, Varoluberililer, Fücüratçılar, Üstünebirciler, Geğirtmenler,

Bonukürler: Şirket içi derin devletçiler. Mesai saatine bağlı değillerdir. Şirket bağlılıkları fazla değildir. Arada sırada ilgili görüntüleriyle tozalma operasyonu yaparlar. Bayansa şayet, patronun cinsel güçlerinin hedefi olarak varlık sürdürür, erkekse şayet, patronun fikirlerine önem verdiği bir akrabası veya eski arkadaşıdır. Zeka ve strajejide üst katmanda yaşarlar. Fizik ve görüntü özelliklerine önem verirler. Eleştirileri çok keskin ve canalıcıdır. Patronun onlardan iş beklemesi veya taşın altına ellerini sokma beklentileri olursa, şirketteki varlıkları sona erer.
Orjinalite: Genelde İzmir-Bursa veya sivrilmiş Ankaralılardan oluşurlar.
Taytıl: Danışman-İşgeliştirme ve strajejist-Trader-
Donanımlar: 4G telefon-Notebook-Spor oto-Çok görevler içeren kartvizitler-hot kütür elbiseler-cemiyet hayatında görülmeler.

Yeni Kaledonlar: Şirkete bir anda dahil olur ve işe yarasın yaramasın patronun mevcut düzenden sıkıldığını gösteren havarilerdir. Mevcut kitle için tehdit ve uyarı oluştururlar. Kendileriyle birlikte herşeyin değişeceğinin propagandasını yaparlar. Şirketlerde ani tansiyon yükselmelerine yol açarlar. Mevcut sistemin açıklarını devamlı test eder ve kendilerini üste çekmeye çalışırlar. Form ve tuvalet kağıdı gibi önemli etkenleri değiştirerek, değişimin startını verirler. Hatta bir iki çalışanın yerini değiştirir veya işten uzaklaşmasını sağlayabilirler. Nihayetinde şirketteki değişimin yavaşlamasıyla birlikte sayıları azalır, yüzlerindeki canlılık gider, ve şirketin mevcut düzenine adapte olurlar.
Orjinalite: İç anadolu, doğu karadeniz, antalya-akdenizin okumuşları, patronun memleketi.
Taytıl: Finans, Muhasebe, insan kaynakları, satış ve pazarlama bünyesindeki şef-müdür pozisyonları.
Donanımlar: Not defteri, casus kalem, karizmal görünüm, eleştiri okları, hitap ve etkileme.

Memeidler: Genellikle atıl pozisyondaki bayan personel. Dedikodu mekanizmasını ayakta tutarlar. Çok az olan işlerini büyük iş gibi gösterirler. Ev hayatını iş hayatıyla harmanlarlar. Genellikle on yıl ve ötesi çalışma hayatları vardır. Karar mekanizmasına katılmaktan ölü görmüş gibi korkar ve anne kimliklerini öne sürerler. Hijyene önem verirler. Çocuklarınıda o şirkete sokarlar. Şirket içi gençleştirme operasyonları, emeklilik veya patronun cinsel iletişimi yeni biten genç memeidlerin yerlerini aldığı durumlarda ömürleri sona erer.
Orjinaliye: Doğu ve ege ağırlıklı, balıkesir, bolu, nadiren kafkas-trabzon, ve balkanya.
Taytıl: Bölüm asistanları, gereksiz taytıllar, sekreter ve idari işler, muhasebe, yön. asistanları
Donanımlar: Faks, printer, telefon, alttan ısıtma sobası, masa, temizlik malzemeleri, örgü.

Obstrüksiyoncular: Şirket içi her türlü yenilik rüzgarına karşı bünyeyi alarma geçiren eski köy meraklılarıdır. Her departman içine yayılarak varlıklarını devam ettirirler. Belli bir kapasite ve işgücü limitinde yeraldıkları için, yeniliklerin onları sileceği takıntısındadırlar. Yeni kaledonları avlamak ve devre dışı bırakmak konusunda uzmandırlar. Bir yenilik söylentisi yayıldığında dedikodu, huzursuzluk ve olumsuzluk yayarak devrimin yollarını tıkarlar. Patronun oğlunun başa geçmesi veya şirketin devredilmesiyle varlıkları sonbulur.
Orjinalite: Orta ege, batı karadeniz, orta anadolu.
Taytıl: Personel ve idari işler, geri hizmet, patron hizmetliler grubu.
Donanımlar: Eskiden kalma takım elbise ve cep telefonu, elyapımı saat ve aksesuar, kullanılmış patron eşyaları. 10 yaş ve üstü arabalar, siyaset muhabbeti.

Varoluberililer: En alt ve en üst kademelerde yeralabilirler. Her eski şirket resminde boygösterirler. Şirketin dayalı olduğu temellerde gezmeyi ve padişah muamelesi görmeyi severler. Patronun tüm gizli sırlarına vakıf oldukları şeklinde savunmalar geliştirirler. Patron ise kafası karıştığında onları dinler. Şirket içi gerekli gereksiz her gelişmeyi patrona yayınlamakla mükelleftirler. Herkesin saygısını zorla alırlar ve ortaçağ özlemi içindedirler. Patronun ailesini tanımakla, elbiselerini kurutemizlemeye götürmekle, şirketin önemli evraklarını taşımakla övünürler. Eski memur ve asker kökenli veya memur çocuğu geçmişine sahip olup, yeniliklere karşı duyarsız ve sessiz direniş modundalardır. Şirkette değişim rüzgarlarıyla beraber inzivaya çekilirler.
Orjinalite: Patronun memleketi veya eşrafı, veya babayadigarı ( Tüm Türkiye )
Taytıl: Patron şöförü, muhasebe müdürü, kasa sorumlusu, çaycı, özel hizmetlisi.
Donanımlar: Eski şirket resimleri, dolmakalem, kasa anahtarları ve patronun gizli hayatı.

Fücuratçılar: Şirketteki varoluş amaçları şirketin geleceğindeki hayali rolleridir. Şirketin internet sitesindeki visyon ve mizyona inanırlar. Tüm muhabbetleri gelecekteki ortam ve şirketin öne çıkacağı ruhlarını sergilemektir. Toplantı, davet ve organizasyonların yıldızları olup ayrıca şirkete yeni katılanlarla ilgilenirler. Yön göstermeyi ve vizyon çizmeyi çok severler. Kriz ortamlarında, tasarruf tedbirlerinde, veya patronun faaliyet raporu istedikleri durumlarda yazacak birşey bulamadıkları için varlıkları erir gider.
Orjinalite: Balıkesir, aydın, muğla, mersin, kastamonu, adana-çukurova tarafları.
Taytıl: Planlama, müşteri ilişkileri, özel kalem, insan kaynakları, pazarlama
Donanımlar: Mesleki gelişim kitapları, ekonomi dergileri, başarı öyküleri, mail adresi.

Üstünebirciler: Oluşumlar, gelişimler, popularite ve güç kazanan her kişi, birim, fikir ve gruba dahil olma yeteneğini taşıyan kişilerdir. Kazanacak ata oynarım felsefesi ile büyümüş nesildir. Kamuoyu yaratma uzmanlığı taşırlar. Masalar arası gezerek kulis faaliyetlerine katılırlar. Sahipsiz olma endişeleri çok kuvvetlidir. Çok çabuk dost kazandıklarını zannederler. Politikacıların hayatını ezbere bilirler. Boş yemek masasına oturmazlar, mutlaka bir masaya dahil olurlar. Güvendikleri oluşum kötü niyetli ve patron karşıtı ise, karşı düşünceye dahil olarak varlıklarını ya sürdürürler yada sonlandırırlar.
Orjinalite: Sivas, Erzurum-erzincan, eskişehir, kastamonu, sakarya.
Taytıl: İdari işler, otomasyon, muhasebe elemanı, dış işler, lojistik.
Donanımlar: İmaj endişesi, yemek masası, msn, oportunizm, cilt ve beslenme ürünleri.

Geğirtmenler. Şirket içi geri hizmet ile ilgili birim personelidir. Bilgi eşittir güç prensibiyle etkili olmaya çalışırlar. Herzaman için apolitik ve yorumsuz durmak suretiyle diğer çalışanlardan bilgi, işaret toplar ve samimi oldukları kitle ile paylaşarak küçük beyin büyük yürek sergileme amacındadırlar. Dedikoduyu taşırlar ve şirketteki yetkililerle devamlı samimiyet kurmaya çalışırlar. Mesai saatlleri dışında daha etkin olurlar. Ücretlerine isyan, dedikodu yayma, çaya ayak parmağı sokma veya tükürme, şirket malzemelerini eve taşıma ve nadir olarak şirket personeline aşık olma durumlarında işleri biter.
Orjinalite: Sivas, kastamonu, sinop, bilecik, rize-artvin, kars, ağrı, erzurum ve diğer 72 il.
Taytıl: Çaycı, temizlikçi, şöför, mıhaberatçı, odacı, bakım sorumluları v.s.
Donanım. Çayocağı, yemekhane, kulak, otlanma, acındırma, arabesk, tespih, çocuğun okul masrafları.

5 Haziran 2009 Cuma

Hain Pazarlama Teknikleri

Reklamcılığın bir tekniği vardır,

"Önce korkut, felaketi göster, sonra rahatlat, ürünü göster"

Bu klişeyi dikkatle baktığımız her reklam temasında görebiliriz. Ama bazıları yokmu bazılarıı. Gösterilecek felaket kalmadığı için yeni sanal felaketler üretmezler mi?

Plazalarda sabah toplantısında, kendilerini orta sınıfı sömürmeye adamış beyinler otururlar ve başlarlar ahkam kesmeye: Neyi nasıl pazarlayalım. Aslında kendileride alt-orta sınıftan geldikleri için geçmişlerine çok acımasızlardır. Bu yüzden felaket yaratmaya bayılırlar. Kendileri harika çocuk oldukları oranı aslında alt sınıflara borçludurlar. Şişmanlıkları birilerinin zayıflamasına endekslidir. Neyse sosyal patlamayı sivriltmeden, bazı sanal felaketleri yorumsuz kalmaya çalışarak örneklendireyim.

Kadınların saç tellerinin kötü hava koşullarından dolayı canlılığını kaybetmesi..
Kadın ve kızlarımızın saçları parlak görünürse popüleritelerinin artacağı.
Klozeti çekersek bakterilerin 3 metre havalara zıplayacağı.
Her 6 saniyede bir evin soyulduğu.
Sigorta yaptırmaz isek çocuklarımızın ilk depremden sonra ebeveynsiz kalacağı.
Jöle sürülmeden sokağa çıkılırsa size ölümcül mikrop gözüyle bakılacağı.
Çocuk bezini istenilen markaya çevirmezsek, koca-karı özel hayatının sarsılacağı.
Sadece bir tane bağımsız gazete olduğu diğerlerinin bağımlı olduğu.
Diğer deterjanların bizim deterjana göre kifayetsiz, cibilliyetsiz ve iktidarsız olması.
Bilmemne sütünün içinde hiçbir katkı olmadığı, tamamen doğal olduğu.
Salça yapılacak domateslerin teker teker tahlil ve elemelerden sonra salça yapıldığı.
Üniversite mezunu olmayan besi hayvanlarının et çiftliğinde kesilme hakkı olmadığı.
Mutluluğu arayan ailenin sadece bol kanallı televizyonlarda mutlu olabileceği.
Prezervatifin irademizin üzerinde bir koruma sağladığı.
Jimlastik aletlerinin bizi atletik birer manken yapması.

aNLIYORMUSUNUZ Mustafa Plazadaki bakterilerden niçin nefret ediyor bu kadar.
( Not: Yahudi değilim, faşist değilim, partili değilim, eşcinsel değilim, liberal değilim, kapitalist değilim, şeriatçı değilim, tetikçi değilim, gladyo değilim, rezervuar köpeği değilim, dönek değilim, devrimci değilim, marksist değilim, tapınak şövalyesi değilim,

BEN SİZİN BİLDİĞİNİZ DEĞİLİM!

007 James Bond Filmi ÇUKURCUMA ŞEYTAN ÜÇGENİ

Bond son görevi olan Sahil güvenlik Ekibi'ni yokettikten sonra mahzunun klip çektiği adanın güneyinde tatil yapıyordu. Ona Nuran SULTAN eşlik ediyordu. Nuran sultan koca gögüsleriyle james'e votka-yedigün içiriyordu ama votka çok sallandığı için karişmıştı. James nuran sultanı saçlarından çekti. Nuran sakızını tükürdü ve dudaklarını pörtleterek Jamesinkilere yaklaştırdı.
James: Bugün için yeterince halvet olduk, birazdan netten görevgelir, yarıda kalırsak senin için üzüleceğim dedi.

Nuran sultan bu sözden incindi ve seri bir hareketle jamesa çelme taktı, onu altına aldı, ben hiçbir işi yarıda bırakmam dedi ve mayokinisi, bikinisini sıyırdı ve minikinisiyle kaldı, Bond tropik güneşten kızarmış minikiniye bakakaldı, biraz daha kokteyl hüpledi, tam nurana yaklaştıki, nuran naz yaparak, şuradaki havluyu kaldır, yüzdeyüz cıbıl olurken utanırım, ben indir diyene kadar indirme, bindir diyene kadar dindirme dedi. Bond bu talimata uymazsa nuranın bidahaki aybaşı geçene kadar dokunulmazlık zırhına bürüneceğini biliyordu. Havluyu kaldırdı, bekledi bekledi ve nuran indir dediğinde olanca müttefikliğiyle nuranın nurunu alacaktı.
O anda, dudaklarını uzattığı o anda ve gözleri kapalı filmicabı, dünyaserti bir yumrukla plajı öptü. Meğersem Nuran Sultan acımasız düşmanı Kore destekli lübnanlı terörist girdap lakaplı El-civanmış ve james boşuna 10 gündür arkeoloji yapıyormuş. James el civanın yerdeki mayokinisini aldı ve içindeki elbombasını farketti. El civan karasakallarını okşadı ve üzerinde güneş batması çok romantik olacak Bond dedi. Cesedini kılıçbalıklarına atacağım, sonrada seni mürenler öpecek dedi.

Bond; olamaz civanım kraliçe bu işe başarısızlık olarak bakar ve masraflarımı okkalı olarak sicilime yazdırır dedi ama el-civanın bunları dinlemeye hasleti yoktu. Balıkavların tetiğini çekti ( zıpkın ), bondun tam taşş...pardon bacakarasına isabet etti. Bond ufak bir fırt daha çekti, bunun civanı sinirlendireceğini biliyordu.

Peki sen kazandın ama son bir puro içmeme müsaade edersen sana diğer ajan takımının msn adreslerini vereceğim dedi.

Tamam ama sakın bir oyuna kalkışma, hele kolbastı asla dedi.

James mayosundan purosunu çıkardı, puro yakıldığı zaman içindeki tiner bazlı barit aktive olarak, tehlikeyi MI-5 üssüne gönderiyor, mı-5 bu sinyalleri lazer pointer şeklinde jamesin yanındaki hamamböceğine gönderiyor, ve hamamböceğide asitli asitini saldırgana püskürtüyordu.

El civan püskürüğe karşı önlem almamıştı, yere düştüğü anda bond elbombasını teröristin mayosuna soktu. İçinden beşe kadar saydı ve kendini kuma attı. El civan patladı ve parçaları atlantiğe savruldu. James yerden kalktı ve iki adet memebaşı gördü, biraz yaladı ve Gerçek nuran sultanı kumlardan kazıdı, ve kazımak üzere denizaltı şeklini alabilen Ford TRANSİTE GÖTÜRDÜ.

4 Haziran 2009 Perşembe

Birkaç Ticari Fikir

İlk kim düşündü bazı yenilikleri? Elbette onu uygulayan. Peki benim düşünüpte, bağımsız olarak uygulanan bazı fikirler varmı? Tabi var. Neler Onlar? Mesela cepten mesaj atarak yardım toplama. Başka? Arkadaşlık siteleri, karı bul projeleri. Daha daha? Bazı telemarketing konuşma metinleri. Ve daha bir sürü patronların önce olmaz dediği ama sonra bunları yapmak için sağa sola para döktüğü bidolu proje. Mesela veritabanları oluşturup, çıkacağınız projeye göre veri tabanından potansiyel müşterileri kriterine göre, hem proje şekllendirmek hemde müşteriyi sevişmeye hazır hale getirici varyasyonlar.

Peki yenileri varmı? Hiç uygulanmamış türden?

Var tabiii seni uyanık, yada uyanmış kişi. Bunlara patent alıp, etrafa satacakmısın?

Yok alim allah öyle bir şekil olmaz bizde yada bende ama duymak isterim günü ilginçleştirmek bazında.

Pekii? Günlük hayatını, ofis hayatını düşün. Kaç bin kere birisi senden şarj cihazını istedi?

Yüz, bilemedin bin kere.

Pekii, sen ne cevap verdin?

Evde dedim veya şurda biryerdeydi dedim, veya boş priz bulunmamadı, sevgiye vakit ayıracaktık ama boş vaktimiz olmadı. Erteledik te durduk.

Al sana çözüm: Cepten cebe şarj aktaran mobil şarj cihazı veya kablosu. Nasıl olur?

Pekiii, bir başkası: Bugün bir restoran, bir sinema, bir tatil yeri, veya otel, bir otobüs bir uçak,,

Eeee?

Yüzde kaç dolulukla çalışır ortalama?

Yaniii yerine göre değişir ama yüzde 55 diyelim.

Ya yüzde 45 masa, yatak koltuk, veya herne ise, ne durumdadır?

E, boşşş?

Tamam boş ama işyeri sahibine ne kazandırır? Veya dolu koltuktaki müşterinin boş koltuktaki müşterinin payını ödemesi ne kadar mantıklı?

Ticaretin doğası,

Bence ticaretin foyası abi, bak buna karşı ne düşündüm.

Bir- sistem abi altyapı sistemi, çok sağlam ve fonksiyonel olacak. Şirketin işi kuponculuk bi nevii.

Açarmısın lütfen?

Birde organizasyonculuk. Birkaç ayağı var, üye işyeri sözleşmesi, pazarlık toplantısı, bu adamlara atıl kapasitelerini kullandıracağımıza ikna etme işi, ve denetleme ile iş akışını sağlama.

Peki diyelimki bir otel, oda adedi 100, doluluk oranı 70 yatak, sen burada kalan otuz odayı nasıl pazarlayacaksın, nerede, kiminle ve nasıl? Hatta niçin neden?

Oğlum şu 5N konusuna çok şartlanmışsın valla. Enlerin adamı olmuşsun. Mustafa abin bu konulara çoktan çözüm buldu, beynelmilel sponsoru da sen bul bu işleri yürütelim.

Söylemeyecek misin abi?

Söylemeyeceğim abiii.

Başka iş varmı usta?

Var en okkalısından ?

Ne işi? Krizi fırsata dönüştürme işi caaanım.

Bul bi küresel sermaye biryerden?

Buldum şu bizim japon fonu, veya arap fonu.

Al sermaye kayıtlarını ve kazanç isteklerini.

Aldım abi. Abu dabi fonu 100 milyon avro için bir tuşa basmayı bekliyor.

Varmı pazarlama ekibin en jantisinden, araştırmacı geliştirmeci ve esnaf çocuklardan oluşan.

Naapacaklar ellerinden öperler kardeşlerin?

Karınca olacaklar?

Nasıl yani?

Oğlum sular yüksekken balık karıncayı yer, sular çekilince karınca balığı.

İyide abi, balıkçılık yapacaklarsa balık haline gidelim, mangalıda sen getir.

