24 Temmuz 2010 Cumartesi

DÜŞMANI OLMAK HAKKINDA PARAGRAF

Düşman olmak ile düşmanı olmak başlıbaşına iki ayrı ve farklı kurum.

Benim kurumum; düşmanı olmak, düşman olmak değil.
Düşmanlarım beni çok mu halkaya takıyor, elbette değil ama eminim ben onlara düşman olsaydım, bana düşman olurlardı.

Neden düşman olur insan, önce bu konuyu formatlayalım desem;

Düşman kazanmanın en büyük kaynağı kendi tavır yada öngörüsüzlüğümüzdür derim.

Kimin kimseyle ne derdi derdanesi olacak yoksa bu boşlukta, di mi?

Düşman kazanmanın en büyük diğer sebebi ise egolar, egolar demek başkasının bahçesinde gezinmenin adı. Kendi bahçenle kifaye etmemek. Benim en büyük egolarım bile legodur, parçalara ayırmaya bayılırım. Egom yoktur. Bunu anlamayan olması derdime değmez.

Konunun merkezini mustafadan uzaklaştırırsak iyi olacak.

Aslında sana sesleniyorum hayatta egosu en derinlerde olan er kişi.

Şimdi görüşmediğimiz ve geçmiş her zaferi beraber kaldırdığımız kişi, fakirliğide, entrikayıda, sayamayacağım her girişime de ortak olduğum kişi. Son 10 yılımdaki dostluğuyla gururlandığım kişi.

Şu senin egoların olmasaydı keşke, hayattan hiç ders almadın, onları doyurdukça egolarınla dost olmaya devam et, çekip gittiklerinde mustafa telefonunda kayıtlıdır.

Yazımın ekseni kaydı ama,

"beni düşmanı zannedenler, varlığım sona erene kadar bu mutluluklarını ekmeğe sürüp yerler."

21 Temmuz 2010 Çarşamba

BİR KADIN SEVMEK

Yaş baş saç, bide 40, kendimi şayet bir aşkın içinde bulursam nasıl bir kimyam olabilir diyen kurgu paylaşacağız bu akşam.

Elbette Mustafa olmanın hayatta bir bedeli var. Mustafa kalıbını sıyırıp bi yerde bırakmak, diğer tüm insanlar için belki ama Mustafa için mümkün değil. Dolayısıyla bir aşk yaşasaydım, şu eski kamyonet nasıl evrimleşirdi, bunu bilmek bütün insanlar için mümkün değil ama, Mustafa için kesin.

Bi kere sevmeye engel tanımaz ve sevmenin en dehşet ve bencil haz olduğu sebebiyle, hücrelerimi hücre hücre 19 a çekerdim.

Yasaklar denilen olgu, oldum olası benim için delinesi dolgulardır, ve yasaklara karşı zehir bir zeka ile düşünürdüm, anlamayana söyliyeyim, çok iyi bir hırsız olabilirim diye. Yani sevdiğim kişi bana frenli davransaydı, ona bile zarar verebilir, yok vermez ama mutlaka bazı kuralları ile terse düşürürdüm.

Kadın karşısındaki erkek sıvılaşıncaya kadar sert duran bir buzdur, kadın ateşte kadındır, bu anayasal fikrimle, ben harladıkça kadını buharlaştırırdım.

Ve tercihimi dersem, asla 20-25 yaşın kadınıyla aşk yaşamazdım, bu tipler henüz kaynamaya müsait değiller ateşten yeni inmiş halleriyle.

Peki anlaşma hali, peki ruh uyumu, peki ten uyumu?

Bu konularda önemli ama, siz hiç ateşte şekillenen çamurların rengiyle ilgilenecek bakış açısına sahip olabildiniz mi, ister kil olsun, ister sokak çamuru, ister volkan külü.

Ateşte verilen şekildir onun aslı, ateş siz, ve aşkta onun hamuru.

18 Temmuz 2010 Pazar

BİZİM OYUNUMUZ

Bize oyunlar oynar hayat, performanslarımızı ölçer, zeka-strateji-irade açılarından. Kendini çok üstün zanneder. Bizde ona arada küçük pokerler çeviririz, neden mi; rövanş tutkusundan, küçüğüz sana karşı ama ezik değiliz türünden.

Bu oyunların içeriği ve yönelişi farklı farklı. Kimi zamandan kopar, kimi başlıbaşına kalır, kimi dünyaya sırtını döner, kimi kendini kutsal amaçlarına adar. Yani bize sunulan küçük yeşil sahanın dışına çıkmaktır amaç, küçücük kuzucuklar olarak.

Neden gülüm, neden buradayız, neden bir kalıptayız. Sen ben olsaydın bu oyunda olacak mıydık, hayır, bu oyun birbirimize karşı değil çünkü, çiftlerde yarışıyoruz, sana oyun oynamam mümkün değil. Elbette yaşamının ipliği sende kalsın, yönetmeyi başarabil kendini, ama bana verseydin bu direksiyonu bile, gücümce kaostan çıkartır, ve geri verirdim sahibine. Kaç defa yaşamlar elime verildi ve kaçının kaçını, tamamını geri verdim, ben bile bilmiyorum, orduda bile araç kurtarma operatörüydüm. Vay talih vay.

Fonda sil baştan.

Evet uyumsuz evet yakışıksız evet kaçamak evet kaçmak evet, ama bu bir oyun. Hayattan sonra bizi yargılayacaklar, yaşamımızı bir fincanda önümüze sunacaklar, gözlerimizden bile bizi soracaklar. Onların konuşacağı bizim susacağımız, susayacağımız vakitler gelecek. Tek damla suyun yaşamın herşeyin önüne geçeceği iklimlere serileceğiz.

Ama bu oyunda beni severmisin, sevme, ama beni tutarmısın gülüm. Elimi...

Ben belki boş bir sabun köpüğüyüm, varlığıma kendimi bile ikna edemezken, ama senin gözünde varlık olabilirsem, her şey ne kadar hoş akıp gidecek.

Benimle oynamaya var mısın gülüm,

12 Temmuz 2010 Pazartesi

BEZEME

Hislerle bezeyemezdim bu tacı.

Yaşayan onur oldum, kimseye diz çökemedim,

Bu kalıp bana yakıştı, öyle kaldı.

Oysa onuru hep yaşattım ve yaşayacağım, kalıbımla ters düşen bir sahneye çıkamadım.

Sen beni tanımakla onur duyma, onur bana ait, son durağın şöför koltuğu sana kalamazdı.

Kalmadı neticede.

Islanma korkusuyla bahçeye çıkamadın, yağmur rahmetin alametiydi, önünde susuz bir yaz.

Başka evrenlerde inşallah, bu geminin beni götürdüğü kesin de

nerelere götürdüğü belli değil.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

ÖLÜM ASLANIN AĞZINDA

Yaşayan yaşlılarımız dünyayı özetler ve derlerdi ekmek aslanın ağzında diye, yani geçimin zorluğu, imkansızlığına delalet.

Siz sonbahara çalan okuyucularıma bugüne dek bir çok konuyu gündüz dervişi gibi terennüm vurdum. Teknoloji düşmandır, kadınlar çakaldır, internet lağımdır, feysbuk yozdur, kablolar yaşamaya engeldir, falanina, filanino.

Şimdi farklı bir değişime rüzgar açtık. Yani ölüme giden yolları nasıl yaşayamak gerekir diye. Yüksek standarlarda mı, düşük frekanslardamı, yani havana beach mi, sokakta piç mi?

Yüksek standartlarda, fitnesli, diyetli, cemiyetli yaşamanın izdüşümünü özetlerken, cesediniz yarın saat olmadı 15 dakika geç çürür lafımı anmadan geçemem, yada ömrünüz mücadele ile geçmişse, beden su katılmış çelik gibi savaşlarda yıpranmışsa, 15 dakika erken çürüyebilir.

Buradaki ironi; dünyayayı dünyadan ibaret bilenlere yapılmış bir ekmek arası zerzevat. Yiyene afiyet olsun.

Bendeki tanımlara göre ise, ölmek bir ucu açık yitiş, açık uçtan geçene rab rızası, geçemeyene hak cezası. Yani sahte ömrün cidarı iki yollu bir vana.

Ölüm, şerefli ölüm, hakkın rızasında ölüm,

eğer nasip olacaksa,

Aslanın ağzında,

8 Temmuz 2010 Perşembe

YAVŞAK FACEBOOK

Kadıköyden Modaya uzanabilir misin bir bahar akşamında,
Elinde bir yarım ekmek, yarısı da martılarda.
İnsanlığı nasıl olur da; bu kadar ormansızlaştırırsın,
Butonlarda, entırlarda, kablolarda.

Seni icad eden belli ki; mezarlığın faresi
Satacak içini, dışını, bütün bilgilerini,
Adın kerhaneye düşünce anlarsın
Sosyal paylaşım dediğinin acizliğini.

İnsanlığı iletişimsiz hale ilettin
Moda oldun, aramızı hiç ettin
Sen geldin geleli hepimiz bir sayfayız.
Beyaz sayfalarımızı da başlamadan piç ettin.

Al piçin Twittırı da, hayatımdan çık artık
Ne muhabbetin muhabbet, sadece 2-3 tık,
Ben dost yüzü isterim gülümseyen karşımda,
Senin bütün sayfaların soğumuş bir mezarlık.

Gerçekten dost olanlar senin kaleni yıkar,
Facebukla doğmadık ki, olmasan da nah sıkar.
Kendini nimet sayma; bu dünya evvel ahir,
Elbet birgün facebuklarında faceboku çıkar.

İLAHİ GEÇİŞ

Geçilir birşeylerden,

Yollarda tarlalardan, havada bulutlardan, denizde adalardan,

Uğranır biryerlere,

Duraklara, dükkanlara, caddelere, mekanlara,

Hayatta da birşeylerden geçilir,

Dönüm noktalarından, dönülmeyen noktalardan, keskin virajlardan.

Birşeylerden geçilmez olsada geçilir,

Uçurumlardan, dağlardan, geride kalanlardan, derin yaralar açanlardan ve dostlardan.

Mesele şu;

Geçtim senden, eğer kabul edebiliyorsan...