24 Haziran 2016 Cuma

Sanırım ki

düşler düşlere dalacak bu gece
ısıtan pembe hayallerde
hayallerim battaniye

bir posta güvercini
ıslak imza
sen çıkabilirsin paketten

ama sen kırmıştın
ama sen delmiştin
şimdi kim suçlu

ve anlamakta zorlanırken
benim anlayışım debriyaj kaçırırken
şimdi seni ne ile yapıştıracağım

dönüşmeyen tek şey dönüşüm mü
tarih tozlu arşivlerde
dönmeyen yek şey dönüşün mü

ıslak imza mustafa mehir

22 Haziran 2016 Çarşamba

- Mustafa Bir "Rus" Erkeği Olsaydı.....?

Hani şu tanıdığınız bildiğiniz...

Kendini türlü türlü şekillere koyarak muharrirlik yapan ve hiç kaydınıza girmeyecek meçhul hissiyatları taşıyan hayal zengini ben....,,,,,

Bir sırrımı paylaşarak başlayalım güne dedim; Hassaslık nedir biliyor musunuz? Yani biraz giydirilmiş hassaslık olan duygusallık?

Ben neden duygusal'ım biliyor musun?

Duygusallık, algılanan muhtemel acının panzehiri olan savunma duygusudur. Hava yastığıdır, süspansiyondur. Acıların paraşütü olan erken uyarı sistemidir. Yaaa.

Bu başlıkla hiç ilişkisi olmayan itiraftan sonra yıllardır kafamı karıncalayan bir travmayı size teşhiş edeceğim. Ben bir Rus erkeği olsaydım ve Türk erkeği mantalitesine sahip olsaydım, hissiyatımdan neler geçerdi?

Ulan bu bizim rus karıları dünya güzellik liginde ilk sırada ama neden biz rus erkekleri bu alanda ünvan sahibi değiliz, kompleks yapsak mı acaba?

Yahu bizim hatunlar ülkeye döviz girdisi olarak en az 5 milyar dolar sokarken, bizim milli ekonomiye katkımız neden güdük kalıyor, anlamadım gitti?

Neden yabancı erkekler bizim karılarla evlenmede bu kadar istekli de biz rus erkekleriyle evlenmede diğer ülke hatunlarından bir talep yok, reklamı iyi yapamıyor muyuz ne?

Bu hatunlar acaba beyin ( beden de olabilir ) göçünde çok hızlı hareket etti de, biz vodkanın tesiriyle geç mi kaldık desem acaba?

Bak şu halimize, bütün gün ser-sarhoş yatarken, bizim rus hatunlar vücudlarını zinde tutmak için günde 2 kere spor yapıyor, meslek ahlakımızı sorgulasak yararı olur mu?

Yada temelde düşünürsek, biz bu hatunları mutlu etmekte tembel davrandık ta, doğanın kanunu olan "mutsuz kadın arayış moduna geçer" kuralı mı işledi acaba?

Bizim karılar güzel olsun diye kominist dönemde genleriyle oynandı ise, bizim günahımız neydi de bizim genlerle oynayan olmadı, fırsat eşitsizliği mi desem?

Şu arz talep dengesine de aklım takılmıyor değil, etrafımız güzel rus kadını ile dolu idi, bizim de gözümüz gönlümüz doyunca işi tamamıyla tembelliğe döktük zamanında, yemeyenin malını mı yiyorlar ennihayetinde?

İşi ilahi kanunlarla düşünsek faydası olur belkide, kuzeyde hava soğuk, "kim uğraşacak sevişmekle" tezinden hareketle, bizim kadınlara ilahi bir güzellik verildi de, biz üremeye yönelelim, ama plan tutmadı ve rus hatunlar dünyadan talep görüyor. Bize bahşedileni; neden bütün dünya paylaşır? anlamadım gitti.

Yahu en iyisi bu işin günahını da kominist sisteme yükleyelim, zamanında bizim karıları kapitalizme salsaydık, şimdi bu dengeler çoktan oturmuş olurdu kanımca..

21 Haziran 2016 Salı

EVCİL TİLKİ

Kediseverim çocukluktan beri, maceraların çemberinde yuvarlandığımız ve gece gündüz farkını bilmediğimiz evveliyatımızdan beri.

Ama hep dişi kediler yanımda sürtüngeç oldu, bir türlü bir erkek kedim, heybetli, kaslı kocakafalı, ve sahip olmaktan gurur duyacağım, en azından beni anlamak kapasitesi daha yüksek, işte ona sahip olamadım.

Cem gariboğlu yaşlarım daha çok fudbolla, sinema ve okumaklarla geçti, teksaz tomiks conan, dahane bahanelerle, ama kızlarla arkadaşlık yapmaya imkan ( olanak ) olmadı. Oysa maviş gözlü, pembe allı, lüpür saçlı, onlar nişantaşının kayta haytalarıyla arkadaşlıklar yaptı, ilk tensel deneyimlerini valikonağının parfümlü çocuklarıyla yaptılar, ben ise mecburen çocukluğumu gençliğime uzattım. Olsun yaşanacağı varmış. Olsaydı oysa....amannnnnn.

Sonra azmedip yükseklerden okullar kazandım, arada birkaç platonik aşklar yaşadım, neşemi hiç kaybetmedim, hani moda tabir vardır ya, sporumu hiç aksatmadım, ama daha imkanların özlemi içinde dönüp durduğum da çok oldu. Camiye para topladım, rabıta meclislerinde deliliğimi törpüledim, döner döner dururken canım annemi ebediyete verdim, yattığı yerde bir rüzgar her ziyaretimde beni okşar, canım canım canımı.

Yüzlerce ama birlerce insan tanıdım bu sürelerde, ama devamını getiremedim, bir cenk var bir coşkun, hayta söylem 1/2, ve orta ömürlü 5-6 arkadaş daha, hatırları sağlam.

Aslında her insan, onlara karşı ne kadar insan olabiliyorsan o kadar değerliydi. Ayna teorimi bu aşamada öğrendim.

Şimdi her başarıya, evliliğe, canım kadınım ve çocucuğuma sahibim. Başka insanların asla sahip olamayacağı bir seviyeye. ( MANEVİ VE YAŞAMIŞLIK BABASI ) Orjinalliğim bu yönde. Sıradanım ama benim örneğim yok açıklamasıyla.

Merak edecek bir şey kalmadı, başarı başarısızlık boyutunda, ya, aklıma geldi:

Keşke evcil bir tilkim olsaydı...

16 Haziran 2016 Perşembe

AGHHHH AGHHHHHHH

Yağmur yağıyor, Dert şeklinde damlalar. İçimde kıvılcımlar ıslak Çakmıyor. Ahh elizabet ahh, Bir ada vapurunda başlayan aşkımız Bir tren garında bitti. Gözlerim sırılsıklam. Şimdi ben sosyalim Sen ise medya Ne kadar etkiliydik Bu kısacık yolda.

14 Haziran 2016 Salı

ŞİİR DEYİN SİZ...

Karaköy, limandayım,
Köprü yanıbaşımda.
Balık aşıkları iş başında..

Kerhane çığlık çığlığa,
Az sonra martılar da katılır buna.
Hakeza;
Sonlanan veya başlayan,
Hayatlar var burada..

Sen 60 lı yılların siyah-beyaz melodramlarındaki soğuk vamp

Söylem Teyzeyi, evriltip - çevriltip, kimin yerine getirebilirdik? Öyle ya; bu duruş, bu ten, bu leylei sadr....
Astronotus mu olmalıydı, Üstranüs mü, kraliçe Mary Antuenette mi, Jeanne dark mı, Evita, veya kültür bakanı Nimet Bıçakçı, ve veya, bu imajlar ona gerekli evrenselliği sağlamaktan uzak mıy mıy dı?
Kendisini bir devre maaletmeli ve de efsaneliği ahada bu devrin üzerine oturtmalıydı. Değerlendirme meclisi her ne kadar onu 2350 li yılların uzak ikonusu olarak imajlasa da, o kendini başka bir eksene oturttu: 60'ların siyah beyaz filmlerinde işlenen o asil ruh ve terbiyeli aşklara, yalanın ve yılanın olmadığı, darbe ile devrimleşmiş, Amerika'dan yeni ses ve ışık sistemleri gelmiş, genç yıldızlar ve eskinin oturmuş sinemaskop harmanı, hayat güzellik yarışması, beatlesler, elvisler, moğollar, hepsi parlak yıldız, hepsi bir sinema ışığından perdeye veya sahneden halk'a süzülen şahaneler.

Yada Wily ronis resimlerindeki 930 lu yılların Paris'i olsun mu diye düşündü? Saf mutluluk saf huzur, gittin mi geri dönmek istemezsin kabilinden. -Amann neyime lazım dedi, hem daha uzak bir tarihti, hemde savaş rüzgarları yiyecekti bol bol. Kendisi savaştan ve ihtimalinden çok korkar da.

Işın odası hazırlandı ve tarihe mesaj geçildi:

Yüce Ahmet ÜLKÜ beyefendi, / Ülkü filimcilik, senaryo yazarı ve recisör.
Ahdımız olan oyuncu adayı Söylem Hanımı görüşlerinize saygıyla arzederiz.
Hörmetlerimizle,

Utku Artis ajansı,
Mustafa Utku MEHİR

El cevap;

Saygıdeğer hanımefendiyi çekimlerin yapılacağı pangaltı stüdyolarımıza 22 ekim 1964 salı sabah 08.40 itibariyle bekleriz, kendisi 32345 telefonlu numarayı ararlar ise adres tarif olunacaktır.

Ahmet ÜLKÜ asistanı
Süreyya ALTINTAŞ

...IŞINLANMA ÖNCESİ...

Son bakımlarını ve tuvaletlerini yapıyordu, maneküri, pedükuri, son boyalarını sürüyordu, hayal mavisi, hayal kırmızısı allıklarını, kıyafetini ise rolüne göre takınacaktı, paris crezi hors kostümünden tutun, bataklı dam kızı Aysel kreasyonlarına kadar uçarı bir bavul hazırladı. Türk filmi 960 versiyonunda oynayacaksınız, geri dönüp yıldız olacaksınız, ve kendinizi siyah beyaz seyredeceksiniz. Söylem bu ihtimale katık etti umitlerini, takma bir isim düşündü bu esere ve konseptine Eser Söylem Parlar, kısaltması ESP, olarak nakledecekti kendi takdimini...

...IŞINLANMA SONRASI...

Ağır adımlarla rumeli caddesinden Pangaltı'ya uzadı. Ülkü Filim stüdyosunu sordu gazeteci çocuğa. Eski postanenin ara sokağındaydı. Öylesine heyecanlıydı ki adımları, bir an şoku yaşadı, metro girişi neredeydi!!! Metrodaki güvenlik, koşuşturan tüketim ve kabalakçı? Ama uyandı ve metro yerinde büfeye uğradı, zambo sakızı aldı.

Ülkü filim girişinde kendine bir çekidüzen verdi, zile bastı, zil james bond müziği çaldı, kapıyı açan bayan:

Buyurun Eser hanım, yada söylem, size hangi isminizle hitap edelim?

Eser lütfen, Ahmet bey ile görüşebilir miyim?

Sizi bekliyorlar, içeride soldan ikinci oda.

Günaydın Ahmet BEY; ben Eser Söylem.

Çok tuhaf ve sinematografik bir adam bekliyordu ama bu kadarını değil. Sigara dumanlı, karbonmonoksitli, kitaplar raflardan taşmış, bir siyah masa ve saçlı sakallı, sakallar yüzünden taşmış 60 larda bir adam, başını hafifçe kaldırdı,

Buyurunuz matmazel, adaçayı veya Paris kahvesi sunabilirim size.

Teşekkür ederim, adaçayı diyebildi,

Ahmet BEY Gaulises blondie sigarası uzattı,

Kendinizden bahsedermisiniz Söylem?

Tabii, şimdi ben, emekli Budapeşte sefiri Hamdi bey kerimesi, rabırt kolej iktisat mezunu, ve yurtdışında Sorbone hukuk eğitimi almış bir oyuncu adayıyım, Mustafa BEY, sizi bana öneren kişi, sinemayı da bir büyü bir cennet esintisi olarak seyreden birisiyim, hepsi bu.

Peki, seyrederken aldığınız keyfi, oyuncu aşamalarında nasıl soluyacaksınız?

Bu bilgece soruya çalışmamıştı ama, doğaçlayacaktı artık.

Elbette, bunun Türk sinemasına bir deneyim olması ve sizin yönlendirmelerinizle bir eser olacağı düşüncem.

Bak kızım, oyunculuk zor bir müessesedir ve oynarken kendini seyredebiliyorsan bir keyfe dalar ve izleyene tattırabilirsin. Bu kanaate varabilecek misin?

Elbette, özellikle beni düşündüğünüz projenin anafikirleri ile kendimi inandırmama yardımcı olursanız.

Ahmet bey, uzandı ve bir raftan kağıtlar dolusunu eline aldı.

Bu projede Söylem, bir melodramda yeralacaksın, burada sana Belgin hanımefendi ve İzzet Günay bey eşlik edecek. Sen belgin hanımın kızı olacaksın, nişanlın izzet, koleje gidiyorsun, halkevlerinde öğretmen olmak niyyetindesin, baban ise demokrat ama darbeden mütevekkil, hapiste, üzerinde toplum baskısı ve şüpheler var. Bu ortamda nişanlın izzet ile bu güçlükleri aşmaya çalışacaksın, baban cezasını çekince evlenmek planını yaptınız. Ama filmimizin kırılma noktası ise, Nişanlın İzzetin, validen belgin hanımdan etkilenmesi ve aklının karışması, bu mihvalde topluma vereceğimiz lezzet ise, duygu karmaşası içinde mantık ve tutkuların mücadelesi olacak.

Ben burada biraz düşündüm ama, bu kurguyu canlandırmanın bazı riskler içerdiği muhakkak.

Ne gibi matmazel?

Mesel; Bir aşk üçgeninin iki tarafında anne kız var, bu kurguyu bir filimde canlandırmak toplumumuzun dinamiğine ters etki yaratacaktır. Yada zamanı değil, en erken 90 lı yıllarda bu kurgunun alt zeminini oluşturmak münasip olacaktır, şimdi izninizle dedi.

Ahmet bey son bir söylemini iletti,

Kızım, Beyoğlunda Markiz veya Opera kahvesinde bir otur ve şimdi söyleyeceklerimi düşün lütfen;

Birincisi, biz siyaset yapmıyoruz, san'at yapıyoruz, sen bu ahlakçılığın ile sinemaya dahil olabilir misin, onu düşün.

İkincisi, biz toplum seviyesine göre davranmak durumunda isek, halen daha Tarkan veya Karamurat, olmadı Köroğlu destanları çekmemiz lazımdır.

Üçüncüsü ise, biz aykırı insan olarak toplumu düşündürebiliriz ve onlara, onların sınırları dışında bir hissiyatı vererek mesafe almalarını sağlayabiliriz. Burada önemli olan mesajı vermek değil, mesajı almalarını sağlayabilmek. Dolayısı ile hayatımda ilk kere sizin gibi sorgulayan ve senaryoyu öğrenmek isteyen birini gördüğüm için bu izahatları verdim, ne Belgin nede İzzet bana gelipte senaryo hakkında birşey soramazlar, soracakları tek şey, film çekimlerinin nerede olacağı ve zamanıdır.

Söylem biraz dışarı çıktı, Taksime gitmek için metroya yöneldi, metroyu bir kez daha yerinde göremeyince, ancak ve ancak recisörün dediklerini kavramaya başladı.

Oraya metroyu yapacak zihniyeti ya burada 40 yıl bekleyecekti yada oraya metro yaptırma düşüncesini beyinlere algılatmak için mesajları olgunlaştıracaktı, şimşek bir kararla stüdyoya yöneldi. Kendi ahlakıyla değil ama sinema ahlakıyla filmde oynadı. Gayet te güzel oynadı. 2000' lere döndü ve halen daha oynuyor. Ama olsun, metro yerliyerinde ve sabahtan akşama metroyla seyahat ediyor ya.....

EĞLENDİREBİLDİM Mİ?

13 Haziran 2016 Pazartesi

seni oralarda gördüm.......

Bir yaz gecesi hayali gibi, bir otobüs terminalinde gördüm seni. Uzun yolların heyecanına sarılıydın. Kimbilir ya tatile, ya sevdiğine ya arınabilmeye. Gözlerin çakmaklar çakarken, geceye meydan okuyordun. Tekbaşınaydın valizin hariç Ama sen yüklüydün özlemlerinle ve geceyle başetmekle.

Seni kızkardeşini düğüne hazırlarken gördüm. Sana çok görülen mutluluğu onda görmek istiyordun. Oya nakış işlerken. Güzel başlar güzel gider diyordun, içinden taa içinden.

Seni sokak çocuklarıyla oynarken gördüm. Evcilik, seksek, sobe. Çocukluğunu yaşarken. Yüzündeki pembeliği, mahalleye yansıtırken.

Seni bir ihtiyara yardım ederken gördüm. Bütün dikkatini toplamışken. Yaşlandığında biri bana, senin gibi yaklaşsın dedim. Karşıdan karşıya geçerken.

Seninle biryerlerde konuşurken gördüm beni. Ellerimden tutmuştun, Anne eli tutar gibiydim, biryandan gözlerime bakarken. Ama inanmadım bu görmeye. Kopamazdın sen başka ellerden.

11 Haziran 2016 Cumartesi

Kabul

Arabul düşlerinde saklı hayalimi
Kalın bir sis tabakasıyla kaplı olan;
Bu senin zırh'ın olmuş.
Seslenmektesin gizemlere
Sesin kısık olsada; çığlık.

Kim haklıydı diye düşün geri kalan ömürde
Düşünmek ve yargılamak tesellidir ya..

Bence gülen yüzlere bak
Ayna sayarak
Hesapların çözümü için formuller ara
Ki çözesin.

Bir ilkbahar sabahı yağmurla yıkandınsa hiç,
Çıplaklığın giysin olmuş sa
Artık kıyafetinle öğünme daha fazla
Ayışığında gördüğümde kaldım seni.
Çıplak hatta çırılçıplak.

Biz çürüdük artık ölüm çukurlarında
Artıklar kimya olsun tüm meçhul sevdalara..

VARLIĞIN

yokluğunda anlaşılacak bu değer. arzettiğin. çirkin adamların güzelliği. kısır ve sıfır bulunsa bile birşeyleri yazarak, herşeyi paylaşman. merdiven altı yoğurt imalatçıları gibi seri ama değerli birşeyler ürettiğin. düşmanına bile en zayıf anında vurmaman...hani vardırya içine attığın sıkıntılarla çaresiz hastalıklara düşersin, birikimler herzaman iyi değildir ya. senin de şifrelerin var. yaşanılası gizli hazinelerin varya, parasal değeri olmayan, onlar işte. ama neden, veya neden her teselliyi içinde ararın ki? dünyada anlaşılamayanın sana getirisi yokki, bunları yüce varlıkla paylaştığında sana cevabı, -mustafa ben bunları biliyorum zaten, neden kullarımla paylaşmadın...cevap olarak içinde biriktirdiklerini sunsan ne olur, sunmasan ne? varlığın çok kafa karıştırdı, bulutlardan seyrettin dünyanı, birtek sen biliyorsun ne çektiğini.keşke paylaşsaydın da tonlar kilo olsaydı. neyse varlığın herşeyden ağır diye kurgulayan yine de sensin.taşsan veya çağlasan, her ne yapsan, sorumlusu da varlığın.

9 Haziran 2016 Perşembe

Meteor Zenginleri

......Eğer ki dünü geçmek ise amaç, önce dünlerin arasından geçmeli......

Harcı alemde birkaç tutunduğunuz dal ile eyleştiğiniz günlerdir huzurun tekamülü. Adınız ne olursa olsun, bahçenize düşen meteor kadar talihin sahibisinizdir, yani meteorları gönderen sizin kaderinizi belirlemiş olur. Siz istediğiniz kadar fark yaratanı benliğinizde arasanız da.

Dünyaya çile çekmeye geldik, çileler ise aynamız, boşuna demiyorum, en güzel yüz en çok çile ile yoğrulmuş yüzdür. Dolu bir sınav kağıdı kadar yaşanmışlık barındırır. Ne kadar donanmış isen o kadar çile uygun görülmüştür sana. Seçilmişlik ile seçme hakkı elde edilir tersine işleyen dünyada, zira ölüm ne soğuk bir "a" şıkkı ise cennet ve cehennem onun sevimli ikizidir, çünkü bu ikisinden birini seçme hakkına sahibiz, yada bu bizim tek sahipliğimiz. Başka bir şeyi olduğuna inanan varsa, ki ben onlara "özinançlılar" kategorisine ayırıyorum, meteor bahçe yerine kafalarına düşmüş yorumunda bulunabilirim.

Mümkün olduğu kadar mecramda onları onlara anlattım.

Samanyolu

Kimimiz düşünmedik? şu kainatta hangi noktanın hangi koordinatındayız diye. Evrenselliği, uçsuz bucaksızlık olarak görmedik? Dahil olduğumuz evrenin bir bileşeni olarak, biz de evrenselliği hissetmedik mi?

Bendeniz edebi ruhumda evrenselliğimi az daha öne çıkaran bir zati olarak, bu konulara önemli ama getirimsiz yatırımlar yapıyorum. Bir manada kör korsanın bilinmezliğe sakladığı bir hazine olarak işlem gördüğüm de söylenebilir. Ya birisi ipuçlarımı okuyabilecek bilgeliğe ulaştığında yada dünya atomlarına ayrıldığında hazineme rastlanabilir diye bir etiket giymişim.

Sanmalarım ve sanılsamalarım ile eminim sahip olduğum tüm insanlık ve beşeriyattan ( bu tam bir söylem kalıbı oldu ) daha bilge bir motife sahibim. Hayvani hırs ve deli öfkemi yenmiş bir volkanım, bir milyon yıl önce son küllerimi püskürttüm, etrafımdaki depremlerin de temel sebebi ben değilim. Hayatıma giren, daha doğrusu kaderin zerk ettiği çeşitli insan okyanusları ve doğal sel taşkınları bu volkanı söndürdü, soğuttu. Kendimi asil ve güçlü hissediyorum, ya bu bana yeter.

Üzerimde gezen her kimseye o volkanik günlerime götürmek, kalbi buna kifayet etmeyenlere de, volkan gezisi yaptırmaya hazır bir saygı ifadem var. Benden bir şeyler sökerek götürmek isteyen herkes doğaya ihanet içinde, doğaya ihanetten yargılanacaktır.

Sebebi arzım budur.

ÜRANÜS TE HUZUR

Ölüm ne mübarek bir esinti Allahım. Hücrelere varan serinlik, ve sıfırdan tazelik.

İşte ilkokulda hayal ettirilen sahne; Eski yaşlı dede olan 1981 in ( mesela ) taze fırlama bebek olan 1982 ile yer değiştirme merasimi. Aynen bu canlandırmanın moderni, 2009 Ramazanının ellerinde kayıtlar, yaşanmışlıklar ile göğe erecek olması, ve ardından bir sürü adilik-hayasızlık vede çarpıklık ile yaşanılacak 11 mahkumiyet ayları.

Ne yapacağız,

Bu günah denizinde hücremize işlerken şeytanın asitleri?

Ben buldum,

Ey vedaya hazırlanan Ramazan,

Dünyada batacak günah kalmadı, en günahsızı bile milyar sene yanacağına göre,

Yaşamayı istemek kadar ateşi istediğimiz mutlak,

Sen geldin bir derece temizledin, veya görünen yüzümüzü ağartmayı başardın. El- helal...

Ama gidiyorsun her iyi ve güzel olan gibi. Sana doyamayacağım, gel bana yardım et ve, mesela Allaha varana kadar yolun uzundur, Üranüste olabilir, bir kaçak mola verelim ve beni yaşadıklarınla bir dahaki sen gelene kadar günahsız eyle,

Ne dersin?

Allah Ateşiyle Yananlardan Eyle

Sufi bir ruhum ve bu ruhun gizli dnasında eyleşen bir ahlakım sözkonusu. Benim diyen adamın iradesini, buyum diyen adamın aklını, güzelim diyen kadın edasını bile aklından alacak kadar işlemcili bir beyin sahibiyim. Dolayısı ile olayları sanal yaşayabilir, kimsenin göremediğini görür ve artı 6. hiss denilen ruhani beden oluşumunu kısmen gerçekleştirebilirim. Ne ile;: Allahın verdikleriyle.

Peki bu ruha sahip olmak bazı iğrilmeleri ve sızıları tetiklemezmi be adam dedi birisi arkadan. Çokkk da doğru dedi. Yaklaşık üzerimde bin tane vebal, bin kere diyet borcu ve eğer silinmez ise bir sürü Allaha verilmiş sözüm var. Ve bu konu gündelik saçmalıklardan çok çok öte.

Dünyanın sınırlarını kavramaya başladığımda misyonumu belirlemeye uğraştım. Renk ve ahenk olarak. İnsanların basitliğini ve basitleştiğini görünce, onlara yapacağım iyilik ve katkıların tümünün boşa kürek olduğunu kavrayarak. Sevme denilen gizin haketmeyenlere verilmeyecek kadar değerli olması ama orantısız derecede çok olması beni ve ruhumu sınırlamaya itti. Ekonomi biliminin sevme raddindeki oranını ayarlamaya çalıştım. Sonsuz sevgi, ama hakeden yok. İlk eğrilmem böyle gerçekleşti.

Sonra kaynaklara yöneldim ve suya bir damla olabilmenin şerefini kovalamaya başladım. Kaybolmak ve farkedilmemek bahasına. Daldım vahasına, ama sevgi denizi beni zeytinyağı gibi hep üstlere taşıdı, yani yoğunluğum ve maddesel özelliğim değişmedi. Kendimi martı veya balık olabilir, bir canlıya katmak ve varoluşun nehrinde sonuca ilerlemeye adadım. Yaşam bir denizdeki balığın toprağı merak etmesiyle oluştuğu gibi, merak salınımlarına kaptırdım benliğimi. Yine talihsiz kaderim bana dur çekti. Amaç ve araç uyumsuzluğu diyebilirsiniz.

Bir kadına aşık olarak yoğunluğumu seyreltebilirim diye bir seçenek gözüme ilişti. Öyle ya, aşk denilen ateş herşeyi eritebilir ve ruhu kelepçesinden kurtarabilirdi. Ama aşkın kendisi ile tanışmak, sadece ezilmek ve şekil değiştirip durmaktı, kimyam değişmedi. Biraz ambalajım şekillendi sadece.

Evlendim ve 10 yoldur, on yıldır, büyük eksikliğimi gidererek, insan içinde varolmamı sağlayan büyük kadın ve çocuğumun mimarı Gül ile hayattayım. Kimyam sadece bir gıda katkı maddesi ama ruhumun yoğunluğu en azından katı ve bir işe yarar durumda.

Anlayanlar anladı, ama bende teyid geçeyim, Allahın ateşi ile yananlardan olarak, kimyasal ruhumun doğaya katılma ihtimali ile yaşıyorum. Öyleyse, kim olursan ol, elinde ateşi destekleyecek ne varsa ateşe savur ve yangınımı yükselt ki, kimseyi ilgilendirmeyen bu kimya problemini, mustafanın kimya probleminin çözümüne katkıda bulun.

En iyi yazılarımdan biri oldu, ortam ısındı az biraz....

Karınca'nın Hayatı

Allahım

Sana mektup yazdım, umarım saçma hareketim olmamıştır.
Senin ramazan uçağına bindik, bizi günahlardan ne kadar uzaklaştırdı, sen daha iyi görüyorsun.
Bu uçağa biletsiz binenler oldu mu, bilet kontrol aşamasında başlarına ne gelecek?

Allahım, bir de kızım dedi ki, Baba, Allah baba'ya söyle, babam şu hayatta biraz rahat ve huzur yüzü görsün de, göstersin de, biraz benimle ilgilensin dedi, neden dedi bilmem ama çocuk aklı işte.

Allahım, sen bütün insanların Allahı'sın, öyleyse seninle savaşanlara neden müdahale etmiyorsun? Yoksa benim bilmediğim, de senin bildiğin şeyler var mı diyorsun?

Peki Allahım, neden oruca böyle bir şekil uygun gördün? Aç kalınca senin sözünü daha iyi dinleriz diye mi? Öyleyse bakıyorum da, aç kalanlar dünyada daima isyan hallerindeler. Açlığın ve tokluğun hep yer değiştirdiğini, ve köşekapmaca oynadıklarını bilmeyen var mı?

Allahım, hani o ufakken sevdiğim bir karınca vardı ya, çalışkan, simsiyah perçemli, zeytin gözlü. Beni sevmedi diye onu neden çirkin ve tembel bir şişman karınca yaptın? Yoksa yıllar böyle mi geçiyor?

Allahım, kar yağdığında seninle görüşebilecek miyim?

Mustafa EYÜP Sultan'a Misafir olur....

Yolumun üstüydü, ama kararım ani oldu ve kırdım sola, Eyyübü ensari çekim merkezine. Ramazanda dondurma ve buz gibi su ne ise; o olsun dedim maneviyatımda.

Heyecanlı kalabalıkların arasından süzüle süzüle, susuz fillerin suya yürümesi varya uzak millerin uzağından aynen öyle.

Bahçeler avlular, muhtelif yaş ve ebatta kadın sürüleri, çekirge sürüleri halt etmiş.

Bir islam pazarı arasından geçerek, dualar, mesneviler, şifalar, adeta iman pazarı, herşey din ve şifası üzre.

Serinletici abdest, sosyete bodrumda bütün sezon bu tadı alamamıştır, eminim, nam'az, kuran eşliğinde, her millet caminin içinde, not tutan isveçli hatunlar, arabistanlılar ve dünyanın doğusundan gelip dengeyi sağlayan Caponlar.

Caminin içinde stuna dayanmış bir norveçli, genç, ama bakışı hayalet görmüş gibi donuk, tam bir transmedite.

Uzaktan Eyyube bir dua, zira o kadar çok kadın varkı salkım salkıma, içeri girince sürtünme katsayısı yükselecek belli. Dualarım yerine ulaşmışsa ne mutlu.

Yürüyorum iman pazarınından gerisin geriye, ve bir hediye iniyor gözlerime, kalabalığı yara yara gelen bir zamane kutsisi. Herkezin bakışında maneviyat hayranlığı ile bezeli hayranlık: Eski tayt mankeni Yaşar ALPTEKİN, devri imanımızın imajı.

RAMAZAN EVRİLMELERİ

Son beş sayıyoruz ramazana.

Ramazanda günahkar ruhumuzu kutsal bir emanet olarak bırakanlardan olur ve şakai bir deyişle kutsal 11 aylara gireriz.

Malumun ilanı bu kutsal ayın faziletlerinden bahsederek bahşetmeyeceğim, bilenler bilir tarzımı.

Ben sadece eşi benzeri bu güzel ülkede görülen evrilmeleri dikeceğim gönül bahçemize, fide fide.

Ramazan ibadeti oruç ve diğer kardeşleri, nasıl karşılarsak ona göre karşılar bizi. Of puflarla şişecek bir iç sıkıntısı derlerseniz, sizi of pufun alasına sokar, krize bandırır. Sevgiyle karşılarsanız ramazanı, giderken de ağlarsınız. Akan gözyaşı silinip giden günahlardır, ve inanın 2 damla gözyaşı cehennemi söndürmeye yeter. Bilmem ne zannetmiştiniz amma.

Türk tebası ramazan ayında yıllardır aynı lambayı yakar. Miskinlik, işten kaçma, içe çökme, piyasanın üzerine yangın söndürücü sıkma, ilişkileri geri toplama, önemli kararları bayramdan sonraya bırakma, ve korkunç bir enerji tasarrufu. Peki Allah ne demiş bu uğurda: Ramazan ancak bir meşakkak ibadetidir. Yani kendini nadasa alarak savabileceğin bir dönem değildir. Kendince dengeleyeceğin, kendine göre transforme edeceğin, kırpıp, kısacağın...

Toplumun aynı hizzada buluşma çizgisidir ramazan. Bodrumda kuş adası ve adalarda, madolarda yüklenen günahların boşaltım istasyonudur. Dev uçaklarda, pırpır teyyarelerde o meydana iniş yapar boyalarından arınıp. Aynı sofrada aynı çorba ile hidayetlenirler.

Benim havalanımda Sultanahmet olacak en az 3 en çok 5 gün, nedenmi, ilahi mahşerin dünyadaki en ilahi komedyası bu meydanda kutlandığı için. Japon kucimatsu, irlandalı ırene, holander Gustav, yamyam makumba, hintli Jundi, İsrailli peres ve dünyanın çeşit organizması burada aynı çorbada evrildiği için.

Haydi gel, bizimle ol, hatta bizleri kov çorba tasından. Allah yolunda koşalım Mahşerde buluşalım.

8 Haziran 2016 Çarşamba

OSSMANBEY NOTLARI

Kendine has piyasalara İngilizlerin bir tabiri var mı bilemem, keynesvari, amerikanvari, benim bildiğim en uygun tabir "dekor market" .

Osmanbey ile ilk tanışmam 19-87 yazı. Bir pasajda tezgahtarım. Eğer anlamanıza yardımcı olacaksam, şimdiki avm lerin atası o zamanın site pasajı.

Pic bir patron, atölyeden 2.5 a alıyor, basıyor etiketi 17.990. Samimi müşterilere 17500 yapıyor, eee o zamanlar herkeste para var, az verende çok verende maldan. Candan veren tek kişi var; yeni çıkma hülya Avşar. Tutunacak ya.

Günümüz Osmanbeyinin evrimleşmesine göz atacağız, ben evrimimi çoktaan yetkili ellere teslim ettiğim için.

Osmanbey, büyük tüketim patlamasıyla birlikte inkişaf etmiş atyapısız bir pazar. Ahlaksız büyümeye beşiklik etmiş. Nişantaşı abisiyle özdeşleşmiş, eyfelin yanında varoş kardeş hesabı.

Paranın sirküle ettiği ama aslında olmadığı zamanlarda serpildi osmanbey. Sanki geri kalmış ülkenin sanayi atılımı dersiniz tekbaşına. Başladı markalaşma çabaları. Enrikko albertti, Ciovanni Frijitinetti filan, başladı pala kürt vatandaşlarımız cavalli'leşmeye. Oha.

Aslında süslü püslü vitrinlerin arkasında küçük bir tekstil atölyesiydi osmanbey ruhu ama para sihirbazı osmanbeyi parise dönüştürdü. Toptancılara yataklık eden uşak osmanbey, oldu moda ve tekstil başkenti.

Bir palavra ile inkişaf eden semtin büyümeside palavra dolu. Her tüccar en az bir trilyon ihracat, hatta kafası hükümete kızarsa 2 trilyon ithalat yapıyordu " lafta ". Bak şu konuşanlara.

Çalışanlara büyük başarı hikayeleri vaadeden patronaj kısmı bu sebepten işçi ve tezgahtarlara en asgarisinden maaşlarla sabahı bulan çalışmalar yaptırdı. Çalışan adam kendini osmanbeyin sahibi zannediyordu ama maalesef değildi, kumasıydı sadece.

Dolayısıyla kolay para kazanmaya alışan osmanbey, altyapısındaki altyapısızlığı ihmal etmeye, ve çük bulsa bir yerine yapıştırmaya başladı. Bizzat ben bile sıradan bir esnafın villasına şimdinin 30 milyarlık malzemesini sattığımı hatırlıyorum. Şimdi onlar bu malzemeyi satarak geçinmeye çalışıyorlardır, eminim. Tam bir drama.

Birden bir rüzgar esti ve dolardan başka para tanımayan osmanbey tüccarı, karşılıksız çek ve senet tehdidine maruz kaldı. Depolar mal doluydu, işçisine borcunu bile oduncu gömleği ile veren patronlar, onların ıssız şarkıları ve hatayı başkasında bulma psikolojileri ile yaprak dökümü yaşanıyordu. Cellatları bankalar oldu, haliyle.

Şimdi bütün melodramlarında aynı nakarat: İşler eskisi gibi değil. Rengim ruhsarım soldu.

Ekonomiye katkıları da keşke dev gibi olsaydı, halen daha fiş alma ucuza al muhabbetleri sürüyor. Fiş almayana yüzde 5 indirim yaparak, yüzde 13 ceplerine attıkları asla unutulmayacak.

Ama halen daha sokakları cıvıl cıvıl ve trafikten hareket etmek mümkün değil, osmanbey şu anda ihracatçı acentaların depocusu olmuş, eski patronlar ve elemanları aynı zeytini kemiriyorlar. Umarım; bedenen zayıfladıkları kadar, karakter olarak ta şişmanlarsa, eski faytonlara binebilirler...

6 Haziran 2016 Pazartesi

Gel çıkalım semaya, seyreyleyelim alemi

Dünya, şu sonbaharda hangi safhalarda, ona bilenmek istedim biraz.

Bilen bilir, M.Mehir, bir konuda tezlenecek ise araştırıp okumaz, sadece bilenir ve gerçeği ensaf haliyle ortaya bırakır. ( esnaf olarak okuyan olduysa dürümlenmiştir.)

Obamayı getiren sürecin başladığını, bayan pirinç dışişleri bakanı olunca sökerlemiştim. Rakibi ise, kocamağduru hilari, ve çiftlik ağası görünüşlü mak enro muydu, mac lein miydi, işte oydu.

Dünyayı kriz denilen, yer değiştirme hareketine sokacak olan zayıf halkaların yerlerine kaynaklandığı anlarda, Obama Meltemi esiyordu. "Beyaz sarayda bir Beşiktaşlı" olarak, Çarşının kitap yazacağını bile görümledim. Obama ile taçlanması planlanan dünya yerdeğiştirme hareketinin temelinde, -hareketin Allahı- dediğimiz türden bir enerji var. Hindistandaki kast tabir edilen, ana sermaye ile uç ezilenler arasındaki tortu kitleyi yani kaskatı kastı, yerinden bölme türbülansı. Bu kütle kitleyi hareket ettirmenin yolu ise, sahibi olan ana sermayeye kimlik değiştirtmekti. Eee, değişti ve kastlar suya karıştı. Yeni dünya düzeni artık beyaz bir sayfadır.

Doktor, mühendis, avukat..Eskiden ünverste mezunu olduğunda üçünden biri oluyordun, ve toplum statünü peşinden yetiştirmeye çalışıyordu. Şimdiki mezun yapılanması, aynen sosyete lokantaları menüsü gibi çeşit çeşit, yada moda deyimle, varyetik. Şimdi mezunsanız, bişey doktorusunuz, bişey mühendisi, yada bişey avukatı. Filmi bile vardıya, "Ş. Avukatı."
Bununla ilgili 20 sene sonrasının bölümlerini sayınca kimse şaşırıp avokadolaşmasın.

Bina görevliliği kalorifer bölümü elemanlığı
Hal meyve sebze tazelik kontrol şefliği
Barda içki önerme ve meze eşlemesi ekspertizliği
Tatil köyüne ilk girişte yaşanılan adaptasyonel geçişi sağlama süpervizörlüğü
Evlilik danışmanlığı ve arkadaşlık süreç yönetimi
Bugün ne yemek yapalım önerme pratisyenliği
Davet ve açılışlarda basın ilişkileri ve manken ayarlama detonetörlüğü.
Balık avcılığı ve ağcılığı kontrol işletme personelliği

Ramazan diye cinsel fakülteleri yazmıyorum.

Birde tüketimin geldiği nokta var, bankalar emisyon kapasiteleriyle bütün varlığımızı emisyonladı dikkat ederseniz, iş ruhumuzun sınırına geldi, geleceğimiz tatile çıktı, bu durumda bu garip yarışın birikintisi parayı bize tekrar satmaya çalışıyorlar, dikkat dikkat, kredi faizleri yüzde .38 lere kadar inecek, siz siz olun sakın nikah memurunu görmeden istenileni yapıp kredi çekmeyin. Mustafa dedi dersiniz, kırlangıca binersiniz...

Ayn-el yakin duruşlar

Bu kadar açılımın gırladığı zamanımızda, iyi ki bu blog açılımını yapmışım. Sanırım kendimi test ettirirken, kendimi test edebildim. Peki mustik, sen bu blokta neye-nelere karşıydın, hacetin neydi diyen veryansınlarım olmayacak, ana fikir özlemdi, çocukluğun gençliğin sevginin keşif ve diğer yaşanmışlıkların özlemlerinin yağmuruydu. İşte yine yağmaya başladı.

Yada aldığım övgülere bir atıftı. Zeki, duygulu, equ, edebi, felsefi, narratist, sürrealist, abondanist +1001; tüm alınan iltifatlı hakaretlere cevabımdı.

Günlüğün kabacası oldu, zaman ve kronolojiden mugayyir, duygularımın saçıldığı hafızanın geri çağırımlarından bir tayf yarattım.

Kendimi işaretlememdi kendime, ben davranış istikrarını yakalamakta zorlanabiliyorum, aslında her insan kadar, ama adım mustafa, hani kaybolmasın diye ormanda çizersiniz ya tebeşiri, o yüzden siyah üstüne çizdim blog yazıları.

Bir zamanlar ben neymişim diye anlatmak zorunda kalmayacak ilerdeki ben, sadece açınız bakınız diyecek, goykıla mustafa mehir yazın diyecek, oturduğu yerden.

Hafızalarını geri çağıramayacak kadar interpasif olduğunda beyni, dur bakalım hatıralar şuradaydı diyebilecek, tektuşla.

Ve bloguyla ölecek.

BEDELLİLER ÇANAKKALE'DE

Çatışmanın tam ortası.

Üç kafadar, cephenin tam ortasında kahramanca, göğüs göğüse gaza ediyorlar.

"Tevetoğlu Tarkan Subay,
Çiloğlu Mert Çavuş,
ve kıdemine istinaden,
Başoğlu Bilal Onbaşı. "

İngiliz ordusu, kudurmuş köpek gibi mevzileri, denizden, havadan ve karadan bombalamakta.

Gell hain İngiliz diyor Tarkan subay, gel kefere, Bir de nazlı nazlı dalgalanan bayrağa bakıp;

"Ölürüm yoluna" diyor içinden.
-Aslanlar gibi asker oldum, aslanlar gibi de ölürüm diyerek, kulakları çınlattıyor ve ekliyor:

-Herkes bilir, sözkonusu vatan olunca zırdeliyim ben.

Ve başlar İngiliz mevzilerini batarya ile taramaya, yanından uçan kurşunlar adeta Azrailin ulaklarıdır.

Çiloğlu Mert Çavuş bir Tarkan'a birde cepheden yağan mermilere baktı. Zamanında yaptığı talimlerle savaşa hazırlanan bu deli genç, bir tekneye 5 tane Manken ( temsili düşman mankenler ) mevzilenmişken, tekneye sızmış ve ele geçirmişti. O sırada; kahraman annesi, Gazi Çilli bacı'nın uzaktan sesi duyuldu.

-Yetiştim kahramanlar, ben sizin ananızım, size kendi ellerimle sardığım yalancı dolmaları getirdim. Ama sakın yemeyin. Bunları İngiliz gavuruna yedirin. Yerlerse tabi dedi.

Bu kahraman Türk kadınının bütün tehlikelere rağmen cepheyi ve düşman hattını yararak yanlarına cephane getirmesine çok sevindiler. Moralleri arttı. Şehadet şerbetine kavuşmayı dilediler.

Başoğlu Bilal Onbaşı, kararan bulutlar gibi üzerlerine gelen tehlikeye baktı. İngilizin 40 parça gemisi, kendi mevzilerine yönelmişti. Artık sayılı dakikaları değil, sayılı nefesleri olduğunu anlamıştı. İngiliz armadası amansız bir top ateşine başladı, ama Bilal Çavuş tam 21 yıl askerlik yapmıştı ve Amerika'ya bile gitmişti. Savaş sanatını ona Çorbacı Berluskoni denilen değerli İtalyan Mareşal öğretmişti.

Birden Bilal Onbaşı'nın yüzü aydınlandı, gözleri sevinç ve ışıkla doldu. İngilizin gemi saflarının arkasında bir destroyer müthiş bir alev topu olmuş ve alevler kusmaya başladı. Yenilmez İngiliz Armadasını beş dakikada Çanakkalenin serin sularına gömdü.

Başoğlu Bilal Onbaşı, bütün Türk cephesine seslendi:

-Benim Gemim, Benim Gemimmmmmmmm.....

mustafamehir@hotmail.com

SIFIR ARABA ALIRKEN NELERE DİKKAT ETMELİ

Bunca yıllık araç pazarlaması yapan biri olarak; Araç alımlarınızda uğrayabileceğiniz tecavüzler hakkında biraz karalama. Burada satıcı sanmayınki tekbaşına, hayır, sizin kendikendinize ( self ) tercihlerinizde fiili livataya yol açabilir.

Araç belirlemenize yardımcı olmaları için akraba ve talukatınızı galeriye götürmeyin. Marka, servis maceraları, renkler ve zevkler, bilmem nerde tanıdığı olanlar, kendi zevkini üstün görenler, şu ve bu olsaydı diye kafa zukerler, hepsinin üflediği rüzgar ile beyninizde kaos oluşur.

Araçta deneme sürüşünü mutlaka yapın, alışkanlıkların geçiş sürecinin sizi ilerde pişmanlığa sürüklememesi için.

Benzinli dizel tercihinde en az çocuk istismarı vak'aları kadar çok saptırmaca yapılır. Bu kuralı ben en son kere şekillendirmek istiyorum. Önce veriler;

Dizel araba pahallıdır, servis gideri yüksek olup ve motör ömrü daha kısadır, yakıtı ucuzdur. ( bülent hanım gibi oldu aslı motor )

Benzinli araba ucuzdur, bakımı da ucuzdur, motor ömrüde uzundur, ama yakıtı pahallıdır bu meretinde.

Dolayısıyla bazı bilinmezler vardır, mesela yakıt fiyatlarının ilerdeki seyri gibi. Sadece sizin günlük ortalama kilometreniz en önemli kriter olmaktadır, birde motor hacmi, yani vergileriniz.

Dolayısıyla, burada da kararsız kalırsanız Sezen AKSU şarkısı benzeri bir tercih yapınız:

Ne Çıkarsa Bahtına, döner Girer Saklına.


Bir diğer önemli konu ise kredi miktarı. Benim tavsiyem, eğer ticari amaçla alıyorsanız, aracın ticari ömrü kadar vadeyi tercih ediniz. Yani ortalama 3 sene. Ve araç bedelinin % 70 ine kadar maksimum kredi çekiniz.

Eğer Binici iseniz, en fazla iki yıl ve araç bedelinin % 50 sini kredi kullanınız.

Aracınıza teklif alırken, mutlaka, vergileri, ortalama servis maaliyetleri, kasko ve sigorta bedeli, kredi masrafları ve kredi geri ödeme tablolarını isteyiniz, birde şu anki 2. el bedelini.

2. el konusu çok önemli, bir galericiyi arayıp, tercihiniz olan markanın ve modelinin 2. el performansını yani diyelim araç 30.000 lira, aynı aracın 3 yaşındaki modeli 21.000 lira ise yaklaşık % 70 performans ile seyretmektedir. Ama çok iyi bildiğimiz bazı lüks ve güçlü araçların performansları % 40 lar seviyesinde işlem görmektedir. Çünkü 2. el piyasasını, "ortalama aile" dediğimiz insanlar belirler. Ve çok yakan, servisi pahallı, vergisi yüksek üstüne üstlük yaşlanmış araçları "ortalama aile" tercih etmez.

Burada tercihlerinize sınır getirmek gibi bir amacım yok elbette, zira hayat tarzınıza en uygun araç, sizin için en faydalı araçtır. Geliriniz kuvvetli ise zaten statünüzü bu tip araçlar temsil eder. Aksine standart bir araç tercih ettiğinizde çevreniz tarafından algılanan imajınızın size kaybettireceği etki, maalesef Türkiye için söylüyorum, maddi kayıptan daha fazladır.

Bu konuda tavsiyeye ihtiyaç duyan, duyacak kimse yoktur ama, mustafamehir@hotmail.com dan yazılı danışmalara yazılı cevaplar geleceği bellidir.

Sizi Seviyorum..

Oruç nereden alınır, nerelere bırakılır?

Elbette beni tanıyanlar bilir, "sahurdan al iftarda bırak" demeyeceğimi.

Orucu sokaktan al, çaresiz yetimler gibi titrerken, koynuna sok, bağrına işle, onu okuldan mezun edip, yollara bırak.

Orucu, bir fakirin ellerinden al, besle, beslen, onu ışıldar halde avize'ne bırak.

Orucu, dondurucu bir kuzey rüzgarının sarmaladığı buzların içinden al, ovala, bağrında ısıt, güzelce sar ve akdenizde bir ağacın dallarına bırak.

Orucu, Bosna'da bir mezarın rüzgarlarla uğuldayan taşının yanından al, severek okşa, yüreğinde yıka, ve onu edirnekapıda bir şehidin, taze güllerinin arasına bırak.

Orucu, annesi öldüğü için çaresizlikle miyavlayan bir kediciğin ağzından al, sevginle besle, özeninle büyüt, sımsıcak yatağında huzurla uyuyan yavrunun başucunda bırak...

Allah yolunda eş almak ve eş olmak

Ramazan geldi, şu mustafa, kadın erkek ilişkileri haylazı adam, nede oldu, birden kalemine melek tozu döktü dediğinizi duyar gibiyim. Cevabım basit, bir özünüz birde kanatlarınız vardır. Bazen özünüzle bazen kanatlarınızla uçarsınız. Söylem Teyze ise şu aralar çok didişmek istiyorsa, eski yazıları okusun. Şu an raitingi düşük, ilerde yükselir.

Evet konumuza konumlanalım. Allah yolunda eş olmak mevzuusu. Çok önceki yazılarımda -Bir kadını ne güzel yapar demiştim, ve Erkeğin gözünde ondan olacak çocuğun hem güzel, hem gürbüz hemde düzenli tüketen bir varlık üretebilme kabiliyeti demiştim kısaca. Yoksa bir et'in güzel olması sadece aç olduğumuzda açıklanabilir. İtiraz etmeyin işin temeli bu.

Dolayısıyla seçtiğimiz ve bizi seçen eş, kutsal bir amacın kutsallık kazanmış bir değeridir. Aşkın büyüsü eridiğinde bu kutsallıktan başka amaç kalmıyorsa "boşa gitsin" çözümü, insan olarak çok düşük bir çözümdür. Eğer herşeyi medeniyetle çözeceksek, medeni kanun kitabıyla evlenebilir ve herşeyi tektaraflı yaşayabilirsiniz.

Gelin aşk denilen sabun köpüğünü üfleye üfleye zirvede tutalım ve ona yere düşerek erimesi için kaderine terketmeyelim. Kendi üzerimize toz düşsün ama eşimizin üzerine düşürmeyelim. Allaha verecek cevabı olduğuna inananlar hariç....

O HEP ÜZERİMİZDE

Farklı ülkelerde Allah'a farklı isimler verilir. Mesela benim bildiklerim: Senior, Teo, God, vesair, ama bazı dinlerde mükemmeliğin kelimeleri ve tasvirleri Allahı Resmeder. Excellente, perfecta, extraordinar, vesair. Dikkat ettiniz mi, hayranlık karşısında yüceltilen varlık. Allahı bilinçli sevmek manasına gelen, onun yüceliğini görerek sıfatlarından isim üretmek. Dinler ne için vardır cinsinden.

Peki İnsancıklar ortaya takdir edilecek bir iş çıkarttıklarında, Allahtan bir özelliği mi sergilemiş oluyorlar? İçlerindeki Allaha ulaşma özlemini mükemmel bir iş yaparak mı tasvir edebiliyorlar? Mesela sanat dediğimiz olgunun ucu bucağı olmadığı için, sonsuz pasaj ve derinliklerden oluştuğu için, belli bir kural veya anayasanın kontrolünde olmadığı için, Mükemmeliği sanatta yansıtan adam içinde Allahı arıyor diyebilirmiyiz? Veya Sanayi devi olan, veya Ticaret devi olan veya binlerce insana ekmek tutturan kişilerde sizce Allahın yüceliğine işaret etmiyorlarmı özden öze?

Bu uğurda uzaya gitme teknolojisini, sağlık ve sosyal alandaki icatları ve insanlığın altına bir yükselti koyan herkezi "Allahın Mükemmellik Elçisi" kabul edebilir miyiz?

Yani Allah'în sözü olan "Sizler bana dönecek ve döndürüleceksiniz" kuralındaki sonsuz döngü devam ediyor ve biz ona yaklaşmak ivmesini her hareketimizde destekliyoruz. Daha büyük adım atanlar sadece, onun mükemmeliğini daha yakından gösteriyor.

Bu Ramazan biraz daha farklı düşünmeye zorlayın kendinizi, mükemmel'e ulaşmak için.

Münevver Cinayetinde Vicdani Sorular

Bu konuda yazmayı düşünürken epey zorlandım, ama gaipten gelen bir ses; Midas'ın Kulakları Eşek Kulakları dedikçe, ve uykularım kaçtıkça, bazı sakıncalı soruları ütopyamdan alıp kağıtlara döküyorum.

24 Haziran

Medya bu konuyu nasıl ele alıyor?

-İstismarcı olarak. Nasıl bu dosyada, davacı, davalı, yargı, polis, savcı, adli tıp, avukatlar v.s. unsurlar varsa, medya bu konunun istismarcısı. Günlük eklerine bir de Münevver Cinayeti Eki koyma eğilimindeler. Bu davanın bir ucunda Gariboğlu ailesi olmasaydı, bu konunun raf ömrü ne kadar olurdu?

Cem'in yazışmalarında bahsettiği "Sırrı" ne olabilir?

-Herkesin kolayca sıralayabileceği ihtimaller, ama en çok öne çıkan birkaç tanesi,

Cem eşcinsel eğiliminde olabilir,
Cem cinsel yetersizlik veya fonksiyon bozukluğu yaşıyor,
Cem uyuşturucu kullanıcısı olabilir,
Aile içinde şiddet ve benzeri olaylar yaşamış olabilir
Cem aile içi sadakatsizlik olaylarına şahit olmuş olabilir
Cem geçmişte bir suç işlemiş ve bu suçu kız arkadaşına bahsettiği için pişmanlık duymuş olması sebebiyle, münevverin yaşamasını risk saymış olabilir.
Buluştuklarında yaşamış oldukları, muhtemelen Alkol veya uyuşturucu veya iktidar ilaçları etkisiyle, tartışmanın derecesi olağan seviyeyi üste taşımış olabilir.

Cem nerede, ve kimden, nasıl destek alıyor?

-Cem en yakın ihtimalle yurtdışında okuduğu yerlerden birinde edinmiş olduğu arkadaşları, veya yerli halk, veya bu tür durumlarda zanlıya yataklık etmekte profesyonelleşmiş bir örgütün himayesinde.

Ailesinden destek almadığını varsayalım, kendisine ait bir gizli birikimi vardı, herhangi bir banka veya gizli kasa kullanmadığını varsayarsak, bu birikimin en az 100 milyar olması gerekli, ve bu parayı "zula" etmiş olması, yanında taşıması gerekli, ailesinin bu paradan habersiz olması gerekli.

Ailesinden destek aldığını varsayalım, bu para ancak bir arkadaşına gönderilen havalelerin oranındaki artış ile yansıyor olabilir. Bu açıdan, öğrenci arkadaşlarına giden havale miktarlarındaki artış incelenmeli. Mesela normalde ayda bin lira gönderilen bir öğrenciye, birdenbire 5000 lira gitmesi gibi.

Gariboğlu ailesinin yurtdışındaki şirketlerinden yapılan noname ödemeler yoluylada bu para aktarımı olabilir.

Gariboğlu ailesi bu olaydan ne kadar mağdur, devlet ile olan ilişkileri ve diğer ticari ilişkilerine bu olay ne kadar yansıdı?

-Aile TMSF borç yapılanması ile borçlarını uzun vadede ödüyor. Ama tahsil kabiliyetinin sürebilmesi için, birtakım kaynaklar'a ihtiyaçları var. Ailenin sahibi olduğu bazı şirketler, Multinet, Burgaz rakı, gibi, Yurtdışı madencilik işletmesi ve sair yatırımları ile borçların ödenmesi süreci yürümekte. Yani devlet için bu aile, kamuoyu borçlarının tahsili için önemli durumda. Aile'nin bu olaydan ötürü yaşamış olduğu travma, ve muhtemelen suçluya yataklık yapmaları sonucu, bulundukları zor durumdan ticari iflas çıkabilir. Ekonomik krize denk gelen bu durumda, kamuoyu alacaklarının tahsili için Gariboğlu ailesinin yıpranmasına devletin korumacı tedbirlerle yanaşacağı ihtimali vardır.

Pekiyi, zanlı ve maktule arasındaki ilişkiye bakış açınız?

-Sadece bize yansıdığı kadarı ile. Bir kere yaşları reşit değil, ilişkilerinde paylaştıkları dialoglar, bu ilişkinin çocukluk seviyesinde bir yetişkinlik rolü olduğunu görüyoruz. İlişkiye cinsellik bulaştığı sebebiyle, ki bu anlaşılıyor, münevverin yakın paylaşımda bulunmuş olabileceği sırdaşları, annesi v.b kişilerin sorgusu olayın seyrini değiştirebilir.

Birde kamera görüntüleri var, sonradan ortaya çıkan, hatta gizlenmeye çalışılmış ama bilgisayar yedek hafızaya atmış, bu konuda ne diyebiliriz?

-Cem'in yakalanmasına bir katkı yapar mı bilmem ama, bu görüntülerin gizlenmesi sadece, site yönetiminin suça iştiraki olarak kamuoyundan tepki görmedi, bir sinema olarak seyrettik, avukatları bu olayı buldular ama devlet sahip çıktı bu keşife, dolayısıyla aynen ergenekon dalgası gibi, cinayetin 2. dalgası diyebiliriz. Olay içinde olay.

Siz ne zaman Cem'in yakalanabileceğini düşünüyorsunuz?

-Sanırım bir takım pazarlıklar sonuçlandıktan sonra, iktidar siyaseten zayıf bir duruma düştüğü zamanda, Cemi saklayan grup içinde bir zincir halkası zayıf çıktığı anda, çünkü 100 güne bir sıfır eklersiniz, kolayca 1000 gün oluverir. Ama aslını sorarsanız, aranılan Hakan UZAN, Kemal UZAN, nerede saklanıyor, pazarlıklar sonuçlanırsa Cem GARİBOĞLU'da bulunabilir.

Kamuoyu Vicdanı'nın Sesi Mustafa MEHİR

KURTULUŞ REÇETELERİM (1): KABLOLARI SÖKÜN !

Sizi bilinciniz dışı mutsuzluğa mahkum eden şeyler olduğuna inanır mısınız? Ben inanırım. Mesela Bilincinizin altı. Bir korkuyu, endişeyi siz düşünmezsiniz ama bilinçaltınız düşünür ve mutsuzluk hormonlarını damarlarınıza salgılar. Hatta mutluluk verdiğini düşündüğünüz şeyler bile.

Zamanımız insanı tüketim odaklı, oysa tüketim bir yokoluş ve sona erdirme manası olduğu sebebiyle, mutsuzluk veren bir mutluluktur. Zira nasılki tren seyahatinde trenin ray değiştirdiğini anlamadan yola gideriz ya, mutluluk yolunda bizi mutsuz eden yollara girmek te bilinçaltımızı tekeline alan bir tehlikedir. Hocalar, bilenler ve derin düşünenler bana hakverdi bile.

Kablolar, yılanlar, bizi bir merkeze bağlı hale getiren hastane hortumları. Bizi bağlayan, bizi esreden, bizi boğan yılanlar. Kimileri görünür, kimileri görünmez, ama hareketlerimizi ambargo altına alan kablolar.

Kanıtın varmı diye soracak olursanız, var elbette. Bir kere bütün kabloların yöntemi aynı. Ortak bilinç ile hareket ediyor bu kablolar. Kolayca kablo sistemine giriyorsunuz ve sonra abone sistemiyle sizi köleleştiriyorlar. Hayatınızda belli kaynakları bu kablolara adamış hale giriyorsunuz.

Geçmiş hayat ve hayatlarınızda bu kablolar yoktu. Farkettiyseniz daha mutluydunuz. Ama siz öyle bağımlısınız ki, kaybettiğiniz mutluluğu bile kablolarda aramaktasınız.

Halen daha anlamayan varsa, anlamak için kablolara başvuran varsa, size bu kablolarıda açıklayayım.

İnternet kablosu,
Televizyon kablosu,
Mobil telefon görünmez kablosu,
Telefon kablosu,
Kredi kartı kablosu,
Size özel hale gelmiş diğer abonelik kabloları.

Bu kablolar ilk ortaya çıktığında hepsi masum tavşan yavruları olarak doğdu. İnternet mesela, şirket birimleri arası iletişimi kolaylaştırmak için doğdu.

Televizyon kablosu, anten çevirme derdini ve külfetini kolaya indirgemek için doğdu.

Mobil telefon, devletlerin tesisat döşemekte zorlandığı ve telsizin etkisi kısıtlı yerlerle iletişim için doğdu.

Telefon kablosu, muhabbet için değil, iletişim ve haberleşme için doğdu.

Kredi kartı kablosu cebimizde para taşımayalım, mikrop kapmayalım diye doğdu.

Doğdular, semirdiler, biri onlara hormon aşıladı, kimyaları bozuldu, türevleri çıktı, kendi kendilerine kavga etmeye başladı hatta, kablolarından kollar çıktı. Kollarından kıllar çıktı ve Canavara dönüştüler.

İnsanlık onurunun kabloları yenmesi dileğiyle,,

mustafamehir@hotmail.com

VARIMI YOĞUMU HERŞEYİMİ ALSADA HÜDA

Bir dava dosyası dünya. Biz savunmada.

Kalbim bir noktada atar durur. Gözlerim uzaklarda, yakını görmez, yakınları seçemez.

Kalbime en yakın olanlara karşı tedbirsizimdir. Bana silah çekme ihtimallerini az bilirim. Eli kanlı birçok yakınım vardır geçmişimde. Kanları daima damlar, kan mahkumiyeti derim bu acıklı duruma.

Ben tutarlı olmakla övünürüm, başkaları benimle dalga geçer, ben onlarla dalga geçerim, başkaları benimle dalga geçmekte tutarlı. Neresinden tutarsanız tutun, hasarlı...

Kalbim yörüngesinde atacak, atabildiği kadar, dava'm belki yosun tutacak, tutabildiği kadar. Mutlaka yeşil gözükecek. Ben ne kadar davamda tutarlı kalabilirsem artık..

Şimdi beni okuyanlar, elinizden kan sızıyorsa devamlı surette, o kanlar yosunlarımı besleyecek, ve size herşey yeşil gözükecek, uzağımdaki yakınlar dahil...

4 Haziran 2016 Cumartesi

TANGADA ÖLÜM SAKLI ( 007 JAMES BOND )

James, sıcak bir Maldiv ikindisi, bir teknede Java Cumhuriyetinden işadamlarıyla kokteyl'deydi. Bu işadamlarının Somali'li korsanlarla organik bağı olup-olmadığı durumunu ortaya çıkartmak görevindeydi. İşadamlarına kadın Tuzağı yapmaya karar verdi. Bunun için hazırlıklı gelmişti. Türkiyedeki dostunu arayarak fikir teattisi yaptılar.

-Selam Bay Mustafa, fazla uzatmayacağım, Vadafonun yeni tarifesi denizaşırı görüşmede geçerli değil, ama sualtında tek yöne geçerli. Sence bu Jasiad ( Java iş ad. ve san. derneği ) üyelerini nasıl deşifre edebilirim?

-Merhaba Bond, sana ilk tavsiyem şu, biliyorsun yeni dünya düzeninde korunan yok, sadece koruyanların birbirine markajı var. Yani bu olayda bütün ülke servisleri Somali işine armut gibi düştüler. Tuttuğun herşey elinde kalabilir. Mesela bizden bile adam gitti oraya.

Şu koruma gemisi TCG-Giresun'umu kastediyorsun bay Mustafa?

Hayır canım, Javalılarla olan ilişkiyi keşfetmek için oraya MEMATİ'yi gönderdiler...

Bond, yılların casusu olarak, Memati meselesine bozuldu, ama yinede raiting ve popularite denilen gücün karşısında babadan kalma ajan taktiklerini deneyecekti.

Tam o sırada teknede bi takım gürültüler koptu. James sesin geldiği tarafa baktı. Memati ve tayfası kendilerini karşılayanları hacamat ederek, Jasiad'çılara yöneldiler.

Memati Javalı başkana dönerek;

-Bana Bak, Polat abini selamı var, bizim limana gelecek mala elleşmesinler, korsan morsan anlamam, kafanızdan kelle paça yapar, barbeküde işkembe tuzlama haşlama, Allah ne verdiyse dedi.

Başkan Jin Mutmanya kendisine yapılan suçlamaya çok sinirlenmişti. Memati tekneyle ayrılana kadar sustu, sonrada ona ortaparmak uğurlaması yaptı.

James durumdan görev üreterek,

Sayın Başkan, haydutluğa karşı önlemleriniz varmı? dedi.

Bay BOND, şimdi göreceksiniz masum işadamlarını tacizin cezasını dedi, elinde bir çoktaşlı yüzük vardı, mavi düğmeye bastığı anda, genetiğiyle oynanmış denizanaları Mematinin teknesine saldırdı. Memati mazotu bitene kadar kaçabilecekti...

O sırada Mustafa aradı:

-Bond, bu adamlar çok teknolojik çalışıyorlar, dikkatli ol dedi.

Bond telefonu kapattı, başkanı teknede kamaraya davet etti.

-Bakın sayın başkan, birazdan sizin için misafirlerim var, kendileri üstün ırk olan rus milletine mensup, 1.80 üstü, 105X60X110 ölçülerinde, özel seks eğitimi almış manyak karılar, mavi gözlüler, ve java dili biliyorlar.

-Başka bay bond?

-Çok sadıklar, günde 4x4 sevişme kabiliyetleri var, en az beş ve üstü çocuk doğuruyorlar.

-Başka başka?

-Yemek yapıyorlar, çok iktisatlılar, hepsi en aşağı doktorluk mesleğinde, şarkı söylüyor, dans ediyorlar, hepsi olimpik sporcu.

-Bakın bay bond, benim bir özelliği var, ben neo-seksüelim, o yüzden peşinde olduğunuz Somali konusunda ibnelik yaparak size bilgi vermeyeceğim, eskidendi karı ısmarlayıp, adam öttürmek.

-Peki bay başkan, rusları geri göndereceğim. Ama bu konuda sizi öldürmek dışında ne yapabilirim?

-Çok majestiksiniz bay Bond, sizden ricam kariyer net'ten hakkımdaki bilgileri araştırın, bir çözüm bulacağınıza eminim...

Bond Sierra Leone'deki internet kafe'ye gitti. Aslında eski dönemin tek tabanca casusu'nun internetle işi olmazdı ama, yan masadaki 6 yaşındaki Leon adlı çocuktan yardım istedi. Çocuk bu görev için 10 milyon sierra leonisi istedi, Bond döviz kurlarına baktı, miktar 3 peni ediyordu, pazarlıkla 2 peni'den anlaştılar.

Kariyer nette Başkan Mutmanya'nın özelliklerine tıkladıklarında, Başkanın Tanga meraklısı olduğu yazılıydı. Bond hemen teknoloji sorumlusu Q' ile yemasa geçti, Ve bir saat sonra istediği paket İhlas Kargo ile eline geçti.

Başkanın yanında aldı soluğu. Paketi başkana uzattır gibi yaptı, önce bilgi önce tanga derken, başkan ani bir hareketle paketi kaptı. İçinden Made İn TURKEY etiketli tanga çıktı, hemde Ebru ŞALLI tarafından tanganın nasıl giyileceği ve nasıl kullanılacağı isimli uyarı broşürü'de vardı. Başkan Tangayı alır almaz, Bond'a bir disket verdi. Bond bilgiyi ele geçirmişti ama disketi printerdan çıkartmak için 2 peni daha harcamak zorunda olması yüzünü buruşturdu. Diskette

-Somali Korsanlarının üsleri, mali kaynakları, silahları gizledikleri yer, lider kadrosu ve Feyizbook adresleri kayıtlıydı, ayrıca

-Pkk terörürünün nasıl bitirileceği
-Adriana Lima'nın sevgili mi kanka mı cevabı,
-Seren SERENGİL'in nasıl hamile bırakılacağı,
-Ve ERGENEKON sanıklarına uygulanacak tedavi yöntemleri kayıtlıydı.

Bond, Teknolojinin gözünü seveyim dedi, ve kudurarak ölmekte olan Başkan'a gözucuyla baktı.,

Başkan paketten çıkar çıkmaz TANGA'yı yemişti. Türk Malı yenilebilir TANGA, aslında Lateks Hamurundan imal edilmişti, denetimsizlikten dolayı ucuz olsun diye kullanılmış prezervatif hamurundan yapılan tanga başkan'ı zehirlemişti, hatta başkanın ağzından prezervatifler çıkıyordu, zira imalathanesinde iyi sıkıştırılmadığı için.

Bond mutlu mesut şekilde tekneden uzaklaşırken kendi kendine mırıldandı.

-Senin ileri teknolojin varsa, benimde %100 Türk Teknolojim var, hatta başbakan tayyip bile kibrit teknolojisiyle çalışan arabayla test sürüşü yapabilecek kadar.

Telefona sarıldı, Başkana hediye edeceği rus kızları arayıp nerede olduklarını sordu;

-Previlit Babuşka, Siz var tornistan etmek, dobraviçi James, soçka, uçuşka dedi.

Kız Cevap Verdi.

-Jeymis, var yolda Memati'yi tekneye almak, bizi müslüman yapmak, şimdi imam nikahı yapmak, sen var akide şekeri istemek?

Köpekbalığı Düşüncesi

Bodrumda sezon açıldı. Gelecek endişesi olmayanlardan mevcut bir kitle; sallama, hava atma, kameralara yapmacık tavırlar şeklinde sahile aralıklarla dizildiler. Kendilerini bu sahillerin efendisi olarak gördükleri açık. Denize girdikleri anda dalacağım. Artık mavi ile kırmızının yer değiştirme vakti. Hem bunlar daima lüks maddeler tükettikleri için etlerinin tadını merak ediyorum. Sanırım beni cezbetmek için olsa gerek; nar gibi kızarmadan denize girmiyorlar.

Bu katliamı yapmak için çok düşündüm. Zira bu toplumun sağlıklı bir yapısı olması için bu azgınların en tepede olması gerekiyor. Bunlar sınırsız tüketmeleri sayesinde alt tabakaya devamlı -daha fazla çalış daha fazla üret mesajı gönderiyorlar. Yani beni besle ki sende bir parça beslenmeye imkan bulasın. Ama nereye kadar, alt tabaka'nın ezildiğini gördükçe hayvanlığımdan utanıyorum.

Bunları mazur görmemek lazım. Zenginler ama bir insanda bir gram asalet olmaz mı? Aşağıdakilerin durumunu bir nebze akıllarına getiripte neden bu lüks hayatlarından taviz vermiyorlar. Tarih boyu ben ne krallar gördüm. Bir lokma ekmeğe muhtaç olarak ölen. Evet, Allah onları en tepeye koydu, asla ve asla sınavı geçemeyecek ve cehennemlerde yanacaklar. Ama azgınlığın bu kadar edepsizini görmedim. Bunların arsızlığı Allahı bile kararından pişman edecek kadar seviyesiz.

Aslında bunlara saldırmak diye bir görevim yok. Denizde herkese yetecek kadar yiyecek ve imkanlar var. Bizler denizde birbirimizi yiyerek yaşıyoruz. Bir denge kurulmuş öyle yada böyle. Ama bu dengeyi biz balık beynimizle bulmakta ilen, bu hayasızların dengesiz yaşamları beni çığırımdan çıkarıyor.

Bunlara merhamet edersem, gelip benim dengelerimi bile alt üst edebilecek kadar çıldırırlar. Birde ben bilindiği gibi Besin Zincirinin Tepesindeki Canlıyım. Köpekbalığı olarak denizlerde ben herkezi yerim ama kimse beni yiyemez. Ama ben ihtiyacım kadar tüketiyorum ve zevk için tüketmiyorum.

Bu görgüsüz jet sosyeteye çok haksızlık ediyor olabilirmiyim. Zira onları 24 saat boyunca evlere taşıyan medya diye bir şerefsiz var. Ama satıcımı kullanıcımı diye ayıklamaya kalkarsam bu işin içinden çıkamam.

ŞOK ŞOK ŞOK

Bodrum açıklarında görülen köpekbalığı saldırılarında Türkiyenin gelirinin % 90'ını yöneten 100 kişi yaşamını yitirdi.

....Acımız Donsuzdur...

3 Haziran 2016 Cuma

ECELİMLE KONUŞTUM

Ölüm ne ağır hezimet.

Dünya denilen yuvarlama kürede, ölüme hiç ışık tutmadığımı keşfettim. Sizin için onunla konuştum.

Yeri göğü yakan adam olmaktaki "gök" öğesi belkide ölümü çağrıştırdı. Ve tepeye biryere kuruldu. Ama göğü yakmak nasıl olabilirdi ki?

Dünyadaki ölümlerimle işe koyulmam lazım. Burada dini bütün geçmişim ve geçmişimdekiler en önemli kaynak.

Çocukluğumuzun ölümü, bizim elimize sorumluluk verilmeye başlanmasıyla başlar. Banada ilk kez çalışmam gerektiği söylendiğinde geçici ölüm yaşamıştım. Gazete piyangosundaki kazı kazan kartlarını kazıyarak maddeten rahatlamanın çalışmanın gereğini ortadan kaldıracağını düşünmüşüm. Aynen 15 yaşındaki taze fındık kızlara evlenme vaadedilmesi gibi. Boştu kazı kazan kartları.

Sonra primitif aşkım esra ile aramıza giren yaz tatili ile yazın kalbimi dondurmuştum. 18 temmuz, dün gibi hatırlıyorum.

Sonra üniverstedeki alışılmış döngitin yerine, gece okumalarının, geyiksi arkadaşlıkların, havuzun bitme anının geldiğinde ölmüş gibiydim.

Kaybettiklerimde de ölümle tanıştım.

Sonra askere giden otobüsün kapısında. O soğuk kütahyaya sabah 6 da inişimde, ve kalan bir iki saati değerlendirmeye yönelik boş çabaların sonunda, haydi arkadaşlar, teslim olalım, teslim dediğimde. Ve son kıldığım, kıldırdığım 2 rekat mecburiyet namazında.

Daha en az 10 kere dünyasal ölümlere gülümsemek zorunda kaldım.

Şimdi daha iyi anladığım ölüm eşiği ile konuşarak, biraz daha karanlığımızı loşa çevireceğim.

Ölümü tadacak olmanın dünyadaki tepkimesi, ruhbani yaşam formudur. Ama ölüm; isterseniz kendini kumdan kalelere kilitleyin, isterseniz dünyayı frenleyin, dünyada bilinen ve ölçülebilen bütün kinetiklerden, hızlardan ve şoklardan daha keskin bir dönüştür. Çünkü bedeni değil, ruhani bir ayrıştırmadır. Dolayısıyla kendinizi hergün çiyanlara 100 kere soktursanız bile, ölüme alışkanlık direyemezsiniz.

Ölüme huzurlu bir yolda giderken yakalanmak sayesinde en kazançlı stratejiyi yakalarsınız. İlahi güce açılan kapıya her türlü dünyevi hırs ve hesaplardan arınmış, ve kendini dinginlemiş halde varmak sayesinde, ölüme eşgüdümle eşlik edebilirsiniz.

Ve en etkili sırra, bence, parmak basarak, bir huzurlu ölüm diliyorum sizlere.

Bazen doğruyu hisseder ama herkesin sürdüğü yollara girersiniz. İçinizden bir küçük kuş kanat çırpar ve sizi uyarır. İşte o vicdan denilen kuş, ölümün dünyadaki güzel kardeşidir. Vicdan devamlı hakkı savunur, her hava ve yol şartında susmaz. Sizi uyarır ama ölümü hatırlatarak, ve ölüme hazırlığı.

Bu yazıyıda ona başvurarak yazdım, eşyazarım o, demekki ölümle uzaktan ahbap sayılırız.

Satırlarımın ölümü

GAVATAR

Olcek olcek didiydimde, oluvedi, yimi odduz milyon dolarımız gidiveedi.

Amerikalılar, yüksek çözünürlüklü teknolojileriyle, kaptığı gibi paralarımızı sırra kadem basıverdi. Yerli yardakçı, yandaşçı, ve yatakçılarıda paylarına düşeni kapattılar. Seyredenlerde yaranmacı.

Neti, neticesi suni zeka. Canlandırma. Hafıza-isanallamasallaması.

Ben neye karşıyım, biliyormusunuz sevgili eterlenik halkım?

10 yılda çekildi, şu kadar paraya maaloldu, sinemadan başka yerde izlenmez, gitti mi gider, arkadan bakarsın, sakalını yakarsın. Vıdı vido..

Elbette insanlar inanmak istediklerine inanırlar, nooluyor sana densiz Mustafa?

Bari inanmış gözüken iradelerle seyredin.

Ben mesela dünyanın en pahallı adamıyım, nasıl mı? Özümdeki insaniyet 1 milyar dolar, kendim de bir o kadar ederim, topla, 2 milyar dolar..

Bu pezevenk kameron, 10 senelik emeğinin her bir gününe 100 bin dolarlık iş yaptım diye emsal alırsa, elbette film en pahallı film olur.

İbnenin evladının kamera arkasını seyretmediniz mi, mankenlere sensör takıyor, sanal ortama uyarlıyor, fon, fondaten derken, oluyor sana film.

3 boyutlu, yaratcılı zekalı, karaktere bürünmüş, efektli, defectli, double impaktli.

Birde çalmış sağdan soldan gavat, 2 milyar da iyi hasılat.

Bizim sanal zekaya bu kadar kaynak aktaran yapay halkımıza bir hatırlatma: Bütün bu sanal zekalar bir araya gelse acaba bir sineğin kanadına can verebilir mi?

Hatırladınız mı?

2 Haziran 2016 Perşembe

Koyunları Sayarken

Ömür denilen bir çile iplik, içiçe geçili.

Geçenlerde bir film izlerken, ki herkez film seyrederken ben izlerim hayatı, düşünce çatıma bir taş geldi: Abi neden eskiden bir filmi 4-5 kere seyretmek tatlı bir hevesti ama şimdi 1 kere seyretmek zor bir yokuş?

Bunun ilkel sebebi yaşlanmamız. Hayat akarken hayta hayta, artık heves musluğu tıslamaya başlayınca, hep düşeş zarlara konsantreyiz. Yani hem ballı hem kaymaklıyı aynı anda istemekte kararlıyız. Çıkacaksak bir hatunla, afeti devran olmalı. Yiyeceksek bir yemeği, a klas olmalı, süreceksek bir arabayı "made in nasa" olmalı. Gireceksek bir ortama ancak ve ancak saray olmalı. Sohbete dalacaksak, profesörlü ve derin bir söylem olmalı.

Tüm bu devinimlerde yapılacak her hareket tam manasıyla bizi tatmin edemeyeceği için, hiç bir şey yapmamayı yeğlediğimizi de belirtelim. Yada başlayacağımız her işin yarıda kalacağı.

Bu durumda tv dediğimiz "boşluğun hoşluğu" devreye giriyor. Bence televizyon ne mi?

Salıncak. Gittiğin ve döndüğün yer aynı. Evi boşaltın ve saatlerce duvara, olurya gözünüz yükseklerdedir, tavana bakın. Bu sahnenin yavanlığı eşittir tv seyretmek. Yada sonuçları karşılaştırın ve eşitliği daha somut görün. Mongolluğu görün, amaçsızlığınızı, boş bal kovanlarını.

Şimdi bu yazının yanıltmalarını açıklayacağım. "Sanal Reklam" yaptım. Farketmediniz değil mi? Çünkü imkansızdı farketmeniz; sağ tarafı kollarken soldan darbe yiyen boksörler olarak.

İşte yazı sonrası çözümlemeler:

1-Bundan sonra seyredeceğiniz filmi çok daha konsantre seyredecektiniz.

2-Kriterlerinizi aşağıya çekip daha basit konulara katılacaktınız.

3-Hayatı lüks içinde yaşamak mı yoksa manevi değerlere eğileyim mi? sorusunu birkez daha elden geçirecektiniz.

4-Yarıda bıraktığınız bir çok işe yeniden el atacak ve daha kaliteli bir yaklaşımınız olacaktı.

5-Tv izleme zamanlarınızı gözden geçirecektiniz.

6-Birde sabah kalvaltınızda "bal" sürecektiniz ekmeğinize, ihtimaller dahilinde.

ŞEYTAN RIDVAN

Her ölümlünün bir kahramanı vardır ahir alemde. Kitaplardan ve masallardan ziyade, gözleriyle gördüğü ve etkilendiği. Benim de Rıdvan ile olan etkileşimimden bahsedersem azıcık, kimseyi meşgul etmem sanırım.

Kahraman demek, mesela kadınların gözünde bir özel erkektir. Onunla zamanın su gibi geçtiği. Bir çocuk için annesidir, sevginin gözlerden pınar pınar aktığı. Bir esir için ise onu kurtaran isimsiz askerdir, zamanın yeniden başladığı. Veya sizin için ne ifade ediyorsa. Odur işte.

Fenerbahçe'nin buram buram ezildiği ve kaybettiği yıllara rastlar Şeytan'ın zuhur edişi. Dinsiz mason Galatasaray, soğuk ve buzlu beşiktaş çeşit çeşit entrika ve delaletler ile başarıya ambargo koymuşlardı. Hatta bizim eve yakın olduğu için tesisleri, yavaş yavaş beşiktaş ile avunmaya başlamıştım. Fenerbahçe neredeyse bir çocuğun terkedilmişliğini simgelemeye başlamıştı. Yüreğimde meçhul bir yerde yaşıyordu, yaşamıyordu.

Ve karanlıkların efendisi şeytan yeryüzüne indi.

Önce galatasarayın hükümranlığını yoketti. Koskoca galatasaray bir iki çalımla ve depar ile çöktü, her sahte peygamber gibi. Sonra şeytan ve arkadaşları, aynen kızıl orduya benzeyen disiplinli ve ruhsuz beşiktaşın kalelerini yerle bir etti. Dünyada Şeytan hüküm sürmeye başladı.

İstediği kadar atıyor ve attırıyordu. Artık bütün dengeler yerle bir olmuştu. Şeytanın dediği oluyordu.

Tek başına maç kazanmaya başladı. İzmirde, eskişehirde, antepte, şeytan bütün derebeylerinin şatosunu yerle bir etmeye başladı.

Bir malatya maçı hatırlıyorum. Bütün takım telaş içinde, Şeytan gitti, 2 defa, bir attı, bir attırdı, tereyağından kıl çekercesine.

Bir galatasaray maçı hatırlıyorum, Şeytan girdi, durdu, tavana çaktı, şuurumun kapandığını hatırlıyorum.

Bir beşiktaş maçını hatırlıyorum, defanstan top çıkartıp, atak başlatırken.

Onlarcası..

Sonra Şeytanın başına kadınlar musallat oldu. Şeytan sallanmaya başladı.
Sonra Şeytanın bacağını deldiler, şeytan ameliyatlık oldu.
Şeytanı şeytanca bitirmeye muktedir oldular.

Ama yinede Şeytanın geridönme ihtimalinden korktuklarını da hatırlıyorum. Adı şeytandı nede olsa.

Şeytanı maalesef şimdiki nesillere anlatmak çok zor, şeytan yaşanır ama anlatılamaz. Şeytan bütün defansif tedbirlere, pisliklere ve gaddarlıklara rağmen, oyuna şeytanca yorumlar getirdi ve kendi senfonisini çaldı. Ufacık, 1.70 lik 67 kiloluk bir adam.

Bugün asla ikinci bir şeytan gelmeyecek. Bunu biliyorum, ve bu bana yetiyor.

1 Haziran 2016 Çarşamba

SÖYLEM TEYZENİN AFYON MIZRAKTEPE MACERASI

Haftasonu kültür turları kapsamındaki Söylem, hintranet sörfünde kendine obsüyon aramaktadır. Kriterleri girer;

Ulaşımı düzgün
Sosyal konaklama varyetesi yüksek
Tarihe beşiklik yapmış
Suç oranı sıfır olan
Suyu havası doğası zengin hatta mineralli
Denizi gören dağlara sıfır bulutlara değen
Yerel halkın kültürü ıso 9002 ve üstü
Extreme sporlara uygun
Gece ile gündüz sıcaklık farkı 5 derece ve altı
Fay hattının geçmediği
Kültür ve turizm bakanlık onaylı
Milli park statüsünde ve mavi mor eflatun bayraklı
İstanbula yakın
Gecelik konaklama bedeli 35 lira ve altı all inkülisif
Muhtemel bir 3. dünya savaşında saldırıya uğrama ihtimali olmayan
Savaş deprem ve diğer tehlikelere karşı sığınak özelliği taşıyan
Türk ve dünya mutfağının en geniş alternatiflerine mugayir ....

gibi özetini çıkarttığım kriterlere istinaden SEÇ tuşuna basar.

Karşısına 1 dakikalık bekleme sonrası "56 chavrolette coupe bazalt kırmızı" fotoğrafı çıkar. Hatta aracı şişman bir rahibe kullanmaktadır.

Söylem teyze rahibeyi aynen bir penguene benzetir, penguenden aklına güney kutbu gelir, güney kutbundan aklına kutuplaşma gelir, kutuplaşmadan aklına savaş gelir, savaştan aklına mızrak gelir, mızraklı bir yer arar, yanına sayfiye turizt söylem gibi yardımcı kelimeler yazar ve MIZRAKTEPE valizi hazırlanmaktadır bile...

En iyi remli bilgisayarın kendi beyni olduğunu kavramıştır ve teknoloji düşmanıdır artık. Cep telefonunu ve aboneliğini iptal eder, mailini çökertir, bloğuna virüs bulaştırır, arabasının uzaktan kumandasını manuele çevirtir, banka otomotik ödeme talimatına para havale etmez, hatta ve hatta tuvaletinin rezervuarına varana kadar, yerine maşrapalı sistemi adapte edene kadar.

Trenle bolvadine varır, yol boyunca insanların kendisine bakışına anlam veremez, bir tane çocuğu trende köşeye kıstırır ve sorar:

-Bana baksana sen, neden bana baktığında sinirimi bozacak şekilde gülüyorsun?

-Ama abla yazın ortasında sırtında kayak takımı, kamera şakası mısın diye mallığa vurmamak için gülüyorum der.

-Söylemin bünyesinde taşıdığı öğretici ve eğitici hasletler suyüzüne çıkar, hatta Atatürk devrimlerini anadolunun ücrasına taşıyan bir cumhuriyet öğretmeni edasıyla:

-Bak sevgili çocuk, sen eğer okulunda yurdumuz ve sosyal bilgiler dersini iyi çalışsaydın, Afyon ilimizin öne çıkan özelliğini bilebilirdin, hatta bana rehberlik eder ve 50 dolar kazanabilirdin. Şimdi söylüyorum ve bunu aklına iyi yaz!!!

"AFYON'UN KAYAĞI MEŞHURDUR."

Söylem trenden iner, afyon cumhuriyet meydanında ilerler, yorulur, meydandaki hababa çay bahçesine kurulur, kendisi artık bir gezgin, bir seyyah, bir modern zaman markopolosudur. Keyifle bir kahve söyler, anıta karşı içer, Atatürk hatta marks, hatta engels, hatta çeguvarya, hatta eva peron, hatta evliya çelebi, biraz rambo, biraz edison, biraz kolomp, yani ne kadar tarihi şahsiyet varsa bu kahvenin tadında harmandır.

Sonra kahve ile canlanan zihni uyanışları ona mutlaka bir kalori yedeklemesi yapmasını söyler, meydanın karşısında bir tabela görür: Mc BOMBA. Hemde özel menü tercihini müşterilere sunan bir yerdir burası. Dürümcü teyzeden yarım metrekarelik bir lavaş kestirir. İçine Afyon sucuğu, afyon kaymağı, zerdali reçeli, ısırgan otu enzimi, kavurma koyun eti, badem lapası, anzavur balı, ve ismi ilginç olduğu için "şişman yarimin gamzesi" denilen sostan koydurur. Yer.

Sonra meydandaki dolmuşçulara Mızraktepe'yi sorar, dolmuşçular kendi aralarında münazaradan sonra, mızraktepe diye bir yer bilmediklerini, ama kendisini oraya 100 liraya götürebileceklerini söyler. Söylem teyzenin içinden dolmuşçuları linç etmek geçer, ama mızraktepeye ulaşmadan böyle birşey yapmayacaktır. En iyisi kendine daha bozulmamış ve tarihi iyi bilen bir yaşlı insan aramaya başlar. Arar sorar ve yörenin en yaşlısı olan Kara Fatma lakaplı Fatma Kara'yı bulur, Mızraktepe yi sorar.

5 dakika sonra fatma ninesi ona boz eşşeği koşullayıp, kendisi rehber, Söylem yolcu, yola çıkarlar.

Kara Fatma aslında bilinen bir efsaneye göre afyon ormanlarında yaşayan Mutant korku kapanı elemanlarının resmi turist tedarikçisidir. Aynen hizmeti koşulsuz şartsız sağlayarak müşteri memnuniyetini kazanan, sonrada onlara yüklü fatura kesen uyanıklar gibi. Sözün özü, Söylem Teyze, sabahın ilk ışıkları orman dallarından yüzüne vurduğunda, kendini boz eşşeğin yelelerini okşarken ve uyanma safhasında bulur. Fatma nine şavkı vurmaz yüzüne çünkü ikilem durumundadır, yani eşek ve kendisi.

Onu uzaktan izleyen 3 mutant yamyam kendi aralarında fonetikle Söylem teyzenin pişirilme ve haşlama yöntemlerini tartışmaktadır fısıltılarla: Kulak verelim,

Kel olan:( google translator ) Biraz kemikli, bence pirzola yapalım.
İri olan: Çok ziyan etmeyelim, eti çıkarsa pastırma, çıkmazsa kemik haşlama yapalım.
Kel ve iri olan: Canlı canlı yiyelim vitamini kaçmasın.

Ve üçübirarada, yüzünü orman çiyleri ile yıkamakta olan Söyleme doğru hucüm ederler, ve o tuhaf kahkahaları ile Söylemin kaçmasını dilemekte ve onu avlamayı planlamaktadırlar....

Yaklaşık 3 saat sonra, Afyonkarahisar organize suçlar büro amirliği binasının önünde, önde Söylem Teyzemiz, ve arkasında "etkin pişmanlık" yasasından yararlanmak isteyen 3 mutant yamyam korku kapanı vahşisi basın toplantısı yapmaktadır. Kendilerinin çevirmenliğini Söylem teyze yapar, özetle,

- Biz ormanda yıllardır 2000 civarında insanın günahına girdik ve onları yedik, yaktık. Yaptıklarımız bir iğrençlik, bir vahşet ve sonsuz bir gafletin hezeyanı sonucudur. Bugün sabah saatlerinde karşılaştığımız ve bize farkını yansıtan birisi, yani yanımızdaki bu melaike sayesinde ait olduğumuz insanlığımızı hatırladık ve buradayız. Tekrar huzurlarınızda teşekkür ediyoruz.

-Olay nasıl oldu, biraz ayrıntıları verebilir misiniz? ( Afyon Havadis muhabiri )

-Elbette, kendisine sabah saldırı halinde yaklaştık, normalde insanlar ya kaçar yada anında korkudan bayılır bizimle karşılaşınca. Adı üstünde korku kapanı. Ama Söylem hanım bizi görünce kesinlikle korkmadı ve fotograf makinesi denilen cihazı eline alarak, bizi resimlemeye başladı. Şaşırdık ve yutkunduk. Kendisi fotoğraf çekimi bitince bize,

-Çok ilginç bir misafir karşılama yöntemi, emin olun hawaide bile bu kadar yaratıcısını görmedim. Sabah sabah güne dinamizm ile başlamamı sağladınız, dedi.

-Biz şaşkın salak birbirimize bakarken, tam bir lider gibi yanımıza geldi, çok samimi bir ses tonu ile, yaşadığımız hayatın çok doğal olduğunu, kendisi bir şehir kadını olmasına rağmen, köy veya dağ insanı ile çok daha etkili bir iletişime geçtiğini söyledi. Hatta trendeki çocuğa bile laf anlatamadığını ekledi. Sonunda bize "ne kadar en yakınlarına anlatamadığı iç dünyası varsa" onları anlattı, biz anormal etkilendik, kendisi bize bazı yazılarını ciltlemiş bu kapsamda ve o yazıları bir hazine gibi verdi, ve biz uzun hapis yıllarımızda bu yazıları okuyarak eğleneceğiz.

Ne gibi yazılar acaba bunlar sayın mutant?

Mesela, yazgı, babaannenin anıları, bir eğe düşü, şiirlerin anlamı, ben artık bir spor aşığıyım, ve hatta kimseye yayınlamadığı "gonçik kuşu 2" yazılarını bizimle paylaştı. Huzurlarınızda ona son bir şey SÖYLEMek ve teslim olmak istiyoruz:

-Mükemmel yazılar yazmışsınız, hayatımızı değiştirdiniz, içten ve sahici, çok teşekkür ederiz!!!!!


merak edenler için:

http://video.bilgiblog.com/video/sinema/271494/korku_kapani_sinema_film_video

Söylem Teyze "MANTA AVCISI"

Söylem teyze'nin bankacı eşi beyefendi, üretmiş olduğu 2.700.000 eyro kredi den ötürü banka üs yönetimince maldivlerde 10 günlük on yıldızlı vakasyon ödülü kazanır, hemde iki kişi. Bu haberi Söylem Teyzeye haber verdiğinde, kanatsız bir melek moduna giren Söylem, hayata ekstra motivasyonun vermiş olduğu atiklik ve cevvallik ile:

Evdeki tüm tozları temizler
Kütüphanesini başatan aşağı elleçler
Taaki telefon rehberini yenilemeye ve dış pimapenlerin parlatıcısına kadar herşeyi ama herşeyi rekor bir sürede deal ederek, daha da ne yapabilirim şeklinde evrensel bir kürt şair gibi enginleşir, Pamuk Orhan'ın "yeni bir hayat" romanını bile bir gazete süresinde okur, renovasyonunu tamamlar ve geri sayıma başlar.

Seyrü seferlerine çıkmadan önce bile çevreye duyarlı, doğaya borçlu ve gelecek nesillere sorumludur. "STOP BOILING ATMOSPHERE" yazılı suya dayanaklı elyaf poster yaptırır, postere "kayıp hamsi dursun" diye bizden bir kahramanın resmini iliştirir. Sualtına dayanıklı dijital fotoğraf makinesi alır doğubanktan, Söylemin Teknoloji tedarikçisi, Vangölü elektronik'ten.

Ve sefer zamanı gelmiştir, taksi ile Sabiha Gökçen havaalanına varırlar, 56 lira verir Söylem, ee kolay değil, tamı tamına seyahat bütçesinin yarısı, tabi ki taksi ücretlerine zam gelmez ise.

Lütfenzanın 737 SW uçağıyla, ve 737 sefer sayılı seferiyle, kalküta üzerinden ufukta Maldivler gözükmektedir pendik semalarında, mutluluğu okyanustur Söylem Teyzemin.

Maldivlere gelişte havaalanında kontrol bankosundaki görevli memure Söyleme gülümseyerek: Pespörd please sorusuna söylemin cevabı: st_1974 olur.

Kaldığı otel doğadan esinlenerek karnıbahar şekli verilmiş, karnıbahar tarlası şeklinde bir apart, açık büfeleri; beşiktaş semt pazarı şekli verilmiş vejetaryen büfe, garsonlar semizotu, içkileri meyva kokteyli ve havluları ise hint keneviri liflerinden ibarettir. Otelin içindeki gölcüğün eğlenti tekneleri ise, nilüfer çiçeği şeklindedir. Kültabakları bile kaplumbağaların sırtına bağlıdır, devrilme ihtimali olmayan galapagos modeli.

Otelin animüdürü Othello ile bir söylem geliştirirler, yarı ingilizce, yarı resmi dil olan hispanikçe. Oti, Söylemin Türk olduğunu duyunca, büyük büyük dedelerinden birinin cenevizlilere esir iken, bir türk denizci tarafından kurtarıldığını anlatır ve bu jestiyon karşısında, normalde 1000 maldiv Şebi ( para birimi 1 şeb = 3.14 usd ) olan Manta Avı turunu, kendilerine 988 Şebi'ye sağlamak istediğini söyler. Aslında Oti, her gelen milletten turistin atalarının kendi atalarını kurtardığını anlatmaktadır, ama olsun, kokakolanın ambalajında ne yazıyor: Alan razı satan,,,pardon Anı yaşa.

Söylem Teyze, artık kendini av veya avcı olarak görmekte, ve pankartını okyanusta açmanın derdindedir. O sabah, önce kültür fiziğini yapar, esner, 2 duble havuç çorbası ve tarhanalı brokoli enzimi içerek enerjisini tavana salar. Çocuk havuzunda yüzme transmisyonunu kuvvetlendirir, damarlarındaki istilacı türk RNA'sının azmettirici etkisini hisseder. Manta'lara karşı bilenir. Boyları beş enleri üç toplamda 10 m2 olan mantalara karşı, gittikleri yere koloni olarak giden denizlerin teyzelerine, tarih öncesinin günümüzdeki temsilcilerine veveya tarih mirası canlıya. Sonunda Samantha burnu denilen manta populasyonunun yoğun olduğu mercan resifine ulaşır tekne. Söylem Teyze denize 3 defa erken dalacak kadar sabırsızdır. Othello ona zıpkınını verir ve hangi uzaklıktan Mantanın neresine nişan alacağını yarı hispanikçe yarı türkçe anlatır. Ve rastgele manasında işaret verir, Söylem teyzenin tüpsüz 10 metreye inişi 10 saniye bile sürmez. Tüpünü almaya geri çıkması da 10 saniye sürmez. En sonuncu raunda sıra gelir, karşıdan yaklaşan mantaya mevzilenir, etki alanı olan 5 metreden ilk atışı yapar, ama zıpkın gider mercan resifine saplanır, ikinciside öyle, üçüncüsüde, beşinciside, derken manta ağır ağır yoluna gider ve uzaklaşır. Akşamın ilk ışık kırılmalarıda kendini göstermektedir, söylem tekneye çıkış anında bir arayışına daha bir evrensel cevap bulur.

"Siz ne kadar kendinizi şartlandırırsanız şartlandırın, dünyadaki açıkhava koşullarının size verdiği hedef ve hedefleme algısı, su altındaki ışık kırılmalarının ölçütleriyle değişir ve aynı değildir, ben bunu görerek anladım."

Tekne dönüşü pankartını açar ve en evrensel değerin ortak akıl olduğunun altını çizer.


Bitii.

BELGESEL NİTELİĞİNDE

Tarihlerin 1971 i vurduğu bir zaman dönemecinde doğan adam ile, geride kalan taş-cila-yontma-tekerlek-öküz- ilk-orta-lise-modern-motor gibi çağlar kapanmış ve duygu çağı başlamıştır.

Çocukluğunda naif, ilkokulda süt dökmüş kedi, ortaokulunda melankolik, lisesinde ergenlik, yüksek okulunda mütevazi, ve tüm hayatında efendi olan bu adamın düşmanlarının sayısı, dostlarının tırnaklarını geçmez. O kadarcık ruhu ve sütü bozuk insan olacak elbette.

Yazlarını mahallede, kışlarını okulda geçiren bu adam sayesinde, mahallenin çocuğu kavramı dahada yukarılara taşınmıştır. Hiç misket çalmamış ama bütün misketleri çalınmış bir adam gördünüz mü?

Mahallenin bakkalına gidip, bir tane gazoz şişesi kırdım, onun parasını getirdim şişe yerine diyen çocuk gördünüz mü?

Kırdığı bütün camları yaptıran çocuk gördünüz mü?

Kendi odunlarını taşımak varken, komşunun odununa yardım eden çocuk gördünüz mü?

Ben gördüm.

Arkadaşlarının ödevini yaparak kendi ödevinden geri kalan öğrenci gördünüz mü?

Kendisini oynatmayanları kendi oyununda oynatan birini gördünüz mü?

Mahallenin kuran kursunu şenlendiren ve yaz tatilini dahada ısıtan birisini?

Ben onuda gördüm.

Kadınlara değer veren

Onları ciddiye alan

Bunları beklentisiz yapanı?

Ben gördüm.

FAİLİ YİTİK CİNAYETLER

-Baksana, aradığım cevaplarda biraz senide görebilirsem, ayrılık sonrası daha rahat dönebilirim özüme dedi adam.

Kadın umarsız biriydi. Hesapları içerde bırakmayı tercih eder şekilde:

Sen birlikteliğimiz boyunca hep ayrılık hüzünlerini yaşamayı seçtin, en büyük aşkın acısı eve dönene kadar sürer diyerek, şimdi nasıl olurda kapanmayan bir yara ikilemine parmak basabiliyorsun?

Fakat dedi adam, seni dışarıda tutarak konuştuğumu anlamamışsın, zira eski aşklara atıfta bulunma intikamını bana çok gördüğünü, yada hazmedemediğini algılayamamanın faturası niye?

Elbette, sen narsist olabilirsin gizlemeye çalıştığın yada korumaya herneyse ruhunla, bunu anlayamamak benim suçum.

Burası mahkeme değil dedi adam, suç ikimizindi, veya ikimizin, sen benim bu asi ruhumdan ilham aldığını söylerken aşkımız filizlendi, alevlendiren sendin ve yangını körükleyen, şimdi her kundakçı gibi yangın yerinde gezen bile hatta.

Bak dedi kadın, demekki mahkemede söyleyeceğin sözleri çoktan hesaplamışsın, cehennem ve cennet bu dünyada demekki, seninle olan biten de buydu.

Ben zamanları karıştırdım, eğer her nefes ile ölümün ateşini körüklüyorsak, sırf seninle olan yangınlarımızdan ötürü geçen zamanın yerine hangi seni koyabilirim?

Belkide senin şu boyutlarının arasından sıyrılamadığımdandır dedi kadın, şu an bile en yakınımdaki uzak gibi görünüyorsun, belki tutkulardı ateşi körükleyen ve bizi içine atan. Çünkü bir yabancı gibi konuşuyoruz, ve asla numara yapma, ses tonunda yabancılığı hissedebileceğimi biliyorsun.

Yani duygusallığın yeri yok şu beş dakikada? Öylemi.

İçimden öyleyse öyle demek gelsede, sana hayran olduğumu ve doğam itibariyle değerini yadsıyamayacağımı bildiğinden dolayı, cevabı belli sorularla saniyeleri heba etmeyelim.

Bu kadar kesin bir icra ilanı ve bu kadar seri bir kum saati işleyişinde hangi ruhumu açığa çıkarabilirim ki? Hayranlarımın koleksiyonuna giremeyecek kadar nadide bir cennetin var bende. Sanırım sana hayranlığımı anlatmayışımada bozuldun, oysa..

Sus lütfen, hayranlığının derecesini gözlerinden aldım ben, hayranlık varya şu yaşanmışlığımızda sadece ilkokul evresiydi. Senden önce ilişkilerim oldu, evlendim ve ben bir anneyim, oysa bunu itiraf etmeyi bile aşkın yayılma hızından dolayı başaramadım.

Demekki sorumluluklar, demekki yükler ve yükümlülükler, yani senin çocuğunu varsa çocuklarını senden ötürü kabul etmek ve onları benimsemek bu duygunun boyutunda bence çok kolay bir çıta ve inanki aşarız birlikte.

Sen öyle diyorsun, belki öylede olabilir ama ben kadınım, ve organizmamı sadece gerçekler yönetir. Ben gece rüyada dünyayı gezebilirim ama asla ipin ucunu bırakmam. Neden sevişmedik sanıyorsun, neden belgemiz yok, ve neden seni çuvallamak bu kadar elimdeyken, mühür aşamasını engelledim sence. Yaa elbette, kadın erkek meselesi değil mi? O kadar basit değil, belkide bebek olarak seni sevmeyi seçtim.

Yani başından beri biliyordun ayrılığı.

Yoo haksızlık etme bu bir eleme değil, bu bir beğenmeme de değil. Bir erkek olarak, hayatımdaki istatistiklerde geçilmen mümkün görünmüyor, ve bir değersin, bu sözü yineliyorum.

Ama sözü veremiyorsun, varsa eğer bazı yönlerim beğenmediğin, onları törpülemeye hazırım.

Yoo hayır, olduğun gibi sevmek mümkün ama olmanı istediğim gibiyi sevmek bence haksızlık olur. Ve yine bütün normlar ve şartlarda bu ilişkiyi canı pahasına sürdürmesi gereken kişi ben, yani kadın olması gerekirken, dehan ve hafsalan neden buradaki olağandışılığı kavrayamaz. Gözün kör olduysa bir benim aşkımdan, ben o gözlerin pınarlarında erimeye adayım ama bunu bilmemen gerekiyor. Bunları neden söylediğimi anlayamıyorum, ama kum saatinde bir dönüşün anlamı kalmadı. Ve acımasız olmamı istiyorsan, şimdiden başlayacak bir fırtınaya hazır olmanı öğütlerim.

Sendeki bu tavır bile daha keşfedilmemiş birsürü hazinenin haritası. Atletik bir merakım olduğunu da biliyorsun. Ben gururluyum ama önünde diz kırmamı istiyorsan inanki gururumada çöktürürüm.

Yo, hayır, lafı sürdürecek bir senaryoda olmaya beni çekiyorsun, sanırım sonu düşünmemek bu olsa gerek. Hani dünyada kıyamet kopacaksa son saatimde sen olursun ama kıyametim olmana, kıyametin olmama asla müsaade etmem. Sonundan korkmaktan sondan korkmaz oldum. Belkide bunu önleyememen sonucu bu kararı vermiş olabilirim.

Bak işte emin değilsin kararından.

Eminim, emin olmamaktan eminim ki bu sancı demek, kıyametli kışlarda kapıların üzerimize sürgülenmesi demek.

Bu da mı bir istatistik?

Bu bir istatistik değil bir ihtimal. Sana kadını öğrettim, sen olacak olmuş tüm ilişkilerinde artık yüzyıllar boyu yükselecek eserlere imza atabilirsin. Ben tüm bu ilişkim boyunca ölmüş kocamın ailesine karşı ne kadar endişeli ve mahçup bir tavırda olduğumu tahmin edemezsin.

Sen ömrünün geri kalanını bir türbenin mum ışığında bekleyerek mi geçireceksin yani. Yani ben bu türbede canlanan geçmiş bir hayalden mi ibaretim sence?

Bazen ışıklar insana oyunlar oynar, ve yanıltır, ben bu ışıklarda sarhoş oldum ve hemen hemen hepsi 3 haftada ayıldım. Artık bu oyunu daha fazla oynayamam. En şerefli en sahici ve en giderici aşkı yaşadık. Sanırım ışığımız zayıfladı ve dansı bırakma zamanı geldi. Eğer her dansın ardından bir sevişme geleceğini düşünüyorsan, şimdi tam sırası, bedenim bundan onur duyacaktır, haramdan çıkan bir helalde cevaplarını bulmana yardım edebilirim. Ve sende kum saatinin son dönüşünü unutmayabilirsin. Olsada olmasada elveda.....

( mecburi ilave: Bu canlandırmayı gerçek bir kamera kaydı zannedenler olabilir diye ekleyeyim: Bu canlandırmadır, ve gerçek zannetmeniz yazı başarısıdır. Erol TAŞ rahmetliyi kötü bir adam zannederek taşlayanlar geldi aklıma...)

HAKEDİŞ

Kalbimizden geçenleri söylemenin ayıplandığı bir zamanda yaşıyoruz, biz arkadan imajımız önden gidiyor. Bu gerçek sadece öldüğümüzde değişen bir vaka. O zaman biz önden imajımız arkadan gidiyor.

İyi insan olmak yetmez diye bir söylem geliştirilmiş. Oysa her insan iyi insandır, anneler çocukları iyi insan olsun diye hamileliğe geçiş yapar. Demekki iyi insan olmanın kartviziti cebimizde. İyi insan olmanın getirdiği birşey varsa, onu devamlı kanıtlamak zorunda olmak, demekki sadece iyi insan olunuyor, iyi insan doğulmuyor.

Kadınların yaşı neden sorulmaz diye düşünelim. Demekki, kadınların başka bir yaşam ölçüsü var. Bu ölçü ne diye sorgularsak, kadının daima vitrinde olması ve cazibe içermesi. Ömrümüz kadınların tozunu almakla geçecek manası da çıkarılabilir.

Erkekler neden cinsel birleşme yaşadıkları kadın sayısı ile övünür? Bu sayede savaş kazanmış komutan rütbesi daha mı yükseklere çıkar. Oysa kadın, devinimini devam ettirmek için zaten vakitli vakitsiz cinsel çağrışımlar ile davet eder, durur. Üsküdar vapurunda seyahat etme sayısı ile de övünsek, şehir hatlarının hattı gerilir mi, gerilmez mi?

Neden insanlar geçmişteki hikayelerini anlatarak prestij sağlamaya çalışır. Güç herkeze dağıtılmış bir nimettir, ve onu kullanmaz isek, sönmüş yıldızlar gibi içeri çökeriz. Demekki geçmişimizden dem vuracak isek, bunun algılatılması değil, algılanması daha saygın bir içerik içerir.

Bu örneklemeleri dağlar kadar üstüste koyar, dünyayı örneksiz bırakacak çoğunluğa erişebilirim. Toplumdaki samimiyetsizlik ve bu samimiyetsizliğin gelenekselleşmesine karşı eleştiri getirdim. Vahşi kaplanı, kedi yavrusu gibi süt içerken resmetmiş kaç kişi var aranızda, korkunç timsahların sinek yakalayarak sağ kaldığını bilen, köpekbalıklarının hamsi peşinde koşarak belki yakaladığından haberdar?

İmajınızın varoluş süresini bilen biri olmayı istemek zorunda bırakmayın ve herkes hakediş miktarını abartmasın. Tımarhaneye adam yollama kariyerimi açtırmayın bana, rüsva olursunuz ey insanlık...