Bu Titanik, kısaca TİT, 200 boylam 400 enlemde yatan bir kısayol emeklisi olarak neden bu kadar “insanlığın ortak değeri” ?
Dolapdereli hurdacılar tarafından kilosu 10 kuruştan “belki” değerlendirilecek bir demir yığını, üzerine bu kadar mevzular bahis edilirken, “tamamı ile madde” dünyamızda gördüğü evrensel değeri nasıl mütaala edebiliriz?
Yada üzerine kondurulan hikayeler midir Titaniği ete-kemiğe büründüren?
TİT’in 250 metre boyu ve 40 metre eni, bugünün standartlarının çok çok altında kalmış iken hemde, bizler dedelerimizin sevdalarıyla dalga geçerken birde hemde, bu talihsiz gemi ne taşımaktadır?
İşte size sonu planlanmadan yazılmaya başlanmış bir hikaye daha: TİTANİĞİN OKYANUSU…..
***
Adam internetten tanıştığı, yok yok yazıştığı kadın ile gizemin esrarını sona erdirecek ve gecenin sathında buluşacaktır. Aslında yaşı ermeye başlamış, kelli benli, ve artık dibi tutmaya başlamış şemali ile, beğenilmeme endişeleri taşımakta ama taşımayı taşıyamamaktadır.
“Gecenin soyadı siyah,ikinci adı sabahtır” diye düşünür. Olgunlaşır düşüncesi: Serde beğenilmemek ya da önyargılara kapılmak denilebilecek endişeler barınır ama özde insan en iyi kendisini tanır…
Kadın o sırada, kadınlığın verdiği garantici yaklaşımlardadır. Biraz gecikecektir, azıcık ta aynalara bakacaktır. Aynaların değerlendirmesi ile vizesini alacaktır bu görüşmenin. Son anda geri basabileceği de ihtimaldir. Çünkü kadın beğenilme, çünkü kadın iltifat görme, çünkü kadın taşınabilme odaklıdır.
İşte dostlar, gecenin gizemi dediğimiz şey bu.
Adam; evli ve statü sahibi, çocuk sahibi olma titr’lerini bir kenara bırakmıştır, sadece bedenler ruha hizmet etsin, onları birbirine taşısın, ruhlar kaynaşırsa eğer biraz oynaşsın, bir pazar pikniği boyunca kimlikler bir yere bırakılsın ;
Adrenalin fabrikaları kapanmasın’dır amacı.
Beni buraya getiren şey neydi, ya da ev sahibi iken kiracılaşmaya iten? Üzülme ve büzülme ihtimallerinin girdabında…
Adam, eskilerde eski eğleşmelerindeki ruhu aramaktadır: Bir kadını gerçekten güldürebilmeyi. Arınabilmeyi. Ruhunu katalizöre bırakabilmeyi. Yada bir kadının gözünde bir portre olabilmeyi. Kadın yaşlanacaktır ve yaşlı hasta yatağında bir gençlik filmini keyifle seyredebileceği bir görüntü verebilmeyi.
Adamın özü vermektir.
İnci isimli kadın, ancak dalgalar sahile vurmaya başladığında gelebilir mekana, vestiyere şemsiyesini bırakır, hafif ıslaktır zihni ve bedeni, -ben bu sulara girmekle iyi mi yaptım acaba derken.
İçeriye bakar, bir adam girişe sırtı dönük haldedir, birde geçmişine: - Aslında hiçbir kadın asla ve asla hayalimin iskeletini oluşturduğu kadın olarak görselleşemez, ama olduğu kadar diyerek tevekkül gösterir.
Mustafa?
İnci hanım?
Ortam denize döner, konuştukça okyanusa, ama okyanus kabarmaya fırsat bulamadan evlere dönme vakti gelir. Kadın saçlarını tımar eder, adam ise bir ayağı okyanusta; dünya kupasının vuzuvela uğultusunu dinler. Titanik seyahat ederken duyabilseydim bu vuluvela denilen zımbırtıyı buzdağına toslamazdım diye kendi okyanusuna dalar. “Zaten koskoca okyanusta bir inciyi bulmak imkansızdı, fakat ya okyanus bu incinin içindeyse?
Maç penaltılara kalır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder