23 Nisan 2016 Cumartesi

OSURUĞU ÇALINAN ADAM

Zamanımızın sıvılaşan değerleri sonucu mutluluk hormonu evrildi ve mutsuzluk kaderimiz oldu.

Hepimizi belli bir standardın altını felaket kabul ediyoruz üstü ise zaten mutsuzluk.

Bu açıdan bakabilirseniz size osuruğu çalınan adam hikayesini sunarak, ne demek istediğimi açıklayabileceğim.

Tarık 37 yaşında, hizmet sektöründen, 3 yıllık evli bir adamdır. Çok iyi giyinir, kaliteli yaşamayı sever. Yaşam standartları ise gelirinden daha yüksek olduğu için, yaşam tarzı olarak hep son dakikacı bir davranış tarzı geliştirmiştir. Son anda kredi borçlarını, kirasını, taksitlerini, faturalarını öder, son anda davetlere, randevulara, düğünlere hatta uçağa yetişmektedir. Hasta olduğunda bile hep son çare olarak doktora gider. Bayram namazına bile son rekat kılınırken yetişir. Yani sınırlarda ve uzatmalarda yaşamaktadır.

Birgünlerden birgün, adı bilinmedik bir lokantada kendisine önerilen karidesli suşi bilinmezini söyler ve yer. Aynı akşam ise bağırsağı ve midesinden gelen tarifi imkansız sızılar karşısında bu sefer zamanında hastaneye gider. kendisine bir dizi tetkik yapıldıktan sonra, sindirim sistemi doku felci ve gastronomik enfeksiyon teşhisleri ile ameliyata alınır. Yapay dokular ile bağırsağının temel fonksiyonları revizyone girer, daha bir sürü tıbbi işlem sonucu yaklaşık 10 gün sonra taburcu olabilir.

Hizmet sektörü acımasız bir camiadır ve gelirinin 10 günü kesilir. Böylece 2 adet kredi kartı ve hastane masraflarından ötürü 3 tane daha olmak üzere 5 kredi kartı gecikmeye takılır. Çünkü tarığın tarıktan başka kredi kartını takip edecek bir mekanizması bulunmamaktadır. En büyük müşterisi ise, tarık ile muhatab olamadığı için başka alternatiflere yönelmiştir. Firmasının yüzde 23 cirosu kesilir tarığın.

Tarıktan 10 gündür haber alamayan sevgilisi irem ise, bu süreçte mesajlarına cevap alamadığı için bodruma tatile gitmiş, tarığı terketmiş vede kendine orada rus sevgili bulmuştur. Sebastian DİMİTRİ.

Tarık için hayat biraz biraz kararmıştır. Karısı ile yapacağı tatil planları ertelendiği için evde durumlar limon kıvamındadır ve karısının ailesi bu duruma müdahil olmuşlar ve huzursuzluk başgöstermiştir.

Hikayemize konu olan osuruk kaybı olayı ise reel manada tarığın en büyük sorunudur. Vücuduna dolan gaz ve ameliyat izlerinin hassasiyeti sebebi ile tarık yaklaşık 20 kg şişmanlamış gibi gözüksede, gaz tahliyesini ancak tanesi 35 lira olan tek kullanımlık gazmatikler ile gidermektedir. Aletten bahsetmeme gerek yok, çalışma şeklini bilen bilir.

Yaşamış olduğu tıbbi ve şekli olumsuzluklardan ötürü iş akdi feshedilir, ama tarık bu haberi aldığı anda bile gaz problemleri ile uğraşmaktadır. Evde eşine bu durumdan bahsettiğinde acı bir ayrılık rüzgarı eser. Tarık yemiş olduğu karides ile yaşadıklarını kader bağlamında bağlar. Karidesli suşinin ahını aldığını zanneder hatta.

Daha yaşadığı bir sürü olumsuzluğu sıralamaya ne gerek var bilmem, o yüzden sıralamıyorum. Ama tarığın yaşamış olduğu son dakikacı hayatın, limitleri zorladığı hayatın, dikişlerini patlatmak üzere olduğu hayatın ahını çekmiştir üzerine, osuruğu da cabası.

Sadece osurmanın bile ne kadar büyük mutluluk olduğu kanaatine hasıl olur. Önündeki hayatın 3 senesini, sadece 3 senesini hem limitlerini geri almak, hemde osurabilme özelliğini geri kazanmakla geçirecekti.

Mutluluğun tanımı bir osuruğun genlerinde gizliydi.

BAŞBAKAN MUSTAFA

Favori mekan deyince naanlarız? Ben bana özelleri anlıyorum. Şahsiyetim daracıkken, kuş kadarken, beyoğlu istiklal caddesiydi her 1000000 kuşi gibi. Şimdi özelim, güzelim, 35'ini-kırkını geçmiş her kadın gibi ( sadece benzetme ) oturmuşum, hem kaidem hem şahsiyetimde. Hiç kimse beni yenemez diye ekleyerek. Beyoğlu bu durumda sahte cennet, veya dürümland gibi bir ifade gözümde..

Bu yaşıma gelene dek bazı mekanlarda dolaştım. Onlartı çoook sevdim. Mesela, futbol manya yıllarımda, İnönü stadı boşken giderdim. Maç kalabalığı ve heyecanı yok, o gelin kız, içinde şarkılar söylenen, topluca oturulan, topluca kalkılan hayal sahnesi. Yantarafta lunapark var ama bende inönü stadı, varsa yoksa. Mekanın ruhunu okudum. Kardeşim oldu. Benzetmek gerekirse, hani o kadın vardır, genç ve güzel iken, "pop" iken etrafında erkeklerin uydu olduğu, ama her kadının kaderindeki, kocamışlık, yıpranmışlık veya bayatlıkta yüzü solmuş kişi. Ben o zaman elinden tutmakta gurur duydum. Gençliğinde, güzelliğinde bana vermeyeceği eli tutmakla..

Meşrutiyet camii. Her erkeğin en temiz ve cennetii geldiği, imanın cu_şu hur_uşa erdiği, avazımızın Allah (C.C. ) 'a ulaştığını hissettiğimiz. Kalabalık, ulviilik, cuma, teravih, bayram sabahı coşkusu. İşte bu kutsallığı, cami boşken kim hissedebilir dersiniz? Camiden kalabalık gittiğinde cami'nin psikolojisini kim düşünür? Onun bir huzur evi yaşlısı gibi hissetmeyeceğini kim iddia edebilir? O meş'ut camii bizim hakkımızda iyi şahitlik etmezse ya? Ya ağlarsa?

İşte ben cami boşken onu ziyaret eden, coşku seli eridiği zaman, ona sevgisini, minnettarlığını esirgemeyen çocuk oldum. Cami şefkatli bir ana gibiydi. Her zaman kapısı açıktı, serindi, vefasızlığa bile gülerdi. Şimdiki "kadıncıklar" gibi değildi, camii sıfatını sonsuza dek hakediyordu.

Buna ilkokulumu ekleyin. Yüzlerce çocuğun cıvcıvından uzak olduğunda başının ağrıyacağını ve terkedilmişliğe içerleyeceğini düşünürdüm o binanın. Sırf bu büyü yüzünden, alırdım mahalle takımını, liderlik ettiğim sümüklü piçikoları yani, çayır çimen yerine onları okulun betonunda maç yapmaya götürürdüm. Ölmesin diye.

Zannetmeyin beyoğlunu iyiden iyiye boşadığımı. Ben onun hepinizden çok sevdiği platonik aşkıyım. Sarhoşlar hariç, ona o olduğu için sabah ezanı müziğinde eşlik eden ahretliği de benim. Allah kahretmesin, bu mekanları terkedemiyorum. Yaşlanıp köşeye çekilmiş bütün kadınlara bir amaç olmayı başarırken, mekanlarımın gözyaşlarıyla yüzümü yıkıyabiliyorum.







( yazımı beğenen 0 544 Mus Ta Fa telefonuma mesaj atabilir. )


Örnek Başbakan Mustafa yaz, boşluk bırakma, beş yıldız üzerinden (*****) mesela bir ( *) vereceksin, (*) yaz. Gönder. Mesajınız eski mekanların ziyaret edilmesinde kullanılacaktır.

