Bizim ilahiyatta önemimizi sağlayan nedir? sorusuna herkes doğru ve çeşitlemeli cevaplar vermiş:
-şerefli varlığız
-dua ediyoruz
-akıllıyız
-Allah tür olarak insanı seçti
-medeniiyiz
Bence bu sorunun cevabı daha farklı bir spiralden geçerek oluştu.
Allah Dünyada kendi hükümranlığını yürütecek varlığı bence birçok canlı arasında yaptığı yarış sürecinden sonra seçti. Yani ilk akla gelen soru diye düşünürsek, bizim yerimizde, yeterince gelişip evrilselerdi , mesela Balıklar'mı olacaktı? Maymunlar mı, Filler mi?
Çok acayip bir mantık diye reddetmeye çalışıyorsanız, ben de hemen sizin mantığınıza bir itiraz getireceğim: Sizce Allah haketmeden bir varlığa, veya o süreçten geçmeden, bir tür'e paye verir mi? Yani İnsanoğlu olarak biz nasıl bir dayanıklılık testinden geçerek, Allahın özel kulları olduk.
Elbette, Allahın ilk yaşam formuna canını verdiği yada üflediği o özel andan itibaren süregelen yarıştan geçerek. Türler dünyaya hakim oldu zaman zaman, evet amma hiçbir zaman hükümran, yani yetkisini güçten alan konumda olmadılar. Aradan sıyrıla sıyrıla, evrile evrile, ortak yaşamlar kura kura, en zayıf varlık olmasına rağmen, gelişe gelişe insan çıktı. Çok zayıf bir ihtimaldi, ama zamanla en kuvvetli ihtimal oldu ve Allah dünyadaki hükümranlık bayrağını biz insan türüne verdi.
Allah biz zavallı insanlara bu yetkiyi verirken bile şu kaideye yönelik bakış açısını bizlere kavrattı, bence:
Size bir emanet sunuyorum, bu size bahşedilmiş bir yücelik değildir. Size siz olduğunuz için verdiğim bir şeref değildir, istediğim anda onun sahibi olan bana dönüşümü vardır.Hükümranlık Allahındır.
Biz insan ne yapıyoruz.
Geçmişte tek gailemiz bu payeyi alabilmek ve diğer türlerin arasından sıyrılmak olan biz zavallı insan,,,,
Şimdi bu payeyi arkadan gelen diğer canlılara bırakacak kadar olmasa bile, mesafe epeyi kapalı şekilde, aynı sakızları çiğniyoruz. Tüketim, magazin, siyaset, ayrılık, egoizm, silahlanma, keyif, vede adını sizin koyacağınız bir sürü çatlaklar....
2 Mayıs 2016 Pazartesi
Kül Tabağı
Demek trenlerin yoluna atlayabiliyorsun, Demek devler sofrasına oturabiliyorsun.
Demek ben haddimi bilmem, bilenlerle de aşık atarım diyorsun. Demek uzayda tek başıma kalsam, yinede kimseyi çağırmam diyorsun. Demek kor olsada dağlarda gezerim, karşılığı olmayacak günlerin esiri gece olurum diyorsun. Demek halden anlıyorsun ama ismin -de halinden anlamıyorsun. Demek hayatında hissetmediğin vahşi bir dağ aslanının demir pençesini istiyorsun.
Demek uçurumlardan süzülebirim diyorsun ama hayatta bir kez olsa bile değer diyerek. demek ateşli bir bedenden kalacak kül olmayı düşlerken, ateşi özleyecek kadar karanlık kutuplardasın.
Demek şiddeti ve vahşeti de hayatın bir rengi olarak görüyorsun. Hatta bu renklere gözünü açarak gerekirse gözlerimden bile olurum diyorsun. Hayatımda kayıtsız kalınmayacak bir rüyanın sahneye koyulmasında, başrolü oynarım diyecek kadar da meydan okuyorsun bana ha, küstah...
Daha bir sürü kelime'mi sırf bu cinayeti yaşamak için bağrında eritmeye hazır mısın, kül olmaya ve rüzgarlara karışmaya?
Öyleyse sana en keskin bıçaklarımı, mitralyözlerimi, karındeşenlerimi, fırtınalı yağmurlarımı, ve dikenli pullarımı çıkarıyorum tavanarasından. Sonunu düşün istersen ve kahraman ol, ben sütten kuzuyum, paşaların kızıyım, saltanatın ışıltısıyım de ve ipeğine sarılıver ....
.SEN BİLİRSİN.
Demek ben haddimi bilmem, bilenlerle de aşık atarım diyorsun. Demek uzayda tek başıma kalsam, yinede kimseyi çağırmam diyorsun. Demek kor olsada dağlarda gezerim, karşılığı olmayacak günlerin esiri gece olurum diyorsun. Demek halden anlıyorsun ama ismin -de halinden anlamıyorsun. Demek hayatında hissetmediğin vahşi bir dağ aslanının demir pençesini istiyorsun.
Demek uçurumlardan süzülebirim diyorsun ama hayatta bir kez olsa bile değer diyerek. demek ateşli bir bedenden kalacak kül olmayı düşlerken, ateşi özleyecek kadar karanlık kutuplardasın.
Demek şiddeti ve vahşeti de hayatın bir rengi olarak görüyorsun. Hatta bu renklere gözünü açarak gerekirse gözlerimden bile olurum diyorsun. Hayatımda kayıtsız kalınmayacak bir rüyanın sahneye koyulmasında, başrolü oynarım diyecek kadar da meydan okuyorsun bana ha, küstah...
Daha bir sürü kelime'mi sırf bu cinayeti yaşamak için bağrında eritmeye hazır mısın, kül olmaya ve rüzgarlara karışmaya?
Öyleyse sana en keskin bıçaklarımı, mitralyözlerimi, karındeşenlerimi, fırtınalı yağmurlarımı, ve dikenli pullarımı çıkarıyorum tavanarasından. Sonunu düşün istersen ve kahraman ol, ben sütten kuzuyum, paşaların kızıyım, saltanatın ışıltısıyım de ve ipeğine sarılıver ....
.SEN BİLİRSİN.
EKOLOJİK DENGE
Ekoloji yeni kavram değil, dünyanın kibriti çakılalı beri varolan dengenin adı. Ekolojinin amacı şu içinde bulunduğumuz zamanı oluşturacak bütün aşamaları sıraya koymak, bozulduğunda müdahele etmek, ve sırasını bilmeyenleri cezalandırmak. Yani Ekoloji bir deyişe göre Allahın sopası manasına geliyor.
Ne zaman ekoloji ile müşerref oluyoruz diyecek olursak: Mesela bir ormanda geyik nüfusu kontrolsüz şekilde çoğalırsa, oraya kurt nufusu yerleşmeye başlıyor. Ne zaman barajlardaki su çekiliyor ve insan nesli tehdit altında ise, o zaman ekoloji bulutları orada görevlendiriyor.
Biz hayvanoğluinsan olarak, ekolojinin gücünü hafife alan yaratıklarız. Hayvan öldürürüz, nesil yokederiz, doğmamışı bile ekolojiden daha iyi bildiğimiz varsayımıyla katlettiğimiz olmuştur. Oysa ekoloji anaların anasıdır. Bizi doğuranın bile anası ekolojidir. Bir ormanı katleden zalim insan, bizim anamıza, anneannemize küfretmiş olur. Bush gibi, narkozy gibi, kasaturamato gibi hayvanhıyar herifler ise, ekolojinin kendi menfaatlerinden küçükeşittir olduğunu düşünüp, toptan sülalemize küfrederler.
Aslında ekoloji naif bir tavuktur. Bize değerlerin hası olan yumurtayı sunar, ama biz tavuğa -Altınları çıkar, çıkarmazsan seni keseriz diyerek onun sessizliği ve dinginliğine tecavüz ederiz. Tavuk yumurtadan kesilincede onu yiyerek, yumurtanın soyunu kesmiş oluruz. Tavuğun yediği böcek artar, ağacın kökünü yer, ağaç söner, toprak hareket eder, veya su, bizde ekolojiye döneriz en ceset halimizle.
Ne zaman ekoloji ile müşerref oluyoruz diyecek olursak: Mesela bir ormanda geyik nüfusu kontrolsüz şekilde çoğalırsa, oraya kurt nufusu yerleşmeye başlıyor. Ne zaman barajlardaki su çekiliyor ve insan nesli tehdit altında ise, o zaman ekoloji bulutları orada görevlendiriyor.
Biz hayvanoğluinsan olarak, ekolojinin gücünü hafife alan yaratıklarız. Hayvan öldürürüz, nesil yokederiz, doğmamışı bile ekolojiden daha iyi bildiğimiz varsayımıyla katlettiğimiz olmuştur. Oysa ekoloji anaların anasıdır. Bizi doğuranın bile anası ekolojidir. Bir ormanı katleden zalim insan, bizim anamıza, anneannemize küfretmiş olur. Bush gibi, narkozy gibi, kasaturamato gibi hayvanhıyar herifler ise, ekolojinin kendi menfaatlerinden küçükeşittir olduğunu düşünüp, toptan sülalemize küfrederler.
Aslında ekoloji naif bir tavuktur. Bize değerlerin hası olan yumurtayı sunar, ama biz tavuğa -Altınları çıkar, çıkarmazsan seni keseriz diyerek onun sessizliği ve dinginliğine tecavüz ederiz. Tavuk yumurtadan kesilincede onu yiyerek, yumurtanın soyunu kesmiş oluruz. Tavuğun yediği böcek artar, ağacın kökünü yer, ağaç söner, toprak hareket eder, veya su, bizde ekolojiye döneriz en ceset halimizle.
TEPKİ SENARYOSU: AŞK-I MUSALLA
Yapay zekanın boş vakitlerimizi çaldığı bir tepkime noktam ise TV dizileri.
Birisi diziye senaryo yazacak, manuel kitabındaki dizi unsurlarını üç eksik beş fazla döşenecek. Bu raiting eroinmanları hangi artiste göre seyreder diyerek, özcan baş erkek, necla baş kadın, necmi ançorman, selma ançorwoman, dayımın oğluna rol, halamın kızına yardımcı rol, Bebekte tanıştığımız veresiye aysele bi rol. Aşk, gizem, töre, ihanet, kimlik, yöre. Ver coşku, al reyting.
Sete on, purodiksiyona beş kişi, evde beş arabada onbeş hesabı...Aynen "popstar" gibi, aynen "birisi bizi rontgenlesin" gibi, aynen "açmısın tokmusun" yarışması gibi.
Benim neyim eksik, sakız gibi uzayan dizilerin senaryolarından? Takır takır yazdım.
Aşkı Musalla
Tüzün bir sosyete klüpte arkadaşlarıyla esrar sakızı çiğnemektedir. Gözü beş masa yandaki İlayla'ya takılır. Arkadaşlarıyla bahse girip, -İlaylayı ilaylaylarım bu gecenin sabahında der.
Kötü adam arkadaşı Cem ile arabasına ve kaskosuna iddaya girerler.Cem İlaylaya yaklaşarak, dans figürleri yapar,
İlayla: --Ama, Ben Kızım der.
Cem, -farketmez, bende kızlara musallat olurum, bazen extasi çekince ipinceleşirim der.
Tüzün bu arada sol şeride kırar, makas yapar ve -Pardon hanımefendi, bu bey sizi rahatsız ediyormu der, ( bütün karizma havada. )İ
İlayla hemen bu limana demirler,
-Hayır ama etmek üzereydi, zaten gidiyordu der. Cem buna sinirlenir ve arabasının anahtarını Tüzün'e gizlisingizliye toka eder.
-Merhaba Adın Tüzün, senin bir adın varmı? der.
-İlayla...
Tüzün; -Çok memnun oldum tanıştığımıza, vajinal bir hastalığın yoksa beş dakka konuşalım mı diye sorar.
İlayla; -Bende arkadaşınızla benim üzerime iddaya girdiğinizi sandım, ay ne kadar safım dermişim der, ve arkasına bakmadan çıkışa yönelir.
Ertesi gün Tüzün'ün Esans Fabrikasındaki mecburi ( babası kızdığı için ) gezisinde, lojistik depolama bölümündeki kız Tüzün'ün dikkatini çeker..
Gerisi; Tüzün'ün annesi annesi değil, ablası, Tüzün'ün vurulması, İlayda'nın Cem'in tuzağından kurtulması, Tüzün'ün vurulması, bütün oyuncuların vurulması, kaçırılması, kaza geçirmesi, çocuk kaçırılması, kaza kurşunları ( her manada ) diziye giren ve çıkanlar...Gerisi 24 olmadı 36 bölüm, artı sezon finali....
Birisi diziye senaryo yazacak, manuel kitabındaki dizi unsurlarını üç eksik beş fazla döşenecek. Bu raiting eroinmanları hangi artiste göre seyreder diyerek, özcan baş erkek, necla baş kadın, necmi ançorman, selma ançorwoman, dayımın oğluna rol, halamın kızına yardımcı rol, Bebekte tanıştığımız veresiye aysele bi rol. Aşk, gizem, töre, ihanet, kimlik, yöre. Ver coşku, al reyting.
Sete on, purodiksiyona beş kişi, evde beş arabada onbeş hesabı...Aynen "popstar" gibi, aynen "birisi bizi rontgenlesin" gibi, aynen "açmısın tokmusun" yarışması gibi.
Benim neyim eksik, sakız gibi uzayan dizilerin senaryolarından? Takır takır yazdım.
Aşkı Musalla
Tüzün bir sosyete klüpte arkadaşlarıyla esrar sakızı çiğnemektedir. Gözü beş masa yandaki İlayla'ya takılır. Arkadaşlarıyla bahse girip, -İlaylayı ilaylaylarım bu gecenin sabahında der.
Kötü adam arkadaşı Cem ile arabasına ve kaskosuna iddaya girerler.Cem İlaylaya yaklaşarak, dans figürleri yapar,
İlayla: --Ama, Ben Kızım der.
Cem, -farketmez, bende kızlara musallat olurum, bazen extasi çekince ipinceleşirim der.
Tüzün bu arada sol şeride kırar, makas yapar ve -Pardon hanımefendi, bu bey sizi rahatsız ediyormu der, ( bütün karizma havada. )İ
İlayla hemen bu limana demirler,
-Hayır ama etmek üzereydi, zaten gidiyordu der. Cem buna sinirlenir ve arabasının anahtarını Tüzün'e gizlisingizliye toka eder.
-Merhaba Adın Tüzün, senin bir adın varmı? der.
-İlayla...
Tüzün; -Çok memnun oldum tanıştığımıza, vajinal bir hastalığın yoksa beş dakka konuşalım mı diye sorar.
İlayla; -Bende arkadaşınızla benim üzerime iddaya girdiğinizi sandım, ay ne kadar safım dermişim der, ve arkasına bakmadan çıkışa yönelir.
Ertesi gün Tüzün'ün Esans Fabrikasındaki mecburi ( babası kızdığı için ) gezisinde, lojistik depolama bölümündeki kız Tüzün'ün dikkatini çeker..
Gerisi; Tüzün'ün annesi annesi değil, ablası, Tüzün'ün vurulması, İlayda'nın Cem'in tuzağından kurtulması, Tüzün'ün vurulması, bütün oyuncuların vurulması, kaçırılması, kaza geçirmesi, çocuk kaçırılması, kaza kurşunları ( her manada ) diziye giren ve çıkanlar...Gerisi 24 olmadı 36 bölüm, artı sezon finali....
TİTANİĞİN OKYANUSU
Bu Titanik, kısaca TİT, 200 boylam 400 enlemde yatan bir kısayol emeklisi olarak neden bu kadar “insanlığın ortak değeri” ?
Dolapdereli hurdacılar tarafından kilosu 10 kuruştan “belki” değerlendirilecek bir demir yığını, üzerine bu kadar mevzular bahis edilirken, “tamamı ile madde” dünyamızda gördüğü evrensel değeri nasıl mütaala edebiliriz?
Yada üzerine kondurulan hikayeler midir Titaniği ete-kemiğe büründüren?
TİT’in 250 metre boyu ve 40 metre eni, bugünün standartlarının çok çok altında kalmış iken hemde, bizler dedelerimizin sevdalarıyla dalga geçerken birde hemde, bu talihsiz gemi ne taşımaktadır?
İşte size sonu planlanmadan yazılmaya başlanmış bir hikaye daha: TİTANİĞİN OKYANUSU…..
***
Adam internetten tanıştığı, yok yok yazıştığı kadın ile gizemin esrarını sona erdirecek ve gecenin sathında buluşacaktır. Aslında yaşı ermeye başlamış, kelli benli, ve artık dibi tutmaya başlamış şemali ile, beğenilmeme endişeleri taşımakta ama taşımayı taşıyamamaktadır.
“Gecenin soyadı siyah,ikinci adı sabahtır” diye düşünür. Olgunlaşır düşüncesi: Serde beğenilmemek ya da önyargılara kapılmak denilebilecek endişeler barınır ama özde insan en iyi kendisini tanır…
Kadın o sırada, kadınlığın verdiği garantici yaklaşımlardadır. Biraz gecikecektir, azıcık ta aynalara bakacaktır. Aynaların değerlendirmesi ile vizesini alacaktır bu görüşmenin. Son anda geri basabileceği de ihtimaldir. Çünkü kadın beğenilme, çünkü kadın iltifat görme, çünkü kadın taşınabilme odaklıdır.
İşte dostlar, gecenin gizemi dediğimiz şey bu.
Adam; evli ve statü sahibi, çocuk sahibi olma titr’lerini bir kenara bırakmıştır, sadece bedenler ruha hizmet etsin, onları birbirine taşısın, ruhlar kaynaşırsa eğer biraz oynaşsın, bir pazar pikniği boyunca kimlikler bir yere bırakılsın ;
Adrenalin fabrikaları kapanmasın’dır amacı.
Beni buraya getiren şey neydi, ya da ev sahibi iken kiracılaşmaya iten? Üzülme ve büzülme ihtimallerinin girdabında…
Adam, eskilerde eski eğleşmelerindeki ruhu aramaktadır: Bir kadını gerçekten güldürebilmeyi. Arınabilmeyi. Ruhunu katalizöre bırakabilmeyi. Yada bir kadının gözünde bir portre olabilmeyi. Kadın yaşlanacaktır ve yaşlı hasta yatağında bir gençlik filmini keyifle seyredebileceği bir görüntü verebilmeyi.
Adamın özü vermektir.
İnci isimli kadın, ancak dalgalar sahile vurmaya başladığında gelebilir mekana, vestiyere şemsiyesini bırakır, hafif ıslaktır zihni ve bedeni, -ben bu sulara girmekle iyi mi yaptım acaba derken.
İçeriye bakar, bir adam girişe sırtı dönük haldedir, birde geçmişine: - Aslında hiçbir kadın asla ve asla hayalimin iskeletini oluşturduğu kadın olarak görselleşemez, ama olduğu kadar diyerek tevekkül gösterir.
Mustafa?
İnci hanım?
Ortam denize döner, konuştukça okyanusa, ama okyanus kabarmaya fırsat bulamadan evlere dönme vakti gelir. Kadın saçlarını tımar eder, adam ise bir ayağı okyanusta; dünya kupasının vuzuvela uğultusunu dinler. Titanik seyahat ederken duyabilseydim bu vuluvela denilen zımbırtıyı buzdağına toslamazdım diye kendi okyanusuna dalar. “Zaten koskoca okyanusta bir inciyi bulmak imkansızdı, fakat ya okyanus bu incinin içindeyse?
Maç penaltılara kalır.
Dolapdereli hurdacılar tarafından kilosu 10 kuruştan “belki” değerlendirilecek bir demir yığını, üzerine bu kadar mevzular bahis edilirken, “tamamı ile madde” dünyamızda gördüğü evrensel değeri nasıl mütaala edebiliriz?
Yada üzerine kondurulan hikayeler midir Titaniği ete-kemiğe büründüren?
TİT’in 250 metre boyu ve 40 metre eni, bugünün standartlarının çok çok altında kalmış iken hemde, bizler dedelerimizin sevdalarıyla dalga geçerken birde hemde, bu talihsiz gemi ne taşımaktadır?
İşte size sonu planlanmadan yazılmaya başlanmış bir hikaye daha: TİTANİĞİN OKYANUSU…..
***
Adam internetten tanıştığı, yok yok yazıştığı kadın ile gizemin esrarını sona erdirecek ve gecenin sathında buluşacaktır. Aslında yaşı ermeye başlamış, kelli benli, ve artık dibi tutmaya başlamış şemali ile, beğenilmeme endişeleri taşımakta ama taşımayı taşıyamamaktadır.
“Gecenin soyadı siyah,ikinci adı sabahtır” diye düşünür. Olgunlaşır düşüncesi: Serde beğenilmemek ya da önyargılara kapılmak denilebilecek endişeler barınır ama özde insan en iyi kendisini tanır…
Kadın o sırada, kadınlığın verdiği garantici yaklaşımlardadır. Biraz gecikecektir, azıcık ta aynalara bakacaktır. Aynaların değerlendirmesi ile vizesini alacaktır bu görüşmenin. Son anda geri basabileceği de ihtimaldir. Çünkü kadın beğenilme, çünkü kadın iltifat görme, çünkü kadın taşınabilme odaklıdır.
İşte dostlar, gecenin gizemi dediğimiz şey bu.
Adam; evli ve statü sahibi, çocuk sahibi olma titr’lerini bir kenara bırakmıştır, sadece bedenler ruha hizmet etsin, onları birbirine taşısın, ruhlar kaynaşırsa eğer biraz oynaşsın, bir pazar pikniği boyunca kimlikler bir yere bırakılsın ;
Adrenalin fabrikaları kapanmasın’dır amacı.
Beni buraya getiren şey neydi, ya da ev sahibi iken kiracılaşmaya iten? Üzülme ve büzülme ihtimallerinin girdabında…
Adam, eskilerde eski eğleşmelerindeki ruhu aramaktadır: Bir kadını gerçekten güldürebilmeyi. Arınabilmeyi. Ruhunu katalizöre bırakabilmeyi. Yada bir kadının gözünde bir portre olabilmeyi. Kadın yaşlanacaktır ve yaşlı hasta yatağında bir gençlik filmini keyifle seyredebileceği bir görüntü verebilmeyi.
Adamın özü vermektir.
İnci isimli kadın, ancak dalgalar sahile vurmaya başladığında gelebilir mekana, vestiyere şemsiyesini bırakır, hafif ıslaktır zihni ve bedeni, -ben bu sulara girmekle iyi mi yaptım acaba derken.
İçeriye bakar, bir adam girişe sırtı dönük haldedir, birde geçmişine: - Aslında hiçbir kadın asla ve asla hayalimin iskeletini oluşturduğu kadın olarak görselleşemez, ama olduğu kadar diyerek tevekkül gösterir.
Mustafa?
İnci hanım?
Ortam denize döner, konuştukça okyanusa, ama okyanus kabarmaya fırsat bulamadan evlere dönme vakti gelir. Kadın saçlarını tımar eder, adam ise bir ayağı okyanusta; dünya kupasının vuzuvela uğultusunu dinler. Titanik seyahat ederken duyabilseydim bu vuluvela denilen zımbırtıyı buzdağına toslamazdım diye kendi okyanusuna dalar. “Zaten koskoca okyanusta bir inciyi bulmak imkansızdı, fakat ya okyanus bu incinin içindeyse?
Maç penaltılara kalır.
DEFNE SAMYELİ İLE BENİDE İLİŞKİLENDİRİN !
Defne denilen Samyeli ile bir ilişki yaşadım bende, itiraf ediyorum, yıl olarak 1992,5 lara dayanır, Boğaziçi üniversitesinin mahsun adımlarında, hisar kampüsü, 2 numaralı köprü manzaralı, aşka ilim irfan katan mekanda.
Defne o sıralar, süratle inkişaf eden televizyon asansöründe bir sabah şekeri, ve stajyer spiker. Birde Türkiye güzeli, miss Küçükçekmece değil, kiraz veya plaj güzeli değil, alasta alastrabanda Türkiye güzeli.
Bizin bölüme kayıt yaptırmış, bizde bir helecen bir helecan, kişisel bakım masrafımız yüzde 50 artıyor, bütçe sarsılıyor.
Koridorda bekler vaziyetteyiz, aynen kuliste sanatçı bekleyen hayran modülünde.
Defne diye geleceğine inandığımız aşüfte, ama gelen bildiğin pejmürde. Kalın lila kazağı, özensiz kotu ve bakımsız makyajı ile, bizim efsane defne, bildiğin şile patates güzeli. Maksat belli, bende sizden biriyim.
İletişimci ya,
Sonradan dinliyorum bizim patatesin anılarını, babasını genç yaşta kaybetmiş, mimarmış rahmetli, defnenin güzelliğinin nerde yapıldığı belli.
Çok hırslı bir hatun bizim defne, bende hırsın bileyeni, defnenin iri deniz mavisi gözleri aynen içimde.
Denize karışan bir siyah beyaz saadet fotoğrafı bizimki, balıklara yadigar. Bir ilkbaharda defne yaprağı esintisi, burnuma değdi, geçti.
Şimdilerde defnenin özel yaşam piskosu dillerde, kocası mimar, ihalenin altında kalınca, evliliğin cankaybı, defne eski yaprakları açıyor komidisinden, öğle programı yapıyor, birde ilişki, Amerikan televizyoncuyla,
Kocadan gizli buluşmalar, internette yazışmalar, alenen sevmeceler, batan geminin malları.
Yapmıştır defne, hırslı kızdır, delidir bilirim, o televizyondaki değildir, o televizyondaki sadece kostüm, ama defne uğrunda tepinilecek kadındır, erkeğine tapan kadındır, mimardan 2 çocuk boşuna değildir.
Defne, zirvelerde esen bir samyelidir, adam nedir, kimdir bilir, babasını arar rahmetli hayallerin beklentisinde,
Kendisine buradan açık çağrı, daha konuşamadıklarımız var, lanet olası gözlerinin büyüsüyle kilitlenmiş dilimde.
Defne o sıralar, süratle inkişaf eden televizyon asansöründe bir sabah şekeri, ve stajyer spiker. Birde Türkiye güzeli, miss Küçükçekmece değil, kiraz veya plaj güzeli değil, alasta alastrabanda Türkiye güzeli.
Bizin bölüme kayıt yaptırmış, bizde bir helecen bir helecan, kişisel bakım masrafımız yüzde 50 artıyor, bütçe sarsılıyor.
Koridorda bekler vaziyetteyiz, aynen kuliste sanatçı bekleyen hayran modülünde.
Defne diye geleceğine inandığımız aşüfte, ama gelen bildiğin pejmürde. Kalın lila kazağı, özensiz kotu ve bakımsız makyajı ile, bizim efsane defne, bildiğin şile patates güzeli. Maksat belli, bende sizden biriyim.
İletişimci ya,
Sonradan dinliyorum bizim patatesin anılarını, babasını genç yaşta kaybetmiş, mimarmış rahmetli, defnenin güzelliğinin nerde yapıldığı belli.
Çok hırslı bir hatun bizim defne, bende hırsın bileyeni, defnenin iri deniz mavisi gözleri aynen içimde.
Denize karışan bir siyah beyaz saadet fotoğrafı bizimki, balıklara yadigar. Bir ilkbaharda defne yaprağı esintisi, burnuma değdi, geçti.
Şimdilerde defnenin özel yaşam piskosu dillerde, kocası mimar, ihalenin altında kalınca, evliliğin cankaybı, defne eski yaprakları açıyor komidisinden, öğle programı yapıyor, birde ilişki, Amerikan televizyoncuyla,
Kocadan gizli buluşmalar, internette yazışmalar, alenen sevmeceler, batan geminin malları.
Yapmıştır defne, hırslı kızdır, delidir bilirim, o televizyondaki değildir, o televizyondaki sadece kostüm, ama defne uğrunda tepinilecek kadındır, erkeğine tapan kadındır, mimardan 2 çocuk boşuna değildir.
Defne, zirvelerde esen bir samyelidir, adam nedir, kimdir bilir, babasını arar rahmetli hayallerin beklentisinde,
Kendisine buradan açık çağrı, daha konuşamadıklarımız var, lanet olası gözlerinin büyüsüyle kilitlenmiş dilimde.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)