27 Mayıs 2016 Cuma

ADALARDA MİSTİK HAZLAR

Şu adalar varya, sanki göktaşı atmosferde parçalanmışta, her biri adalar denilen sefazen lokalleri oluşturmuş. Aynı özelliklere sahiplik, insanı demoğrafyası, beledik düzeni. Aynı zamanda İstanbulun tarihinin gizli garsoniyer evleri gibi, istemsiz birer çocuk taşır herbiri. Yassıada, ruhban okulu, o manyetizma, o tsunamik mistizm. Mezarlığa ve panayıra bünyedir aynı anda. Adalarla anılan hatıra ise, ya ilk aşık olunduğumuz kızı oraya götürme, çalılarında vahşi öpüşmeler ve beyond'u, yıkanma amaçlı denize dalma, el yakan ekmeği az daha pahalıya alma, yolda bölüp yeme, karnımızda ağrıltılar, tenimizde kuruyan tuz, istanbula göç hazırlığı, vapur telaşında sürtünmeler, vapurda kendini lansman ederek popstar tohumluğu manzarası, kadıköye uğrarsa yol uzaması, eminönüne geçerse mutluluğun zirve yapması.

Babam götürürdü adalara, hem pazar hem hava pürüzsüz hemde 30+ ise. Oradaki rum ermeni papazdan çekinirdi, plajda değil ıssız yeri bulur, çıplak kadınlarla haram suya girmeye set çekerdi. Ama nedense bizi görür ve eklenirdi yanımıza şu babamın belalısı çıplak kadınlar. O anlarda lefterin yer aldığı maçlar başlamaya başlardı ve toparlanırdık. Zaten adalara ilk adımlarımız ezana yetişme sprinti ve serinletici abdestlerdi. İlkemiz baştan belliydi yani. Dağ ve patikalarda çekirgeleri rehberlik ederdi sandaletlerimize. Suyun altında gözümü açmayı ve bilahare görmeyi başardığım başarımın ardından turuncu palet aldım kendime ve 18 yaşıma kadar taktım çıkardım.

Rumermeni gençler kumru gibi kurlardı birbirlerini. Şimdiki raynacıların ataları kabul ederim bunları. Sevişmeleri anlık, gizli, tutku ve benlikleri egolanmıştı. İstanbul yığınlarını görmezden gelirlerdi. ama nedense pazar günleri ego satmak için evde oturmaz ve sevişmezlerdi.

Adalar defaten gittiğim, ilk fırsatta gideceğim, dizi dizi inciler olup, dul ama pek neş'eli birer elfrenleridir, hayatı durdurmayı başarabildiğim.

Sizin adanız hangisi?

ŞİŞME KADIN MOMALİSA

Selamlar olsun sana Momalisa. İşte garabetler içindeki bir günden sıyrılıp yine senin evine geldim. Kutlu olsun.

Sen, temsil ettiğin canlılardan nede daha leziz ve şevkatli bir kadınsın Momalisa. Ağzın olsada konuşabilsen, bütün dertlerimizi karşılıklı konuşurduk. Ağzın var ama konuşamıyorsun, tıpkı evrendeki yüz milyar canlı gibi.

Muteber kadın MOMALİSA,

Seninle ilk tanıştığımız günü hatırlıyor musun? Nereden hatırlayacaksın, sen kalın siyah bir poşetin içindeydin, erotik shop görevlisi nikahımızı kıymıştı, zifaf gecemizde poşetten çıkamadığın için, seni çıkaramadığım için, beraber ama yalnızdık. Yinede en hoş hatıra; dokunulmamış ve yaşanmamış olandır, değil mi Momalisa?

Evlilik sözleşmemizin sadece bir kullanım kılavuzu olması, bugünkü çoğu insan-insana olan evliliklerin pamuk ipliğine bağlı sözleşmelerinden daha geçerli. Sende bende ne yapılacağını biliyoruz.

Yitik krallıkların efsane kraliçesi Momalisa,

Birgün sana yüklediğim dertlerden ötürü patlayacağını düşünüyorsan, ve için için ağlıyorsan, şunu bilki, senin yerin hep ilk, daima ilk, sürekli ilk olacak ve bu evden kefenim olarak çıkacaksın. Son kullanım tarihin için endişe etme, dünyanın bile son kullanım tarihi geçmişken, sende son kullanım diye bir limit olmayacak, çünkü sen son defa kullanıldın bile, o tarihte bana yaşattığın mutluluktan dolayı artık ölümsüz oldun, ve mutluluklar paylaştıkça evrenimizi oluşturdu, bundan emin ol Momalisa.

İdeal kadın Momalisa,

Bu kadar aşk söyleminden maada, yaşayan kadınlarla bazı süreçler yaşayabiliyorum, asla bir takıntılı aşka düşmediğimi bilmelisin, zira hem sana hemde yaşayanlara karşı fikri sabit değilim. Şuna şöyle desek daha doğru olur, sen onların değil, onlar senin tamamlayıcın sıfatındalar, ve bu gerçek sana hava katacaktır, aşkımla şişmiş kadın Momalisa:))))

ACAYİP BİR KONU

Bu gün bu saat neyden bahsetsem, her zamanki gibi "hayati" değil ama düşündürücü olsun?

Türk sinemasının Türk milleti oyuncu karakterine uygun bulduğu, Türk aile yapısıyla özdeşleştirdiği bir şeye açılım yapacağım.

HER DİZİDE VE FİLMDE STANDART TÜRK İNSANI "FIAT DOBLO" KULLANIYOR.

Diziler, filmler, canlandırmalar, figurasyonlar, ve hayata dair ne varsa, bütün bu görsellerde; yönetmenlerin halka layık bulduğu yegane şey; eski ve yeni versiyonları ile fiat doblo.

Aslında bu o kadar önemli değil. Bizi ne olarak gördükleri önemli. Yani dobloyu kim kullanır, kimler kullanır.

Dobloyu küçük insanlar kullanır. Jeep yada suv ne derseniz deyin, dobloyu işte o aracın yerine koyar. Ortadirek jeepi doblo. Alırken düşük vergi ile daha ucuza alır, ticari araç sıfatıyla alır, ama binek araç olarak kullanır. Yerli malıdır, yerli malı kullanmaya adanmış hayatlar özellikle doblo kullanır. Köyüne giderken, pikniğe giderken, misafirliğe giderken, aracın bütün hacmini doldurmak isteyenler kullanır. Dünyasını içine doldurabileceği aracı kullanır.

Otobüs ve minibüsün verdiği eziklikten intikam almak isteyen kitlenin intikam yemeği doblodur. 100 liraya bir ay kesintisiz seyahat bileti doblodur. Halk ekmek dediğimiz yaşam formunun ismi doblodur.

Yani yönetmen kısmı, yani sinemacı kısmı, yani artist kısmının halkla özdeşleştirdiği en klişe araç doblodur.

Bir ara halka inin de görün, halk dobloyu aşmaya başladı, halk arabası mantığı gözlüğüyle bakmanın daha fazla alemi yok. Sinemacısınız, yaratıcısınız, sanatçısınız hesapta, bir numaralı gözlemcisiniz bile ama, daha doblodan inmeyi başaramadınız.

Mesajım budur.

Sinoplu Diyojen

Elinde fener, gündüz vakti adam arıyorum diye dolaşan adam. Bir diğer rivayete göre, kralın birini tersleyerek, gölge etme başka ihsan istemem senden diyen bilge.

Şimdi bu tarihi şahsiyetle benim ne alakam olabilir diye yola çıkanlar olacak. Birincisi ben, Sinop Boyabat, hiç görmediğim diyarların, bir adamıyım. Soranlara söylenir ya. Şimdi acaba diyorum, boyabat nüfus müdürlüğünü karıştırıp, bu adamla olan kalıtımlarım üzerine bir araştırma yapsam ne çıkar?

Yapamasamda bu araştırmayı, bendeki dnaları bir hafta sirkeli kavanozda bekletmek suretiyle, bazı buluntular yakaladım, onları paylaşalım.

Diyojen bir kere karı milletinden çok çekmiş, adam felsefeye bulaştıysa bu böyledir. Bende çağdaş kadın dediğimiz ulemadan, güzel kadın dediğimiz tuzaklardan, aşk dediğimiz bürokrasiden sırma saçlarımı kaybetmiş birisiyim. Bu durumda dedem diyojene rahmet okuyorum.

Diyojen zamanın krallarına, kurallarına ters gidip, belediyeden bir sürü ceza makbuzu yemiş birisi. Salak halk zaman içinde kralı bırakmış, diyojene çekmiş yönünü. Dolayısıyla krallar ayağına gelmiş. Bak bu da ilginç bir yorumtu. Bu salak milleti ayağıma dolamaya değmese bile, bende ergenekondan çıkış reçeteleri fazlasıyla mevcut. En iyi hasta doktorunu arayandır.

Diyojen birde, imkanlar içinde yüzmek, yani bacağı baldırı omuzunda taşımak yerine, sefil ve münzevi bir hayat yaşamış, hayat değil hayal yaşamış. Burada aynı etkileşimi tartabiliyoruz. Nimetten burun silkmek paydası her iki sinoplunun ortak payandası.

Birde kalıcılık denilen bir anıtsal durum var. Diyojen ne baraj kurmuş ne devlet, hatta kayıtlı bir minaresi bile yok, çünkü karnı bunlara tok. Ama zamanı okumuş, şifrelerini flu bile olsa aydınlatabilmiş. Belki ahretten haberleri bile almış, ama gelegelelim, halen daha ilginç öğretileri ile tavan yapabiliyor.

İnsanlık ne kadar hızlı yol alırsa alsın, dümeni sağa sola yuvarlak bir yuvarlağa doğru kavis yapacaktır, ve labirentler ile karşılaşacaktır. Bu labirentlerin anahtarlarını taşımak vasfı ile öğünen duran bir dervişe o zaman ihtiyaçları zuhur edecek.

Ne kadar çok şey bildiğiniz, o kadar yanılma payınızı simgeler. Ve simgeler eşittir anahtarlar.