31 Aralık 2009 Perşembe

Üç boğa

Hikayeyi bilmeyen yok, aslında masonik bir söylemdir. Bir arada olmak ve birbirini satmamak üzerine.

Üç boğa devamlı birlikte gezen, iyi arkadaşlığa sahip ve birbirlerinin arkasını kollayan bir grup.
Hain kurt ise bunları hiçbirzaman tek başına kıstıramadığı için çaresiz durumda. En sonunda bir plan yaparak bunların arasını açıyor, birine diyor ki sen en güçlüsün, birine diyor ki sen en akıllısın, beyaz boğaya diyorki, bunların ikisi seni bana sattı, sen bunların arasından ayrıl, ve bütün otlak sana kalsın.

Doğal olarak, bunların arasına giren nifak tohunu sonucunda, kurt teker teker, hatta canlı canlı, bağırta bağırta ilk ikisini yiyiyor.

Sıra üçüncüsüne geliyor;

Diyorki beyaz boğa;

Hani beni yemeyecktin?

Kurdun cevabı ilginç:

Ben seni daha arkadaşlarını sattığında yemiştim..

Oldukça manidar.

Siz siz olun, ayağı koksada, karizmanızı bozsada, hatta size uymasada yanınızdakileri satmayın. Yanında olduğunuzu bildiğiniz insanları özellikle.

Çünkü yeni olana, parlak renkleri olana, size cenneti vaadedenlere kanmayın. İnsanların varlığı bile bazen çok şeyler ifade eder, mesela yenmemek, ve yenilmemek gibi..

2009 yaşanmadı çoğumuz için, 2010 yaşansın olur yeter hepimiz için....

30 Aralık 2009 Çarşamba

Zıpkın geriliyor

İşte Eyy büyük insanlık,

kendinize mukayyet olun, yılbaşı denilen "baş" sökün vermeye başladı.
Bende gözlemlerimi sunabilmek için Taksimde biraz seğirttim. İşte size gezici uyarılar.

Etraf -bakireliğini 2009 da bırakmak isteyen taze fasulyelerle dolu. Renk renk ve çok cıvıllar, dikkatinizi ısırabilirler, hemde kim olursanız olun.

Bakireliğini 2000de, 1-2-3-4'te sırasıyla daha öncede bırakanlar sanmayın ki boş duracak ve armut toplayacaklar. Onlarda kurban arıyorlar, şehveten erkek bulunca onları bir yere atacaklar,ve duhul işlemlerine geçilecek.

Oysa sabah, yani 1 ocak sabah ne ile karşılaşacaksınız?

Akşamki aşk meleğinin yerini, makyajsız, pjamalı, gerçek vucüd ölçülerinde ve karnı aç, laanet bir cadı, sizi tecavüzle suçlayacak potansiyel ihtimallerde. O yüzden kırmızı elmalara pek kapılmayın. Hangi masaldaydı o bilmem ama bu masal değil.

Birde sonsuz eğlence ve sınırsızlık vaadeden eğlence yerleri var. Bakıyorsunuz cüzdanınıza ve elli lira limit, eğlenceyi karşılıyor hesapta. Birde şampanya bedavadır, içeri hatun kaynıyordur, eee bu zamanda 50 liraya uzay seyahati, durulur mu dışarda, haydaa içeri. Üstüste tıkışmalar, berbat servis ve ucuz malzeme ile geçiştirilen, iki balon, üç ışık ve gaycinsel bir şarkıcı nüvesi ile 2 sıfır on, yani sıfır üzeri 10.

Birde kaliteli yerler var, kadın gibi, dıştan kaliteli. Ama senin için kıpır kıpır, dışarda halk birbirini pandiklerken, içeride ağır eğlence ve iç karartan karanlık. Yaşlı başlı müşteri ve personelde bıkkınlık. 2010 olsada gitsek, hesap en az 3 milyar, soruyorsunuz vicdanen: "pandik yemek daha mı iyiydi?"

Şimdide yıllardır yeisimin kabardığı başlangıçlar olan yılbaşlarında nasıl bir ortam hayal ediyorum diye bir hayali ortam portresi...

2 adet, yok, 3 adet akademik ama bomba Rusla asrı saadet bir odada, hatunlar hafif çakırkeyf, İstanbulun en yüksek binasında, yıldızlar seyirci, Mustafa'nın gücü 10 kaplan, şayet olmazsa bir tavşan, bunların atalarının tarih boyu dedelerimize yaptıkları eziyetlerin hesabını sormak, fonda ise 80'lik viagra. Aperatif olarak 40 lık levitra,

Beygir destekli tork,

Hayallerimden iyi geceler, mutlu yıllar...

28 Aralık 2009 Pazartesi

Bir mevsim daha

Ben "kendimi okudukça" ruhumu süzebiliyorum ve arındırabiliyorum. Özümüz en etkili ilaç.

Kaç galibiyetiniz var, kaç mağlubiyetiniz? İşte arınma mevsimi.

Kaç kere bedeninizle sevdiniz, kaç kere benliğinizle sevebildiniz? İşte itiraf mevsimi.

Kaç çiçeği sulamakla, kaç çiçeği sevginizle yetiştirdiniz? İşte hasat mevsimi.

Kaç kişiyi güzel olduğu için, kaç kişi siz güzel olduğunuz için sizi sevdi? İşte hesap mevsimi.

Ve bir mevsim düşünün, her mevsimin onda yaşandığı. Yalnızlık, karar, gurur, üşüme, hüzün mevsimlerinin içinde yeşerdiği. Bu mevsime ne ad verirdiniz?

Veda mevsimi idi doğru cevap..

Dünyayı bekleyen sorular ve amatör cevapları

Hani varya bir ışık yanar aklımızın bir köşesinde, -şu şöyle giderse noolacak, şu biterse noolacak, ilerde noolursa noolur? gibisinden..

Sonra bir bakmışız gazetede bir haber, şu şöyle oldu, bu böyle oldu diye yazıyor. Ve sizde diyor sunuz ki; Aaaa, ben bunu öngörmüştüm a dostlar.

Bugün bir üniverste bitimi arkadaşla konuştum ve ona dünyanın geleceğini sordum. Yanıta dikkatinizi çekerim: "2-3 milyar insanın ölmesi lazım. "

( Aslında kendisi de bu 2-3 milyar ölünün arasında sayılacak bir seçim kriteri olsa )

Dünyayı küçülterek büyütmek isteyenlerin vardırdığı kavrama noktasına bakın dostlar: Son derece dengeli nüfüs artışı sonucu dünyanın ulaştığı 6500 milyon kişiyi dünya kaldıramıyor. Oysa dünya nufusunu florida ve alabama eyaletleri bile kaldıracak düzeyde iken. Demekki dünya küçülerek büyümez, büyüyerek büyür.

Dolayısıyla ortam kalitesi bu yükü taşıması açısından çelik iskelete sahip olmak gerekliliğinden, çorba iskelete dönüşmüş. Yani dünyanın geleceğini hesaplaması gereken mühendisler bunu hesaba katmamış. Şimdi ise binayı yıkmaktan söz edilir durumda. Hal ortada, ve "ben halden anlarım"

Ben ezelden beridir teknoloji düşmanıyım, yani dünyayı küçülten bir numaralı sihire.
Ben avam seksin düşmanıyım, yani dünyayı amaçsızlaştıran kolay ulaşılabilir eyleme.
Ben erken kalkanın yol alması taraftarıyım, bir tuşla iklimi değiştirecek güçlerin kolaycılığından ziyade.
Ben finans egemenliğine karşıyım, yani fırsat eşitsizliğini yaratan "para parayı çeker" kaidesine.
Ben televizyonlara karşıyım, yani dünyayı gayretle tanıma fırsatını elimizden alan kutuya.
Ben adaletsiz adalete karşıyım, yani adalet kavramı iki dudağının arasında olan menfaatçi krallara.
Ben akacak kanın damarda durmasına karşıyım, yani bünyeyi kirleten atıl fazlalığa.
Ben emniyet şeridinden giderek diğer insanları hiçe sayan düşünceye bile karşıyım, yani kendi kendimize duyduğumuz saygıyı kafamızda sorgulatan uyanık şerefsizlere.

Ve ben kendime karşıyım, bu halleri ve çözümlerini algılayabilmeme rağmen yeldeğirmenlerinin rahatça dönüşüne...

27 Aralık 2009 Pazar

SALLANTILI YORUMLAR

Biraz biraz 300 yazıya doğru vardırmışım literatürü. Hiçbir ticari kaygım yok, estetik kaydım yok, imaj derdim yok, reklam amacım yok, eleştirilme kuruntum yok, evet yazılarımda herşey var ama bu saydıklarım yok. Düşünebilen beyinler için esas zenginlik burada yatıyor olsa gerek.

Birazda hayalgücü eklentili bazı geyikleri beslemem gerektiğini anladım. Bu saydıklarım aylar veya yıllar sonra karşıma mevzuu olarak gelir ve içten içe gururlanırım benderya. Mesela günlük hayata bazı deyimler karıştırdım ve sıkça kullanılan kalıplar haline geldi desem, hiçkimse buna inanmaya yanaşmaz. Çünkü bunlar anonim, ve bende anonimin bileşeni.

Mesela "geyik muhabbeti, mesela "gökten elmas yağsa bizim bahçeye dinazor üreme organı düşer, mesela "kalkmışın dini imanı olmaz, mesela çatır çatır livaata etmek, mesela "ilik gibi hatun, mesela "cirlop gibi hatun, mesela "beyin damcıklaması, mesela "kapı duvar, ve anonime karışmış onlarca belki yüz, deyimin ilk mucidi oldum. Aranızda bazıları diyecek ki, -git bunların teliif hakkını al! Yok anam yok, vererek mutlu olma hakkını aldım, bilmesenizde buradayım, yeter bana bu yeterlilik.

Şimdi bir iki tuhaf ve gereksiz bilgi daha icad edeyim, ki mecrasının ben olduğu kayıtlı olsun:

Klima.

Japonyadaki klimanjaro dağından gelen serin esintiler sonucu japonlar klimayı icad etmiş.

Viyadük.

Kralın görevlendirdiği dükler, evvel zaman içinde ırmakların üzerine köprüler yaparak, bu yapılara viyadük ismi verirmiş.

Atmosfer.

Işık ve canlılık manasına gelen fer sözcüğü ile gökten gelen manasına gelen atmos ile birleşince bu isim ortaya çıkmıştır.

Hamburger.

Hamburg, hamuruyla meşhurdur. Birgün bir Hamburglu bir anne, hamurun arasına koyacak birşey bulamayınca, Türk komşusunun getirdiği köfte ile hambugeri icad etmiştir.

Kartvizit.

Eskiden seyyah tüccarlar, gittiği bir adresi unutmamak için oranın tarifini "cardo" denilen deve kulakları derisine çizerlerdi. Zamanla bu işlem kurumsallaştı ve kartvisit oluştu.

Domino.

Eskiden mahkemelerde yargıç kimin suçlu olduğunu anlamakta kararsız kalınca, ilahi adaletten yardım isterdi. Bu yüzden ingilizce Cehennem taşı manasına gelen "doom inferno" taşları zamanla domino olarak kullanılır hale geldi.

Afrodizyak.

Avrupa nüfüsu zamanla üreme hızını kaybedince, misyonerler Afrikaya çare bulmaya gittiler, ve kara afrikalıların korkunç üreme gücünü bizzat test ederek, bazı bitki ve şurupları avrupaya getirdiler. Kelime manası latince "Afrika İksiri" olan şurup Afrodizyak kullanılır oldu, avrupa kurtuldu.

Vejeteryan.

Ortaçağda avrupada kilisenin baskısıyla eşiyle bile cinsellik yaşamaları yasaklanan çiftçiler, hayvanlarıyla duygusal ve ötesi ilişkiler kurmaya başladılar. Daha sonra başgösteren kıtlık sonucu, bu hayvanları kesmek ve etinden faydalanmak ihtiyacı zuhur etti. İşte bu çiftçiler duygusal bağları olan hayvanları yemeyi reddedince, ingilizce "reject" yani reddetmek manasında "rejETarian" lar ortaya çıktı, zamanla et yerine bitki yiyen manasındaki vegETarian sözü günümüze kadar geldi.

Bu günlük bu kadar...

Bugün yazılmaya değer birşeyler var mı?

Günaydın hatırlı pazarlar. Yarın pazartesi, onada günaydın.

Şimdi biraz toplumsal yazacağım. Eski kareler ile şimdiki görüntüleri karşılaştırınca umarım akan bir dere içindeki yaprak olma bilinciniz gelişir. Uzaklardan gelen denize dökülme seslerini, derenin şırıltısına karıştırmak sayesinde biraz "ben" olabilirsiniz.

Eskiden sokağınızdaki dükkanların beşte biri lokantaydı, bu orana cafe kahve ve pastane dahil. Şimdi beşte üçü. Bu orantıya hiç dikkat eden oldumu zahir? Yani kunduracının, sıhhi tesisatçının, kırtasiiyecinin yerini, mide salonları aldı. Bünyemiz zayıfladı, midemiz büyüdü. Ucube olduk ahali.

Eskiden yüksek duvarlı malikanelerde yaşamak, ki saray ve hükümet erkanı hariç, kesinlikle ayıp kabul edilirdi. Sofaya kadar, kilere kadar, herkesin ortak alanları çok genişti, kalpler dahil. Şimdi yüksek duvarlı açık hapisanelerde yaşamak ile böbürleniyoruz. Arabamız güvende, çocuğumuz parkta, herşey garantide, rolantide. Bu yaşam böbürlene böbürlene büyüdü. Gazetelerin 20 sayfası toplu konut mezarlıklarına reklam yapıyor. Hepimizin özentisi "site hayatı", Siteyim bu hayatı. Çocuğum arka mahallenin çocuklarıyla mahalle savaşı yapmadıkça, top oynayacak arkadaşı yoksa, babaannem mahalleden haberler getirmiyorsa, herkesin sevinci herkesin değilse, ki üzüntüsü de dahil.

Bayramlar var birde, hani şu aylar öncesinden sinemaya gitmek için kuruş biriktirilen. Hani şu kurbanlıkları beslediğimiz, şekerlerin tozunu aldığımız, göznuru dantellerin işlendiği, ayakkabıların yeniden tasarlanarak yenileştirildiği, yada gıcır gıcır yapıldığı. Tavanarasının bile tozunun alındığı, çatıdaki kiremitlerin bile hatırlandığı. Şimdikileri saymıyorum bile, şimdikiler Turuksel bayramı, vadafon bayramı sadece..

Ben yazdıkça bulutlar toplanıyor, renkleri kararıyor, ağlayacak gibi oluyorlar. Denize dökülme sesi ve dere şırıltısına birazdan yağmurun ağlayışı da eklenecek sanırım.

The wrong reservation

Mustafabeyin süklüm püklüm bir ingilizcesi var, hadi kalkın, onunla tanışalım.

Fortuna fortunatli, I sav a voman on the streeyt. She vas a craying. Then ay vent to hör. And ask: Whom yure crayin for beby?

She straight to me and sait:

It does nat interferes you, ı also cry for a faithless. Its name is nat importante as well, go to home and sleep for the new day, please, please.

But I insisted, ıf there ise a problem, and there are problems, less or much several assistance may help you.

Okay sir, İf you wanted to me to share, Im am Cheer with you the problems.

We went to starcoffe for double coffee. Waitress wrote the order, and bills us. On the table, there were 2 straingers. The classical music is on air, wit no smooking, ıt costs 69 pounds.

Im coming from abroad, my name is suzan she said that, and add;

I vas wrong, ı missunderstood him, he is nat a enginnerr, he was only a pilavcı hasan.

Anday ask to suzan:

Is there someting wrong occure bitween both of you?

She ansırd: Yes hasan kiss me first and goes beyond together. It vas my first experince of all my sexual life with a Kurdish man.

I wait because some tears on her eye, ı gave selpak to her hand, she have performed then.

After the sexual activity, he beaten me, I was shock, and, hasan told to me:

I am not love you, ıf you like pilav and yoghurt, there is a possibility to love you.

Mr Mehir; I never make a sex vith a turkkish kurdish man. Im so upset. And no vacation room, also all money TL. spent for journey. Help me, assist my soul, to return Scotchland, mr and msis brown are wonder about me.

I gave her about 200 pounds in cash on the table. And left a little kiss to her lips.

She wanted to gave me her beauty, but ay reject, I never go to the bed with a girl, who makes love with pilavcı hasan.

This is all the storey.