Çok kitabisin be kardeşim. Bilgisayar programcısı gibi sadece kurulumun ayrıntısında boğulanlardansın.

Baba valla senin şu fikirlerinde boğuldum, ne diye başını gösterip kıçına inmiyorsun, fitil oldum, biz yabancımıyız da sen bize fikirlerini açmıyorsun, sana açık çek mi vereceğiz illa?

Ben sana ömrümü verdim, bir ömür boyu sevenlerdenim, sen benim bloğuumu takip et, her işin başı besmele, her işin sonu taakip.

3 Haziran 2009 Çarşamba

Hudutlarda yaşayan adamın flaşbekleri

Satış...
Özünde kendini satabilmek, yani dikkat çekicimi dersin, fark yaratıcı mı dersin, herkezi oyuna katabilen mi dersin, öyle biri olmak sayesinde bu sonsuzluğa giden sarmaşığa tırmanıyorum.
Bu uğurda bazı atraksiyonlarım ve yaşanmışlıklarım varki, kaydadeğer olanları paylaşarak size bir demet vereyim mi?

Son 15 yıldır yatağa yatar ve deliksiz uyurum. ( Deliksiz uyumayı -yatağında bir kadın olmaksızın yatma- şeklinde niteleyen iğrenç esprilerimde olmuştur. ) Tek istisnası ise 17 ağustos depreminden 1.05 saat önce sebepsiz uyanışım. Pencereden baktım, dışarıda şeytani birşeyler oluyor yorumu yaptım. Resmen banyo apdesti ( kıyamet alışkanlığım ) ve bir sigara ile uykumu çağırdım. Uyumayı başardım. Sonrası malum.

Lisede kızlara karşı sadece bir amfibiyendim. ( İlgisiz alakasız varyasyonsuz karşıcins. ) Ama ne olduysa üniversitede oldu. Pijama ve eşofmanı erkeğin erotizmi sanan ben, ve tek aşkı futbol olan ben; kozamdan çıktığımı ve karşı cins için en arzulanan karşı cins olduğum aşkına kapıldım. Dar ve uçuk renklerde giyim, kapalıçarşıdan aldığım bir laptop çantası atası çanta, saçlarını felsefi tarayan, arayışlardaki ama güvenilir melankolik. Resmen ve resmen filmlerde resmedilen bir romantiğe döndüm. Ha birde üstüne ölüm matemi taşıyan bir karşılıksız aşk yaşadığım tarihten sonraya denk gelmişti ya o hallerim. Feminal görünmüyordum kesinlikle ama feminal bir esansı feminlere yayan bir egzotik fenomene döndüğüm yorumunu yapabilirim. O zamanlardan kalmadır başharfi kadın olan her yaradılmışa karşı kazanılmadan kazanacağımı hissettiğim değil bildiğim özgüven. Bide doğuştan ruhüstünlüğü denilen şeye sahip olup, maneviyatta dövdüğüm bir paslanmaz kılıcım varya kınımda. Bu imajımı asla sexiyete dökerek, kaba tabiriyle redi tu giv kızlara basınç şeklinde uygulamadım. Mustafa olmak feci sorumluluk, getiriyor, bilmem belkide geçmiş hayatımdan ders almış bir ruhun sonucu mudur nedir? Bunun neresi satış diyeceksiniz.
Kendi geçmişinindeki kendini doğru anlatabilen kaç kişi var hayatınızda?

Bir keresinde kurbanlık aldığımız bir koyunla iletişim babında mee leme diyaloğum oldu. O huysuz hayvan çıkarttığım taklit seslere öyle bir tepki verdi ki, ancak fantazi-gerçek arası ecnebi filmlerinde görebilirsiniz. Bugün bile ağladığım bir şekilde koyun beni ya annesi zannetti veya aşık oldu, çünkü pencereden bile aşıp yanıma geliyor ve koltuk altıma sığınıyor, adeta uyuyacak derecede rahatlıyordu. Onu olağanüstü terbiye edebilir, onu insanlaştırabilir hatta konuşturabilirdim 2 yada 3 cümle, çünkü beni seviyordu, ve benim istediğim her karakter olabilirdi. Benim ise en devanası zaafım; beni seven her canlıyı sevmek kaderinde olmam. Koyun kesildi ama ben yemedim, bu şekilde sevgisine karşılık verebildim, oysa o muzip varlık kendisinden yememi isterdi, neden, çünkü beni sevmişti. Merak etmeyin bundan sonra kimseyi sevemeyeceğim için sizi yemem...

