20 Haziran 2009 Cumartesi

AVRUPA UÇUŞU ( Romantik-erotik Anılar ) Böl.3

Fuarın VIP günü Cenevrede. Etrafımda devlet başkanları CEO'lar, CEO'msular uçuşup duruyor. Zenci korumalar kalabalığı yarmaktan bitap, kamera ve deklanşörlerin ışığı ise adama nöbet geçirtir derecede. Suikast, cinayet, bıçaklama, arbede, taciz ve benzeri bütün aktiviteler için ortam çok uygun. Ben ise markamızın standında, 24 kamera altında, 40 derece yada 76 fahrenaytta, enerjimi ısı enerjisiyle şarj yapıyorum. Sakinlik özlemi ve damakyaran bir susuzluk içindeyim.

Ceyla'nın baledansını izlemeye diğer fuaye'ye geçtim. Ceyla'nın işinin sadece profesyonel dans olmadığını bilen tek sırdaşı benim. Bu dahi kızlardan biriyle 2 yıl öncesinde, Türkiyede, çoook güzel Çek Helena ile tanışmıştım. Rahmi Koç ve Kürşat Tüzmen'in açılışını müteaakip. Helena öyle güzel bir afeti evrandı, onunla fuarda yabancı dil bilen tek fuarmen olarak 2 saat boyunca kalabalıklar arasındaki yalnızlıkta sohbet ettim. Desk arkasında yanıma geldi, otel servisini kaçırmıştı, ve bende onu Yeşilköy sahilinde, bir şalbattaniyesine sarıp, omuzuma yaslayıp, onun uykusunu seyretme şan'ına eriştim. Ülkesinde kabineye girebilecek bir kariyer'e sahip kız, Yeşilköye inen kalkan uçakların ninnisinde elimde uyuyordu. Emanetti. Sanırım uykusu çok huzurluydu, bebekler gibi uykusunda muzur gülüşmeler yapıyordu. Güneşin doğuşunu bile o gülüşlere tercih edemedim. Cebimdeki son beş lirayla onu bir taksi yardımıyla kaldıkları otele, teslim ettiğimi de gündönümü kadar net hatırlıyorum. Sonrada Sirkeci Trenine kaynak yaparak bindiğimi...

Ceyla'nın dansı yeni bitti, içeri hızlı adımlarla katlederken gizlice "farkettim seni" vücutdilini yaparak desklerde kayboldu. Mekanıma yürümeye başladım. Karşıdan gelen beyazlar içindeki bir çirkin ördeğe odaklandım. Şu gos vispırır dizisindeki akıllı, hırslı, kadınlık ikonu kadına ne kadar benziyor 20 metreden. 1o metre, 5 metre. Evet O! Jennifer Love-Hewitt denilen, en anaç seksi, kısa, dolgun, iğreti bacaklı ama fışkın göğüslü cennet anası,

Hı jeni,

Koca bebekli gözler yorgun ama sevgiyi odaklayıp sunmayıda gayet iyi biliyorlar.

Helo diyır, dı yu now werisdı gm factory, or which hall?

Allahım, ölürmüsün, sonsuzlaşırmısın. J.L.HEWİTT. bana adres sordu. Melekler, kaydedebildiniz mi?

Yes mam, falo mi, iş budur abii. Jeni Hewitt, falows mi.....2009 mart. nokta..

Sıkıntılı fuar benim için bir gizli bahar bahçesi olarak dönüştü. Jeninin zarif parmaklarını tutuyorum, onu ışığa götürür gibi. Yürüyüşü mankenler gibi, beyaz kostumü bir kuğu, taşkın duyguları eşliğinde. Sanırım içimdeki saf sevginin billur enerjisi ellerimizden birbirimize akmakta. Karşıdan gelen insanlar ise Jeninin ışığında hayallerine bakıyorlar. Sonsuz bir özleme kapılıyorlar, aşık olup yıldızlara bakmak hayretiyle, umuduyla, hasletleriyle, nakış nakış...

Diyaloğumuz, haliyle Türkçeleşerek,

J. İsmin var mı?
M. Masti, ( Mustafa diyemedim )
J. Memleket?
M. Türkiye.
J. Benim diziyi izliyor sen ?
M. Şu küçük kızın ailesi kaza yaptıda, yüzü yanmış çocuk hayaleti küçük kızı rahatsız ediyor, en son onu yayınladılar.
J. iki günde çektik, o kız benim kuzen, ohaiyo koleji artist mektebine gidiyor, yakında daha çok görünecek.
M.Senin zekan ve hırsının bitiğiyim, hani fan diyorsunuzya onun devletbaşkanı seviyesi.
J. Yalnız mısın Masti?
M. Kalabalıklar arasında,
J. Gülümsedi, dişleri gerçek sütbeyazı, kahkahası doğal, yorgunluğunu silmiş.
J. Neler yaparsın?
M. Evrensel kadınları yakından tanımak için yanar tutuşurum. İzin verirse onlara dokunurum, ve hayatım boyunca bu anı yaşayarak geçiririm.
J. Öyleyse 303 ritz Carlton, GM adına oda, kapıda speşıl gest 303 de, saat 10 olurmu?

O andan itibaren Mustafa saat 10 olması için zamanın ateşini körükleyen adam. Ayrıntılar çöpe.

Saat 10, kapıdayım, parolam ile kapıyı çalıyorum. O açıyor, Miss Jenifer - Love HEWITT,

Saçının rengi biraz daha koyu ve ıslak, cildi buhar banyolu, üzerinde herzamanki beyaz bir gecelik, gögüsler şirin ve görünük. Öpüşseniz bile baba olacaksınız hissi veren uhrevi kadınlık. Ayak parmakları, inci terliği, bir kadın, 7. boyuttan Jenny...

Odasındaki buharlı jakuzi geniş ve gül yapraklarıyla bezeli. Aslında konuşmuyoruz. Sanki otele erkek atılma ritüeli, atan Jenny.

Beyaz elbisesini bronz teninden çıkarıyor tansiyonumun müziği eşliğinde. İşte gerçek Jenny.

Gögüsler ve kalça erkeğe sunulmuşluğun kanıtları, daha ne diyeyim. Seviye farkları, geçişlerdeki uyum, dirilik ve çağrısı, ses dizideki özenilmiş sesin daha berrağı, Jenninin sesi..

Dişlerin sırrını öğrenmek için soru sormak anlamsız. Jenny!nin dişleri.

Işığa gidilecek an, final, gecekondumuz jakuzi, nişanımız dudaklarımız, iniltilerimiz düğünümüzün dans müziği, ruhumuz tek, benim ve jenninin ruhu......

Bu dizi asla bitmemeli. Bu Hewitt hanımefendi ekselansları beni gerçek bir rüyada ışığıyla buluşturduğu için.....

Birde bana giderken "-bay bay Mr. Ayışığı" dediği için.

Cenevreden şimdilik sevgilerle.

17 Haziran 2009 Çarşamba

Şahan BOND'a Karşı

Şahan, yapmış olduğu filmlerden gelen 3.24 milyon Ayuro ile hangi yatırımlara karar vereceğine karar verdi. Tam yedinci defa. Ama bir türlü amatör fikirgücü bu konuda işlemiyordu. Gidip üç tekerlekli ATM cihazı aldı. Yine olmuyordu. En iyisi Tarabya'da kiraladığım gizli çatıya bu akşam dansöz Pelini çağırmak diye düşündü. Onunla yapacağım yuvarlanmalar organizmamı şarj eder ve düşünebilirim belki dedi. Pelin on bini pozisyon başına ve onbinide suskunluk yasasına dair, toplam yirmibin ,hizmet bedelini peşin alan bir profesyonel dansçı ve dansözdü. Mesleğini uzakdoğu ve Afrikada ihtisaslaştırmış bir afeti evrandı. Ama Şahan her seferinde ona Doğa kadar değer verdiğini söyleyerek, yüzde on kadar indiriyordu bindirmeler sonrası.

Aniden Şahan'ın Nasa destekli telefonu çaldı, arayan dışişleri müsteşarlığıydı ve Şahan'a ödüllü gişe filmleri kapsamında Londra'ya davet aldığı söylendi.

Şahan: Bi yanlışlık olmasın, bizim film nire Londra nire desede, işin içinde devlet yordamı olması onu özel planlarından alıkoydu. Peline rezervasyon karşılığı 5000 lira EFT yaptı cepten. Birde sms olarak bir demet papatya imajı gönderdi.

Ertesi gün Yeşilköyde Recep olarak deklanşör ve kameraların karşısındaydı.
-Efendim ne işiniz var Lonra'da Şahan Bey,-Tavuktan kaçıyorum.
-Peki Doğa hanım size eşlik edecekmi?
-Höytt, kadın kısmısının yeri evidir leynn.
-Peki şahan bey, Cem YILMAZ'ın Yahşi batı filmi hakkında düşünceleriniz?
-Londradan ülkeme güzel bir ödülle döneceğime inanıyorum.
-Şahan bey, Şahan bey, sizi bu kıyafetle uçakta gören yabancılar ne düşünecek?
-Ulan sarışın cıbıldak karılar Alanya'da Türk erkeği hakkında ne düşünüyorsa yıllardır aynısını düşünecekler, itirazı olan varmı? diyerek toplumsal taşlamasını ve düşündürme zekasını gösterdi ve uçağa doğru adımladı.

Uçak saat 17.25 gibi Heatrowda piste indi. Londra Kültür Encümeni, Şahan ve Menejerini karşıladı. Bentley onları apronda bekliyordu, ama Şahanı tek olarak bindirdiler araca. Şahan lisede öğrendiği ingilizcesiyle:
When ceremony starting? dedi.

-Me, Sir Edward DARKWOOD, nice to meet you Mr. Şayn, Annual Awards ceremony starts at pm Nineteen o'clock. But there is a suprize, demesiyle Şahan'nın yüzüne bir sprey sıktı. Şahanın bitiremediği cümlesi: Ananı pe..e..z......

Şahan çocukluğunun paslı karyolalarından birinde başağrısı ve inildemelerle uyanma alametleri gösteriyordu. Etrafa göz gezdirdi. Sıvasız, rutubetli duvarlar, penceresiz ve küf kokulu bir ortam, basit bir komidin ve demir kapı. Kendi kendine söylendi: Ulan anasını vay be yapayım, biz buraya ödüle geldik, kimbilir neredeyiz, şakağımı ..keyim.

Demir kapı birkaç zorlanmayla açıldı. Kapıdan giren kişi, Sir Edward, yani sakal ve bıyığını çıkarana kadar, bir el selamı ile konuşmaya başladı.

-Demek uyandın, sana iki kişilik doz verdik halbuki, başın ağrıyormu?

Şahan:Bak abi bura nere bilmem ama kıyafetime bakıp aldandınız, ben sinemacıyım yanlış adamı aldınız deyince;

-Kesinlikle doğru adamı aldık, 1975 hatay doğumlu, yani 31 plakan yokmu, var, yardımcı skeçlerden ve tiplemelerden çıkıp, el kamerası ve 150 milyara film çekip, 7 milyon kişiyi salona çeken filmlerin senaristi ve başrolu değilmisin, evet kesinlikle doğru adam.

-Abi sen Türkçe konuşuyorsun, hallerimi bi yol anla, tamam o adam benim ama, ben niye buradayım, sen nesin kimsin yahu nerde festival nerde sinema abi, ne işsiniz yaa?

Ben BOND, James BOND. memnun oldum, votka?

Abi ne Jamesi, ne Bondu, oyunmu oynuyoruz burada, içmiyorum lan votkanı, ya derdini söyle, diyerek filmlerindeki repliklerden sergilemekten geri durmadı.

Bond:Bak Şahan misafirimizsin diye lagaluga yapmana anlayışla bakarım ama sana bazı değerlendirmeler yapacağım.Yaptığın filmlerle ilgili, ama önce delikanlı gibi şu kahveyi al eline, hah şöyle.

Bak ben İngiliz kültürünüde temsil eden evrensel bir değerim. Filmlerimde o zamanın en teknik ekipman ve uzmanlarını kullanarak, eleme yapılmış senaryolarla dünyanın karşısındaydım. Filmlerim 30-35 milyona maalolurdu ama gişesi ortalama 45 milyon getirdi, yani asla 10 katı veya yüz katı değil. Filmlerimde adam öldürürken bile kibardım ve görselliğe önem verdim. Asla ozurma, geyrme, zıçma replikleri yapmadım. Bizi zamanın ülkeleri kendilerinde çekim yapalım diye devlet seviyesinde çağırdılar. Otel ve tatilköyleri değil. Filmlerdeki çekim tekniği, tiplemeler, ve diğer tüm unsurlar onyıllar boyu taklit edildi. Ucuza kaçmak ve seyirciyi enayi yerine koymak gibi altmaddelerin esiri olmadık. Sadece daha az popüler birkaç film yaptık aceleyle. The Times v.s dergilerde ciddi şekilde ele alındı bu filmler. Asla parasını bastırıp reklama sığınmadık. Zira gittiğimiz heryere reklamımız gitmişti bile. Filmlerde araştırma geliştirme ve mekan seçimi gibi konularda bile milyon dolarlık bütçeler harcandı. Bize gelerek siyasi reklamımızı yapın diyen o zamanki kominist veya diğer aşırı uçlara itibar etmedik, biz bildiğimizden ve yaratıcılığımızdan başka sponsor görmedik. Bir keresinde İstanbulda bazı çekimlerimiz oldu, o insanınızdaki misafirperverlik ve olağanüstü ilgi hayranlık ve tevazuya hayran kaldım. Atatürk size dünyanın en değerli miraslarını bırakmış, ve insanınız olağanüstü işler başarmıştı. Halen daha orada yediğiğm baklava ve Türk kahvesini özel olarak gönderiyorlar, hemde hiçbir ücret veya reklam talebi kabul etmeden. Peki film bittikten sonra gizlice Hiltonda 15 gün kaldığımı ve tüm İstanbulu keşfettiğimi biliyormusun? Serencebey yokuşundaki ıhlamurlar ıtır ıtır kokuyormu, Beşiktaştaki tramvay hala işliyormu, Salacaktan Kızkulesine 5 kuruşa tekneler işliyormu, Galata köprüsünde lokma satan kirkor amcanın dükkanı ne halde? Pitoresk şehir hatları vapurlarında genç kızlar ıtri şarkılar söylemeye devam ediyorlar mı? Beyoğlundaki takım elbiseler, fötr şapkalar ve Bobstil delikanlılar sinemamaların önünde kuyruktalarmı?

Şahan önüne baktı. Derin suskunluğu aslında boğazına düğümlenen hıçkırıklarına işaretti. Hayır abi, onlar kitapların resimleri sadece, ben bu resimleri seninle daha net gördüm, Allah razı olsun, sağol, ama bana kendi kültürümü bu kadar hatırlatmandaki nezaketin eşsiz ağabey. Ben bu filmleri yaptığımda kimse beni uyarmadı, senin hayran olduğun bu kültüre zarar vermekle tarihi ne kadar üzüntüye boğduğumu gayet anladım. Senden sonra gelen bütün yabancı kültürler bize TÜKET! komutu verdi, vur, yık, sadece kendini düşün, ayılaş, medeniyete tükür, başkasını ez, hakkını gaspet, dedi ve bizde benimsedik. Sadece tek tesellim varsa James abi, belki insanımızın içine düştüğü hali kendilerine göstererek bir ayna olabildiysem ne mutlu bana dedi.

-İşte Şahan, sana bunu anlatmaya çalışıyorum, daha doğrusu anlamanı sağlamaya çalışıyorum. Sen o güzel insanların mirası olarak ne kadar başarılı olunacağını kanıtladın zaten. Fakat bu çıkışını artık tarihine ve güzelliklere sahip çıkarak değerlendir. Unutma kolay tüketilen herşey insanlara çok hoş gelir ama birgün sende tükenmişliğin ortasında çok çabuk harcanırsın. Yarattığın canavara dizçökersin. Neyse Jet uçağım seni bekliyor. Belki ödül töreni filan düzmece oldu ama sana ve taşıdığın içindeki hazineye karşılık hiçbir karşılık gelecek ödül yok.

-Sağol James abi, bu sözlerin en büyük ödül oldu. Kahve içinde teşekkürler abi, Brezilyadan mı?

-Hayır oğlum yüzde yüz TÜRK KAHVESİ; Eminönünden.

Vedalaştılar, -Şahancım şu kapıdan çıkacaksın, bayan manipaniye söylede, şu Arif kod adlı arkadaşıda içeri göndersin.

mustafamehir@hotmail.com

15 Haziran 2009 Pazartesi

Avrupa Uçuşu Başlıyor ( erotik Anılar )

Markamızı temsilen şirketimizin başı, Cenevre Otomobil Fuarına satışçılar arasından benim de dahil olduğum en elit 5 kişiyi seçmişti, sanırım mektepli bir profil olduğum kendisine söylendiği için. Kendimde İsviçrece öğrenecek bir mental kuvvet heyecanı duymaya başlamıştım. Lakin İsviçrece diye bir dil yoktu ama İsviçre kültürü üzerine birşeylerin hazırlığını yapabilirdim. Aramaya İsviçre kadını diye yazmaya başladım. Buradan İsviçre kadını anatomisine ilişkin sitelere yönlendirilmek mecburi bir yoldu. Hani şu pornoğrafya görüntüleri yokmu...

Hücrelerimde bir şeyler, hayattan aldığım enerji ve insan sevme içgüdülerim ziyarete oranlı olarak artıyordu. Ve bir doktrinin ne kadar doğru olduğuna kani oldum: - Türkler yabancı illere giderken bir istila, bir kuşatma, ve binbir keşfetme genlerine sahiptir. Uzun hikaye ama, orta Asyadan buralara nasıl geldiğimiz kanıt olarak, dünyanın her hücresine yerleştiğimiz de kanıtın ispatı olarak gösterilebilir.

Pasaport işlemlerinde bana devamlı gülen katibe kızın gösterdiği sıcak ilginin de bendeki pozitif elektronlarla ilgili olduğu aşikardı. Kadın yaradılışına bakarsak, her zaman en güçlü genlerle buluşmak istedikleri, erkeğin bu geni taşımak ve kuvvetli olmak için verdiği hayat mücadelesi anılmaktadır. Veya kız sadece görevini yapıyordu, ama kızın isminin İlgi olması, ilk seçeneğin doğru olduğunu kanıtlıyordu.

İlgi, avrupaya çıkış ritüelimde o akşamın veda busesi için istekli görünüyordu. Onunla ailesi, işleri odaklı bir kahve içme molası vermek çok mantıklı geldi. Devamlı muzurluk akan bir gülümseme, vücudu, gömleğinden farkedilen dişiliği, bakımlı ayakları ve çok bakımlı saçlarına, bir cennet esansı eşlik ediyordu. İlgi kahverengi ağırlıklı bir kıyafeti tercih ederken, duruşu bir bahar ferahlığı, yakınlaşması bir meltem rüzgarı, ağırlığı bir ıhlamur çiçeği kokusu ve gözlerindeki bilgelikle birleşen esprileriyle sanki ilahi bir armağandı. Adama pasaportunu yırttıracak kadar bile olduğunu söyleyebilirim.

Pasaportum o gece yırtılmamış ise hiçbirzaman yırtılmayacak. Sabah, o gece yaşanmamışcasına, en iyi arkadaşımcasına, medeniyetin beşiği gibi duruşu olan bir İlgi karşımda duruyordu. Tek gecelik kadın olmadığını size anlatsam inanmayabilirsiniz belki ama, organizmanın tenle uyumu bazen önlenemez birleşmelerin çekimine girer. Siz önlemeyi bile önleyemezken. Akşamki İlgi ile sabahki İlginin, yıkanınca çeken ebatlar kadar farkı olduğunu söyleyebilirim. yok yok, her kadın karanlıkta güzeldir gazellerine girmeyeceğim, ama duygular sele kapılıp gidince gözdeki netlik kendini farklı odaklıyor. Veya İlgi hanım pasaport melekliği görevine giden yolda uzaklaşıyordu.

-İlgiyi üzerime çekmek, hele senin ilgini asla unutmayacağım dedim. Arkasını dönerek sevimli bir reverans yaptı ve konuşmadan sele kapıldı gitti. Belkide evlenilecek kızdı..İlgi..

Uçağa giriş, acaba düşermi, düşerse öte tarafta benim için ne tür hazırlıklar yapıldı. Pist başı, kaptan-ı uçağın rahatlatan konuşması, bir uçak yolcusu segmentinin bu kadar çeşitlilik göstermesine hayretler. Birde, benden 9 sıra önde oturan kızıl. Bir ara arkaya baktığındaki o lütuf yüzu, o yumuk ama soylu bakışa hayranlık, beni çeken bir gizem, onu banyoda saatlerce kendine yaptığı bakımda görünmez adam olarak seyir etmek düşüncem. Beni "üstüne yorgan olarak çekmesi" ihtimaline methiyelerim. Ama dokunursam kaybolacak bir peri masalı ( fair tale ). Ona attığım hayalet halatı farketmesi, belkide bu yüzden, sırf bu yüzden uyuma/dalma halinden vazgeçmesi. Onun dişiliğini kendine hissettirecek birine mi sahip, yoksa kadınların sonsuz arayışı ( duplikasione rölativitesi ) var mı, yoksa ona kendimi sunabilmenin, yani bir yanlışın dört doğrumu yeme sanılması.

Bu kadar huzurla uyumak bile zamanımızda bir ayrıcalık, arkadaşım Kemal hafif dürttü ve;

-Uykucu, Cenevreye dayandık, git bi yüzünü yıka, birazdan pasaport kontrolünde terörist muamelesi göreceğiz, sorulara uyanık olman lazım. Hadi bakalım.

Ve onun yanından geçmek, sanırım bakışlarımın merkezinde olduğunu anlamış, arkamdan lavabo kabinine gelmez mi? Bende hakettiği hayranlık, gözüme vurmuş, ona yıldızlı bir samanyolu olarak akmakta. Gayri ıhtiyari;

-Merhaba, dedi.

Allahım şu kadınlar çekimi ne kadarda kuvvetli algılıyorlar..

-Merhaba, Cenevreye mi?

Normalde bu soru şehirlerarası otobüslerde sorulur ama sanırım ortamın kuvvetli çekiminden bir espri tutuşturmuştum bilmeksizin.

Cenevrede ajans mankeniymiş, fuarda vıp açılışın favorisiymiş. Kardeşi bizin markanın PR yönetmeniymiş. Üniversiteyi Kanada'da bitirmiş, ama Bilkent elektroniğe devam ediyormuş. Sosyal yardımlar gönüllüsüymüş. Tv programlarında editörlük, Halkla ilişkiler süpervizöreliği, CEO asistanlığı, yani bir çocuğunuza en ideal annenin bütün özelliklerini taşıyan, ama sadece hayran olunacak 4 dili bilen, diger dördü yarım, aynı zamanda.
Ortaköyde tavla ustası, yerli dizilerin yorumlarında usta, sizin konunuzu sizden iyi yorumlayacak kadar, bir o kadar yakın, bir o kadar ulaşılmaz ilahi bir varlık.

Her bir maddeyi epeyi epeyi konuştuk, haa bu arada ismide Ceyla, arada kendi söyledi. Nerede mi?

-Otelimizde, onun odasında, onun hazırladığı hazır çorbayı içerken, ( Cenevre otelleri fena kazık, her seferinde hazır çorba götürecek kadar da bizden )

Ama ruh ikizliği protokolüne aykırı hiçbirşey olmaksızın, olsa olmazmıydı, elbette olacaktı, ama Ceyla sadece paylaşımından ötürü bile sadece hayran olunabilecek bir cennet kızıydı. Hatta ona İlgiyi anlattım, öyleya, bu kadar nitelikli bir kıza ne ile karşılık verebilirdim diki? En yakın arkadaşıma bile anlatamadığım bir taze yatak hikayesi. Belki öküzlük ama, Ceyla hayatımın en yakın uzaklığıydı. Soyundu, ertesi gün giyeceği ışıltılı fuar kostümünü göstermek için, 1 saatir tanıdığı bir araba satıcısının karşısında. Kibarlık babında, çıplak kaldığında arkasını döndü, aynadan gözüken göğüsleri ise tablolarda resmedilecek estetikteydi. Sanırım yüzlerce hayranı olan bir kızın bu kadar yakınında olabilecek bir ruhun, onun muhteşem göğüslerini görmesi en ulvi hediye olsa gerek.

Kostümü giymesi ile doğal ışıltısına yıldızların ışığını eklemişti. Dedim ya, bu kızın tenine değecek bir ten, yaratılmışa en büyük haksızlık olsa gerek. Açılış dansını sergiledi. Balemsi, sportif ve duygulu...

Çanakkale Şahidi

Tarihin dokusunu açma vakti...
Asker olduğum Çanakkale'de savaşmak!
Ateşin ruhları yakmadığına şahit,
Bebek süt içer gibi kanın tadına bakmak.....

Bir ezan çınlarken, kalkış sireni gibi,
Bir tarih uğuldar kopmamış kulağımda,
Verdiğim sözleri geri alıp,
Kalanları hasretle selamlamak.

Kuşların uçtuğu sevinç yüreğimde,
Bulutların varlığına selam durarak,
Yerdeki karmaşa'nın anlamsızlığında,
Şehit arkadaşın elinden tutmak...

Bayrağa selamı esirgemeden,
Yemyeşil çalıyı unutamadan,
Ardındaki toprağa göz kırparak,
Huzura şehit olarak varmak.

Sormak: Ne için geldiniz bu toprağa?
İzin alarak gelseydiniz; bak o zaman,
Yüreğimizden sevgiler, mermi yerine.
Eksilmeyen sıcaklığı bağrınızdan.

Ardımdan koşsanız da, uçamadan,
Olduki uçtunuz, tutamayacaksınız,
Siz bu toprağın bağrında, belki de;
Şehitliğe şahitliği unutamayacaksınız...

13 Haziran 2009 Cumartesi

The Three of Seven OBAMA's Strategies ( Obamanın yedi stratejisinden üçü )

Obama'nın hızlı geçen seçim kampanyası dönemiydi. Çok stresli olduğu için bir değişiklik yapmaya karar vererek, kampanyayı benzerlerinden Mutombo Olare'ye bırakacaktı. Üç günlük Türkiye macerasının planı şu şekilde gelişti; Danışmanlarına; Ben yeni bir ortadoğu projesi yapacağım ve Türkiyeyi kilit ülke belirledim. Bu yüzden Unidentified Custom ( Tedbili kıyafet ) bir ziyarete gidiyorum. Bana 7 tane strateji hazırlayın. Türkiyeye bu 7 stratejiyi test etmeye gidiyorum. Bunlardan üçünü ise Başkan olursam inşallah Türkiyede uygulayacağım, bana Türkleri en yakından tanıma şansı verecek 7 maddeyi belirleyin diye emretti.
Saat 19.00 da yapılan goygıl analizleri sonucu şu maddeler ön plana çıktı.

1- Amerikan pazarında dama oynamak ve 3 dost edinmek, onlarla ahbaplık etmek.
2- Fenerbahçe maçında açık tribünde tezahürat yapmak, ve Esenler FB'li olacak performans
3- Ortaköyde bir cumartesi geçirerek, üç yaş grubundan birer insanla 3'er çay içmek.
4- Aksaraydan gecede 2 karı kaldırarak, yabancıların Türklerle dialogunu keşfetmek.
5- Mecidiyeköy amele pazarında inşaatlara kabul edilip, kazançla 1 hafta idamede bulunmak.
6- Otocenter galericiler sitesinde 2. el bir aracı piyasa değerinde satmak.
7- Bağcılar pazarında bir züccaciye tezgahında ürünlerin % 75 ini % 25 kazançla satmak.

Obama zaten gençliğinde bu işlerin Amerikancasını yapmıştı. Türkiye'ye ön ziyaretini iptal etti. Keyiflendi ve kendisine ilginç gelen 3 maddeyi uygulamakta karar aldı,

2. 4. ve 6. maddeleri belirledi.

Aylardan Nisan ve puslu bir hafta. Türkiye krizlerin etkileri ve yeni dünya düzeni tartışmalarında, Münevver daha yeni katledildiği günleri yaşıyordu. Türk Cumhurbaşkanı Obamayı pardon, Mutombo'yu karşılarken Obama ise Kargo bölümünden kalacağı Fatih'teki Saltanat oteline giriş yaptı. Ve misyonunu yürütmek üzere Somali Kimliğiyle, pis sakalıyla ve 14 renkten oluşan kıyafetiyle hazırlıklarını yaptı. Kendisine mütercim tercümanlık yapacak bir kültür adaptörü takıldı. Hem Türkçe konuşacak, hemde kendini Türk gibi hissedecekti.

Fenerin maçına gitmekle işe başladı. Kurbağalıdere köprüsünde karaborsacılar polislerin yanında; -abi açığa bilet, gişedeki fiyata beklemeden geç türünde laf attılar. Obama bunları es geçip, büfeden bira ve patates istedi, Büfeci içeri seslendi: Yamyama tavuk çek, ayran açıkkk. Şaşmamalı, şaşırmamalıydı. Büfeci kendisinden 10 lira istedi, Obama itiraz etti. Abi beni KOÇ mu sandın, burada 2,5 yazıyor dedi. Büfeci şaşırdı, Yamyam Türk çıkmıştı. Ama Türklükte geri dönmek yoktu. --Abi maç günü sermaye kurtarmıyor, çırak fiyatları asmayı unutmuş diyerek, yanına çağırdığı komi'ye bi fiske çaktı, ve; abi sen 5 ver yeter, nerelisin bu arada, ben Farozdan Cemil diyerek, elindeki döner bıçağıyla mesaj vermeyide unutmadı. Obama beşliği büfeciye toka etti.

Obama gişeye yöneldi, ama duvarda bilet kalmadı yazıyordu. İçeriden gelen ses; -abi biletleri üç saat önce bitirdik, istersen köprüye bi çık dedi. Obama köprüdeki çocuğa gelerek, -açık varmı? diye sordu. Çocuk Obamayı parka kadar gelmesi konusunda işaretlerle uyardı ve bileti çıkardı. Obama tutmaya çalıştı ama çocuk Mani Please füörst dedi. Obama 50 lirayı çıkardı ama çocuk 100 daha istedi. Sonunda 2 taneye razı oldu ve bileti verdi.

Obama açık tirbüne çıktı, boş bir yere oturunca yanına hemen bir tip yanaştı ve

-abi kalkarmısın orası Tuzla derneğine aittir dedi.
Obama alta indi ve bomboş biryere oturdu. Bir başkası yanında bitti ve -abi burası Gölcüğün yeri, kusura bakma dedi.
Obama en uc köşeye kadar çıktı ve oturdu. Bir tip yaklaştı ve abi burası genç FB'nin yeri sen ne ayaksın?dedi. Obama; Abi ben Esenleri arıyorum dediği anda gözüne okkalı bi yumruk yedi. Tam kendini toparlayacaktıki polis onu karga tulumba dışarı çıkarttı, bileti yanmıştı. Gözü şişikti ve ilk strateji çöpe gitmişti. Ama o programı ısrarla uygulamaya karar verdi. Stealth jetlerle gelen medikal heyet otelde Obamaya göz hücreleri nakletsede, Obamanın gözü felaket ağrı veriyordu.

Aksaray Task için ipek gömleğini giydi, işportada satılan yves saint louren kokulardan süründü, Türkiyenin tam bir fırsat ülkesi olduğunu düşünerek. Fatihten yürüyerek aksaraya aktı. Ama yolda dört kez aranması dikkatini çekti. Polise sordu. Ne iş memur abi? Memur cevaben, yahu soktuuumun Obaması geldi, bizde buradayız, sen mala vuracaksın herhalde, bak koko moko işiyse, karakolda bende senin mala vururum ismim cevat, zenci götü kızartırım patlıcan olana kadar dedi. Obama; yok abi temiz temiz bildiğimiz işi yapacaaz, bildiğin otel varmı dedi. Polis Cevat: Bizim yeğenin oteli enderin sokağında, Olimpiyat otel, benim gönderdiğimi söyle, belki bende uğrarım bi ara diye Obamayı yolladı.

Obama pavyonlardan birine girdi, pavyonun ışıkları gözünü alıyordu, sahnede eski düşmanı yeni dostu blok ülkelerinin kızları salınıyordu. Masasına buyur ettiler. Şef garson Hamza elini uzattı, abi urfalımısan, Ne içersin abi? Obama göstermelik sigarasını masaya bıraktı ama tam beş çakmak aynı anda yanıp söndü.

Şef sigarayı sonra içeceğim, bana şarap, kırmızı olsun deyince, şef Hamza elinin iki parmağıyla yuvarlak işareti yaptı gerideki komiye. Obama şaşırdı.

Hayırdır şefim, o işaret ne demek deyince, şef Hamza, o işaret bizim şarap kadehi manasındadır dedi. İki dakika sonra masası full donandı. Masaya yaklaşan komi elini uzattı ve abi ben Şemsettin, bişey lazımmı diyerek sordu, Obama teşekkür etti ama aynı soruyu beş dakkada beş kere tekrarlayınca Şemsettine dönerek:

Ne isteyebilirim mesela diyince.
Abi şu siyah taytlı olabilir mesela dedi. Obama şaşakaldı, Nasıl yani onlar müşteri değilmi dedi. Şemsettin kibarlığını bozmadı, yok abi burası Amerikamı, çağır yeter dedi. Obama bu oryantalizmden keyiflendi. Türklerin misafirperverliğinin yanında Amerikan hospitality'si gerçekten sönük kalıyordu. Bir saatte tam sekiz kadın çağırdı, ama uzaktan güzel olan blok kadınlar yanına geldiğinde gözü bir başkasına kayıyor ve bu sayede komi Şemsettinde hesaba kayıyordu bu kaymaları. Obama sonunda adının Natalya olduğunu söyleyen kırmızı straplez'li bayanı seçti. Birnevi sarışın Jenifer Lopez olan kadınla pazarlıklar sonucu 300 dolara anlaştı. Hamzayı çağırıp hesap istedi. Hesap anında masadaydı, tam 2298 tl. Obama ayağa kalktı ve cebimde 700 dolar var, ben bu kadar masraf yapmadım deyince, masanın etrafı karanlıklardan yükselen on civarı adamla doldu.

-Abi masana gelen bütün bayanlar birer içecek içti,

Eee dedi Obama, burada bir içki 30 lira yazıyor,
Evet ama her içki için bir şişe hesabı sen bize 2000 ver iş kapansın dedi Hamza.
Obama bunun Kuşadasında turistlere yapılan bir şakanın benzeri olduğu düşünerek.
-Bu sefer sizden olsun, karıya otele en az beşyüz gidecek dedi ve
on kişi birden Obamaya çullanıp, kafasını gözünü yumruklamaya başlayınca, obama daha fazla dayanamadı ve:

Ben Obama, başkan Obama Presidan Obama dedi. Stop, stop dedi ve dayak bir anda kesildi.
Hamza: Ulan pezevenk yamyam geçen bu numarayı bi manyak daha yapmaya kaltı, ben Rasmussen filan dedi, sol kolunu kırdık kavatın, senin hesap şişik, iki kolunu kıracağız şimdi dedi ve dediklerini yaparak Obamayı sokağa fırlattılar.

Obama ertesi gün kollarına plastik cerrahi konstrüksiyon taktırdı ve üçüncü stratejisini uygulamak üzere, 94 opel bir aracı satmaya Oto center'a gitti. Aracı Onbine satmaya çalışacaktı. Önce davar ticaret'e girdi, davar ticaret arabayı denemeye çıkartacağız diyerek, arabayı ortadan kaybetti. Obama arabayı sordu, Arabanın muayenesi yok, zaten Obama ziyarete geldi, polisin affı yok, dolayısıyla bağlandı! cevabıyla karşılaştı. Obama:
-Abi bu sebin sorunun dedi galericiye. Galerici Obamayı ofise çekti ve sen ne diyorsun bu arabaya diye sordu. Obama pazarlık stratejileri üzerine uzmandı. 10.250 dedi ama senin için 10.000 olur dostum dedi. Galerici cebinden muhasebeyi aradı ve 10.000 yapın dedi. Obamanın içi sevinç doldu. En azından bir stratejisi hayata geçeceği için.
Yaklaşık 10 dakika sonra elinde senetle biri geldi, Obamaya 10000 liralık senet sundu, galerici imzala ulan dediğinde Obama önceki tecrübelerinden ötürü imzayı çaktı, satamadığı opel arabası onu kapıda, uçağıda onu apronda bekliyordu.

mustafamehir@hotmail.com

9 Haziran 2009 Salı

Günlük

Sevgili GÜNLÜK,

Bana bu kulak zarın kadar eldeğmemiş sayfayı ayırdığın için sana nefret ederim.
Teknoloji güzelleştikçe ne kadar işimizi gücümüzü kaybettik biliyormusun. İlişkilerimizi?
Artık selam verip msn sürümü alıyoruz. Birileri bize yeni teknolojiler üfürtüp duruyor. Biliyormusun, bize iyilik diye sürümlere sürükleyenler aslında birilerinin ekmeğine yağ pompalıyorlarmış habersizin. Sonra biz o sürümlerin bağımlısı oldukça maddi olarak zayıflıyormuşuz.

Şu işsizlik günlerim bir o kadar sıkıcı ama bir o kadarda fazla kazanımlarım oldu. Eski defterlerde kalmış bi sürü arkadaşla temasa geçtim. Özür diler gibi. İrtibatı kaybolanlara da sonsuz rahmet dilerim. Tarihe kaydedilmiş bir sürü hoşluğa imza attığım filmlerdeki yolarkadaşlarım. Yaşadıklarımız ne kadar sahiciymiş. Şimdi ortayaşlı seansında gençlik filmi bekleyen bir hayaltaciriyim. Müşterim kendi ruhum.

Geçen gün 90 dakika otobüs bekledim üsküdarda. Bi dahaki seçimlerde bunlara oy atarsam doksan defa tükürsünler kaderime.

Sevgisiz Günlük!

Seninle birdaha görüşürsem iyi haberlerimle karnını boyamak istiyorum. Şimdilik sadece gözünü boyadım ama, seni yazabilecek kudrette olmak bile belki bir tesellim olsun sağlık ve şükür babında.

Bana bu gözünün akı kadar sayfayı rezerve ettiğin için sana tuhaf bir muhabbet duydum, iyiki varsın.

Mustafa haz. 09....

6 Haziran 2009 Cumartesi

Bakteriler Residansı

Biliyorsunuz bir trendi var, belli amaçlarla hareket eden gruplara yeni isim vermek. Neoconlar, şahinler, yeni demokrasiciler, muhafazakarlar.

Bu oluşumun temeli; yüzüklerin efendisindeki, elfler, mormunlar, bücüşler, gibi kavimlere dayanmaktadır. Ama diyorumki; burada kalmayalım, biraz daha koyalım üstüne ve İşyerlerindeki kavimlere, yani oluşumlara ve zamanelere isim takalım. Aslında kendi iş hayatımdaki insan tiplerini gruplayarak bir tanımlama yapacağım. Ama kendi işyerlerinizdeki tipleri bu grupların içine sokma veya yeni gruplar oluşturma işini siz okuyana bırakıyorum.

Bonukürler-Yeni kaledonlar,- Memeidler-Obstrüksiyoncular, Varoluberililer, Fücüratçılar, Üstünebirciler, Geğirtmenler,

Bonukürler: Şirket içi derin devletçiler. Mesai saatine bağlı değillerdir. Şirket bağlılıkları fazla değildir. Arada sırada ilgili görüntüleriyle tozalma operasyonu yaparlar. Bayansa şayet, patronun cinsel güçlerinin hedefi olarak varlık sürdürür, erkekse şayet, patronun fikirlerine önem verdiği bir akrabası veya eski arkadaşıdır. Zeka ve strajejide üst katmanda yaşarlar. Fizik ve görüntü özelliklerine önem verirler. Eleştirileri çok keskin ve canalıcıdır. Patronun onlardan iş beklemesi veya taşın altına ellerini sokma beklentileri olursa, şirketteki varlıkları sona erer.
Orjinalite: Genelde İzmir-Bursa veya sivrilmiş Ankaralılardan oluşurlar.
Taytıl: Danışman-İşgeliştirme ve strajejist-Trader-
Donanımlar: 4G telefon-Notebook-Spor oto-Çok görevler içeren kartvizitler-hot kütür elbiseler-cemiyet hayatında görülmeler.

Yeni Kaledonlar: Şirkete bir anda dahil olur ve işe yarasın yaramasın patronun mevcut düzenden sıkıldığını gösteren havarilerdir. Mevcut kitle için tehdit ve uyarı oluştururlar. Kendileriyle birlikte herşeyin değişeceğinin propagandasını yaparlar. Şirketlerde ani tansiyon yükselmelerine yol açarlar. Mevcut sistemin açıklarını devamlı test eder ve kendilerini üste çekmeye çalışırlar. Form ve tuvalet kağıdı gibi önemli etkenleri değiştirerek, değişimin startını verirler. Hatta bir iki çalışanın yerini değiştirir veya işten uzaklaşmasını sağlayabilirler. Nihayetinde şirketteki değişimin yavaşlamasıyla birlikte sayıları azalır, yüzlerindeki canlılık gider, ve şirketin mevcut düzenine adapte olurlar.
Orjinalite: İç anadolu, doğu karadeniz, antalya-akdenizin okumuşları, patronun memleketi.
Taytıl: Finans, Muhasebe, insan kaynakları, satış ve pazarlama bünyesindeki şef-müdür pozisyonları.
Donanımlar: Not defteri, casus kalem, karizmal görünüm, eleştiri okları, hitap ve etkileme.

