Beyoğlunun barları güzeldir, kapı önü masa sohbetleri, sigarayla karışık ucuz rakı. İçimde saklı olan dev piton yılanını harekete geçirir bu olgular...
Rutin yaz sohbetlerinden biriydi, kısım sekreterimiz Hanife evlenmişti ama onunla dilruba otelde yaşadıklarımı düşünüyordum. Birden telefonumda yeni sekreterimiz Hümeyranın sinyalini gördüm. Aloo dedim ben ahmedaltan, ama bir adet sesli mesajım olduğunu anlatıyordu bu çınlama. Hümeyra yeni işe aldığımız 700 milyon maaşlı, ve içe dönük hayalleri ile birlikte 130 kilo civarında bir esmer güzeliydi. Mesajında bana: "Ahmet bey, yarın ki yazınızı steno yaparken anlayamadığım bir kelime oldu, histori mi yazdınız histeri mi, onu sizden alacaktım.." dedi.
Hemen telefona sarıldım ve Hümeyranın o ürkek o yalnız o sislerin arasındaki sesi ile titrek bir alo dediğini duydum, gayet heyecan kokan Türkçesiyle: Mesajım ulaştı mı Altan bey diye sordu. Ona nerede olduğunu sordum, soruya soruyla karşılık vererek. Bana evde olduğunu söyledi ve evinin nerede olduğunu sordum, karşılıklı soru çatışmamızın heyecanı ve histerisiyle. Kasımpaşa madalya sokak hicran aralığı menfez apartmanı daire eksi 2.
Alel acele toparlandım ve Şişhaneden aşağı inen adımlarım ve soluklarım ile sokak köpeklerini kaçırarak kutsal menzile vardım. Camiiden çıkan ihtiyarlar sakalımdan ötürü beni selamladılar, ama bilmiyorlardı ki bir aşk yolcusu olduğumu..
Hümeyranın apartmanı 3 metre cepheli bir külüstürhane formundaydı, kapısı yarısına denk olan. Merdivenler ise gizemli bir anafor gibi beni aşağılara çekiyordu. Çelik iskeletli kapıda bir isim, Hümeyra Sena Topuk, ve zili çaldım.
Beni karşısında görünce, neden buralara kadar zahmet ettiğimi sordu, sanki gizemlerle çevrili olan benmişim gibi.
Çayın var mı dedim?, ki bu kelime ile İngilteredeki leydiler bile bana aşk galerilerini açmışlardı.
Sıcak bir yaz ve Hümeyranın, yada Sena'nın 13 metrekare dairesinde bir usta ve bir gecenin getirdiği sürpriz vardık. Hümeyra mecburen çayla beraber holdeki yanıbaşıma çöktü. O tombul dizlerindeki endam bile 3 kadına eşitti, benim şehvetim ise 3x3.
Gözlerindeki dostluk perdesi yerini bir kadına bıraktı ve şehvet şehvet diye yanan alevler bu minik daireyi esir almaya başlıyordu. Önce onun üzerindeki terden şıpır şıpır olan büstiyere elimi attım. Onun kocaman göğüsleri ile aramda artık mor bir südyen duruyordu ama fazla dayanamadı ve südyeni bir osmanlı darbesiyle derdest ettim. Mor göğüs uçları adeta bir sülün yumurtası gibi förtlemişti.
Öncesinde beni 1.5 metrelik banyosuna götürdü ve üstünü başını parçalattı. Anladımki bütün eski kadınlarım bunun yanında kadın değildi, çünkü kadın; histerileri tarafından esir alınmış ve mücadelesi ile zafere uzanan bu 130 kiloluk afeti evrandı, yada 133.
Onu yaylı somyaya kadar taşıyarak, gömüldüğü bataklıklardan çıkardım. Ben davrandıkça kafama şablaklar atıyor ve beynimi uyarıyordu. Acıtıyordu .... koyim.
Benim içimde uyanan dev piton onun arazilerinde kıvrılmaya başladı. 133 kiloluk afet adeta kasırgalar estirerek gizemli bulmacasını çözmemi istercesine bedenimi altına aldı. Arada nefes almak için boğmacalı öksürüklerle kafamı çıkarıyordum. Ver elini bağdat ver elini paris ver elini leningrad derken, kuvvetli salyalarla boşaldım, ama bu deniz canavarı kana doymamıştı ve beni suların altına çekmeye çalışıyordu, ne mücadele ne özgürlük nede ölümün tadı. Sevişmeden başka birşeydi bu, öyleki somyanın yanına düşmeme rağmen o sevişmeye devam etti. Taaki ben elbiselerimi yalan yalnış giyip daracık kapıdan sıvışana kadar...
Ertesi gün Hümeyranın masası boştu, kapıcı hikmet görmüş onu sabahtan, masama küçük bir gül bırakmış, birde anılardan bir yaprak.....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder