2 Eylül 2016 Cuma

Çocukluk Görsellerim

Zihnimin ekran koruyucusunda hep çocukluk fotoğraflarım akar. Hani o hayatı öğrenirken müthiş bir enerji açığa çıkarya ilkadımlarımızda. Onların flaşları öyle yükseklere patlamış, hala daha dünyaya o zirveden bakıyorum.

Osmanbeyde fotoşipşakçı ilkokula kayıt fotomu çekmişti. Saçlarım o dönem daha kumralmamıştı, bildiğin sarışındım işte.

Öğretmenimiz Nebile hanım, osmanlı, saygının zirvesi olarak baştacıma kuruludur. Kanser illeti onu 3. sınıfa başlatamadı. 3. sınıf biterken o da melek oldu ve uçtu.

Çatıdan koşup bir telin üzerinden aşacaktım. Ama ayağım tele, kafamda betona değdi. O çınlama sonucu eftal hastanesinde doktor babama; sabaha kadar açıldı açıldı, açılmadı gitti demiş. Ben açıldım açılmasına ama beynim hala çınlar, bir sol pazumda çiçek aşısı, birde çınlamam kaldı.

Kediler, sessiz tanıklarım oldu. Ajdanın dişi kedisi bizim mahalleye atanmıştı, adı duman'dı. Mahallemiz 3 senede kedi guantanamosu oldu. Tüm huylarını öğrendim, kedi mizacı edindim, genelde sessiz miskin keyifçi ama aç veya tehlikedeysem, nükleer tepkiler verebiliyorum.

Tarzan çizgifilmi her perşembe akşamüstüydü. O zaman bu meretin cd si olsa, otuzmilyon satardı. Şimdiki dünyada en son teknoloji ve pazarlamayı biraraya getir, 30 milyon satsın, dile benden ne dilersen.

Öğretmenimin bana verdiği Kahraman köpek romanı ilk okuma armağanımdır, bir bayandan aldığım ilk hediyedir. Ordaki köpeğin maruz kaldığı eziyete sulusepken ağladığımıda bilmezsiniz siz.

Ablamı ve mahalleyi büyüten 3 tekerlekli yeşil bisikleti, tavanın en arasından bulup, parçalayan enerji, ya benim başarım yada metalin yorgunluğu.

Birde çeşitli karakterler var bu ritüelde. Akbaba, hacıfatmaaanım, allahlık mehmet efendi, horoz mehmet, kedi metin, sostete erol.

Yahu çocukluğumu verin de kısa keseyim.....

NİŞANTAŞI

Siz onu sosyeteden, yılbaşı partilerinden, kafelerden, boutique lerden,, bense özümden, bebekliğimden bilirim, memaleket bilirim, doğumevim Nişantaşı doğumevi, harlıca kasabasının miskinler mezrası değil, orası olsaydı da olurdu, ama Nişantaşı oldu, NİŞANTAŞ değil.

Ne aldı ne kattı sorusunu duydum, neyin; "Nişantaşılı olmanın." Bi kere övünç meselesi, Nişantaşından geçmek bile, kiminin ayin havasında duruş sergileyerek, eski Beyoğlu saygısının günümüzdeki simgesidir. Bu birr.

Canlı, yarıcanlı ve cansız birsürü efsanesi vardır, hamdiye çubukçu, kel müdür, havalı deniz, salih bey, mortimor, ( şu her cenazede görünen adam ) maraş dondurmacısı, kapriz, nülfer hatun, vampir salih, sapık adnan, hay skuull, kız lisesi, maçka teknik, amrikan hastanesi, valilik binası,

Nişantaşın yazılı olmayan kuralları vardı: Çöp dökmek için gece karanlığı seçilirdi. Pazara kadınlar topluca gider, aynı kadınlar 1 erkeğe hayatlarını adarlardı. Hiçbir flört nişantaşında değil başka mekanlarda yaşanırdı. Herkesin çocuğu herkesin çocuğuydu. Ölüm emeklilik mezuniyet sünnet toplu katılımlarda yaşanırdı. Jöle süren erkek ne ise, tek başına dışarı çıkan kız da o idi. Öğretmen ve imam en güvenilen kişiydi, çünkü kendi maaşlarıyla geçinirlerdi.

Nişantaşını askerden geldiği gün öpen birini bilirim.

Ama bilirmisiniz, sonradan nişantaşılı olan sosyete ve köydenkenteciler bir kupanın iki kulbuna yapışık durumdaydılar. İşe siyaseti, dini, parrayı, lüksü, özentiyi, katarak, nişantaşını katarakt yaptılar, ve zamanla özdeşleştiler. Kapıcı kıytırık necmi, sosyetik dilarayı ( di ) ilk öpen olmanın onuruyla nişantaşlı oldu, dilara sonradan bodruma yerleşti. Her harlandığında Necmi, dilaranın kapısını tırmaladı. Biyolojik saatleri birbirine denkleyecek kadar.

Nişantaşının gizli fenomenlerini ömrüm yettiğince yazacağım. Siz nişantaşlı ben nişantaşılı, o yüz sürülesi mekandan istanbula medeniyet tohumları saçarak, istanbulda nişantaşını iktidar yapacağım.

Hepinizin nişanı Nişantaşı olsun.

KEL ONBAŞININ MACERALAR MECRASI

Şu 15 sene önce yaşayan kel onbaşı, kahramanlıklarla dolu asker hikayelerine ekleyeceği bir boyut olduğunu hissetti. Süzmeden geçmeden yapılan bu anlatımları farklılığa inananlar okusun.

Bana ilk şaplağı atan yazıcı onbaşı Muzo, bir alışveriş merkezi kapısında güvenlik olarak çıktı karşıma, yüzü başka yere döndü, forsu eski forsalar gibi oldu. Bir bakışımla mana mankeni yaptım onu. İstifa et der gibiydim, sen bana vurduysan, ben sana hayatın katmanlarını giydirmezmiyim.

Çök kalklarda 70 tekrardan sonra az ayakta duracaktık. Sallak çavuş kadir biz çökerken çök diyerek hayattan zevk alan bir amipti. O sırada arkadaşı mahmut, aramızda geziyor, kadirin zevkine ortak oluyor ve konserde sanatçıyı bırakmayan halk coşkusuyla, bizi çökalk'latıyordu. Ben çökmüş vaziyette mahmut kıç paralelinde, o çamurlu dümbük kıçın burnuma gaz vereceği şüphesini beyin sinirimden olurmu olur yok olmaz derken. mahmut burnuma pırtlattı. Aklıma gelen başıma koktu.

Kademenin tuvaleti bizim fantazi mekanımızdı, penceresi 15X20 ebadındaydı. Alırdık ekip le kip gazetesini, sahte sarışınların bacakarası hikayelerini, gerçeğe döndürürdük. Tuvalette birde odunlu termosifon vardı, yakınca 3 posta dolar boşalırdı haznesi. Ölüm tehlikesi bize seks köleliği yapardı. O pencere varya, hayatımdaki ilk yalan makinası oldu. Ağacın dalına tüner, pencereden içeriyi seyrederdik. Garip askerin erokşın durumunu.

Hele nişantaşında sevgilimi öperken giydiğim siyah kot ile ( blekcin ) sabah saat 06 da karlı kütahya ormanındaki yer temizliği ( mıntıka ) yapmak.

Neyse bu boyutlarım azdıkça size paylaşımlarım devam edecek. Kel onbaşı şimdi biraz uyuyacak.

İHMAL VE CANKAYBI

Bu haberleri kolajlayıp, düz bir çizgiye ekleyin, ve cankayıplarını elele verdirin, dünyayı 1000 kez turalayabilir, veya dünyayı bir tabaka ile örtebilirsiniz. İhmal sonucu cankayıplarının tabakası.

İş aile ilişki - seyahat din spor başlığı ne olursa olsun ihmaller cankaybına sebep olur. Yani görevi eksik yapmak demeye gelen ihmal, hayatı eksik yaşamaya çıkan cankaybı.

Mesela; aslanın kafesinin kilidini değiştirmediği sebebiyle aslanın zekasını küçümseyen bekçi İmdat,

Mesela inşaatı yetiştirme sevdasıyla açılan çukurlarda çocuğunun oynamadığını gören Bayram,

Der dururuz. Ah eder dururuz. Sanki ihmali ihmal eden başkası, faturaya şaşıran biz.

"Senin ihmalinde böyle birşeydi. Yağmur soğukla gezerken demlediğin. Onca yapmaya uyarmaya, insan küpeleri takmazmı? Takardı da sen takmadın. Sanırım ihmalinde cankaybımı göze aldığın gerçeğine canımı teslim ettim."

Allahtan Azrail tanıdıktı da, borcu takside bağladı, ihmallerinin bedelini ödüyor,

ödüyor,

ödüyor,

ödüyorum...

Sen! oralarda biryerlerdeki...

Birinci gençliğimin en saf haliyle onayladığı bir çıkıştı seninle olan. Biten.

Hallerim OHAL, sözlerim senin adınla başlayan başka başka cümlelerdi. Gündüz seni düşünmekten ağrılara çıktım, ağrılara melhem gözlerini sürdüm. Mavi veya yeşil, hayallerimle boyadım onları, hayalettiğimle kaldım.

Sen basit anlaşılır talepkar, ben daimi düşen, düştükçe yücelen boyutsuz bir çocuk oldum. Sen sabrımı, sen umutluluğumu sen dirayetimi çizdin ama kılıcınla kasaturanla. Bişey yaptığınla öğünme, eserinle öğünebilirsin.

Yıllar sonra çıktın ya karşıma; heyecana garkolur gibi oldun biliyorum ama bendeki mabedine saygıdan sustuğunda gözümden kaçmadı. Hala daha derlerim üstünde biten çiçeği, o dönemi sadık köpekler gibi içimdeki mezarda taşıyorum, ve yokuş çıkarken zorlanıyorum.

Sana yazdıklarım başucu kitaplarının arasında sayfa-parça duruyorsa bile, namerdim ki onurumu çiğneyememişsin. Seni affetmek büyüklükmü küçüklükmü bilmem ama çok büyük bir küçüklüktü.

Gözümün altında belli belirsiz akan o yazılar, altyazı belki ama; senden kalan bir hatıradır. Sahi sende başka kalan varmı? Ama bende senin kalıp kalıp hazinen.

Benim ben; uğruna havaleler geçiren.

Yuva kurdum, evim kızım var, işim gücüm var, yine param yok ama,

sende ne var?

MALDİVLERDE THAI YAŞAM KÜLTÜRÜ

İyiki bu şansı yaşadım dediğim bir tatildir, tatillerin arasında kızılcık bebe olan Maldivler.