KADIN KATLAMA SANATI

Ürdün'deki şeym el şarafa ricalinin kadem kasabasındaki çiftçi Müsellim El Neima köylüsünün hasattan gelecek para ile traktörü New Holand 3500 'ün borcunu kapatması yada bu parayla Oğlu Sayh El Neima (19)'nın düğününü yapması ikilemi, yaşadığı ter basmaları ve küçük dünyasının bocalamaları kimimizin uğrunda? ( Hoş; Ürdün tarım daireside paraları ödemek için dünya bankasının keyfini bekliyor ya..)

Uruguay'ın Montevideo kenti, Belizzonya banliyösünün genelevinde 15 yıldır vucüdunu kamu yararına sunan tescilli Fahişe Romına SANCHEZ'in ( 42, ama 56 gösteriyor ) emekli olduğunda çevresince rahatsız edilip, yağmalanması tehlikesi, yada devamlı müşterisi Belediye komisyon başkanı Emilio RODRİGO'nun yapmış olduğu evlenme teklifini kabul ederek, bilinmezlere yapacağı yolculuktaki muhtemel huzursuzluklar ikilemine kim, kaç dakika ayırır?

Daha bir sürü bilmediğimiz yerlere düşen ateşler, ve ateşin düştüğü yerde yaşanan tahribatlar. Ne ben sayabilirim, ne siz içinden çıkabilirsiniz.....

Çıkmış Mustafa diye bir evliya aday adayı, bir başlık atmış sanal sahifelere, aynı şekilde kimseyi ilgilenmeyeceği bir özelliğine odaklayamaz elbette. Ama, böyüle tatmin oluyorsa, kimseye verecek hissesi, ve kimseden alacak sadakası yok demek değilmi?

Evet, kadın bir kağıttır. beyaz sayfadır, kuşe veya 1. hamur. Kalite kalite. Ama kimine gazete baskı ofsetleri bir milyon baskı yapar, okunur, çöpe atılır, kimine bir ilkokul sanatçısı klasik resmini çizer, ev, ağaç, baca-duman, dağlar güneş nehir bulut, yeşillll-mavi.

Hiçbir kadını 6 kereden fazla katlayamazsınız, büyüklüğü ne olursa olsun. Üzerine yazdığınız yazı veya çizilen resmin değeridir kadını değerli sayan. En büyük sanatçılar bile ilham geldiğinde elinde peçete bile olsa, sanat eserini, içini bu kadına döker, ölümsüzleştirir.

Kiminin elinde en porporfosyonel kağıt, malzeme, tuval, renkler, ve ortam vardır, bir modeli bile vardır, ama onda ilham ve tanrıverdiyse yetenek yoksa, resim çöpe, boya ise tuvalden, tuvalete gider. Öyle değil mi?

Öyleyse ki, öyle, kağıt katlama sanad'ınında bazı yorumlara ihtiyacı var, gerekliliklerle birlikte. Kağıdımız, ebat olarak ortaya koymak istediğimiz eserin çapına denk olmalıdır. Kırpıntıları yaparken, kağıdın özüne zarar vermemeye özen gösterelim. Kağıt ise ortaya çıkacak esere inanmalı ki, kırpıntıya izin versin, yoksa ortadan ikiye yırtılır.

Kağıda şekil verirken ellerimizin hassasiyeti, mahirliği kağıdın ruhunu okşamalıdır, bu şekilleri verirken cetvel, pergel ve bilimum şartlandırma malzemesine çok az güvenin, öldümallah kağıda şekil veremezsiniz ve yine ortadan ikiye yırtılır.

Diyelim kağıdı katlayarak uçak yaptınız, onun yeri bir sergi olmalı. Eğer sizde inanırsanız onun uçacağına, bu onun son uçuşu, sizinde boşa giden emeğiniz demek olur.

Eserinize ruh katmak istediniz, özendiniz ve oda sizi kırmadı, ortaya çıktı, sakın onu satmayın, başkasına vermeyin. Alan şahıs mutlaka onda bir kusur bulacak ve ortadan ikiye ........

EPİSODE 6: KILBİLL GELİNİ PAKET DÜRÜM YAPAR

Tarantin kafasını ağır ağır yukarı kaldırdı ve kızgınca söylendi kendi kendine: I ged ıt, fak fak fak!

Kült filmlerin yönetmeni bir uyanışa sahne olurcasına kafasında çakan şimşekleri okudu:

"Artık fimlerde kadın yalakalığı yapmayacağım."

Peki bu kadar başarı yakalamış adam birden niye yolunu 100 derece değiştirme ihtiyacı duymuştu? Çok basit, cebine gelen bir mesajdan ötürü,,,

3 sene önce ONS yaşadığı zibidi bir Türk kız olan didem, ona devamlı mesaj atıyordu, sanki geceden alacağını almamış çığırtkanlar gibi. ( ONS: Tek Gecelik Aşk )

Qi, tatlım, bana ONS hatırası çektiğimiz diğer fotorafı mail send yaparmısın, çok ihtiyacım var, sana ayaklarımı öptüreceğim. Ba, ba...

Tarantin kült bir hareketle senaryoyu yazmaya başladı. Kalem saniyede 100 harf ateş ediyordu:

Filmin ruhu olan, gizemi, hayali, ve omurgası, KILBİLL'i bir kadına öldürtmenin adil olmayacağı yönünde nasıl bir atraksiyon yaratabilirdi. Öyleya, gelin hareketi yapıyor ve KILBİLL son nefesiyle ruhunu teslim ediyordu. Aslında mantığa oturtmanın gereksiz olduğu bir durum vardı ama KÜLT filmin devamındaki düzeltme mesajı filmden daha kült olmalıydı diye düşündü. Ve yazdı....

Gelin arkaya dönmüş giderken, düşünceleri bir arınışın rahatlığı ve kırk yıllık arkadaşlarını öldürmenin rahatsızlığını yansıttı. Huzur ve pişmanlık, ekşi bir ifade. Kadınlıktan olsa gerek, hareketi tamamlamak ve KILBİLL'in boğazını hattari hanzo ile 1/2 yapmamak en kült hata oldu. Zira filmin bütün gidişatında kendiside son dakika golleriyle, dahası, anormalin tesadüfleriyle yürümüş gelmişti. Kendisine yapılmayanı yapmamaktı hata ilahi deyişle.

An yeniden canlandı.

KILBİLL gelinden aldığı "somun burgulu ters karga" hareketi ile hayatını saniyelere sığdırmak yerine, pasifizm değil aktivizm olsun dedi. Cebinden dünyanın en kesin zehiri olan "dişi ot yılanı kapsülünü" çıkardı ve dilaltı yaptı. Bu kapsül nerolojik zincirleme sonucu darbe daha kalbini tekletmeden, kalbini durdurdu. Darbe ise daha atardamardan kalbe yolalırken, canlı bir kalp düşlüyordu. Kalbin durması darbenin gelişini kesti ve pasifize etti. İşte KILBİLL'den sızan kan, bu darbenin vücudu terkettiği an olarak kayıtlara geçti. BILL müstesna adamdı, gelin ile aşk yaşamış, ve onu hamile bırakacak kadarDA bilge bir şahsiyetti. Dolayısıyla bu bilgeliğini hayatta kalmakta kullandı. Mühim olan ne darbe ne zehir nede intikamdı. Sadece karşındakini tanımaktı dostum, karşındakini tanımak.

Ve aslolan varolmaktı dostum vaarolmak. Öksürdü, sendeledi kalktı. Zor günler için sakladığı full depo buldozeri çalıştırdı. Gelini tanıyordu vede davranışlarını. Gelin o sırada antrede aşık olduğu adamı öldürmenin ruhi gusül abdestini yaşıyordu kaskatı. Buldozer antrenin duvarını yıktı ve gelini kepçeyle 1/2 yaptı, yetmedi, hattori hanzo ile 2/8 ve dünyanın en keskin kılıcı olan dattiri hanzo ile 8/24. Bu işlemlerden sonra florida 13. noterini çağırıp gelinin ölümünü noter tastiğiyle ölümsüzleştirdi, ki olurya gelin tekrar canlanırsa, resmiyette bunu ispatlayacak bir kaynana olmasın diye.