Birkaç uçuk yaşanmışlıkla sizi inanmayacağınızı bildiğim derelerde sulamak gerekirse:

Küçükken cin gördüm.

Bir cin karısı bana musallat oldu, ama erkeğiyle sessiz diyalog içinde bu kıskançlığının gereksiz olduğunu izah etmeye çalıştım ama dinlemedi. Bir noktadan sonra ise bende onu cinlemedim zaten.

Mahalle maçımıza duvarlara ilanlar yazarak taraftar toplamaya çalışmıştım, fotokopi makinesi yokken olmuştu bu hadise. " büyük maç....Ataryemez-ömerhayyam...../..../198....saat 19.00

6 yaşında traktör kullanırdım ama sadece direksiyonel bazda ve köyde.

Bir keresinde bir maçta bir çocuğa öyle insafsız bir çalım attımki, ayıptır söylemesi çocuğun kolu kırıldı. Düşerken elini yere paraşüt yapmaya çalışması sebebiyle. Tabi 8 yıl sonra benim kolumda top oynarken aynı yerden kırıldı ilahi adalet bazında. Severek katlandım.

Severek katlanıp okuduğunuz için sınırboylarından müteşekkirim.

1 Haziran 2009 Pazartesi

Geyik Antropolojisi

Aysbergin görünen yüzüdür insan varlığı. Titanik filminde yaşlı kadın demişti ki; -her kadının yüreği onunla gidecek birsürü sırlar barındırır, aynen okyanus gibi. Tabii hepimiz bu söyletiden, kadınların anlık cinsel aktiviteleri ve çapraşık ilişkileri ile sonuçlanan anüs kabarmalarını anladık. Doğru ama tam manasıyla değil.

İşte bu tarihsel yaşanmışlıklar bizlerin deposu olup, karınca odaları gibi tarihin bilinmeyen adreslerinde, girişi kamufle, kilidi şifreli odalarda gizlidir. Genellikle Muğla bodrum otel odaları, lise mabedinin karanlık köşeleri, veya bir ormanın çalılık mağaralarında. Beyaz yalanlar gibidir, açıklanırsa ilişkiye zarar vermez, yada verir ama hayalgücümüze bağlanır çoğunlukla, kaybedecek neyimiz var gibisinden. Çoğunlukla imaj ve prestijimiz.

Bu odalardaki seyahati, benzetmek gerekirse, mısır piramitlerinin altındaki firavun odalarının keşfine çıkarabiliriz. Ne zaman; yeni bir insanla olan münasebetin dostluk kurma cazibesi gerektiğinde.

Mesela Ömer seyfettin çocukken yaralı bir martıya aniden öfke duyup onu boğarak katletmiş, ve o anı cinayet olarak nakledip, bize de katliam pişmanlığı yaşatmıştıya...

Mesela sağırlar köyünün imamı Hüsnü, gençliğinde kendisinden 6 yaş küçük kıza kaza ateşi etmiş, ve onun apar topar evlenmesini sağlayarak hayat karartan adam olmuştuya.

Mesela, ilk polise rüşvet vermiştik ya, sırada önümüzdeki kıza arkadan itiyorlar demiştik ya, ikna olmuştu hani. Kızdığımız adamın arabasının lastiklerini patlatmıştık ya. Playboy dergilerini tavanarasına saklardık ya. Kızlarla ilk buluşmamıza kondomize giderdik ya.

Bu dehlizlerde dolaşmak ve gizemin peşinde koşmak kadar hücrelerimizi ne yenileyebilir ki?