Çok şey değişti zamanda, büyüdü, parçalandı, serpildi, taştı.
Eğitimde, eğitende, eğitilende. Çünkü hep yeni ihtiyaçlar ve uzmanlık alanları doğuyordu. Kaçınılmazdı. Yeni üniversiteler ve bölümleri. Olur ya, zamanla ortaya çıkacak bu bölümlere isim bulmak zor olabilir, ben şimdiden yazayım dedim.
Hakkarili pazarcıların lokasyon değişimi kaynaklı stress bozuklukları ana bilim dalı.
At ve kelebeğin tarih öncesi akrabalıkları ihtimalini araştırma hastanesi
Dil organının vajinusmusta üstlendiği görevlerin sıralanması fakültesi.
Tekerlek ve yol arasındaki ilişkinin mantık çevresinde değerlendirilmesini sağlama M.Y.O.
Yunanlı kadınların Türk erkeği üzerindeki psişik rölativitesini arttırma bilim başkanlığı.
Dinazorlarda ramazan ayı geleneklerinin tarih boyunca kuşaklararası çatışması Fak.
Sulukulenin tarihsel değişiminin Avrupa topluluğuna giriş sürecine etkileri Bölüm Bşk.
Amerikalı azgın denizci askerlerin kıyıboyunda tutulması Kız Meslek Yüksek Okulu.
Laptop üzerinde biriken bakterilerin organik tarıma katkıları akademisi.
Derbi maçlar sırasında oluşan kadın erkek gerginliğinin sosyal devlete etkileri Birimi
Türk hazır börek sektörünün brezilya karnavalına katılımını araştırma ana bilim başkanlığı.
Türk hamamı konseptinin mersin serbest bölgesi civarına yerleşimini sağlama Kampüsü
Kuşadasına inen eşcinsel gemilerinin Türk Cirit sporuna negatif yansımaları M.Y.Okulu.
Doğru ahmet yanlış mehmet öğretisinin japon kültürüne dolaylı yansıması ve etkilerinin ölçümlenmesi bilimsel konsorsiyumu baba bilim dalı başk.
İthal muzların erkeklerde yolaçtığı ürolojik üst fonksiyon kayıplarının kronolojisi Fakültesi
30 Mayıs 2009 Cumartesi
Depderin ikilemler
Annen sena hamileyken senin ne olmanı düşünerek onca sıkıntıyı çekti?
-En azından başbakan-vali-kaymakam olmanı.
Sen ne oldun?
Öğretmenin seni eğitirken yıllar sonra karşına kim olarak gelmeni isterdi?
-En azından Doktor, mühendis, müdür.
Sen ne olarak geldin?
Ustan veya amirin seni tevhidi tedrisatından geçirirken nerelere varmanı hayal etti?
-En azından Patron, Başkan, guru,
Sen nereye vardın?
Baban seni binbir emekle büyütürken, yatırımına ne karşılık beklerdi?
-En azından bire 5 veya 10 veya 100.
Sen neye katladın?
Seni eş olarak seçen şahıs, seni gözünde nerede görmek isterdi?
-En azından gurur duyacağı, hep seveceği ve heyecan duyacağı yerlerde.
Sen şuan onun için ne değer ifade ediyorsun?
Bu gidişatların hep negatif olması seni kendinle küstürmesin. Zira birşeye başlamak için bunları düşünmek gerekli. Hayalgücü gerekli. Beklentilerin yüksekleri işaret etmesi gerekli.
Füzelerin en çok yakıt harcadığı yer kalkış rampası değilmi, günün en zor anı yataktan ayrılmak değilmi, arabanın en kuvvetli vitesi 1. vites değilmi, aşkın en riskli anı ilk öpücük değilmi?
Allah böyle yazmış, sen düşünmekle mükellef, hayalgücüne yatırım yapmak senin insan olmanın en kuvvetli hissiyatı,
bu böyle...
-En azından başbakan-vali-kaymakam olmanı.
Sen ne oldun?
Öğretmenin seni eğitirken yıllar sonra karşına kim olarak gelmeni isterdi?
-En azından Doktor, mühendis, müdür.
Sen ne olarak geldin?
Ustan veya amirin seni tevhidi tedrisatından geçirirken nerelere varmanı hayal etti?
-En azından Patron, Başkan, guru,
Sen nereye vardın?
Baban seni binbir emekle büyütürken, yatırımına ne karşılık beklerdi?
-En azından bire 5 veya 10 veya 100.
Sen neye katladın?
Seni eş olarak seçen şahıs, seni gözünde nerede görmek isterdi?
-En azından gurur duyacağı, hep seveceği ve heyecan duyacağı yerlerde.
Sen şuan onun için ne değer ifade ediyorsun?
Bu gidişatların hep negatif olması seni kendinle küstürmesin. Zira birşeye başlamak için bunları düşünmek gerekli. Hayalgücü gerekli. Beklentilerin yüksekleri işaret etmesi gerekli.
Füzelerin en çok yakıt harcadığı yer kalkış rampası değilmi, günün en zor anı yataktan ayrılmak değilmi, arabanın en kuvvetli vitesi 1. vites değilmi, aşkın en riskli anı ilk öpücük değilmi?
Allah böyle yazmış, sen düşünmekle mükellef, hayalgücüne yatırım yapmak senin insan olmanın en kuvvetli hissiyatı,
bu böyle...
25 Mayıs 2009 Pazartesi
Haya
Utanmak. Ahlak öğretilerinin karanlık yüzü. Utanmayı istemeyenlerin itici gücü. Korku salgısı, hayal kovucu.
Taa ilköğretim döneminden başlayan karanlıkların adıydı utanmak. İçimiz karardı, kuzular bahçemizden kaçtı, gökkuşağımız yerlere serildi. Utanmak şahsiyetimizin silgisi. Utanmak ve kaçmak, sahada mücadeleyi yarım bırakarak ve ardımıza bakmamayı dileyerek.
Büyüklerin yanında sesimiz az çıkmalıydı, ödevimizi yetiştirirsek ancak utanmama hakkımız olurdu. Büyüklerimize kızamazdık sadece utanma hakkımız bize layık görüldü. Oysa karnemiz pekiyilerle doluydu, utanmamıza bir sebep yoktu görünürde. Pembeli allı teyzeler bizi hep övüyorlardı, paşaydık-padişahtık. Ama gücümüz az olduğu için, utanmak zorunda olduğumuz için, zirveden dibe düşmek acısı çocukluk gururuna aşırı dokunuyordu, o yüzden çocukluğumuzdan utandık.
Şimdi utanmayı bize verildiği dozunda çocuklarımıza veriyoruz. Onları utanç bariyerinde tutarak, bizi tanımalarını sağlıyoruz. Şahsiyeti olan utanır. Sadece domuzlar utanmaz. Vay arsız utanmaz herifler. Utan utan, başkaları aya gitti sen yaya gittin. Sende utanma yokmu densiz.
Ben utanık bir düzlemde büyüdüm. Başarılı olsam bile başarım utanç üretiyordu. Şort giyince, futbol topum olunca, elbiselerim eski olduğunda veya yeni olduğunda utanmak kaçınılmaz son oldu. Kızlarla çıkmaya, kerhaneye gitmeye, meyhaneye gitmeye, sigaraya içkiye ulaşamadım, zira utanma duvarları beni uzak tuttu. Oysa utanmanın kişiden kişiye ve çevreden çevreye farklı akisleri olduğunu duvarı aşınca görebildim.
Bana utanılacak hallerini anlatan bayan arkadaş hakkında ne düşüneceğimi bilemediğim olmadımı, hayır oldu ama, onu utandırmaktan utandığım için dinledim utanç dolu konuşmalarını. Yok şununla yatmış, yok ped onu rahatsız ediyormuş, yok onunla yatmış, yok babası anasını başka analarla aldatmış, erkek kardeşi homoymuş, onun kız arkadaşı arasıra para için orospuluk yapıyormuş. Bir baktım bu bayan arkadaşı bana arkadaşça davrandığı için utandırmak yolunu seçerek kaybediyorsun, serde erkeksin, bana bunları anlatan kişiyle derinleşirsen, utanma duygunu kaybedersin demez mi içses, ama samimi ise sadece, yok yok olmaz. bunları tepkisiz dinlersen sende utanmaz olursun.
Ne düşünüyorsun? dedi.
Ben duvarı aştım, ve
UTANILACAK BİRŞEY DEĞİL BUNLAR dedim.
Kendimden utanarak....
Taa ilköğretim döneminden başlayan karanlıkların adıydı utanmak. İçimiz karardı, kuzular bahçemizden kaçtı, gökkuşağımız yerlere serildi. Utanmak şahsiyetimizin silgisi. Utanmak ve kaçmak, sahada mücadeleyi yarım bırakarak ve ardımıza bakmamayı dileyerek.
Büyüklerin yanında sesimiz az çıkmalıydı, ödevimizi yetiştirirsek ancak utanmama hakkımız olurdu. Büyüklerimize kızamazdık sadece utanma hakkımız bize layık görüldü. Oysa karnemiz pekiyilerle doluydu, utanmamıza bir sebep yoktu görünürde. Pembeli allı teyzeler bizi hep övüyorlardı, paşaydık-padişahtık. Ama gücümüz az olduğu için, utanmak zorunda olduğumuz için, zirveden dibe düşmek acısı çocukluk gururuna aşırı dokunuyordu, o yüzden çocukluğumuzdan utandık.
