Şu sonbaharın pazarında, güzün kasımında, akşamların hilali ile aydınlanmak, yeni günün habercisi ve şahidi olmak hasletleriyle....
Senin peşinden gelmiştim bir deniz kasabasına, sabahı bir caminin ayakkabılığında yapmıştım. Güneş çıkana dek titremiştim aşkından.
Akşamın macerası kemiklerimi titretirken, son kalan paramla senin minibüsüne binmiştim. Ne kadar acemiydi aşkımız.
Pansiyonun kapısını açık unutacak kadar uhrevi bir battaniye idi sevişmemiz, istanbuldan bütün arkadaşların sana öpücük göndermişti ya, hepsinin öpücüğü bende kalmasın diyerek öpmüştüm seni.
Hani bana kedini ödünç vermiştin, senden hatıra olsun diye, sanırım onu dışarı salmasaydım, sana daha büyük bir onurla iade edebilirdim. Bizim oranın kedilerinden dayak yememiş olsaydı.
O kuytu ormanda bana ne demiştin, hatırlıyor musun, beni daima seveceğini, ama sözler kuytuda yitti diyerek seni suçlayamam ki..
Bana sonradan bakışların arkadaş ortamına gizlenmiş sırlar oldu, neden bana gizli bir bahçen olduğunu ve mustafa çiçekleri yeşerttiğini söylemedin, kuruttun onları.
Derme çatma zamanlarda kendine aşık ederek ve esrederek, bir tohumun kök salacağını neden hesaplayamadın, köklerimi kurutmak neyin nesiydi.
Siyahşın, umarım bana yutturduğun sözlerinle başın göğe erdiyse, hak vaki olana dek yedi cami yaptırmak nasip olur sana.
Geri sayıyorum, mümkünse elini çabuk tut...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder