30 Nisan 2016 Cumartesi

Türkiye üstüne oyunlar

Arapları ve türk cumhuriyetlerini yanına çekipte yeni güç oluşturmaya kalkarsan suikaste uğrarsın.

Yabancı sermayenin borularını kesmeye kalkarsan, terör azar, iç karışıklıklar patlar.

Yabancı sermayenin içteki taşeronlarıyla uğraşırsan, medya yoluyla siyasi karmaşa körüklenir.

Amerikanın bölgedeki çıkarlarıyla ters düşersen, mazallah arap baharı sana sıçrar.

Ekonomiyi istikrara bağlayıp, üretimi destekler ve mali yapıyı kuvvetlendirirsen, milletvekillerinin seks filmleri hafta sonu hediye cd olarak gündeme taşınır.

İmralı yoluyla siyaseten üste çıkmak istersen, şehirlere bombalar yağar.

Yerli araba üretmek istersen, planlamayı yapan mühendislerin uçak motoru arızalanır.

Amerikan savunma sistemlerine alternatif sistemler üretmeye kalkarsan, projeyi yönetenlerin intihar eğilimleri tavan yapar.

Gelişmeyi güneydoğuya ulaştırmak istersen, buraya yatırım yapacak işadamlarının işleri birden kesilir, kredibiliteleri sarsılmaya başlar, puanları tepetaklak olur.

Rum ve ermeni, yahudi ve misyonerlerin ayağına dolaşırsan, borsadan yabancıların paraları ve işlem hacmi negatif yönde azalır.

Bankaları vesair bütün temel altyapıları yabancılara satmazsan, bu kurumların piyasa değeri yarı yarıya düşer.

Yurtiçindeki yabancı vakıfların çalışma alanına girersen, birden gösteriler başlar, laiklik elden gider, dolar TL'yi döver.

Savunma ihalelerini dışarıya vermezsen, sarkozi merkel berluskoni putin obama ve diğer ikonlar Ermeni soykırım yasa tasarısı için imza toplar.

Araplara kanaat önderliği yapmak ve dış ekonomiyi rayına oturtmak istersen, suriye ırak azerbaycan ve diğer sınırlardan onbinlerce mülteci kapına dayanır.

Kıbrısta petrol aramaya kalkarsan, kriz söylentileri iç piyasayı durdurur, faiz baskısı yatırım ve istihdamı keser, bitirir.

Nükleer santral ve hidroelektrik santralleri ile dışa bağımlılığı azaltmaya kalkarsan, üniversiteler, aydınlar ve çevre kuruluşları beyoğlu asmalımescitten çıkar ve rambo olurlar.

Avrupa topluluğu girişimleri için bastırırsan, gazeteci, papaz, misyoner ve turist cinayetleri başlar, cezaevlerinde işkence hortlar, ergenekon davası dallanır budaklanır.

Bu yazıyı yazdım diye AKP li olduysam, verin bana belediyeden 2 ihale, bak nası kurtarıyorum memleketi.

29 Nisan 2016 Cuma

ŞEKSPİR 31 ÇEKER MİYDİ?

Tarihin müzmin şahsiyetlerinden William Alexander SHEAKSPARE, bilinen hayatının dışında ince bir detay gibi görünsede; mastürübassion yapar mıydı?

Şekspir efendi, yazdığı ölümsüz eserlerin yanında ayrıca bir özel hayata sahipti. O zamanlar artist - tiyatrocu - sanatçı takımının şimdiki gibi çok şairane bir hayatı yoktu. Yani kimin eli kimin cebinde vari bir yaşam tarzı henüz sergilenmiyordu tarihin tozlu raflarında. Ki, ben daha 1912 deki titanik seyahatinde bile kimsenin sevişme maksadı ile gemiye bindiğine inanmıyorum.

Şekspir, zaten derin ve his zengini bir alim olarak, seks ihtiyaçları konusunda çevresindeki matmazelller ile arasına mesafe koymak zorundaydı. Dünyada deha olmanın yan etkisi; ilişkilerde size konulan engeller ve gizli korkmalardır. Zaten Şekspir, eğer kendisine her ilham geldiğinde sevişecek bir yapıya sahip olsaydı, o kadar zeka, o kadar evrensellik, o kadar uhreviyat derin bir çukurda kaynayıp gidecekti. Eserleri bize değilde balıklara ulaşacaktı.

Zaten şekspir, eğer cinsel ihtiyaçlarını karşılama cihetine gitseydi, mutlaka zamanının bilge hatunları ile kontakt kurabilirdi. Yani az biraz yaşlı, çok biraz içi geçmiş. Genç ve çıtırlara yönelseydi, aradaki zeka ve yaşamışlık uçurumundan dolayı bu kitleyi çekici bulmayacağını düşünüyorum. Yani eğer yaptıysa, rahibelerle, zengin dullar ve emekli fahişelerle yapmıştır. Sanmam ama, büyük ihtimalle yapmamıştır bu durumda.

Şekspir, şayet evli bir kadınla ilişkiye girmişse, ki yapar, insandır, mutlaka çok kaçamak durumlara girmiş ve iki arada bi derede erimiştir. Sonradan bu yasak aşkın yansımaları olarak, yüz metreyi 15 saniyede koşabilme hedefini gerçekleştirmesi muhtemeldir. Aşk o zamanlar çok pahallı ve meşakkatliydi. Belkide bu ölüm korkuları şekspir efendiye bu derece uhrevi senaryolar ürettiriryordu.

Zaten şekspir efendinin teatral senaryolarına baktığımızda, iç dünyasındaki derin haykırışların, filozofisinin, yaşamla ölüm arasındaki trajikomik çelişkilerin dışavurumunu görmekteyiz. Yani şekspir varoluş ile dalga geçmiş ve ironiler tavan yapmış. Diyebiliriz ki; minik mastürbasyonların yansıması şeklinde yazılar yazmış. Eserlerinde orgazm izleri görmekteyiz.

Şekspirin bize ulaşan resimlerinde ise gözlerinde bir muzur ışık, kafasında parlak bir kel oluşumu, muzip bir gülümseme, bir o kadar da hüzün salatası görmekteyiz. Tüm bu yansımaların iletişim olarak "yaşanmamış cinselliğe" tekamül ettiğini söylemek bilimsel olur. Haliyle tüm yaşanmamışlıkların temelinde kendi kendini avutma sendromları ağır basar.

Tüm bu tarihi tespitlerim ve bilim süzgeçli çıkarımlara istinaden soruyorum:

ŞEKSPİR 31 ÇEKER MİYDİ?

28 Nisan 2016 Perşembe

Barack Hussein OBAMA' nın oluşumu ( siyasi roman-romantik macera )

Obama dünyamıza öylede böylede girdi. Dünyanın geleceği, kriz, barış ve yeni modelller üzerine etkisi genellikle iyimser atmosferlerde tartışılır oldu. Sanal bir kaplan oldu, siyah inci ve barış meleği olarak anılan Obama, tophaneye bile geldi, kedimizi sevdi, Tayibi öptü, conrad deniliyor ama çırağanda dansöz seyretti, büyük ihtimalle aralarında beğendiği bir tanesiyle de gymsex yaptı veya yaptırıldı. Olmaz demeyin zira karısı yanında yoktu, boğazdaydı ve iyi besleniyordu.

Herkes Obama'nın geçmişi veya siyasi kariyeri üzerine yazdığımı sanacak, ama ya-nı-la-cak. Ben bir hayalgücü araştırmacısıyım. Şimdi size muhterem annesi ve babasının barrack obama'nın doğumu için beraber olduğu gecenin ayrıntılarına gireceğim. Orjinalinden tercümeli, dokuz tekmilli.....

Annesi: Joja ( Yasemin )
Babası: Amuro ( Emir )
Büyücü: Hayador ( Haydar )
Şef: Mutamba ( Mustafa )
Kaplan: Killfor ( Orman katili )
Goril: Helfi ( Elif )
Maymun: Maula ( Mualla )

Nemli bir Sudan akşamıydı, güneş turuncu, bulutlar kurşuni, dağlar mor ve üzeri 1000 yıllık kar. Köye akşam birbaşka çöküyordu, geceyi haber veren tamtam iniltileri dağlardan aksederek tempoyu çoğalttı. Yasemin akşam yemeğinde tavşan yahnisi ve baldo pirinci yapmak üzere tandıra çalı attı. Bir yandan da bataklı damın kızı Aysel edasıyla pencereden kocası Emirin uzaktan gelişini seyretti. Sırtında mağarada depoladığı üç tavşan ve bir testi vardı. Kocası yakınlaştı ve karşılıklı jumato dansını yaparak günün ritüelini gerçekleştirdiler.

Emir karısına tavşanları verdi ve mızrağına dayanarak günün ayini gerçekleştirmek üzere transa geçti. Gözleri açıktı ve terliyordu. Yasemin erkeğinin terini sildi, ve ona su ikram etti. Suya kekik katarak, emir'e bir hoşluk jesti yapmayı da ihmal etmedi.
Emir karısına son derece açık gözlerini dikti ve yaşadığı olayı anlattı:
Bugün Nil'e doğru ilerlerken ormanın çalıları arasında bir gölgenin beni takip ettiğini gördüm ve koşmaya başladım. İlerdeki çalı yumağına gizlendiğim anda gölge birden canlandı ve karşıma kanlı sarı gözleriyle Elif çıktı. Hayatım gözlerimin önünden bir drama olarak geçti. Bu vahşi hayvanın üç arkadaşımı gözümün önünde parçalaması benimde sonumun geldiği demekti.

Yasemin müthiş gergin bir soluk aldı, ve anı yaşamaya başladı; peki sonra?

Bana bakan yüzündeki nefreti sana anlatamam ama o yüzdeki kaslar birden gevşedi ve sevgi hayranlık arası bir ifadeye büründü. Bir bana birde güneşe bakarak, elime dokundu, hatta sevdi diyebilirim. Saçımı inceledi, üstümü silkeledi, dallardan iri bir yaprak kopardı ve elime tutuşturarak ayrıldı. Kendimi tokatlayarak ayılmaya çalıştım. Ve mağaraya doğru yola çıktım. Yolda karşıma Haydar çıktı, şaşkınlığıma bir mana veremedi, bende heyecanla ona yaşadıklarımı anlattım. Benden yaprağı aldı ve ateş yakarak su ısıttı, yaprağı kaynattı ve bu gizemli içkiyi doldurarak bana bu testiyi sundu.

Ne işe yarayacak bu testi yüce Haydar? dediğimde, ise bana sus işareti yaptı. Geceyi yaşa diyerek, gerisin geriye koşmaya başladı.

Yasemin çok şaşırmıştı ama kendi başına gelenleri anlatmasına bir vesile bulmuştu. Dinle beni Emir ve yorum yap ben susunca diye ekledi.

Sabah sen gittikten sonra kabilemizin şefi Mustafa evime girdi. Biliyorsun onunla birlikte olmayan hiçbir kadının kocasıyla birleşme hakkı yoktur. Ben onun ne için geldiğini bildiğim için, tütsüleri yaktım ve soyunarak çalılara yerleştim. Mustafa bir sigara içti ve kendisinin tanrıların elçisi olduğu manasına gelen şarkıyı söyledi. Kabilenin diğer kadınları ise dışarda zılgıt atarak bu olayı perçinlemeye ve ilk aşkı resmileştirmeye çalışıyorlardı. Artık Mustafa'ya hazırdım. Ama üstüme değil yanıma yattı. Sanki bir sırrı bana açıklamak ister gibiydi. Bilirsin yatakta konuşulmaz ama ben ona sordum. Neden zinciri kırmıyorsun? Mustafa ise bana cesaretim ve teslimiyetçiliğim için teşekkür ederek, artık tam bir Kwana kadını olduğumu ve seni bu akşam tarlama davet etmem gerektiğini belirtti. Mümkünse diğer kadınlara bu ritüeli gerçekleştirdiğimizi ve vahşi timsahlara benzediğini söylemem ricasında bulundu. Bu bir istisnaydı, çünkü büyücü Haydarın kemik falında çıkan kehanete göre bakireliğimi korumam ve sana vermem hakkında kuvvetli bir mesaj görülmüş. Üç kere üstüste düşeş gelmiş. Giderken bana bir pusula bıraktı, üzerinde şu yazıyordu.: B.H.O. Ne demek acaba.

Ve çamaşır yıkamaya dere kenarına gittiğimde birden kilfor ile karşılaştım. Dereyi geçmesi ve bana saldırması sadece kuş ötüşü kadar kısa olacaktı. Umutsuzca derede sağa sola koşarken dizlerim üzerine düştüm. Üzerimdeki pusula yere düştü ve kilfor beni bırakıp bu kağıda bakmaya başladı. Bana döndüğünde ise bakire olarak öleceğimi hissettim ve tanrı lamulanın yanına "bakireler cennetine" gideceğimi anlayarak günün ikinci teslimiyetine hazırlandım. Birden dizlerimde bir sürtünme hissettim ve o vahşi canavarın kanamakta olan dizlerimi bir anne şefkatiyle yaladığını gördüm. Sonra bana bir uysal kedi gibi sürtünmeye ve sevgi şarkıları söylemeye başladı. Ormanda kaybolması ise aynen görünmesi kadar çarçabuk oldu. Maula tüm bu olanlara şahittir birde gökyüzü.

O halde tüm bunlar bir tesadüf olamaz, tavşan için ısıttığım suyu getir, temizlenmek ve sana kendimi kara Afrikanın gizemi olarak sunmak istiyorum dedi yasemin. Haydarın egzotik karışımını içelim ve şu yükselen tamtam sesleri eşliğinde......

TWİTTER

Müflis yağmur inerken istanbulun tozlu raf benzeri caddelerine, boş bir muhabbetin kuzey kutbundaki adam bilgisayarının başına oturdu. Çayı bitmiş, sigarası az kalmış ve saatleri gerisayımdaki adam, mustafa.

Gözü ağaçlarda, varsa ağaçlardaki garip kuşlarda idi. Sakin günün sakinliğinde eşelenen sokak köpekleri gibi yağmurun durmasını ümid ediyordu. Yağmurdaki ayakizleri gibi kararlı bir ümide saplanan bu adam durduğu yerin doğruluğundan emin olmayı bugünün kutsal amacı belledi. Hoş emin olsa bile mezarlıklar vazgeçilmez adamlarla dolu ve her ölüm erken ölümdü. Ne mutlu manaya maydanoz eklemeyi başarabilenlere!

Birden gözü ve gönlü ekranındaki akranlarına takıldı. Twitter diye bir akımın sık kulaçları ile karşılaştı sanal alemde. Çünkü alem madara olmuştu bu sanal alem sayesinde. Belki onada bir orman menekşesi düşebilirdi bu twitter'dan. Ümit boş, hayali hoş devrimini yaptı, ve hayatının satıhlarını Twitter rengi ile renklendirmeye sıcak baktı. Ne'si ilginçti paylaşıma verilecek, ha nesi? Belki aşağıdaki renkleri birbirine katarsa ortaya çıkacak yeni nesil renk Cemil İPEKÇİ'nin dikkatini çekebilirdi.

Twitter aslında siklon şeklindeki hortum diye bir anlamın karşılığıydı. Demekki kendi etrafında ne kadar şiddetli ve hızlı dönerse bu mustafazat, etrafa o kadar renk sıçratabilirdi.

Emin olun Twitterin fikir babası bile bu kadar derin boyutta düşünmemiştir eserini.

Hergün metronun osmanbey durağının rumeli caddesi çıkışında 1850 1910 tarihleri arasında çıkış yapması mı?

25 tane adamın bir topun peşinde koşup birbirine tekme atması mı?

40 lı yaşların ikindisinin azalan ışıkları ile geleceği aydınlatmakta zorlanması mı?

Çocukluğunun bahçesinde oynadığı gangester piyesleri mi?

Hayattan bir gün rövanşı almak ile ilgili artık megaloideaya dönmüş hırsları mı?

İnsanların iyi olduğuna inanması mı?

My Darling, hangibiri?

ÖLÜ PİPİ

Erkekler eskidikçe kadın denilen mefhumun gözlerindeki değeri abarır da abarır. Zira yaşama katılım belgesidir üreme heyecanı.

Teknede barda otobüste bi dolu güzel ve bakımlı aşufte görüyorum. İçimde bazı kıpırtıları önleyemiyorum. Göz mesajları ile kendimi tartıya vuruyorum. Kel-çirkin-hantal, edebi-tecrübeli-romantik, bi sürü kavram kafa kafaya tokuşuyor ve değer arzettiğime inanıyorum. Ama asla değerimle çelişkiye düşmeden. Her kadının her düşüncesi olan "ben en güzelim ve en dişiyim" fenomenini erkekleştirerek kendime yaftalamak bu olsa gerek, zira her kadın gerekirse orospudur.

Bi zamanların en değerli tümcesi olan " ben o kadını daha bulamadım" süslemesiyle birlikte hezeyanlarımın üzerini toprakla örtüyorum. Bulacağıma inanmadığımı da eklemem gerek, zira ben uzun boylu bir romantiğim, havalarda görseniz de ayaklarım yerdedir.

Facebok, karı siteleri, yada karıların topluca bekleştiği yerlerde kolayca hatun bulunabiliyor olsada, ben o kadını bulamadım. Çünkü oralarda aramıyorum.

Dün beyoğlunu gezdim, bir sürü bohem sokaklara saptım, bi sürü aşufte ile gözegöz geldim, ama ben o kadını bulamadım.

Bir sürü özünü açan kadınla tanıştım, bi sürü kisvelerle hatunlarla oturdum ama ben o kadını bulamadım.

Bir sürü kadınların yazdığı şarkı ve şiiri dinledim, bi sürü köşelerde aşkın tarifini yapanı buldum, ama ben o kadını bulamadım.

Bir sürü kadının yanında uyandım, ama ben o kadını bulamadım. Hatta dünyanın en güzel kadınlarının oynadığı filmlerde bile o kadın yoktu.

Şimdiden sonra bulamayacağıma göre, yapılacak tek şey, o kadını makyaj hileleri, peruk, korse, topuk, ve plastik cerrahi ile mustafalaştırmak, yani içselleştirmek, sizin anlayacağınız ey yumurta kafalar: O kadını bulamamaktan bulmamaya geçiş yapmak.

Işık ver yada aydınlık

Goethe ölürken zemzem suyu değilde neden ışık istemiş, sinoplu diyogene neden gölge etme başka ihsan istemem demiş, Atatürk neden en büyük düşmanın cehalet olduğunu işaret etmiş?

Elbette bize hava su kredi kartı limiti, ex-aşk, köntür, lazım ama bu derin şahsiyetler ne diye bilimi bunlardan daha öte gerekli görmüşler. ( biliyorum halihazırda fakat düşünmenize aracı olma geyiği bakımından. )

Bende maaşsız-primsiz-yemeksiz ve yolsuz sadece 2 çay karşılığında meraklarımı çözecek meraklılar arıyorum. Temel meraklarım neler derseniz?

Neden bir dişi ile yatmadan önce biz onu kafeye, dansa, doğaya, yemeğe, disketeğe ( yerine göre sergi veya eski istanbula ) götürmek zorundayız. Direk yatsak daha çabuk tanışmış olmazmıyız? Artı o bizi daha iyi tanıma şansı bulacaktır. Ziraaaa; zaten günün en sonunda dişili veya dişisiz yatmak zorunda kalmıyormuyuz? Sonu yataksa her halükarda bu zahmetlere bu sıcak havalarda katlanmak sorunu çekilecek yokuşmudur?

Neden birşey satarken müşteri bize biraz düşünmem lazım yada karıma-kocama soracağım der? Bunu daima tekrar eder? Satıcıyı salak yerine koymak yerine direkt: Bu senin fiyatın kazıkmı, düşük verdiysen bile ben bu fiyatı sağda solda kırdıracağım, yada imalathanesine gidip, senin listeni maaliyetine alacağım, der ve çay parası bırakmayacak kadar arkasından öksürtür?

Neden bizi yöneten-yönlendiren artı sunulan herşeyi beğenmez ve daha iyisi nezdinde fikir üretiriz? Belediye, patron, anababa, öğretmen, hükümet, lokanta, danışman, müdür...Bişeyi beğenmeyince bize para veren bir mercii veya ilahi kudret mi vardır, şu açık pazar ekonomisinde. Eski rusyamıyız da bize verilenle yetinelim? Değilsek neden kendimiz bişeyler olamadıkta, hiçbirşeyi beğenmeyerek ahkam keseriz?

Neden etrafımız eskiden işler iyiydi, şimdi yaprak kıpırdamıyor diyen insanatla doludur. Eskiden işler iyiken yatırım yapmayıp, yada parayı yazlığa, cinselliğine, newyorka harcayan adam bugünleri düşünmezde daima işlerin tıkır olacağı ihtimaline sarılır? Bu adamla yapılacak alışveriş veya ticaret bizi ne kadar kalkındırır, geleceğimizi ne kadar kurtarır, şikayet eden önce kendisinden etsin bakanlığı kurmak gerekmezmi?

Neden devlete iş yapmak için arada ayarlayıcı adam olması gerekir, neden belediyeye girmek için o partinin adamı olmak zorundayız, neden cemaate girmeden cenazemizi bile kaldıranıyoruz, neden bir tanıdık olmadan hiçbir hakkımızı savunamıyoruz, sonrada oy atmaya-vergi vermeye gitmeyen adamı yerden yere vuruyoruz?

Neden gerizekalı iş bulucu internet siteleri başında vakit geçiririr ve beklentilere dalarız? Her müraacatımıza, otomatikman: sizi kaydettik, aranılan pozisyon olursa sizi kayıtlardan çıkarıp ararız diye gelen mesajları okumak zorundayız. Ben bu mesajı atasınız diyemi size müraacat gönderiyorum, em ay embesil? Biz sanki hiç işe adam almadıkmı? Sonunda patron denilen spermik mazlov, müraacatlar arasından en verici bayan personeli işe al, bak bakalım isteyince verecekmi diye test ettirmiyormu? Siz insan kaynaklarımısınız yoksa muhabbet tellalı felanmı, yani servis sağlayıcımısınız, girlfrend sağlayıcımı?

Ben elbette usül erkan biliyorum, ama sanırım istihdam fazlası olsa gerek, sonuç getirmeyecek tüm bu endirektlilikleri test ederek bir yere varamayarak, ömrümüzün sonuna varacağız.

Kissu...

El-Futbol Mondiale ( Futbol dünyam )

Dünyanın en menşur paylaşımı olan futbolla ilgili bir duygu bir sevgi filmi izlemiştim, başarı, mağlubiyet, umut, meydan okuma, aidiyet, şiddet, futbolun arka plana ittikleri ve binsürü şey.
Tanrıya en yakın olduğumuz an dua ve ibadet ise, tanrının bize dünyada bahşettiği en tanrısal şey ise "gol" olsa gerek. Zira tuttuğum takımın attığı gol beni bu dünyadan uzaya fırlatan tek araçtı. Gol olunca yanımda oturan şahsiyetle tek yumurta ikizi olurum. Laz-kürt-militan-patron-emekçi yemekçi farketmeksizin hemde. Gol olduğunda kendimi dört sıra önde bulurum, zira, gol sizin mahşerinizdir, toplumla dnanızın kaynaşımıdır. Gol olduğunda sizi herşeye yetkili hale getiren bir sihir vardır. Patrondan, terkedenden, hakkını yiyenden öyle bir intikam alırsınki, tavşanın kaplumbağaya yetişme şansı bile ortadan kalkar. Gol olduğunda öyle bir kudret seni sararki, yarın, haftasonu, aysonu hepsi manasızlaşır, o an vardır benden içeri. Gol olduğunda geçmişinizden öyle fecii bir intikam alırsınızki, geçmişin sizinle yüzleşmesi denilen kavram; kağıt gemiler kadar uzakta bir nokta olur. Gol olduğunda size öyle bir kudret gelirki, üstad namık kemal bize size ancak kronometre tutacak haldedir. Gol olunca sevgilinizle hiçbir sorununuz kalmaz. Yaranız kanamaz, kemiğiniz kaynar, içinizde...

Gol fransız ihtilalidir, gol, ortaçağın karanlıklarının yerine papatyalardan gelen ışığın konulmasıdır. Gol sizin çocuğunuzdur, dünyaya getirmeye aracı olduğunuz, gol sizin dünyadaki eserinizdir yegane ve yeknesak. Gol kuşatmanın sonu olan zaferdir, gol, yıllardır kazdığınız tünelin ucundaki ışıktır. Gol tarihte gömüldüğünüz mezarın çökmesi, gol pentagona dikeceğiniz bayrak, gol kaderin çaresiz kaldığı güçtür. Özünüzü ağlara çaktığınız imzadır.

Yazımın başlığı futbol idi ama futbol da goldür.

Dur dur, dur ha geliyoo, dur ulan vur be, ulan bas bas hayvan herif tamam aldı, pas ver yok yokkkk verme, ulan kale işte.....

GOLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLLL

Anadoluya dönmeyi düşleyenlere

"Doğdum okudum çalıştım evlendim ebeveyn oldum müdür oldum yastık altı yaptım gizli aşklar yaşadım eğlendim, artık Anadolunun çayırına yaslanma zamanıdır diyenlere,,,,

Her neyse şikayetin kentten medeniyetten
Bıktın artık taksitten, sıkışık trafikten

Şu köyümün yağmurudur beni kurtaracak harc-u merçten
Demekki dokuz canın var, vereceksin birini yekten

Oysa o değilmi ki; köyden kente göç etmiş
Bir hırs var içinde; taşı toprağı ziynetmiş

Gelir gelmez köyünü serdi senin tarlana
Kalabalığı gördükçe içindeki ateş harlana

Önce yerine çöktü huzursuz etti milleti
Önceleri gecekondu, şimdi villa sahibi

Acıyordun merkebe, veriyordun zekatı
Zekatlar birikince yiyiyorsun tokatı

Önceleri mütevazı, saksısında bir bitki
Ebenin çayırına köylü bayrağı dikti

Şimdi medeniyetten kaçma vakti diyorsun
Emekli olmak için günleri sayıyorsun

Köyde bulacağını san bir bostan dolu huzur
Köyde huzur olsaydı kaçar mı kırsal gavur.

Şimdi seni bekliyor dedikodular gırla
Nasıl milletin efendisi bir bostan ve ahırla

İnsanlık mı arıyorsun, köyde nah nah bulursun
Köyde huzur ararken kuru kazığa oturursun

Tavuğun bahçeme sıçtı, kestim onu bıçakla
Tavuğa terbiye ver bebek gibi kucakla

İneğin yıktı geçti tarlamızın çitini
Köpeğin sallanınca yola döktü bitini

Tarlanın sınırını yapma bizim bostana
Terbiye vermemişsin kız olacak yosmana

Kaçtın geldin şehirden ne istedin köyümden
Şehirden geldin beri, huzur kaçtı evimden.

Bir de namussuzlar ki, imam muhtar tam sapık
Geri kalanı ayyaş, tüm karılar münafık.

Şehir rezil olsada, bizim naçiz yerimiz
Şimdi köyde olsaydık nasır tutar gerimiz.

KONTRAATAK

Hayat durdurulamaz savaş trenleri gibi korkutan hızlarla üzerime geliyor. Sağda solda sağlı sollu düşman tuzakları. Ne için savaştığımı bilsem keşke, hücrelerimi daha iyi örgütleyebileceğim. Düşüse paraşütsüz başlamış acemiiler gibi kuşlardan bulutlardan medet umar durumdayım. Yada çocukluğumun apansız zuhur eden süper kahramanlarından.

Keşke yeteneklerimi sergileyebileceğim isimsiz bir kahraman olsada düşüşümü nihayetlendirebilse. Ona arya söyler, lambada yapar, ünlü taklidi ile neşesini arttırabilirim yada bir fıkra anlatarak.

Bir düzenin düzeneği olmayı yedirebilseydim kendi kendime negüzel düzenden beslenebilecektim. Oysa 2 metrekarelik ağılında günlük yiyeceği belli olan, süt verimi ölçümlenebilir, mezbahaya gönderilme vaktini bekleyen bir büyükbaş olmayı sindirebilseydim diye halen daha tereddütlerim de yok değil. Sanki yaradan bana savaşçı kimliği vermesemiymiş neymiş?

Kullanılmayan yetenek yetenekmidir diye zihnimi bulandıran oportunist sorularlada karşılaşıyorum zihnimde. Oysa zamanında birçok kişiye -sen akıllı adamsın ama aklını kullanmayı bilmiyorsun diyen başkasıydı. Tarih işte böyle seni altına alır, hatta inletir.

Zuhuratbaba keşke zuhur etsede şu karmaşık zihnimi çözse diye düşünmeler sonucu zuhuratbabaya gitmeyi de düşünmek içimden geçiyor.

Ama bilki garbın afakını sarmışsa bile senin garbın kadar serhaddin var, medeniyyet dediğin takma dişle seni ısıran canavar diyerek, birşeylere saldırmaktan korkmamak lazım.

Seni gece kabuslarında korkutan şey bir hayal düzeneğinden başka nedir? Hayallerin ağırlığı tartıldığında bilimsel olarak birkaç gramdan ibaret değilmi? Ölçmeyi deneyenler yalan söylemiyorlar değilmi? Uyandığımızda bir soğuk duş ile bu zehir şebekeye karışıyor, ordan denize, ordan bulutlara ve yine üzerimize yağmıyormu kabuslar? Nereye kadar...

Her kırılma noktasından sonra birşeyleri kırmayı denemek ise varoluşun en klasik sahnesi olsa gerek.

Sana sağlı sollu yumruk darbeleriyle burnunu kırmak, kaşını yarmak, veya çeneni kaydırmak ne kadar çekici geliyor ey hayat, sevişirken acı duymaktan ne kadar zevk alıyorsun. Ne kadar feminensin ne kadar cilvelisin, ve bu akşam boşmusun ey hayat?

ABİm den mektup....

Biliyor musunuz, benim bir abim var, hiç dünyaya gelmemiş, benden önce ölmüş, yani benden büyük ama küçücük iken ölmüş.

Benimkiler ona küçük bahçemizin ucunda üstünde akasya bitkisi olan bir mezarcık yapmışlar, her kapıdan çıktığımda karşıma gelen. Ölümü unutma ve unutturmayan.

Belediye zaten eski evimizin olduğu yeri "çevreye zarar veriyor" diye yıkmış. İnsanların hırslarını gömemezsiniz ki..

İşte o abim küçücük elleri, yumuşacık yüreği ve ilerideki görüşmemiz ile ilgili mektup yazmış. İnsanların yaşarken birbiriyle kapıları kapalı ve duvar iken, o başka alemlerden bana mektup yazmış.

Diyor ki,,

Sevgili kardeşim, benim yerime benim kontenjanımdan yaşayan hiç göremediğim küçüğüm.

Hiç bir zaman kalıplarını zorlayıp başka bir hırs ile yaşam duvarlarına tırman ma oldu mu? Benim en büyük eğlencem burada seni seyretmek, annem ve babamla yorumlar yapmak. Bizi neşelendirmek hoşuna giderdi senin burada olsaydın.

Sevgili küçüğüm, ara sıra hasarlandığını görerek üzülüyoruz, belkide senin üzüntülerin, bizin üzülme şansına sahip olamadıklarımızın toplamı. Ama sen seni üzenlere karşı o kadar hoşgörülü ve tedbirsizsin ki, sanırım başına gelenlerde seninde payın var. Bak işte birileri seni düşürmek için, birileri seni yaralamak için, birileri seni küçültmek için sinsi ve gizli işler yapıyorlar, ve hiç vazgeçeceğe benzemiyorlar. Belkide seni bizlere kavuşturmak gibi bilmediğimiz niyetleri yada görevleri olabilir.

Burası çok kötü bir yer değil, hiçbirinizin korktuğu gibi de değil aslında, ama buraya kötülüklerin arasından geçerek ve kötü olmadan gelinebilir ancak. Senin yerin bizim yanımız değil ama bizim tek yerimiz senin yanın güzel kardeşim.

Bütün mehirler birgün cennet bahçelerinden birinde çok keyifli bir piknik yaparız ve umarım hiçbir eksiğimiz olmaz.

Bizi özlediysen, kendinde gör ve kendini sev, ayna arkasından veya belirsiz bir yerden seni sevdiğimizi bil.

Cennetlik abin.

27 Nisan 2016 Çarşamba

ŞU AN ARAMIZDA OLMAYAN KAMİLİN RUHU İÇÜN

KAMİL 1969-1999

Kamil denir denmez aklıma Nişantaşı gelir. Kamil bir dönemin ruhuydu, deniz gibi taşan ve taşanı içtiğimiz. Başak olarak sürgün verdi, fidan olarak boy verdi, bambu gibi fışkın verdi.

Kamil'i kendimi bildiğim okul olan N.Hatun ilköğretim okulunun üst sınıfında tanıdım. Her 3 boy büyük çocuğa duyulan nedensiz hayranlığımla. Kamil nasıl olduğumuzu sorar, bizimle oyunlar oynardı ama kel müdür alt sınıflarla arkadaşlık eden çocuklara kota koydu, ve konuşmayı bile sündürdü.

Kamil mahallemizde babasız büyüyen bir çocuk olduğu için hem büyük hem küçük statüsünü kendine yedirmekle hükümlüydü. Anasının tam tekin olmayan bir kadın olduğu, ve kamilin namus denilen kavramı kitaplardan değil, yaşayarak giymeye çalıştığını gördük.

Kamil çocuk olduğu zamanlarda sabahtan başlardık top oynamaya. Akşamın ışıkları bitişimiz, akşamım ezanı ise uzatmalara denk geliyordu. Manyak çalımlar yapar, amansız şutlarıyla golü sokar, ama hiç bir şey demeden arkasına dönerdi. Bir ara Atomspor diye bir oluşuma kaydoldu, ama parasal sorunlar doğdu, Türk Futbolu bir yıldızını söndürdü.

Kamil ortaokula adapte olamadı, oysa o çocukluğumuzun şöhretiydi ama demek mecra kayınca hayat'ında kayma ihtimali gerçekleşiyordu. Kamil sanayide oto tamir çıraklığına girdi. Onun kara elleri, kara giysisi ve kararan yüzüyle Zonguldaklı zannedilmesi içten bile değildi. Bir gün ustasından yiyince tokadı, futbol hayatımıza geri döndü.

Ama kamil artık başkalaşıyordu. Çöpten bulduğumuz poruno içerikli dergilere baktıktan sonra pantolonunun içine sokmaya başlamıştı. Ayrıca kızlara da önem vermeye ve konuşmaya. Üst mahallenin kızlarıyla voleybol oynarken yakalıyordum onu. Bu ne yaman çelişkiydi. Birde onu ağzında sigara ile görmüştüm. Demekki kamil artık uzaklaşan bir yabancı olmaya başladı gözümde. İçki içer, hatta çocukken pislik dediğimiz seks batağına bile sürebilirdi arabayı. İlk çatlaklar duvarımızda göründü.

Ama anne kuzuluğu denilen sarmal'ın içindeydi. Annesi onu döver, o ise, garip kızkardeşini döverek durumu eşitlerdi. Onların minik barakalarına göre bizim evin salonu bile saray avlusuydu. Dar bir hayatın daralmalarının sesi akkirmanın sessizliğini bozarda bozardı.

Bir ara mahalleden iyice uzaklaştı. Başka mahallenin bıçkınlarıyla nişantaşında çeteleşme denilen sosyalleşme çabalarına girdi. Filmlerden aşina olduğumuz. Hatta bana bu zamanla ilgili bir itirafında, bir kızla bodrum kata girdiklerini ve onun memelerini öptüğünü anlattı. O kızı bende tanıyordum, mevlutlarda gördüğüm cici bir kız. Ama masumiyetin yalan olduğu ve kadınların ikiyüzlü olduğu gerçeğinin ilk çivisini kamil kafama çaktı.

Kamil, artık nişantaşında farklı farklı işlere girip çıkıyor, bıyık bırakma, gazoz ısmarlama gibi büyüme alametleri sergiliyordu. Artık annesinin himayesine iyice girmiş, ve her sözüyle örnek olmanın çabasını gösteriyordu. Bu arada mahallemizdeki dini bütün kürtlerle cemaatleşme safhasına girdi. Artık elinde kırmızı nur kitapları ile yaşayan bir aynaya dönüştü. Cami yolunda ve Allahın asansörüne dahil oldu. Bizide bu çembere dahil etmek için hem biz hem kamil olabilmek çabası ile misyonu ilerletti. Tek felsefesi; nefsini bastırmak, örnek olmak ve cemaata hizmet'ti.

Artık nuru besin yapmıştı ve elinde hidayetle dolaşan adam sırrına girmişti. Karşıdan gelen kadın veya kızlara bile bakmıyordu. Sadece üryalarında haftada bir kere kadınların onu rahatsız ettiği bir şahsa dönüştü.

Suyun altında nefesini en çok tutan adam, en hızlı koşan, ağaçlarda en imkansız yüksekliğe çıkan liderimizin yerinde yaşayan bir ölü görüyordum. Ama dur, bu ölüyü canlandırmak gerekti.

Antalyada akrabalarımın yanındayken yollarımız kesişti, ziyaretime geldi arkadaşlarıyla. Onları Kemer'e götürdüm. O sıralar Türkiye ÜST'süz denilen kavramla tanışıyorken. Kemerdeki plajda daha ilk dakikada yanından geçen türlü türlü göğüsler, ıslak, muzur, pembeli morlu siyahlı, hoplak, titrek, diri, löp, yani çeşit çeşit, arkadaşım kamili epey sarstı ve sarmaladı. Göz fıldırdı. Bastırılmış cinselliğine tavan yaptı. Kamili arşivden çıkarmıştım. Vay bana vaylar bana.

Kamil elbette nişantaşına döndü. Artık yaşam gailelerine girişmek zorundaydı. Annesini kaybetti, ruhunu kaybetmedi, kızkardeşini evlendirdi, artık dayı oldu, yaşamın ona giydirdiği kostüm ne ise o oldu.

Birgün duydumki, mahallemizin sapığı tarafından kalbinden bıçaklanmış, ölmez adam ölmüştü. O gece'nin uğultusu ile çocukluğumun ağlayışları birbirine karıştı. Kamil, yok daha neler, ama evet ölmüştü. Defnettik, mevluduna katıldık, mezarını sevdik.

Anlatılanlara göre son dönemde biraya başlamış, yemek içmeyi indirgemiş ve gam denizinden görünmez hallere gelmişti. Ölüm ne ağır bir hezimet.

İşte nişantaşının bir fenomeni daha toprağa yar olmayı başarabilmiş.

Bana askerliğini anlattığı günü hatırladım. Nöbet tuttuğu yer istanbul yoluna bakıyormuş. Oradan geçen istanbul otobüslerini seyredermiş, birgün sizin içinizde olacağım tesellisini sayıklarmış uykusuz nöbetlerde.

Şimdiki nöbetinde, tek kişilik koltuğunda kimbilir kimlerle buluşacağı saniyelerin özlemi içindedir.

Kamil, ruhun şaad, yerin cenet olsun, aslanım benim.

MUSTAFA MARŞI

İtin kopuğun netin sardığı bu dünyada
Umudu bitik aşkın gördüğü bu rüyada
Yetmişlerde doğan bir güneşin oğluyum ben
Çöllerde vaha gibi
Belki yeri göğü yakacağım
Böylece sana ve sizlere
Yeşil cennet bırakacağım.

Bu davada solan gülün adı yok
Ne kadınlar su döktü, ateşimin sonu yok
Seni de gönderdiler, ama bunun hükmü yok
Okyanusta ada gibi
Belki senide, seni göndereni de boğacağım.
Böylece sana ve sizlere
Yeniden doğmayi sunacağım.

GUSÜL FEST'2010 +18

Nazlıcan ter içinde geriye doğru kaykıldı,

öfff olmuyor ama olacak ağam,

Halis ağa purosuna davrandı ve şikayet etmeye başladı

Bu örtöpodestin kaşıgı kırılsın, demadikmi nazlican hanım, halvet için ne lazımsa verek diye, kavat aldı 2 milyar kaymeyi, eee biz neden halvet olamadikki?

Nazlıcan ile 1 saati aşkın halvete çalışıyorlardı. Genç kız irisi Nazlıcan, ağasını memnun etmek için zamanla yarış halindeydi, ortopedistin verdiği otuz'a yakın yastık ile, bir yastık havuzunda uygun pozisyonlar için şekilden şekile giriyorlardı, olay o kadar komikti ki, dışardan biri görse yastık savaşı yaptıklarını düşünebilirdi. Ağa purosunu kahve fincanına bastı, dört yastığı sol dizinin altına, 12 yastığı bel altına, 2 yastığı sol ayağının altına, ve 7 yastığı başaltına yerleştirdi, nazlıcanın yardımıyla, kutup ayısı güreşi pozisyonu şemasına baktı nazlıcan.

Ağam sen biraz dik dur, ben sana yanaşayım, heyecan gelirse halvet dersin bana, bende kişnerim ve halvete ereriz.

Tam bir umut doğuyordu ki yastıklar kayıyor ve tutturamıyorlardı kutup ayısı, pardon kutup ağası pozisyonunu, aktif olan hatta ateş parçası olan nazlıcan neredeyse kor haline gelmiş nabzı 180 lere dayanmıştı.

Aslında nazlıcan Antalya falezlerde liseli Namık ile olan önsevişmelerini hatırlıyor, tam ileri gideceklerken, kuğulu parkın ördekleri vakvaklıyor ve lise muhabbetleri yarıda kalıyordu, şimdi menfaat alaşımlı bir evliliğin kölesiydi ve bu et torbası dedeyi memnun edemezse kısa yoldan şut aşamasına gireceğini biliyordu, acaba? diye düşündü:

Birde ağayı Antalya falezlere mi götürsek, oradada halvete eremezsek, yuvarlarım falezden aşağıya, dava mava en az yüz milyara otururum diye düşündü saf gençkız irisi hayalleriyle.....

26 Nisan 2016 Salı

İyi geceler olmadan uyunmaz...

Sen sendin ben ise ben, evrenin hediyesi değiliz aslında hiçbirimiz...

Toprağı eşeleyecek ve sulayacak ve ekecektik değil mi, böyle büyüyecekti ekinler. Güneşe ve belkide bize muhtaç tı çiçekler.

Kim ne için ne kadar fedakar olacaktı ki başka türlü.

Hiçbir izahat bir karşılık etmese de, sıfırdan bir çıktı, ben kaldım.

Göremedim emeği ve fedakarlığı ne benden ne senden.

Solmuş aşklar müzesinin arşivinde bir yaprak olduk, "zaman" denilen farenin kemirdiği.

Yinede bu çocuğu doğurmamalıydı zaman, caminin bahçesinde köknar, mezarlıkta bir selvi, patikanın yanı solgun papatyalar.

Üzgünüm ne demeliyim, tarihim seni düşman olarak kaydetmek zorunda kendime saygım kadar.

Benim iman dolu gönlüm gibi daha bir sürü bahçelerim var, bahçelerin solmuş çiçekleri arasında da aşkımızın mezarı...

BUNLARDA MI YALAN?

Artık yazmak biraz yokuş oldu hayatın çile ve gailesinde. Bu yüzden teklemekte kalbin yörüngesi. İçimde ama inanki içimde hepsi...

Yüreğimde tek tek kalan tellerin çabasıyla bu yazının tuşlarına dokunuyorum.

Bayramdan önceki cumartesi. Bir adam var adı kemal, araba aldı benden ve 15 gündür mekan eyledi dükkanımı. Artık streslenmeye başlamıştım, ter atmaya. İşe girmek istiyor, hükümete yükleniyor, işi gücü ben olmuşum adeta. Bu cumartesi dükkandan uzaklaşmak için gittim bir plakasız arabaya kabin yaptırmaya, ve bağlandı aracım adeta maküs kaderim gibi. Başladı iğneyle kuyu kazma hadisesi.

Ve bir haftadır verdiğim amansız mücadele ve travmalar sonucu sonunda işi bağladım, arabayı kurtardım maddi manevi birsürü gayretle. Ayrıntısını ne siz sorun ne ben söyliyeyim. Sadece konu başlığı para, eziyet, vakit, biriken işler, çözülmeyen yumaklar, çorap sökükleri ve bir dizi muamma.

Bu kadar hayatın içine sokmak istemem sizi, ama bayramdan önce bayramlık hatta kurbanlık bir vaziyetim vardı. Şimdi aldık nefesi pek şükür.

O sırada gördüm hiçbir insanın ben olmadığını ve ben olduğunu. Kültür mozaiğiymişim meğer.

Her insanın iyiyi ve kötüyü bende gördüğü.

25 Nisan 2016 Pazartesi

Sedanur EĞİLMEZ' İN HaYaTı

Sedanur 1978 in sonbaharında Erenköyde doğdu, dolayısı ile 12 eylül öncesi ve sontasını yaşamış bir mefküremiz'dir kendisi.

Erenköy kız lisesinin loşunda elini tutan ve dudağına bir silme ile başını döndüren, kimyasını ikmale bırakan Metin Ustabaş ise ilk erkeği sayılır yüzeysel lise günlerinden.

Babası Ethem EĞİLMEZ'i kaybeder 1998 de kalp yetmezliğinden, Mustafanın askerden döndüğü günlere rastlar.

Sonradan hayatın demirbükeyinden sebep, çalışmaktır hasleti, ki kazanmıştır aslında Gebze mühendislik fakültesini, yine galiptir geçim gailesi.

Elmadağ tarafında bir ithalat mümessiline dahil olur sekreteren, muhasebeyede iteklemelerde bulunacaktır.

Patronunun yoklamalarını savuşturmuştur, dekolteye geçit vermeden, bu ne ahkam, bu ne istihkam. Günümüz kadınının seks davetiyesi gibi dolaşıp, namus abidesi duruşu cinsinden.

Birgün bir kozmetikçi gelir şirketin girişine, niyeti çaycı ablayı inandırmaktır kozmetiğin hikmetine, ama o kalakalır sedanın eteğine, ayak bilekleri muntazam, ayaklar hatasız, tırnaklar cilasız, limonlu spreyide unutmayalaım.

Bir masal rüyası, bir düşler sandalı, karşınızda Sedanur kozmetikçikarısı.

Ama 1 yıl olur, 9 ay 90 gün, çok gezmesinden kozmetikçinin, ıslaktır bu yelkeni geminin, telefonda beş sevgilisi kayıtlıdır kozmetikçi haspinin. Boşanma, boşalma gibi çabucak olur.

Demekki ne öğrendik, suni kokulara inanmayacaksın, üzerine bina yapmayacakın.

Sonradan müdürünü farklı algılamaya başlar Sedanuruyla, evli, ve çocuklu, ama edebi ve ezik-romantik. Ona baba şefkatiyle ve saran bir edayla davranmaktadır, yaparmısınız lütfen diye lafa başlayan kiplerle, bir çay içimi, kitap bile yazmıştır müdürü, bir sonbahar aşkıdır sedanurunki, aşk-üst ilişkisi.

Evlilik mi, o çok uzak ihtimaldir artık, sonbahar yapraklarıyla bezeli Sedanurun ezelinde.

Demek ki ne öğrendik, kadın erkeksiz ayakta kalamaz, nefes bile alamaz, ama resmi ama gayriresmi.

İster aşkın üstüne ilişki giydirin, ister ilişkinin üzerine aşk, Sedanuruda böylece resmettik, her türlü ilişkiden uzak.

Mustafa MEHİR, sizin mustafanız. mayıs.

NİHATIN AĞZIYLA SÖRVİVOR

Ulan baskallll, napıyosun çalıların altında, maymun eken fırtına biçer oğlum, arap koddumun çocuu.

Yahu şu zeynep halanın safında yer aldım diye yanlış mı yaptım acaba? Bu zeynep nişantaşı karısı, trente - rüzgara göre hareket eder kati surette, acaba asena hanıma yanaşıpta, en büyük dostluklar kavgalardan başlar, delikanlı yanlış anlarsa yanlış yapmıştır diyerek bir muz uzatsam doğru olur mu?

Teryaaa, oğlum teryaa, olimpiyat madalyası alabilirsin ama delikanlılık madalyası alabilmen için dünyayı kulaçlaman lazım kaslı kurbağa. Stilini sitiym ben senin. Nihat varsa baklava börek yersiniz, nihat yoksa kayaya sürter tersiniz.

Acun bey, ben burada ezilenden yana tavır koydum, ezilen ben olduğuma göre, kendimden yana tavır aldım. Geçen gün götümü ısıran yengece de söylediğim gibi, beni buradan gönderecek adamın yengeci olurum, götünü ısırırım. Yada bu yolda ölürüm.

Özgeeee, ulan özge, ismin özge ama kendin özdemisin, bi söyle bana, sanmaki sana yavşaklık yapıyorum, belki de bu adada yazılmış kaderimiz, baskaldan uzak dur, nihata yakın dur, yarınki oyuna katılırsam sana piza ve baklava yedireceğim. Yermisin nihatın baklavasını, yersen ye.

Asena hanım, aseeee, ibo beyle yaşadığın kavga yüzünden sana sempadi besliyorum, ama sen bütün beslediğim hisleri aç bıraktın, bireysel oyunlarda haddini vereceğim eline, isterse kıvırma yarışması olsun, öyle bir kıvırırım ki, adadaki yengeçlerin bakışı değişir, memleketimin yengeci kadar olmasada....

SON BAKIŞ

Eskitmeyi öğrendim gözümde kadınları.
O billurlukları, O tad'ları, ve o baharlıklarına,
Ve tüm hallerine yılların kostümlerini giydirdim.
Cennet yüzlerine.
Sıcacık gülümseyiş, inci diş, çiçek tenlerine.

İsmi Eda idi, Seda idi, Veda idi,
Güzel yaşlandı bütün isimler.
Sımsıcak bahar kırlarında
Serince bir dokunuş resimler.
Şimdi beşikten mezara kalbimdeler.

Gün mazi oldu, Mustafa söze kalır.
Bu dünyadan meylini almış.
Bi dolu sevda yaşamış ecr ve ömürüyle
Şimdi sevda kayıp nehirlerde sır.
İfşa ediyorum bir daha sevmeler yok.
Bundan sonra seven baharda kışa kalır.

Bayram Tatilinde CEHENNEM anıları

Şu topçular iskelesi nede cehennemi bir yer, bu beklemeler beni tüketmesin diye oturdum notbokuma, yazdım taze sıcak anılarımı.

Cehenneme bileti aylar öncesinden hazırlatmıştım, bayramdı ne olur ne olmaz. Girişte bizi baş zebani karşıladı, elleri ateş gibiydi.

İlk görselimiz fuhuşçular. 2 metrekare bi çukurda saniyede 3000 devir ateş içinde döne döne kavruluyorlar. Fuhuşu ben böyle bilmezdim ama, sanırım fuhuştan uzak durmak gerekiyormuş. Bu çukurda 2 milyar fuhuşçu olduğunu söylediler, insan ancak bu kadar küçülebilir.

İkinci görselimiz kumarcılar. Bir metrekare çukurda beşyüz milyon kişi. Tam seçemedim ama hala daha zar atıyorlardı. Can çıkar huy çıkmazmış dedikleri bu olsa gerek.

Üçüncü çukurda din istirmacıları yığılı. Hem yanıyorlar, hem presleniyorlar, hem biçiliyor hem deliniyor hemde pislik yiyorlar.

Çukur dört, burada da tecavüzcüler var. Tecavüzün bini bir para. Dünyada yaptıkları burada başlarına geliyor. Ama bu sefer onlara vahşi kutup ayıları tarzı zebaniler eşlik ediyor.

Beşinci çukura geldim, yalancılar çukuru. Yatsıya kadar yanacaklarmış, ama cehennem saatine göre yatsıya, yani en temizinden bi 100 milyar yıl daha közleneceklermiş.

Aman Allahım, şu yetim hakkı yiyenler çukuruna bakarmısın. Birbirine paralel 2 sütun cehennem hızarı var burada, saniyede 5000 tur hızla dönüyorlar, aynen bir canavar ağzı, yetim hakkı yiyenleri yiyen bir çukur altı numarada.

Cehennemde yedi çukur olduğu rivayet edilir, şahsen yedinci çukuru göremedik, zira bu çukur sanal bir çukurmuş, internet ve sair suçlar için geliştirilmiş, test çalışmaları devam ediyormuş. www.sanalcehennemcukuru.org.chn sitesinden takip edilebilirmiş.

Mustafa Mistik

Kendimi araba markası olarak düşünsem, kesinlikle el yapımı, model yılı belli olmayan, az nitelikli ama şahsiyet donanımlı bir spor arabaya benzetirim. Çok benzin yiyen, bakımı ağır, ama hiçbir arabanın vermediği zevki yaşatan, kültürel bir göstergeye sahip. Radikal bir spor araba.

Kendimi bir kadına benzetsem, senelerin tahribatını güzellik olarak yansıtan, 20 sene öncesi elbiseleri bahar ferahlığıyla taşıyan, hep olumluya yoran, kendini yansıtan aynalara değer veren bir kadın olurdum. Her daim taze.

Kendimi bir bina olarak düşünsem, kesinlikle deniz kenarında, ahşap, sert kış rüzgarlarıyla yaz güneşinde serin kalmayı başarabilen, bir sürü taklitleriyle var olmayı başarabilen, modern bir tarihi eser olurdum.

Kendimi bir ormana benzetsem, zümrüt yeşili ve el değmemiş, muson yağmurlarıyla barışık, içinde vahşi hayvanlar barındıran, insanların keşfetme merakını engelleyen bir tabiatım olurdu.

Kendimi bir madene benzetsem, dünyada sadece bir noktada çıkan, oluşumu binyıllar almış, kolayca tüketilmeye elverişli olmayan ve en şiddetli bombaların yapımında olmazsa olmaz bir maddeyi barındırırdım.

Kendimi bir ırmağa benzetsem, denize kavuşmak için her tür engebeyi ve mesafeyi göze almış, ve ne yapıp edip tekrar çıkış noktasına döneceğini bilen sular gibi akardım.

MUSTAFA VARSA HERKES İÇİN VAR

Bugün 2 haziran ve ben kırk ( 40 ) yaşımdayım.

Çoğumuz için 2 sene bir yerde tutunmak, 1 sene mutlu olabilmek, 1 dakika huzur bulabilmek çok ama çok zor iken, bendeniz bunların hepsini şerbete boyayıp ilk kırk yılımı bu dünyaya vakefederek seyrü seferimi tamamladım.

Mesajım şudur.

Dünya sizin dünyanız bedeninizde dönüp duran. Kıyametiniz ölüm, huzurunuz kalbinizin çarpması, ve imanınız kendinize inanmak olsun. Bırakın dünyanın eksenini kendinize kaydırmayı. Sosyalistler, sermayedarlar, statükocular, nakşibendiler, ortodontistler ve bütün diğer kayyum dünyanın yörüngesini çizedursunlar,

Dünyaya isminizin harfleriyle çizdiğiniz resimin renkleri hepsinden canlı ve rastlanmamış olsun.

Huzuru bulamayan huzur veremez. Esra selma sevgül siyahşın nüzeyyen ve binlerce kahramanım, sizin resmime attığınız fırçalarla renklenen ruhumun huzurunda, ben, tavşan mustafa, çayırımda seker dururum kırkı kırk yararaktan...

KÖHNEMİŞ GECEYARISI

Yazın nemi doluyordu beşiktaşın atmosferine, yanık gazlı hamam dumanı ise gecenin isli makyajı.

Günün hareketi ve bereketi, pazarlığı, sportif fuhuşları, eve atmaları, terlemiş dekolte göğüsleri ise beşiktaşın vitrin camı.

Seslendirme esnaftan, hırıltılar trafikten, günsonunu alma işi ise hayvandan, berduştan, kimsesiz köpekten.

Sigara almaya çıktı mustafa, gece ya dört ya beşe beş, hadi olmadı altıya teğet.

Karnında biriken birikmiş gaz sancısı ve yaşanmamış anıların hüzünü çıkardı onu yukarıda anlatılan sahneye, gecenin hayaletiydi mustafa, sigara araması ise oskarlık, palmiyelik altın ayılık, yada portakallık rolü.

Bir palikarya yaklaştı yanıma, döner parası istedi döner sermayeden, kardeşi acıkmıştı söylediğine göre, ama aslında giyiminden anladıki mustafa; fuhuşa parası çıkışmamış bir alkol istasyonu. Oralı olmadım, çünkü nişantaşlıyım.

Katil kokoreççi kıyıyordu milattan kalan kokoreçleri, içine tuz, biber, baharat, ne varsa pullayıp. Gecenin evsahibi oydu, farzedelim çırağanda midnayt parti, şeref konuğu taksiciler olan, berduşlar misafir. Gözlemci sıfatıyla köpekler.

Biraz ötede laila gençler, hayat naumurlarında onların, birbirleriyle önsevişme misyonerleri, lise, üniversite hazırlık arkası, geceyle gün arası. Maalesef hep gülüyorlar, ağlamaya ve acılara borçlanıp, borçlanıp.

Nöbetçi tekelciden alıyorum ciharamı, içerisi duman, duman beşiktaş semtinin modası, duman olmadan olmaz beyazın karası, her zamanki gibi para üstünü eksik yada yanlış veriyor, eee, sabahlara kadar oturmanın cabası.

Yolda yarı g.y.n.k ucube fahişeler, fiziği hortlamış ucubeler, birde fenerbahçe aleyhtarı çarşılı gençler, o saatte ne işleri var fenerle bilmem ama, gecenin karanlığı veya ışıklandırmanın yetersizliğinden sebep.

Gece acayip kara çöküyor beşiktaşa, belkide beşiktaşlılara, ama ben ayrıyım, ben ayrımım, ben fenerli ve nişantaşlıyım.

Bir doğumgünüm daha, bir 39a merhaba, bir dizi ölü hücreye elveda, ezan molası ile biraz daha çıkıyor gece sabaha...02062010

23 Nisan 2016 Cumartesi

OSURUĞU ÇALINAN ADAM

Zamanımızın sıvılaşan değerleri sonucu mutluluk hormonu evrildi ve mutsuzluk kaderimiz oldu.

Hepimizi belli bir standardın altını felaket kabul ediyoruz üstü ise zaten mutsuzluk.

Bu açıdan bakabilirseniz size osuruğu çalınan adam hikayesini sunarak, ne demek istediğimi açıklayabileceğim.

Tarık 37 yaşında, hizmet sektöründen, 3 yıllık evli bir adamdır. Çok iyi giyinir, kaliteli yaşamayı sever. Yaşam standartları ise gelirinden daha yüksek olduğu için, yaşam tarzı olarak hep son dakikacı bir davranış tarzı geliştirmiştir. Son anda kredi borçlarını, kirasını, taksitlerini, faturalarını öder, son anda davetlere, randevulara, düğünlere hatta uçağa yetişmektedir. Hasta olduğunda bile hep son çare olarak doktora gider. Bayram namazına bile son rekat kılınırken yetişir. Yani sınırlarda ve uzatmalarda yaşamaktadır.

Birgünlerden birgün, adı bilinmedik bir lokantada kendisine önerilen karidesli suşi bilinmezini söyler ve yer. Aynı akşam ise bağırsağı ve midesinden gelen tarifi imkansız sızılar karşısında bu sefer zamanında hastaneye gider. kendisine bir dizi tetkik yapıldıktan sonra, sindirim sistemi doku felci ve gastronomik enfeksiyon teşhisleri ile ameliyata alınır. Yapay dokular ile bağırsağının temel fonksiyonları revizyone girer, daha bir sürü tıbbi işlem sonucu yaklaşık 10 gün sonra taburcu olabilir.

Hizmet sektörü acımasız bir camiadır ve gelirinin 10 günü kesilir. Böylece 2 adet kredi kartı ve hastane masraflarından ötürü 3 tane daha olmak üzere 5 kredi kartı gecikmeye takılır. Çünkü tarığın tarıktan başka kredi kartını takip edecek bir mekanizması bulunmamaktadır. En büyük müşterisi ise, tarık ile muhatab olamadığı için başka alternatiflere yönelmiştir. Firmasının yüzde 23 cirosu kesilir tarığın.

Tarıktan 10 gündür haber alamayan sevgilisi irem ise, bu süreçte mesajlarına cevap alamadığı için bodruma tatile gitmiş, tarığı terketmiş vede kendine orada rus sevgili bulmuştur. Sebastian DİMİTRİ.

Tarık için hayat biraz biraz kararmıştır. Karısı ile yapacağı tatil planları ertelendiği için evde durumlar limon kıvamındadır ve karısının ailesi bu duruma müdahil olmuşlar ve huzursuzluk başgöstermiştir.

Hikayemize konu olan osuruk kaybı olayı ise reel manada tarığın en büyük sorunudur. Vücuduna dolan gaz ve ameliyat izlerinin hassasiyeti sebebi ile tarık yaklaşık 20 kg şişmanlamış gibi gözüksede, gaz tahliyesini ancak tanesi 35 lira olan tek kullanımlık gazmatikler ile gidermektedir. Aletten bahsetmeme gerek yok, çalışma şeklini bilen bilir.

Yaşamış olduğu tıbbi ve şekli olumsuzluklardan ötürü iş akdi feshedilir, ama tarık bu haberi aldığı anda bile gaz problemleri ile uğraşmaktadır. Evde eşine bu durumdan bahsettiğinde acı bir ayrılık rüzgarı eser. Tarık yemiş olduğu karides ile yaşadıklarını kader bağlamında bağlar. Karidesli suşinin ahını aldığını zanneder hatta.

Daha yaşadığı bir sürü olumsuzluğu sıralamaya ne gerek var bilmem, o yüzden sıralamıyorum. Ama tarığın yaşamış olduğu son dakikacı hayatın, limitleri zorladığı hayatın, dikişlerini patlatmak üzere olduğu hayatın ahını çekmiştir üzerine, osuruğu da cabası.

Sadece osurmanın bile ne kadar büyük mutluluk olduğu kanaatine hasıl olur. Önündeki hayatın 3 senesini, sadece 3 senesini hem limitlerini geri almak, hemde osurabilme özelliğini geri kazanmakla geçirecekti.

Mutluluğun tanımı bir osuruğun genlerinde gizliydi.

BAŞBAKAN MUSTAFA

Favori mekan deyince naanlarız? Ben bana özelleri anlıyorum. Şahsiyetim daracıkken, kuş kadarken, beyoğlu istiklal caddesiydi her 1000000 kuşi gibi. Şimdi özelim, güzelim, 35'ini-kırkını geçmiş her kadın gibi ( sadece benzetme ) oturmuşum, hem kaidem hem şahsiyetimde. Hiç kimse beni yenemez diye ekleyerek. Beyoğlu bu durumda sahte cennet, veya dürümland gibi bir ifade gözümde..

Bu yaşıma gelene dek bazı mekanlarda dolaştım. Onlartı çoook sevdim. Mesela, futbol manya yıllarımda, İnönü stadı boşken giderdim. Maç kalabalığı ve heyecanı yok, o gelin kız, içinde şarkılar söylenen, topluca oturulan, topluca kalkılan hayal sahnesi. Yantarafta lunapark var ama bende inönü stadı, varsa yoksa. Mekanın ruhunu okudum. Kardeşim oldu. Benzetmek gerekirse, hani o kadın vardır, genç ve güzel iken, "pop" iken etrafında erkeklerin uydu olduğu, ama her kadının kaderindeki, kocamışlık, yıpranmışlık veya bayatlıkta yüzü solmuş kişi. Ben o zaman elinden tutmakta gurur duydum. Gençliğinde, güzelliğinde bana vermeyeceği eli tutmakla..

Meşrutiyet camii. Her erkeğin en temiz ve cennetii geldiği, imanın cu_şu hur_uşa erdiği, avazımızın Allah (C.C. ) 'a ulaştığını hissettiğimiz. Kalabalık, ulviilik, cuma, teravih, bayram sabahı coşkusu. İşte bu kutsallığı, cami boşken kim hissedebilir dersiniz? Camiden kalabalık gittiğinde cami'nin psikolojisini kim düşünür? Onun bir huzur evi yaşlısı gibi hissetmeyeceğini kim iddia edebilir? O meş'ut camii bizim hakkımızda iyi şahitlik etmezse ya? Ya ağlarsa?

İşte ben cami boşken onu ziyaret eden, coşku seli eridiği zaman, ona sevgisini, minnettarlığını esirgemeyen çocuk oldum. Cami şefkatli bir ana gibiydi. Her zaman kapısı açıktı, serindi, vefasızlığa bile gülerdi. Şimdiki "kadıncıklar" gibi değildi, camii sıfatını sonsuza dek hakediyordu.

Buna ilkokulumu ekleyin. Yüzlerce çocuğun cıvcıvından uzak olduğunda başının ağrıyacağını ve terkedilmişliğe içerleyeceğini düşünürdüm o binanın. Sırf bu büyü yüzünden, alırdım mahalle takımını, liderlik ettiğim sümüklü piçikoları yani, çayır çimen yerine onları okulun betonunda maç yapmaya götürürdüm. Ölmesin diye.

Zannetmeyin beyoğlunu iyiden iyiye boşadığımı. Ben onun hepinizden çok sevdiği platonik aşkıyım. Sarhoşlar hariç, ona o olduğu için sabah ezanı müziğinde eşlik eden ahretliği de benim. Allah kahretmesin, bu mekanları terkedemiyorum. Yaşlanıp köşeye çekilmiş bütün kadınlara bir amaç olmayı başarırken, mekanlarımın gözyaşlarıyla yüzümü yıkıyabiliyorum.







( yazımı beğenen 0 544 Mus Ta Fa telefonuma mesaj atabilir. )


Örnek Başbakan Mustafa yaz, boşluk bırakma, beş yıldız üzerinden (*****) mesela bir ( *) vereceksin, (*) yaz. Gönder. Mesajınız eski mekanların ziyaret edilmesinde kullanılacaktır.

KADIN KATLAMA SANATI

Ürdün'deki şeym el şarafa ricalinin kadem kasabasındaki çiftçi Müsellim El Neima köylüsünün hasattan gelecek para ile traktörü New Holand 3500 'ün borcunu kapatması yada bu parayla Oğlu Sayh El Neima (19)'nın düğününü yapması ikilemi, yaşadığı ter basmaları ve küçük dünyasının bocalamaları kimimizin uğrunda? ( Hoş; Ürdün tarım daireside paraları ödemek için dünya bankasının keyfini bekliyor ya..)

Uruguay'ın Montevideo kenti, Belizzonya banliyösünün genelevinde 15 yıldır vucüdunu kamu yararına sunan tescilli Fahişe Romına SANCHEZ'in ( 42, ama 56 gösteriyor ) emekli olduğunda çevresince rahatsız edilip, yağmalanması tehlikesi, yada devamlı müşterisi Belediye komisyon başkanı Emilio RODRİGO'nun yapmış olduğu evlenme teklifini kabul ederek, bilinmezlere yapacağı yolculuktaki muhtemel huzursuzluklar ikilemine kim, kaç dakika ayırır?

Daha bir sürü bilmediğimiz yerlere düşen ateşler, ve ateşin düştüğü yerde yaşanan tahribatlar. Ne ben sayabilirim, ne siz içinden çıkabilirsiniz.....

Çıkmış Mustafa diye bir evliya aday adayı, bir başlık atmış sanal sahifelere, aynı şekilde kimseyi ilgilenmeyeceği bir özelliğine odaklayamaz elbette. Ama, böyüle tatmin oluyorsa, kimseye verecek hissesi, ve kimseden alacak sadakası yok demek değilmi?

Evet, kadın bir kağıttır. beyaz sayfadır, kuşe veya 1. hamur. Kalite kalite. Ama kimine gazete baskı ofsetleri bir milyon baskı yapar, okunur, çöpe atılır, kimine bir ilkokul sanatçısı klasik resmini çizer, ev, ağaç, baca-duman, dağlar güneş nehir bulut, yeşillll-mavi.

Hiçbir kadını 6 kereden fazla katlayamazsınız, büyüklüğü ne olursa olsun. Üzerine yazdığınız yazı veya çizilen resmin değeridir kadını değerli sayan. En büyük sanatçılar bile ilham geldiğinde elinde peçete bile olsa, sanat eserini, içini bu kadına döker, ölümsüzleştirir.

Kiminin elinde en porporfosyonel kağıt, malzeme, tuval, renkler, ve ortam vardır, bir modeli bile vardır, ama onda ilham ve tanrıverdiyse yetenek yoksa, resim çöpe, boya ise tuvalden, tuvalete gider. Öyle değil mi?

Öyleyse ki, öyle, kağıt katlama sanad'ınında bazı yorumlara ihtiyacı var, gerekliliklerle birlikte. Kağıdımız, ebat olarak ortaya koymak istediğimiz eserin çapına denk olmalıdır. Kırpıntıları yaparken, kağıdın özüne zarar vermemeye özen gösterelim. Kağıt ise ortaya çıkacak esere inanmalı ki, kırpıntıya izin versin, yoksa ortadan ikiye yırtılır.

Kağıda şekil verirken ellerimizin hassasiyeti, mahirliği kağıdın ruhunu okşamalıdır, bu şekilleri verirken cetvel, pergel ve bilimum şartlandırma malzemesine çok az güvenin, öldümallah kağıda şekil veremezsiniz ve yine ortadan ikiye yırtılır.

Diyelim kağıdı katlayarak uçak yaptınız, onun yeri bir sergi olmalı. Eğer sizde inanırsanız onun uçacağına, bu onun son uçuşu, sizinde boşa giden emeğiniz demek olur.

Eserinize ruh katmak istediniz, özendiniz ve oda sizi kırmadı, ortaya çıktı, sakın onu satmayın, başkasına vermeyin. Alan şahıs mutlaka onda bir kusur bulacak ve ortadan ikiye ........

EPİSODE 6: KILBİLL GELİNİ PAKET DÜRÜM YAPAR

Tarantin kafasını ağır ağır yukarı kaldırdı ve kızgınca söylendi kendi kendine: I ged ıt, fak fak fak!

Kült filmlerin yönetmeni bir uyanışa sahne olurcasına kafasında çakan şimşekleri okudu:

"Artık fimlerde kadın yalakalığı yapmayacağım."

Peki bu kadar başarı yakalamış adam birden niye yolunu 100 derece değiştirme ihtiyacı duymuştu? Çok basit, cebine gelen bir mesajdan ötürü,,,

3 sene önce ONS yaşadığı zibidi bir Türk kız olan didem, ona devamlı mesaj atıyordu, sanki geceden alacağını almamış çığırtkanlar gibi. ( ONS: Tek Gecelik Aşk )

Qi, tatlım, bana ONS hatırası çektiğimiz diğer fotorafı mail send yaparmısın, çok ihtiyacım var, sana ayaklarımı öptüreceğim. Ba, ba...

Tarantin kült bir hareketle senaryoyu yazmaya başladı. Kalem saniyede 100 harf ateş ediyordu:

Filmin ruhu olan, gizemi, hayali, ve omurgası, KILBİLL'i bir kadına öldürtmenin adil olmayacağı yönünde nasıl bir atraksiyon yaratabilirdi. Öyleya, gelin hareketi yapıyor ve KILBİLL son nefesiyle ruhunu teslim ediyordu. Aslında mantığa oturtmanın gereksiz olduğu bir durum vardı ama KÜLT filmin devamındaki düzeltme mesajı filmden daha kült olmalıydı diye düşündü. Ve yazdı....

Gelin arkaya dönmüş giderken, düşünceleri bir arınışın rahatlığı ve kırk yıllık arkadaşlarını öldürmenin rahatsızlığını yansıttı. Huzur ve pişmanlık, ekşi bir ifade. Kadınlıktan olsa gerek, hareketi tamamlamak ve KILBİLL'in boğazını hattari hanzo ile 1/2 yapmamak en kült hata oldu. Zira filmin bütün gidişatında kendiside son dakika golleriyle, dahası, anormalin tesadüfleriyle yürümüş gelmişti. Kendisine yapılmayanı yapmamaktı hata ilahi deyişle.

An yeniden canlandı.

KILBİLL gelinden aldığı "somun burgulu ters karga" hareketi ile hayatını saniyelere sığdırmak yerine, pasifizm değil aktivizm olsun dedi. Cebinden dünyanın en kesin zehiri olan "dişi ot yılanı kapsülünü" çıkardı ve dilaltı yaptı. Bu kapsül nerolojik zincirleme sonucu darbe daha kalbini tekletmeden, kalbini durdurdu. Darbe ise daha atardamardan kalbe yolalırken, canlı bir kalp düşlüyordu. Kalbin durması darbenin gelişini kesti ve pasifize etti. İşte KILBİLL'den sızan kan, bu darbenin vücudu terkettiği an olarak kayıtlara geçti. BILL müstesna adamdı, gelin ile aşk yaşamış, ve onu hamile bırakacak kadarDA bilge bir şahsiyetti. Dolayısıyla bu bilgeliğini hayatta kalmakta kullandı. Mühim olan ne darbe ne zehir nede intikamdı. Sadece karşındakini tanımaktı dostum, karşındakini tanımak.

Ve aslolan varolmaktı dostum vaarolmak. Öksürdü, sendeledi kalktı. Zor günler için sakladığı full depo buldozeri çalıştırdı. Gelini tanıyordu vede davranışlarını. Gelin o sırada antrede aşık olduğu adamı öldürmenin ruhi gusül abdestini yaşıyordu kaskatı. Buldozer antrenin duvarını yıktı ve gelini kepçeyle 1/2 yaptı, yetmedi, hattori hanzo ile 2/8 ve dünyanın en keskin kılıcı olan dattiri hanzo ile 8/24. Bu işlemlerden sonra florida 13. noterini çağırıp gelinin ölümünü noter tastiğiyle ölümsüzleştirdi, ki olurya gelin tekrar canlanırsa, resmiyette bunu ispatlayacak bir kaynana olmasın diye.

22 Nisan 2016 Cuma

ÇAKMAĞINIZA GAZ DOLDURULUR

Yazmak hayatı ilginçleştiriyor. Yazdan kalma oluyorsunuz. Herşeyin yerli yerinde olduğunu anlatıyorsunuz kendi kendinize. Ve bu sizi ilginç kılıyor, diyorsunuz ya yok aslında birbirimizden bir farkımız, yazarak farkınızı ispatlamanız, his aktarımı, sizi başka renklere boyuyor.

Bende hayatımın önemli bir yol ayrımında epeydir yazıyorum. Bazen kendimi, maceramı, hayal dünyamı, farklarımı, görüşlerimi. Edemediğim sözlerimi...

Ben mahallenizin köşesindeki çakmakçıyım. Herşeyi çakmakla kalmıyorum, çakmayanların çakmağına da gaz dolduruyorum.

Benim tezgahı mobilyacı Adil Usta yaptı, sağlam işçilik ve makul fiyatla.

Gaz kaynağım olan dolum tüplerini ise Muzaffer abi'den temin ederim. Asla gazın yerine hava doldurmaz.

Genellikle Caminin yanında tezgahımı açarım, haftasonu ise Şeref Sitesinin yanı.

Müşterilerim ise benden aldıkları gazın daha bir bereketli ve uzun vadeli olduğu söylüyor. Diğer yerden aldıkları gazın onları yarı yolda bıraktığını, bunun tek sebebi var, müşterilerim insan.

Nedendir bilinmez, bazıları çakmaklarının tesadüf eseri en hayati durumlarda işe yaradığını söylüyor. Mesela Hakkı abi var, yenge ile benim çakmak vasıtasıyla tanışmışlar, ve önevlilikleri boyunca çakmağını doldurmadan gazım işini yapmış.

Ayten nine var, kimsesiz, mahalledeki tek yakini ben. Yıllardır sobasını benden aldığı çakmak ve gaz ile tutuşturuyor. 250 kuruşta borcu var, her gördüğümde helallik ister. Helal olsun nine.

Kahveci Murat abi ise bir alem. Mahalleye kavehane kurmak için gelmiş, ben hatırlamıyorum, kararsızlık içinde gezerken sigara yakmak istemiş, çakmağı boş, Çakmağını fullemişim 90 oktan. Cüzdanı evde unutmuş, ben eyvallah deyince kararsızlığı bitmiş ve mahalleye kahve kurmayı kesinleştirmiş. İşleri ve ilişkileri çok iyi, her gördüğünde -Ne gaz varmış sende diyerek takılır.

Neyse biz işimize bakalım. Çakmağınıza garantili gaz burdaaa

007 James BOND

Milliyetçi ingiliz ajanı, votka martini, salla ama karıştırma, Q, mrs manypanny, kraliçe...

Her filmi, o filmin adını anımsatan şarkı ve çıplak kızların dansıyla başlayan, bir operasyon görüntüsüyle ilgi çeken ve her anını dikkatle seyret mesajındaki intro.

Jamesin elinden geçecek bayan kısmısı bilahare endam eder, birisi lojistikçi bayandır, biri kötülere dahildir, biride yoldan geçen zattır.

Q denilen muhterem; james'a teknik bilgi ve zerzevatı verir, zamanla bu alet edavatın özel hayran kitlesi oluşur.

James macera mekanları bir doğa şaheseridir, mistik olur, uzay olur, okyanus olur ve buralardaki devanası kötülük üsleri işe uhreviyat katar.

Kötü adam çok gizemlidir, filmin finaline kadar yaptığı hinliği deşifre etmez, bu işi james çözecektir. Sadece savunma bakanlığı ve ing. özel istihbaratı biraz ipucu verir, sonunu james'e bırakarak.

Kötülerin mutlaka otantik yardımcıları ve ölüm tuzakları vardır, genellikle acı veren uzun süren öldürme koleksiyoneridirler. James bu çarka düşer ama kurtulur. Hatta filmde birkaç kere ölümden kurtulmazsa seyirci tatmin olmaz.

Her filmde ortak yön bir abartılı düşman, o devire mahsus özellikleriyle dünyayı tehdit eder.

Bu formatı önceden belli fenomeni zevkle seyreder, ve o zamanın trendlerini yakalarız. Söylendiğine göre bu filmin türkiyede çekilen bölümlerinde bazı mahallelimizin kızlarını dışarıya çıkarmadığı ve yine bazı mahallelimizin çocuklarını eve kapayarak james bond sebebiyle bize rusların savaş açacağı gibi senaryolara tedbir aldıkları görülebilir. Böyle böyle Türkiyenin oscar'ını almıştır James bond filmleri.

Yine filmin onuruna tarabya otelinde verilen davette bizim jet sosyetenin James karakterini oynayan artiste yakın olma ve/veya odasına masum ziyaret çabalarıda kesinkes olmuştur. Artist; bizim jet sosyetenin gülü Mesela Asude hanımefendi isimli olana,

Wad e nays sidy. Olso dı nayt bidıfıl, bad fo onli yor ayz iz mooğr vandifıll demiş, bunu duyan asude hanımefendi ise çıtır arkadaşlarına, bişeyler dedi ama ben yanından kaçtım, istermisin bi dahaki filminde benide oynatsın diyerek, şen kahkahalarını beykoza saçmıştır.

Kimbilir kaç etkisinde kalınan bond filminden sonra birçok bazımızın lakabı CEYMZ, KÜÜ, DAKTIR VATSIN, İVANOVİÇ, v.s gibi hayali karaktere dönüşmüştür.

Baksanıza yeni filmlerde James bile neye dönüştü, ona göre biz dönmüşüz çokmu?

KÜLT AMERİKAN DİZİLERİNE DEVAM: Deprem Avcısı

Sevgili okuyucu. Net ekran görüntülü amerikan kanallar ile seviye ve farklılık arayan nadide izleyicimize bende bir karakter ekliyorum. Chris Cellum. Bay-38 yaşında-yakışıklı, aileden zengin ama kendini halka adamış bir depremi önceden bilir kişi, işte size onun, AMERİKA KOKAN BİR MACERASI.

Chris bostondaki Nasa ve Tüksell sponsorlu - depremi önceden bilip kontör kazanın - konferansına davetlidir. Bu uluslararası bienalde her ülkenin ünlü bir sallamacı deprembilimcisi davetlidir. Boston ve Californelya bölgelerinde son zamanda zuhreden sallanma ve bulantılardan yorum çıkarın konferansıdır. Bu konferansı Libya El-ceziresindende canlı yayınlanacaktır, ama teröristler dama çıkıp tüm antenleri yokederek, Amrikan kültürüne noo çekmişlerdir.

Toplantıda ciay bütün securit tedbirleri almıştır. Her konuşmacının yanına bir zenci koymuştur. Konferansa Türkiyeden Prof. Aysel Yozgatlıoğlu davetlidir. Aysel ciddi prof görünüşünün altında çok seksi ve hayatının aşkını arayan bir kadındır. Yanındaki tüm zenciler illallah deyecek kadar hemde.

Alman delege Hans Ditermüren konferansta Chris aleyhtarı bir tutum sergiler. Depremin önceden bilinemeyeceği ve birgece ansızın gelebileceği uyarısında bulunur. Hans aslında hint kökenli bir depremizer cihazı şirketinin ortağıdır ( ürünün adı DEPREMHOROZU ) ve Cris'in depremi bilmesi alışkanlığı onun ekmeğini tuzlamaktadır.

Başkan açılış konuşması için salona gelir ve delegelere delgeç dediği için hoş karşılanmasada, boston valisi Maison KIRMIZIOĞLU, ( ametürkü ) ( türk kökenli amerikalı ) bu konferansın halkı halka olmaktan kurtaracağı umuduyla açıyorum der.

Aysel konferansa kırmızı puantiyeli eteği ve siyah file çorabıyla katıldığı için ilk başlarda ciddiye alınmaz, bu durum onun moralini bozar, zira bütün Türkiyede bu konferansta ne giyeceği hakkına bisürü yorum yapılmıştır. Fakat sonradan, Boston ve civarında deprem filan olacağı yok, olsa bile sizi oyacağı yok diyerek halkı bilinçlendirir.

Bay başkan ise Aysel ile tanışmak için onu penthausa davet eder, fakat Aysel toplantıyı erken terketmek zorundadır, zira teyzesi almanyada Hansın kiracısı olduğu için, tehditler onu başkanı bilinçlendirmekten alıkoyar. ArtıZira Amerikanın en az 150 milyonu başkandan oluşmaktadır. Hans sinsi sinsi gülerek, cihazını pazarlama yolunun açıldığını düşünür. İnsanları depreme karşı korkutarak cihazın pazarlanabileceği umudunu taşımaktadır.

Chris, nette deprem verilerini incelerken, birden karpuzyum elementlerindeki artışı hissederek, valiyi uyarmaya çalışır ama vali turizm gelirleri kötümüze girmesin diye düşünerek Chris'i bir odaya kitletir. Depreme az kalmıştır. Hans içerde şov yapmaktadır.

--Bakın cihazımın ibresi yeşili gösteriyor, önümüzdeki elli yıl deprem meprem yok, üretin boston, tüketin boston, californiyanın ağzına, çüketin boston diyerek Amerikanın anlayacağı türden pazarlamaya başlar. Cihazın yanında el feneri, mandal ve damarlı dartanyan denilen cihazı vermektedir.

Chris, Ayselden yardım alabileceğini düşünür ve onu aveasından arar, ama aveadan ses iyi gelmemektedir. Kısaca

Aysell yetiş, hans maskarası kamuoyunu felçetti, halkımızın uyarılması lazım, deprem kapıda der. Ama aysel bu çağrıyı,

Aysell, my fetish, hans mart kirası oyununu piçetti, halkamızın uyandırılması lazım, sperm kapıda diye cinsel içerikli bir mesaj anlamıştır. Chris'e zaten hayrandır. Amerikadan tokmaksız dönmek olmaz diyerek, uçağı geri çevirtir, konferans salonunda kadınlık içgüdüleriyle chris'i bulur, birlikte konferansa dalarak Hansın cihazı hakkında bilimsel bir deney yapmayı isterler, başkan confirme eder, cihazın kapağından içeri bir tilki sokarlar ve tilki çıkışta bir horoz kafası ile ağzını şapırdatarak çıkar. Hansın oyununu bozmuşlardır. Hans ta zaten hans değil, manitanın nikahı için para biriktirmeye yönelik hal ve hareketler yapan bir almancıdır, elde kalan deprem horozlarını badengütenberg autoşhoppen ( bademli oto sanayi ) de yeni şekil vererek, satmaya çalışmaktadır. Kendisine
yalnış beyan,
kamuoyunu terse yatırma ve
komşuluk ilişkileri kanununa göre okkalı bi ceza kesilir.

Chris ve Aysel ise, Boston Hiltonun şappe dairesinde başkanın özel konukları olarak depremi tartışmaktadırlar. Chriss Aysele:

Seni görür görmez bu depremin olacağını biliyordum der, ve bir depremi daha önceden bilmiş olur.

Aşk Hayatımdan Psikobozuk Ayrıntılar

Genç kızlara aşık olduğumu zannettiğimde, sekiz-on adet kartonu birleştirip, büyük bir çarşaf yapar ve tarihöncesi gazeteleri gibi aşkımı çok ince ayrıntı ve yazılarla kaplar, onlara vermek için aylarca beklerdim, verirdim. Onlar ise bana vermezdi...

Kızlarla çıkmadan üç gün önce titremeye başlar, heyecanlanır ve hayatın akışından kopardım. Hiç gitmediğim mekanlara onları davet eder ve hiç giymediğim elbiseleri giyerdim. Saçımı öne tarar ve ödünç güneş gözlükleri takar artı, pantolonlarımı yırtar veya üzerine şekiller karalardım.

En son görüştüğüm ve aşık olduğum bayanla bir deniz kıyısında yediğimiz kestane kabuklarını tam on yıl cebimde taşıdım. Neymiş, aşkımdan hatıra..

Biliyormusunuz ben hep kendimce aşık oldum, karşı tarafı bu kadar büyük bir duygu kafesine sokmadım, çünkü sevgi korumaktır. beklentilerimi kendime anlattım, çünkü sevgi beklentiyle anlaşamaz.

Sevgimin altında ezilip kalmak yerine, ya yürüdüm, ya koştum, yada kendimi bişeylere adadım.

Ama sevgi karın doyurmuyordu, bu zamanımızın buzul çağı kadar soğuk gerçeğiydi.

Sonra hiçbir sevgiye inanmadım,

Menfaat-seks-yaranma-yaltaklanma-basamak-dayanak-eğlence-dinlence-reklam isimlerini taşıyan şimdiki sevgilere geyirerek bakıyorum. Midemin asidini veriyorum saygı yerine.

Bu yüzden çocuklar anne babasızlığa mahkum, bu yüzden yeni neslin sevgi bileşeni eksik, bu yüzden hatta sperm kalitesi bile düştü, bankalardan sperm ister duruma düştü zavallı kadınlarımız.

İşte mustafayla başlayan sevgideki nitelik zaafiyetinin toplumsal sonuçları...

Hayatımdan birkaç tediye

93 senesiydi. Uludağa giden otobüslere rehberlik ediyordum. İstanbuldan çıkışta hafif yağmur vardı, uludağa girerken o masum yağmur kar fırtınası olarak, aynen bir kadın gibi, gerçek yüzünü belli etti. Otobüsümüz kar batağına saplandı, çekici bulmak için dağdan aşağı yürüdüm. Kurt yada ayı saldırısına açıktım. Sonunda çekicinin önüne kendimi atarak, türk filmi ritüelinden kopya çekmiş oldum. Adam kamu görevlisiydi ama kamuya ağzına alınmayacak kadar küfür saçıyordu. Millet neden evinde oturmazmış da dağa çıkarmış şeklinde saydı da durdu. Arada dikiz aynasından sıyırdığı karları yiyordu, demek haklı bir ruh hali vardır diyerek adamı taktikledim. Otobüsü ve misyonu kurtardım ama, istanbula dönene dek otobüsün bozuk kapısı kaslı vücuduma bağlı durumdaydı.

Osmanbeyde tezgahtarlık yapıyordum. 3,5 milyonluk kotları 14,99 gibi kıllandıran fiyatlarla satan bir patrona, üstelik orjinal US markası hesabı. Bir abiye 42 beden uymadı, 44 getirdim büyük oldu, 43 istedi ama o beden icad edilmemişti. Adama kalıbı büyük getireceğim diyerek 42 bedene 5 kişi çekçek yaptık ve bedeni büyüttük. Müşteri memnuniyeti çekerek gelmişti.

Lise gezintisindeydik. Hilton da fuar vardı, ve kısa etek bayanlar yeni afişe olmaktaydı. Bilirsiniz karşı cinsle iletişimim genelde cinstir. Sportmen, tosun, ve keno gaz vererek bu girişteki bayanı elde edebileceğimin sinyaline girdiler. Dokunanı yakarım dedim. Bayana yaklaştım ve -bu akşam kaçta çıkıyoruz? diye sordum.
Efendim? dedi.
Şey bu akşam kaçta çıkıyorsunuz acaba? dedim.
Ne demek istiyorsun dedi.

Gözlerinde vahşi kaplanı görünce;

Yani fuar kaça kadar açık, onu öğrenmek istemiştim ! dedim.

Saftı, kaplan yerini tavşana bıraktı.

8 e kadar açığız.

Bu hadisem; reddedilme kompleksini bana tam 10 sene yaşatan bir kıvılcımdı.

Meltem cumbula çok hastaydım mesela, onun zottirik bir tv programına gittim, kendisine bursa kestane şekeri hediye ettim. Çok mersiiii dedi. Ekibe dağıttı. Oysa ben onu ondan isteme tarzı bişey yapmıştım. Kestanenin yumuşaklığı yüreğimi, tadı esprilerimi, afrodizyağı afrodizyağımı, kolay yenilebilirliği hemen yanında olduğumu simgeliyordu. Salak bi fotoğraf çektik onunla, stüdyo şefi kılkadın beni azarladı. Aşkım kayda bile giremedi.

Size o anı yaşatmak için, binlerce yaşanmışlığım var, mecramda buluşalım.

20 Nisan 2016 Çarşamba

Okyanusta Serinlemek

Bu bir tatil ilanı, ama rezervasyonu, ön ödemesi, kontak bilgileri olmayan. Zihninize benden bedava tatil. Hemde okyanusta.

Şimdi düşünün: Başkalarının sizin için tasarımını yaptığı kutularda yaşamak sayesinde nelerde köreldiniz? Nelere muhtaç ve nelerle iyi geçinmek zorundasınız?

Mesela patronunuz sizin sonsuz yetenek ve kapasitenize ne değer biçti? Evinizi yapan müteahhit sizin yaşam alanınızı nasıl belirledi? Diyetisyenlere göre kaç kalori size yeterli, veya kaç günlük tatil sizi tatmin edecek, tur şirketinin mantığı baz alındığında...

Biliyorsunuz toplum ikiye ayrılır, yöneten ve yönetilenler. Yönetilen olarak kaydınız varsa bu ölçülere riayet ederek size verilenlerle iktifa etmek mecburiyetindesiniz. Peki okyanusun yolu sadece % 4 lük yönetici kümesinde olmayımı gerektiriyor? Hayır! Zira buradaki kastım sadece yönetici statüsüyle değil, çevrenizi fikir-karizma-sürükleyicilik-yaratıcılık-heyecan-pozitif düşünce özelliklerinizle de yönetebilirsiniz. Siz sadece bir söz söyleyin, çok analiz ve fizibilite yapmadan. Bu söz önyargısız ve hesapsız olsun, Muhatabınızın kendini bulmasına katkısı olsun, hiç denenmemiş olursa daha makbule geçer.

Sıkıntılı insanlara inanç aşılayın, kendinizi örnek gösterin, aşılmazın aşılabileceği örnekleriyle onu sıkıntıdan ayırıp, üreten ama çözüm üreten konuma geçirin. Zamanla sizin yöntemi benimseyen ve sizi taklit etmeye başlayan tüm insanlar sizin okyanusunuzun bir damlasıdır.

Sıcaktan bunaldınızmı, sıkıntılar harareti arttırıyormu, havasızlık ve nem cildinizi bozmaya mı başladı. Buradaki duruşunuz normal zamanlardaki duruşunuzun beş katı etkili olacaktır. Başınızı göğe çevirin. Güneşin sizden daha yüksekte ama daha büyük olmadığını göreceksiniz, ve görmek ne işe yarar; inanmaya...İnanmak neyi tetikler; dirayeti. Dirayet neye benzer; ulu bir çınara. Çınar ne yapar; serinletir. Sizin gölgenizde soluk alan herkezin nefesindeki buhar bir damla olarak nereye düşer; Okyanusunuza.....

Okyanusta tatil artık mümkün. Her zamanda mümkündü.

Geçmişten geleceğe

Kuşak farkı derler, bilirmisiniz? Yaş farkı olan insanların dünya'ya bakış açısı farklılığı. Her iki tarafta birbirine göre haklı. Ben herşeyi çok farklı açılarıyla görebildiğine inanan ve böylece yüzlerle takdir edilmiş biri olarak bu konuya değineceğim, zira geçmiş dünya düzlemlerindeki mustafayı tekrar tekrar seyrediyorum, yaradan bu cd kayıtlarını elegeçirdiğimi ve izlediğimde bana farklı bakış açıları getirdiğini biliyor, bu yüzden yazabiliyorum. Bir ay sonraki mustafanın nasıl değişik hedefleri olacak ise, 20 yıl öncesindeki mustafanında öyle koşuları vardı. Şimdi bu koşular bana hernekadar amaçsız gelsede.

Akrabalarım kamyonete dolar, bizi programsız selamsız, kamyonetin kasasına atar ve olabildiğince uç sayfiyelere götürürdü. Kurbağa ve balıklarla oynar, kertenkelelere taş atardık. Çatapatları duvarlara sürerdik, parmağımız kanayana dek. Mantara tel bağlar, kızlar geçerken atardık, köyde manda bokunun içine sarma barut yerleştirir, camiden çıkan ihtiyarları gelirken gördüğümüzde fitilini yakardık. Makara ipliğini dar sokaklara gerdirir ve kurbanımızı beklerdik. Mahalle maçlarını sokak arasında yapar ertesi gün mahalle savaşlarını aynı yerde yaparak çocukluk denen çılgın ruhu beslerdik. Annemiz domates peynir ekmeği bize ucu ucuna yetiştirirdi. Ağaçaların tepelerindeki dutlar ve incirler en anaç hazinelerimizdi. Aniden silah sesleri ve koşuşmalar başlar ve yerlere yatma oyunu oynardık. Polis dur ihbarıyla anarşistin peşinden giderdi en fazla 45 saniye sonra. Mahallemizde kanalizasyon patlardı, itfaiyeye çay götürür, pötibör sunardık. Cuma namazına kısa pantolonlarla gider, gülme krizlerinde namazı ve apdesti tehlikeye sokardık. Öğretmenim uzun tırnaklarıyla kulağımı 3 gün kızartırdı. Karneyi eve bıraktığım yerden 3 ay sonra alırdım. Adalarda temiz floryada pis denizin tadı benim vitaminimdi. Deniz özlemini ise leğenlere su doldurup nefes tutarak dindirdik. Kuran kurslarında yediğim sakallı hocanın tokadından hala korkarım. Birkeresinde çöpten topladığımız ilaç ve kremleri birbirine karıştırdığımı ve patlattığımı hatırlarım, ama kimya dersim hep zayıf olmuştur bu patlamanın tesiriyle. Kuş yakalar ve salardık gözyaşını görünce kuşun. Köpek besler ve onunla dünyayı fethedebileceğimizi düşünürdük.

Şimdiki en hunhar fantaziler bile çocukluğumun yanına yanaşamaz. Adı geçmez, yüzüne bakılmaz.

Gelecek, geçmişteki yılların tümünden geleceğin 1 saati daha önemli, evet, inanmazsanız 1 dakika nefesinizi tutunda görün.

Şimdi yokuşlar çıkılmak zorunda ve çocukluk gençlik ateşleri olmadan arkamızda. Anne baba ya var ya yok, varsa bile olmayacaklarıda görülebilir.

Şansınız varsa kolay tüketilebilir bir aşk sizi 2-3 hafta yaşatır, ama sonrası 3 yıl geriye düşmek.

Yada dava adamısınızdır, isminizi silinmez mürekkeple basmak istersiniz, bişeyler yaparsınız. Ya benim gibi çağı tutmak isterken, çok güçlü bir düşman sizi dizçöktürür, yada çağa ayakta bile olsa biner,

çocukluğunuzda inersiniz...

CIVANMERT SÖYLEM TEYZE COMES TRUE

Söylem Teyze aldığı kurs sayesinde halk açılımını tamamlamış ve kendini geliştirmeye başlamıştır. Hatta ve bitta artık "köfte at, döner kes, az kuru, ve pilav üstü"diyebilmektedir.

Kendini daha nasıl açılımlara sürmeliyim diye iradesine yeni ünvanlar düşünür. Ve basit denilen hayatında nefret ettiği ama tek çıkaryol olan sistematiği düşüncelerine yansıtır. Kendine ikon olarak ilk kadın pilot Sabiha HANIM'ı belirler ve pilotluk kurslarına müraacat eder, yanlışlıkla paraşüt opsiyonunu işaretler ve paraşüt kursuna kaydolur. Artık kendini semalarda hayal edebilmektedir pilot başlığı ve kalın gözlüğüyle.

İlk atlayışını yapacaktır, paraşütünü kontrol eder, giymediğini anlar, giydirirler, ve kendini serin bulutlara bırakır. Martılara selam verir, tanımadığı kuşlara selam vermez, bu arada irtifa kaybetmektedir.

Paraşüt ipine asılır, ama paraşütü açılmaz, sevdiklerine mesaj çekmeye başladığı anda, onun durumunu farkeden bir kursiyer ona doğru dalış yapar. Adamı karşısında görünce havada diğer tarafa döner, adam da o tarafa, Söylem başka tarafa döner, adam da yeni tarafa, tam 360 dereceyi tamamladıkları anda, adam ona kendisine sarılmasını ve bu sayede kurtulacağını işaret diliyle anlatır. Ama Söylem teyze artık diğer insanlara yaptığı açılımın sona erdiğini ve kendi açılımlarıyla varolmak istediğini işaret diliyle anlatır. Adamın ipini çeker, adam kurtulur ama omuzu kırılmış olarak.

Söylem artık elinde kağıt ve kalem ile kurtuluş formullerini hesaplamaktadır.

Düşme hızı / hava sürtünme katsayısı X mesafe . ( kuşlara çarpma ihtimali ) + yerde yumuşak zemin veya denize düşme olasılığı >= Hayattakigünahlarım..

Kısacık Roman

Truvalı Helen, köygeçmişinden saraya gelen yolun kendisine nasip olmasının sırrını düşünüyordu. Tanrıça Hera neden Zeyna'ya değilde kendisine bu şansı tanımıştı? Yoksa azgın Zeus (T.T.) Olimpiya ziyaretlerinden birinde Annesi Eceabatlı Helin'e bir kötülük yaptıda, Herkülün bababir kardeşi(mi)ydi. Bu soruları konseye bildirmesi için asistanı Cladyus'a görev vermeye karar verdi. Tam o sırada çağrılacağını anlamış gibicesine açılan sır perdelerinin arasından Cladyus süzüldü.

-Kraliçen bugün çok gergin, Mısırdan gelen keten tohumlarını almayıp tembellik mi yaptı acaba dedi, feminen Cladyus.

-Clio, benim neşemi yerine getiren saraydaki tek eşcinsel sensin, ama seni dün gece fahişelerle birlikte Babil kulesine çıkarken görmüşler, dünya tersine mi dönüyor yoksa, dedi Helen.

-Yook canım daha neler, sadece beni hint kumaşları provası için çağırmışlar, Babilde mini defile şeklinde bir seans düzenledik, orada fikirlerimi aldılar, sonra kız kıza Romada son dedikoduları konuştuk, şeklinde cevap verdi.

Öylemii, neden bana bunları bildirmedin öyleyse sefil Clio?

Yuhh artık kraliçem daha saat sabahın 11'i , akşama kadar vaktim var nasıl olsa diye düşündüm. Yoksa bana kızdın mı tatlı bulutum, beni timsahlaramı attıracaksın, ay ölümü gör emi..dedi.

Kraliçe Helen mağrurlaştı, ey sadık kölem, bari bir tane ihsan eylede, meraktan içim içimi kemirmesin.

Hayhay beyaz meleğim, kulaklarını iyi açta, dinle o zaman:

Kral büyük İskender haşmetmaapları size gizli gizli hediye gönderiyormuş, amacı; kocan olacak Sezarı ve oğlun Tibetyus'u öldürüp, Romayı pörtföyüne katmakmış, bu yüzden bu operasyona "yumuşak darbe" ismini takmış, birkaç tanrıda bu operasyona noname destek veriyor. Gerçi sen sert darbeleri yumuşaklarına tercih edersin ama..

Ciddi olamazsın clio, hangi fahişe bunu anlattı, ve bu anlatanın gizli iskender ajanı ( GİA ) olmadığı ne malum?

Olamaz olamaz billa, hediyeleri alan sen, durumdan senatoyu haberdar etmeyen sen, fahişe Romalı Perihan'da GİA ajanı olsun, daha neler!

Bana Perihanla yatan son 10.000 asilin listesini getir, bu işin kaynağını bulacağım, ayrıca CSI Roma konsülüne'de söyle izinleri MS 1000'e kadar erteledim. Hediye meselesine gelince; bana doğru düzgün hediye filan gelmedi, gelen şeyler, keten tohumları, fil ödü, ve tavşan anevrizması, bunları hediye sayıyorsan tabii.
Biraz düşündükten sonra:

O halde acilen bu hediyeleri toparla, ABS ile geri gönderelim, ve bundan BUNDESLİGA takımlarının haberi olmasın. Bana da fildişi sahillerine bir resmi gezi ayarlayın, diş fırçamı eklemeyi unutmayın, diye gürledi HELEN.

Cladyus sanki HELEN'in iskenderle buluşmaya Fildişine gittiğini bilmiyormuş gibi yaptı, kaşarlı eşcinseldi kendisi, saraydaki işe yaramaz taktakçıların yerine İSKENDERİN sert darbelerini tercih ederdi. Helen onun yedinci kraliçesiydi, diğer altılıda aynen bu yollara başvurmuştu, İktidar böyle bişey diye düşündü Cladyus ve bir arya tutturdu:

BİRİDE BİR, BİNİDE BİR, GİREN SEZARA, ÇIKAN MEZARA !

19 Nisan 2016 Salı

AŞK ŞİİRİ

Bana ilk elini uzatıp ismini söyleğindeki şiir anı varya
O an, hayatıma kazınan andı, adeta görüntü donması,
Oysa teyzemin kızındaki ebat, ses ve donanımdasın
Ben sana 5 yıl kaybettim, hislerimin izdüşümü değilsin de nesin?

Fenerin saldırgan atakları bile bana senin keyfini veremedi.
Annenle tanıştım, babanla selamlaştım ama neden seyreldin.
Sana yakınlaştığımda ağzımın sulanmasını baz mı aldın.
Ne çabuk emekli oldum fanatikliğinden malulen ey sevdicek?

Şimdi bebekte Atılgan rumuzlu bir beyle paylaşımdaymışsın,
Anladımki indirimli hamburger kuponlarımı paylaşmak hata oldu.
Senin bu ilişkideki en etkin yönünü düşündükçe ağlarım.
Bana toplam üçyüzelli liralık kart yarası açtın, bonus dahil.

Şimdi yeminliyim msn rumuzuma kokulu bok koymaya,
Yeterki seni yıldız parkıyla aldattığım gerçeğine yenik düş.
Parklar değişir ama sana olan günde 2 saatim değişmez.
Sonbahara dek yerine yenini koymazsam, boşa çıktığında ara beni.

Nitekim bloglar açarak gizli gizli bana zarf atıyormuşsun.
Ben gecenin dördünde karayolunda otostop çekmiş adamım.
Senin bu yalvarmaların ilişkimizde de çok sinirime dokunurdu.
Şimdi ya değiş, yada yeni tanışmış gibi yapmaktan korkmayalım.

Ama görüşemezsek bilki, senin kaşın kalem sözün tatlısöz.
Bunlar benim için efektif değerler, başkası için cinsel obje.
Sana senin kadar değer verecek en adam kimdir dersen,
Benim ben! sana sen olduğun için en gözünü kırpmayacak.

KADINLARIN TAKTİKLERİ VE KARŞI TAKTİKLERİ

"Satıcı - müşteri" ilişkisidir kadın erkek muammasının iskeleti. Herşey biranda olup biter. Satışta buna "gerçek an," aşkta ise "cereyan" deriz.

Satıcı müşteriyi; sattığı malın hiçbir emsalinde olmayan özelliğine odaklar ve özel olduğu hissini aşılar. Kadın ise erkeğe: Hiçkimsede olmayan özellikleri onda bulduğunu söyleyerek. Erkeğin gözlerinin dikkatli bakıldığında çok güzel olduğu klişesini sunar ve bu sayede kendi gözlerine bakmasını sağlar. Erkek bakar ve ne görür: Annesinin bebeyken ona bakan şefkatini görür ve, işte değerimi verecek kadın der.

Kadın erkeğe aynı anda hem iffetli hemde lezzetli olduğu gizemini sunar ve keşfet mesajını gönderir. Oysa ürünün ne olduğunu bilinir ama gizemi bir uzakdoğu baharatını çağrıştırdığı için erkek keşfe dalar.

Kadın erkeğe, küçükken erkek çocuklarla maç oynadığını, erkekleri dövdüğünü, sapan attığını ve diğer kız arkadaşları gibi evcilik oynamayı sevmediğini anlatır. Erkek ruhunda canlanan delikanlı kız imajına gömülür. İçini açmaya başlar ve biter.

Kız erkeğe kendini anlatırken, tüm akrabayı talukatının ne kadar üstün özelliklere sahip olduğu, onların çok eğlenceli ve sevgi dolu insanlar olduğunu anlatarak, yakın çevremle çok ilgiliyim, sanada o ilgi yönelir diyerek, zarflar, pullar, postalar.

Kadın ilişkinin başlarında ne kadar silik ve edilgen olsanızda sizin tariflerinize uyar, sizin gittiğiniz ve sevdiğiniz genelde ucuz mekanları, zevkleri, alışkanlıkları benimsemiş görünür, tabiatına aykırı olan bu sevişme öncesi dansına birkaç figürle eşlik ederek, ilkokuldaki 5-5-5-5 başarısını sağlar. Senden geçmiştir.

Kadın ileriye gider.

Erkeğin seçtiklerini kendi doğruları gibi sessiz saygıyla onaylar, ve senin bu zafer sarhoşluğunda kendi doğrularını uygulamasının yolunu açar.

Masrafsızlığını göstermek için kendine tost söyler, sen köfte patates kolanı yerken tabağını tabağınız yapar ve ortak küme paylaşımını sağlamış olur, sende artık vaktin dahil herşeyini kadının ortak paylaşımına açarsın.

Saf erkek, sen ne kadar kolay tufaya geldin tarih boyu. Kadın bunları senin kadar güçlü olsaydı yapmayacaktı. Sen bir çatı olmasaydın, olacağın şey hizmetkarlıktı. Seni senden iyi tanıdığı için hep avlandı, nedenmi ; çünkü seni doğurmak için genetiğine senin bütün gizemlerin yazılı, sen deşifresin. Deşifre olduğunu bilmek senin tepeni attırır ama bilmemek seni mutlu eder. Sen böyle maymunsun işte. Kıçını görememekten, kıçına eklenilenide göremeyen maymun !

WomenemyNo1

18 Nisan 2016 Pazartesi

KIRMIZI IŞIKTA BEKLEYEN CENAZENİN HÜZNÜ

Hayattan ne alabildi, ne verebildi. Belkide eşitlikle bitirdi maçı.
Arkasından ağlayanların gözyaşları eğer toprağını ıslatacak kadar yağdıysa, belkide galipti. İsmini, şerefini, namusunu, intibasını bırakabildi sadece, ama hepsi soyut, hepsi soyut, kimsenin işine yaramayacağı aşikar.

Bazen şen kahkahaları tavanın sıvalarını döktü, bazen iç karartısı güneşi söndürdü, ama 25 bin tane günü bir ömüre sığdıran azınlıktandı, belki onbeş, belkide beş.

Ölümden bahsedildiğinde kendi kendini tartardı, şimdi bir omuzlarda tartılıyor, acı çığlığa karışıyor, çığlık çığlığa.

Ölümün kuşları onu son zamanlarda çatılardan gözledi, belki anladı, belki kayıtsız kaldı. Ama ölmeye kayıtsız kalamadı.

Ahh işte dostlar, bu kadar yığın soru ve belli belirsizlikler onu bekliyorken, bir cenaze arabasında kırmızı ışığın sönmesini bekliyordu, bu ilahi komediye acı acı gülümsedim. Sanki üzülmeli miydi yattığı yerden, yada dünyaya gülmeli miydi, bırakta artık gideyim dercesinden?

SAVARONA

İlk çocukluğumdan duyduğum aşina bir efsanedir Savarona. Atatürk hüznüyle yolalan gemi. Tarihin zaman karşısındaki yenik eserlerinden biri.

Yitik hüzün Savarona'nın günümüz etiğinde tartışmalar denizinde seyrini görünce giyiyorum beyazlarımı ve bu efsane yatta bir gün yaşamak mecburi oluyor.

Eski denizlerin sadece tuzlu su olduğu, eski balıkların bu denizlerde coşkuyla yüzdüğü, küresel erimelerin başlamadığı zamanlarda, bir isviçre kayın ağacı "Savarona'nın iskeleti" olmak için fabrikanın kesimanesine götürülüyordu. Muntazam isviçre çelikleriyle desteklenecek bu iskelete ruh kazandıracak yat planlama ajentasında hummalı bir proje için zamanın gemi mühendisleri olan "Queratorr de mariné" tayfası kafa kafaya vermişti. Motor için tartışmalar, dekorasyon malzemesi satınalma ve geliştirme organizasyonları bir şema ile yürürlüğe konuluyordu. 1 yıl 3 ay sonra manası deniz prensesi olan Swaredonna, yani Turgut reisin meşk yaşadığı denizkızlarından birinin ismi olan Savarona, savaş iklimlerinin estiği akdenizden yardırarark, pruvasını egeye çeviriyordu. Tam bir milyon üçyüzbin isviçre frangı ile yeni türkiyenin bir zaferi daha yunusların eşliğinde dolmabahçeye yöneldi.

Geminin yaver miralayı Mehiroğlu mustafa'nın üniforması şık parlak beyazı ve genç kızların kalb krizlerine davetiye çıkarır bir edası ile, yata yaklaşmakta olan kılavuz tekneden yansıyan Atanın mavi şuaları birleşti. Ulvi ortamın uhreviyatını martılar bile hissediyordu. Paşanın gemiye ilk adımını resmedecek olan set ekibi en iyi görüntülerini alacağı tarihten bir sahneye hazırdı.

-Miralay Yaver Cenksubayı Mustafa MEHİROĞLU - Sinop -

SAVARONAYA HOŞGELDİNİZ BAŞKOMUTANIMMMMMM. Emir ve görüşlerinize amadeyiz sayın paşam.

Ata elini uzattı ve gemiye ilk adımında patlayan flaş püskürtülerinin tozu ile yükselen coşku birleşti.

Ata Savaronayı 5 dakikalık bir tefriş münasebetini peşinen, sigarasını tüttürmeye güverteye çıktı. Dolmabahçeden halkın nidaları ile mutluluğu sigara dumanında efsanelere karışıyordu.

Bak dedi Sinoplu çocuk, işte halkın münzevi takdirine layık olmanın mükafatı budur, sende bu resme dahilsin ve yeni cumhuriyetin kanatlarından birine bindin, uğruna şekli hayatımızı verdiğimiz ülkü adına bu emanete sahip çıkmak zaruridir, belki üç belki beş ay zarfında burada olabileceğim ve edebiyete varmadan önce bu martı kanadına benzeyen sureti azamette eyleneceğim. Senin şahsın ve mevcudiyetinle bu gemide sürdüreceğin muhafazai mesaide muvaffakiyetler dilerim. Bu gemi senin Mehrin olsun ve cumhuriyet emanetine bu emtiayı mehrimüeccel olarak kaydettireceğim dedi.

En son 1970 lerda savaronanın makine dairesinde bu emanete sıdkını tamamlamaya çalışan bir saçlı sakallı berdüşun makine dairesi kazanlarından birinde vecmettiği görülmüş, yada rivayet edilmiştir.

İşte bir yaprağa yazılan tarih daha soldu fışkın rus ve ukraynalı kirameler ve kerhundeler eşliğinde yapılan azeri sermaye kutlaması ile.

ÖLÜLERİNİZ -ALINIR SATILIR-

Ben düşünürümki tüm ızdıraplarımızı, onlar olmasaydı, onları özlermiydik diye. Zaman gerçekse ve dördüncü boyutun adıysa, duygu kaçıncı boyut? Neden elimi sıkarken yüzüme gülüyorsunuz? Sizi hakedecek ne yaptım? Neden Mustafa bey olma kaderine sahip olmaktan övünmüyorum. Ve sen; peşinden koştuklarına ulaştığından itibaren ne yapmayı düşünüyorsun. Sakın birşeyler bulurum deme, komik oluyorsun, yok yok, kemik oluyorsun!

Zamanın ızdırabını yaşarken ölümden korkmak nicedir? Sınavda, iş görüşmesinde, günün manasını üretmeye çalıştığında zaten kısa ölümler yaşamadın mı. Yetiştin, yetiştirdin, hayatın aynasından bir ararenk yakalayıp yansıtarak zaten görevini bitirdinmedinmi? Yahu tutarlılık yaşamıyorsun, ışığını titretme bari.

Anladınmı, çocuk!

Aşkta kadını güzel yapan ve duygumuzu ona yönelten ne diye düşünmeye aşıksan seninle konuşabiliriz. Kadını ne güzel yapar? (1,2,3,4,5,6,7,...) -ondan olacak çocuğun sağlam-gürbüz-tüketirken teklemeyen, ve genetik olarak genetiğini diğer genlere pazarlayabilme yetisi. Sense çeşitli mecralara şiirler yazarken aşkı anlattığını sanmışsın ha; çocuk. Bunlara nasılmı vakıfım: Kadının gözündeki genetik yansımanın genlerime izdüşümünden.

Yani özdebiriz, cesediz, dirimiz sıcak o soğuk. Sen ortasın. sıcağa geçtiğinde serinlemek isteğin ve tam tersini istemen hiç ışık yakmadımı, yoksa niye, neden, vücudundaki ısı daima 36,5 derece değilmi. Bazen sorular temeldir ve basitte düşünmeyi gerektirir, sen bunu bile düşünemezsin. Sen Hamzayla Sakinenin, sakin sevişmelerinde niyetsiz bir başkaldırı olarak, çeyrek altınla mükafatlandırılmış, diğer metallerden ayrılman niyetiyledir buda, eklemesin.

Ben senin ölünü alıp satmaya ve müşteri memnuniyetini sağlamaya yönelik bir aracıyım. Eğer makul göreceksen, arada ufak bir kazanç karşılığı, hiçkimseye tereddüt binmeksizin, alıp satmaya talibim onu. Ben sayesinde alan ve satanın işi görülecek, Mustafa'da gülecek. Devinim harlanacak, bir baba hindi inerken, bir hindinin mutluluğu gözyaşartacak.

Bunları düşün emi!?

DOMALIVEREN KÖYÜ

Bazı isim kurbanı vatandaşlarımız var, arasıra internet yokedicisinde isimleri çıkıyor ve bizi tebessüm ettiriyor. Yok Şahane YOSMA, yok Allahtan KORKMAZ, yok Yılmaz VERİR VESE.

Şimdide şirin bir köyde oluverenleri size VİZON TELE kurgusuyla anlatacağım.

Afyon'un ( afyon yunandan çekmedi benden çektiğini ) Domaniç kazasının batısında şirin bir köy DOMALIVEREN.

"Domal" aslında zamanında ağa'nın köylülerden aldığı toprak kullanım vergisinin adı. Bu köy eskiden bu konuda çok vergisine düşkün bir mekan olduğu sebebiyle, ve diğer köylere örnek olması ricaliyle DOMAL'ı veren şeklinde isimlendirilmiş. Hatta ağa öldükten sonra bile köylüler gelen yabancılara DOMALI verdiği için, adeta efsane olmuş Domalıveren köyü.

"Domalıverenli" imiş köyün cumhuriyet dönemindeki adı ama, işgüzar bir kaymakam tarafından yayınlanan bildirge ile -li yapım eki düşürülmüş, neden?, cumhuriyet devrimi etkisini hissettirsin diye..

Gel zaman git zaman ne zaman bir Domalıveren köylüsü bir diğer yöreye gitse, ona nereli oldukları sorulduğunda

Domalıveren cevabı gelse

-Bi domalı ver bakalım! karşılığı klişeleşmiş. Hatta Domalıverenliler bu espri karşılığında "domal"ın vergi manasına geldiğini anlatabilmenin derdiyle 1 veya 2 kuruş parayı karşısındakine boca etmişler. Bu yüzden Afyonlular bir çay parası ele geçirme derdiyle her karşılaştığı yabancıya -nerelisin hemşerim demeyi adet edinmişler.

Sonunda genç Cumhuriyetin çağdaş Domalıverenlileri, artık bu imajı silmek gayretiyle köy meclisinde bir karar almışlar. Biz eskiden Domalıverendik, şimdi "Damacanaköy" olarak isim değiştirdik deseler bile, cevaben Domalıverdiniz de ne oldu diye karşı atak gelişmiş.

Zaten Damacanaya tecavüz eden sapık haberi gündeme düşünce, bu sefer diğer köylüler; Eskiden Domalıveriyordunuz ama birşey olmuyordu, şimdi Damacana olunca bakın neler geldi başınıza diyerek Domalıverenlileri kızdırmaya devam etmişler.

Artık köyün ihtiyarlamış olan ihtiyar meclisi kara kara düşünüyor ve yeni ve paslandırılmaz bir isim arıyorlar kendilerine.

Köyün adı ne olsun sizce?

16 Nisan 2016 Cumartesi

WC REPORT

Vatandaş tahsin, yeni dünya düzeninin bir vatandaşı olarak, bir pazar günü yegane keyfi olan 1,2 metrekarelik tuvaletinde zorlanarak sıçmaktadır. Bütün hafta katı yediği için haftada 2 ye düşen hacet sayısının ikincisini yaşamaktadır başka bir deyişle. Bir yandan da haftalık 1 paket limiti olan uzun maltepesininden duman fışkırtmaktadır. Tuvaletin 20x25 cm havalandırmasından çıkan dumanlar görene yangın hissi vermektedir.

Karısı naciye içerden seslenir, tahsin geberesicesi, çabuk çık heladan, çocukları yıkacayacağım, çıkarken tenekeden su dök helaya, bokunun üzerine. Son sıçısın olurda kurtuluruz inşallah.

Tahsin ahlana vahlana maltepenin filtesini de içerek doğruldu. Tenekede kalan su ile aynı zamanda çocuklarında yıkanacağı gerçeğiyle kıç vadisini taharetledi. Hayatı tasarruf olmuş, gece rüyasına bile tasarruf sokmuştu. Eli yanlışlıkla sickine değidi, en son karısıyla geçen kasımda cinsel ilişkiye girdiğini hatırladı, acaba hafta içi bi akşam çocukları yatırdıktan sonra karısından istesemmi diye düşündü, tam bu düşüncelerde iken karısı kapıyı yumruklayınca mecburen hem hayallerinden sıyrıldı hemde donunu yukarıya sıyırdı.

Suları kesikti 5 aydır, cinsel hayatının faturası ile su faturası eşlenmişti. Tenekedeki su ilişki için yeterli değildi, kemerburgazın burgazındaki gecekondusundan tenekeyi yüklenmesi ve göktürk caminin abdest yerinden su doldurarak eve gelmesi nereden baksan 1 saati buluyordu, birde nereden baksan 3 dal maltepe.

Elektrikleri ise 3 aydır kesikti. Karşı sokaktaki terkedilmiş villanın, 2b mağduru villanın kaçak elektriğini çekmişti, yaklaşık 100 metrelik 2x0,75 düz elektrik kablosu ile. Ama ne zaman gelse boğaziçililer, ( boğaziçi elektrik dağıtım görevlileri ) bu kabloyu söküp yanlarında götürüyorlardı. Son iki ayda 2 defa 10 liralık extranın extrası masrafı olmuştu. Mecburen kablo alınacaktı. Yani 3 paket maltepe alamayacaktı. Olsun, ihtiyaçlar keyiflerden daha önemliydi.

Kağıthanedeki ambalaj-karton firmasında, ki bu firma daha çok fason çalışır, ayda 500 lira maaşla-sigortasız çalışıyordu ama ustabaşına 50 lira kaydırmalı. Haftada 6 gün toplam 55 saat çalışıyordu, yemeksiz. Ama her ne hikmetse işyeri sahibi hikmet bey'in bütün uygulamaları sanki sigortalı çalışıyormuş gibiydi. Yılda 5 gün ücretsiz izin, sözleşme, ve tazminattan feragat şeklinde. Allahtan yola para vermiyordu, çünkü minibüsçü memleketlisiydi, erzincan refahiye hesabı.

Bir sıçımlık aşamada bütün bunlar kayıp gitti göz önünden. Aslında iş başka sıçık başkaydı, işle sıçış birbirine karışmıştı, işle hayat birbirine sarılmıştı,

olsun hepsi boktandı zaten...

ASRIN DÜĞÜNÜ

Kars Digor.

Muhtar Cerrut'un kızı Merban ile İmam Kaydullah'ın oğlu Miraç evlenmektedir.

Merban 15 Miraç 18 yaşına ermiştir. Damadın hediyesi 12 ayar altından 30 gram bileziktir. Gelinin zaten kendisi hediye.

Digor ilçesinin mazbut kötü Çomsakdere'nin 20 hanesi ( 8'i ahır ) bu şenliğe hazırdı. 3 oğlak kesildi bu ziyafete, her pilav kasesine 40 gram kavurma düşüyordu. Ayranı ise köy hizmetleri başkanı ayarlamıştı. Toplam masraf 200 lira civarında olsada, damadın kardeşi ilahicilik yapacağı için masraf 90 lara iniyordu.

Köyün yaşlısı Zaro, nişan halkalarını takarken, 30 senedir tekrarladığı istekte bulundu. " Tez çocuk yapın, beş tane top hazırladım şimdiden her bi tosuna. Hemde plastik top "

Şehirden nikahı kıymaya gelen sosyal hizmetler müdürlüğüne bağlı nikah memuru, belediye başkanının verdiği yetki ile nikahı kıydı, aynı zamanda fotoğrafları çekti, posta masrafı dahil 30 lira aldı muhtardan, ama bunun bilinememesi için özel ricada bulundu. Sosyal hizmet ile maddiyat aynı rafta durmamalıydı.

Düğün şenlikli oldu, köy meydanında kahvenin bahçesi hatır karşılığı kiralandı. 200 bardak çay için 20 lira masraf ödenecekti zahir.

Köy meydanındaki tarfodan cereyan çekildi ve emanet ampollerle yaklaşık 500 amperlik bir aydınlanma sağlandı, 3 ampol patladı, aydınlatma 350 ampere indi.

Köyün yaşlısı Hücret dayı ise düğünün sürprizini yaptı ve 3 aylık bir tekeyi süsleyerek evli çifte hediye etti. Bunu gören diğer yaşlılar haset yaparak, 50 yumurta, 3 resim çerçevesi, 2 tespih ve 2 borcam ile işi yukarıya taşıdılar. Bu hesaba göre düğün masrafları dengelenmişti ve mutluluğun habercisiydi bu bereket.

Gelin ve damat çarşaf ile ayrılmış haremlik ve selamlığın her iki yanında düğün dansını yaptılar, ama tarz farklıydı, beraber sallanma türü bir ritüeldi. Hatıra olarak kaldı.

Şimdi bahsettiğimiz 1984'ün uyarlaması bu düğün geçmişte kaldı. Beş tane top patladı. Miraç Digor'a müftü oldu, aynı zamanda camilere bakım işleri yapan bir inşaat şirketi kurdu. Tam işler yoluna girerken, Miraç bir beton mikserinin altında kaldı. Cenaze namazında 15 köyün muhtarı katıldı.

Merban ise halen daha eski dans çerçevelerine bakar durur, zira kendisi şu an 41 yaşında, nine statüsünde, beş çocuktan dördü gurbette. Biri ise babasının mezarına hergün bakıma gidiyor. Yani nöbette. Yarı mongol olsada yüreği tam, tastamam.

Adı çok güzel: DÜGÜN.

Sevgiliye

Varsın, dilimdesin, hasretlerimin fırtınasında sessizliğin sesi, ve nefesim oldun. Sana sesleniyorum.

Ben kendimi bildim bileli, hafızamın ilk kaydı olan Osmanbeyde ilkokul fotografları çektirdiğim şipşakçıdan beri çarpan minik kalbin bir sebebi ilahisi olduğun için müteşekkirim, minnetinle doluyum.

Yok yok daha önce sanırım büyükçekmecede denize götürmüştü rahmetli ailem, sanırım ilk hafıza kaydım daha öncesinde de olabilir.

Aslında sana olan sevgim zaman ve mekan kavramlarından münezzeh ve maada. Sen kusura bakma.

Tek, biricik, ve ilahi aşkınla tutuş tutuş olmayı, rüzgarına serinlik olmayı, katına misafir olmayı bile senden dilerim.

Bana eğer nasip edersen senin yoluna bir zerre olmayı, bütün renkleri ışıltı ile dolar bu katrenin.

Sana aidim,

15 Nisan 2016 Cuma

YÜZBAŞI DANOVAN ŞEREFSİZ MİYDİ?

Yüzbaşı Thomas Ellice DANOVAN ( 1798-1864 ) Amerikan iç savaşı sırasında gösterdiği yararlılıklar ve cesaretinden dolayı State Award three star madalyası ile kongre tarafından onurlandırılmış bir askerdi. ( yok böyle bir şey ve böyle bir adam )

Özellikle başkan Lincoln tarafından ordudan ayrılmaması ve özel muhafız birliklerinde kumandan olması istenirken, Danovan, Ohaio tarafına yerleşmiş ve çiftçilikle uğraşmıştır. ( böyle bir şey de yok )

Yerliler ile olan toprak anlaşmazlıkları sebebiyle Ringo olarak tekrar göreve çağrıldığında gözünü bile kırpmamış ve modern amerikanın kuruluşunda isimsiz bir kahraman olarak yeralmıştır. ( yok. )

Yerlilerle olan dialogunda savaşmayı değil, diplomasi yöntemini seçmiştir, ve kızılderilileri Amerikan vatandaşı olmaya ikna ederek, yüzlerce can kaybını ve yıkıcı savaşları önlediği söylenir. ( Söylenmez ama )

Yapmış olduğu çiftçilik sürecince bütün modern tarım yöntemlerini benimsemiş, ve nice verimli topraktan yararlanılmasını sağlamıştır. Tarım bakanlığı görevi kendine vechedildiğinde bile oralı olmamış ve çiftçilere yönlendirmeler yaparak, tarım sürecini desteklemiştir. ( Bu da yok )

Kendisi aynı zamanda, amerikan aile yapısının oluşmasında ve komşuluk ilişkilerinde çok değerli bir örnek olduğu için, yerel yöneticilik kademelerinde bulunarak " Complemantory man of the stage" belgesini haketmiştir, kazandığı 2000 doları ise, American Gov. aile birliği vakfına bağışlamıştır. ( Nerdee )

Amerika çapında başgösteren bütün salgın hastalık ve doğal afetlerde, derhal bölgeye intikal ederek, cansiperhane koruyucu önlemler alarak, yüzlerce çocuk ve yetişkinin hayatını kurtarmıştır. ( Yok daha neler )

Ömrünün son yıllarında, 6 çocuğu ve 22 torunu toplam 48 kişilik bir çiftliğin, huzurlu, üretici ve örnek bir çiftliğin büyükbabası olarak, hem sonraki nesillere, hemde çevresine tecrübelerini anlatmış, ve onlara hayatları boyunca ülkesine faydalı insanlar olarak yaşamalarını vasiyet etmiştir. ( Duymadım )

Gençliğinde spor ve panayırlarda yapılan her türlü spor ve oyunda çok başarılı olmuş, ve ihtiyarlığında ise demiryolu inşaatında çalışarak, öldüğünde mezarcı Fred bile ağlamıştır. ( Yalan )

Dindar, yapıcı, çalışkan, özverili, kahraman, mütevazi ve barışçıl bir kişi olan Danovan, 66 yaşında dünyayı bize bırakarak, terki alem yapmıştır. ( Yalanın sonu )

Ölümünden dört yıl sonra Yüzbaşı Danovan'ı tanıdığını söyleyen Katır yetiştiricisi Maloone, ortaya bazı iddialar atarak, başlığımızdaki konuyu tartışmaya açtı.

Savaşta, kuzeyli üniforması giyip, güneylilerle dirsek teması içinde olduğunu, esir aldığı bütün güneylilerin kolpacı olduğunu.

Kızılderiliere viski satarak, onları güdümüne aldığını, ve size özgürlük vereceğiz diyerek onları köleleştirdiği ve kaybettiği.

Verimli arazisi olan çiftlik sahiplerini korkutarak, arazilerine konarak, onları teksas'a sürdüğünü,

Tren arazilerini ucuza kapatarak, sonradan arazilerden korkunç yüksek paralar kazandığını,

Çevresindekileri hükümet ve silahlı kolluk kuvvetleri kullanarak, uysal bir yapıya bürünmelerini, ve elaltından vergi topladığını, bu sayede onunla iyi geçinmek zorunda kalanların oyları ve aday göstermeleriyle ödüller aldığını,

Çiftliğinde çalıştırdığı bütün kadınların çocuklarının Donavan'a benzediğini,

Papazi şerifi, hükümet görevlilerini, hepsini menfaat karşılığı kendine bağladığını,

Velhasl, Bütün kemiklerini sızlatacak açıklamaları yaparak, Yüzbaşı Donavan'ın çok aşağılık bir adam olduğunu, ve araştırılmasını istedi.

Şimdi zurnanın zırt dediği noktaya geliyorum.

Yüzbaşının şerefli veya şerefsiz olduğuna dair bütün yazılanları okudunuz.

Katır yetiştiricisine mi inanacaksınız, yoksa yüzbaşının ödüllerine mi?

Yaşlanmış bir adam neden trenyolu yapımında çalışır, bunu nasıl değerlendireceksiniz?

Bu adamın bu kadar çok şeyi bilmesini, o günkü teknolojisiz ortamlardan ötürü kanıtlayamayacağı için nasıl değerlendirirsiniz?

Ölümümden 4 sene sonra konuşması'nın sebebi ne olabilir?

Yüzbaşı hakkında yüzlerce kişinin konuşmaması ama bir tane anarşist yaklaşımı olan bir adamın konuşmasından dolayı, nasıl akıl yürütürdünüz?

Ben söyleyeyim mi?

Anarşist ruhunuz varsa Maloon'a, tarihe saygınız varsa Donovan'a inanırsınız.

Anlatılan hikayeleri dinlemeyi seviyorsanız başka, akıl oyunlarına ilgi duyuyorsanız başka,

Hiç olamayacağınız Donavan'a özeniyorsanız başka, ama hep olduğunuz Maloone'ya özeniyorsanız başka düşünebilirsiniz.

İstediğinizi düşünebilirsiniz.


J. Onbaşı Mustafa MEHİR - Çanakkale 1996-1998