Aktarma uçağımız filmlerdeki gibi kırık camlı bir a3-Zimmer'dı. Ve indiğimiz pist; toprak, peronumuz ise harem otogarına benziyordu.. Bizi kalacağımız otelin sahibi Joena Munger karşıladı. Geleneklerinin gereği olarak sahiplik bu anda başlıyormuş. Elimize tutuşturduğu Xin denilen alçı levhada otelin programı ve ivedilikleri anlatmışlar. Mesela sabah 04.30 da toplu banyo ve arınma dansı. Herhalde şaka diye düşündüm, çünkü giriş pazar günü olup, uyumaya programlı olduğumu düşünmemişler. Tam oda nerede diyecektim ki, bizi sazlarla örülü, bilemedin dört metrekarelik, yerde tahta üstü seccadelerin bulunduğu ve yatak bulunmayan bir bölüme ve -sabitlenin- üstü açık bir odaya buyur ettiler. Sabah oda gaz kokmayacaktı ama şakamatik programıda amma uzamıştı hani. Fakat filhakika yerdeki aralıktan denizi görmek ise sanırım ohannes dedeye bile denkgelmemiştir. Şok tarlasının gezgini olarak masallarla dolu bir gecenin ardına bizi tamuu rahibi uyandırdı. Holivud görseli bir adam olup, tam 54 yıl burada aynı işi yaptığı aynen müzelerdeki obeliskler gibi üstüne asılmıştı. Akraba ve torunlarının isimleri gibi ayrıntılar dahil. Bizi geceden tütsülenmiş orami isimli banyoya götürdü. Bir gecelik bu mistizmde artık milliyetim şaşmış ve yeni kültüre adapte olmuştum. Ciğerim sigaradan nefret ediyordu, o doğal kokuların dansı beynimi esretmiş durumdaydı. Topu topu 8 saatte. Banyodaki insanları bakıyor, görmüyordum. Banyoyu da tamuu ( daimi uyartan ) elindeki ılıksu hortumuyla üzerimize tutarak gerçekleştirdi. Ne yalan söyleyeyim, uzakdoğu mistizim esintilerine Türk motifi işlemek isterken, en mistiğinden bir tarikata üye olmak; bırakın şaşırtmayı, ruhumu yeşilçayda hijyenize ediyordu. Sihir gibiydi. Sonra dans işini 3 veya 3,5 yaşında bir çocuk tarafından şefize edilerek yaptık. Yan-mui. Kırmızı parlak kumaşa, hasır kemerle sarılı bir çocuk. Bizi galerisine götürdü ve Ronaldo-Kevin-Bradd-Julia-Arnold isimli şahıslarla resimlerine şaşarak, şapşalayarak baktık. Bu maldivlere inişimin 9.15 saati idi. Ve dört günde öyle bir uzaya hapsoldum ki bırakın tüm servetimi, tekrardan 36 yılı baştanbaşa yaşamaya razıyım.

ŞARABCI FERRUH

Sözü edilen zatman; camimizin marjinalin imamıydı. Bildiklerimizi tersinden bize içirip, habire geçirirdi. Bir koyu tekkenin en mayhoş dervişine benzerdi. Yatay yürür, karizmadan topallar, göze bakmazdı. Dünyadan uhreviyata uçmak isteyen ama flapları bozuk olduğu için dolmuşçuluk yapan bir teyyare idi. Gizli güçlere sahip olduğu ve bunlara şarapla yıkadığı tasviri yaygındı.

Ferruh hoca bana Canavar der ve zekamı gammazlardı bütün mahallecilere. Ben onun kuran kurlarında, kızlar takımını soru ve cevaplarımla duvara çalarken, o beni canavarlığa terfi ettirdi. Ama her zaman tam bir yönetici taktiği uygulardı. İyi iş yapanı över, bıçak sokacakmış hareketiyle tokalaşırdı. Biz hoca ferruhun öveceği özne olmak için dinimizi daha iyi öğrenirdik. Ben canavarlık payesini 3 yıl taşıdım ama o camiye hizmeti geleceğe taşıyacak canavarları parlattıda parlattı. Azarladı, cemaytle terse düştü ama cemaat ona laf giydiremedi. Adam deli sanırsamalarıyla camiiyi bize sıfırdan yaptırdı. Ölümü bekleyenler bile camiiye tuğla taşıdılar.

Birgün beni evine çağırdı. Camiye kitap gönderecekti, unutmuştu veya unutulmuştu. Evde zevcesini gördüm, nuryüzlü bir islam kadını ve inanılmayacak kadar ak pak dolgun kişiydi. Hocanın tüm mahalleyi ve bu hanımı işine bu kadar odaklaması tam bir başarı öyküsüydü. Bunuda 38 yaşımda bana giydirdi ferruh hoca.

Şaraba gelince, şarabı seven şarapçıların şaraba sevgisini, herhalde onlara örnek olacak kadar insanları seven ferruha yakıştırdıkları bir mey olsa gerek. Hoca şarap içmezdi ama bir odaklansın, şarabı şarapçılara bırakacak kadar şarpardı onları çaresiz iklimlere. Ahh güzel hocam, kanatlarında çocukluk geçirdim, sen bana giydirmekten bıkmadın.