Memeidler: Genellikle atıl pozisyondaki bayan personel. Dedikodu mekanizmasını ayakta tutarlar. Çok az olan işlerini büyük iş gibi gösterirler. Ev hayatını iş hayatıyla harmanlarlar. Genellikle on yıl ve ötesi çalışma hayatları vardır. Karar mekanizmasına katılmaktan ölü görmüş gibi korkar ve anne kimliklerini öne sürerler. Hijyene önem verirler. Çocuklarınıda o şirkete sokarlar. Şirket içi gençleştirme operasyonları, emeklilik veya patronun cinsel iletişimi yeni biten genç memeidlerin yerlerini aldığı durumlarda ömürleri sona erer.
Orjinaliye: Doğu ve ege ağırlıklı, balıkesir, bolu, nadiren kafkas-trabzon, ve balkanya.
Taytıl: Bölüm asistanları, gereksiz taytıllar, sekreter ve idari işler, muhasebe, yön. asistanları
Donanımlar: Faks, printer, telefon, alttan ısıtma sobası, masa, temizlik malzemeleri, örgü.

Obstrüksiyoncular: Şirket içi her türlü yenilik rüzgarına karşı bünyeyi alarma geçiren eski köy meraklılarıdır. Her departman içine yayılarak varlıklarını devam ettirirler. Belli bir kapasite ve işgücü limitinde yeraldıkları için, yeniliklerin onları sileceği takıntısındadırlar. Yeni kaledonları avlamak ve devre dışı bırakmak konusunda uzmandırlar. Bir yenilik söylentisi yayıldığında dedikodu, huzursuzluk ve olumsuzluk yayarak devrimin yollarını tıkarlar. Patronun oğlunun başa geçmesi veya şirketin devredilmesiyle varlıkları sonbulur.
Orjinalite: Orta ege, batı karadeniz, orta anadolu.
Taytıl: Personel ve idari işler, geri hizmet, patron hizmetliler grubu.
Donanımlar: Eskiden kalma takım elbise ve cep telefonu, elyapımı saat ve aksesuar, kullanılmış patron eşyaları. 10 yaş ve üstü arabalar, siyaset muhabbeti.

Varoluberililer: En alt ve en üst kademelerde yeralabilirler. Her eski şirket resminde boygösterirler. Şirketin dayalı olduğu temellerde gezmeyi ve padişah muamelesi görmeyi severler. Patronun tüm gizli sırlarına vakıf oldukları şeklinde savunmalar geliştirirler. Patron ise kafası karıştığında onları dinler. Şirket içi gerekli gereksiz her gelişmeyi patrona yayınlamakla mükelleftirler. Herkesin saygısını zorla alırlar ve ortaçağ özlemi içindedirler. Patronun ailesini tanımakla, elbiselerini kurutemizlemeye götürmekle, şirketin önemli evraklarını taşımakla övünürler. Eski memur ve asker kökenli veya memur çocuğu geçmişine sahip olup, yeniliklere karşı duyarsız ve sessiz direniş modundalardır. Şirkette değişim rüzgarlarıyla beraber inzivaya çekilirler.
Orjinalite: Patronun memleketi veya eşrafı, veya babayadigarı ( Tüm Türkiye )
Taytıl: Patron şöförü, muhasebe müdürü, kasa sorumlusu, çaycı, özel hizmetlisi.
Donanımlar: Eski şirket resimleri, dolmakalem, kasa anahtarları ve patronun gizli hayatı.

Fücuratçılar: Şirketteki varoluş amaçları şirketin geleceğindeki hayali rolleridir. Şirketin internet sitesindeki visyon ve mizyona inanırlar. Tüm muhabbetleri gelecekteki ortam ve şirketin öne çıkacağı ruhlarını sergilemektir. Toplantı, davet ve organizasyonların yıldızları olup ayrıca şirkete yeni katılanlarla ilgilenirler. Yön göstermeyi ve vizyon çizmeyi çok severler. Kriz ortamlarında, tasarruf tedbirlerinde, veya patronun faaliyet raporu istedikleri durumlarda yazacak birşey bulamadıkları için varlıkları erir gider.
Orjinalite: Balıkesir, aydın, muğla, mersin, kastamonu, adana-çukurova tarafları.
Taytıl: Planlama, müşteri ilişkileri, özel kalem, insan kaynakları, pazarlama
Donanımlar: Mesleki gelişim kitapları, ekonomi dergileri, başarı öyküleri, mail adresi.

Üstünebirciler: Oluşumlar, gelişimler, popularite ve güç kazanan her kişi, birim, fikir ve gruba dahil olma yeteneğini taşıyan kişilerdir. Kazanacak ata oynarım felsefesi ile büyümüş nesildir. Kamuoyu yaratma uzmanlığı taşırlar. Masalar arası gezerek kulis faaliyetlerine katılırlar. Sahipsiz olma endişeleri çok kuvvetlidir. Çok çabuk dost kazandıklarını zannederler. Politikacıların hayatını ezbere bilirler. Boş yemek masasına oturmazlar, mutlaka bir masaya dahil olurlar. Güvendikleri oluşum kötü niyetli ve patron karşıtı ise, karşı düşünceye dahil olarak varlıklarını ya sürdürürler yada sonlandırırlar.
Orjinalite: Sivas, Erzurum-erzincan, eskişehir, kastamonu, sakarya.
Taytıl: İdari işler, otomasyon, muhasebe elemanı, dış işler, lojistik.
Donanımlar: İmaj endişesi, yemek masası, msn, oportunizm, cilt ve beslenme ürünleri.

Geğirtmenler. Şirket içi geri hizmet ile ilgili birim personelidir. Bilgi eşittir güç prensibiyle etkili olmaya çalışırlar. Herzaman için apolitik ve yorumsuz durmak suretiyle diğer çalışanlardan bilgi, işaret toplar ve samimi oldukları kitle ile paylaşarak küçük beyin büyük yürek sergileme amacındadırlar. Dedikoduyu taşırlar ve şirketteki yetkililerle devamlı samimiyet kurmaya çalışırlar. Mesai saatlleri dışında daha etkin olurlar. Ücretlerine isyan, dedikodu yayma, çaya ayak parmağı sokma veya tükürme, şirket malzemelerini eve taşıma ve nadir olarak şirket personeline aşık olma durumlarında işleri biter.
Orjinalite: Sivas, kastamonu, sinop, bilecik, rize-artvin, kars, ağrı, erzurum ve diğer 72 il.
Taytıl: Çaycı, temizlikçi, şöför, mıhaberatçı, odacı, bakım sorumluları v.s.
Donanım. Çayocağı, yemekhane, kulak, otlanma, acındırma, arabesk, tespih, çocuğun okul masrafları.