Şimdi utanmayı bize verildiği dozunda çocuklarımıza veriyoruz. Onları utanç bariyerinde tutarak, bizi tanımalarını sağlıyoruz. Şahsiyeti olan utanır. Sadece domuzlar utanmaz. Vay arsız utanmaz herifler. Utan utan, başkaları aya gitti sen yaya gittin. Sende utanma yokmu densiz.
Ben utanık bir düzlemde büyüdüm. Başarılı olsam bile başarım utanç üretiyordu. Şort giyince, futbol topum olunca, elbiselerim eski olduğunda veya yeni olduğunda utanmak kaçınılmaz son oldu. Kızlarla çıkmaya, kerhaneye gitmeye, meyhaneye gitmeye, sigaraya içkiye ulaşamadım, zira utanma duvarları beni uzak tuttu. Oysa utanmanın kişiden kişiye ve çevreden çevreye farklı akisleri olduğunu duvarı aşınca görebildim.
Bana utanılacak hallerini anlatan bayan arkadaş hakkında ne düşüneceğimi bilemediğim olmadımı, hayır oldu ama, onu utandırmaktan utandığım için dinledim utanç dolu konuşmalarını. Yok şununla yatmış, yok ped onu rahatsız ediyormuş, yok onunla yatmış, yok babası anasını başka analarla aldatmış, erkek kardeşi homoymuş, onun kız arkadaşı arasıra para için orospuluk yapıyormuş. Bir baktım bu bayan arkadaşı bana arkadaşça davrandığı için utandırmak yolunu seçerek kaybediyorsun, serde erkeksin, bana bunları anlatan kişiyle derinleşirsen, utanma duygunu kaybedersin demez mi içses, ama samimi ise sadece, yok yok olmaz. bunları tepkisiz dinlersen sende utanmaz olursun.
Ne düşünüyorsun? dedi.
Ben duvarı aştım, ve
UTANILACAK BİRŞEY DEĞİL BUNLAR dedim.
Kendimden utanarak....
23 Mayıs 2009 Cumartesi
Taksiciyle Mustafa'nın İlahi Muhabbeti
Taksici kitlesini en iyi kim tanır, bennnn, en çok kim onlara birşey satar, bennnn, en çok kazıklarını kim yemiştir, bennnn.
Yoo sektör taramasına filan girmeyeceğim, yaşanmışı, yaşlanarak yaşanmışı anlatacağım.
Bir tanesi varki, başkandı, megaloman ve pisko piskopat hastalıklarına düçar biri. Benden istedikleri her seferde 1 er saat yalvarım ve üsteleme şeklinde yaptı. Düşünün halimi ama düşmeyin halime.
Mesela bedava araba istedi, neden reklamımızı yapacakmış.
Durağa önce bilgisayar, sonra külube sonra, çekici araç istedi.
Memleketine gitmek için sıfır araba istedi.
Çekiliş kuponu dağıttık, ikramiyenin kendine çıkmasını istedi.
Fabrikaya götürdük, fabrikadaki üretim bantlarına kendi isminin verilmesini istedi.
Duraktaki tüm arabalarının servisinin bedava yapılmasını istedi, bedava yakıt istedi.
Gece yapacakmış taksi sektörüne, sponsor olmamızı istedi.
Her şenlik ve geceye çağırdık, bunun için para istedi.
Durağına araba sattım, haberi olunca geldi bitmiş işlerden komisyon istedi.
Ve sonunda rakip markadan araba aldı, ama abisi dayanamayıp benden araba aldı. yani bu sektörde çürük ve sağlam aynı sepettedir ama sepet maalesef kokar.
Bu kadar değil elbet,
20 gün masamın yanında taksi bekleyeni var.
Arabayı aldıktan 3 ay sonra araç ucuzladığında benden farkı geri isteyen var.
Sözünü yiyip, cebimden para kestiren var.
Takas araçlarının fiyatı düşünce hadi sizi tercih ettik diyerek bizim iyi niyetimizi bize fatura eden var.
Maalesef bu kitleyle dürüst ticarette çok zorlandım ve yoruldum ama kabul ettiğim bir realite varsa o da şudur. Bu adamlar her dakika çarpılmaktan, artık güven güvensizi olmuş durumdalar. Hastaneye düşmeden yollara düşmüş adamlar. Adı taksici. Hepsi sarı.
Yoo sektör taramasına filan girmeyeceğim, yaşanmışı, yaşlanarak yaşanmışı anlatacağım.
Bir tanesi varki, başkandı, megaloman ve pisko piskopat hastalıklarına düçar biri. Benden istedikleri her seferde 1 er saat yalvarım ve üsteleme şeklinde yaptı. Düşünün halimi ama düşmeyin halime.
Mesela bedava araba istedi, neden reklamımızı yapacakmış.
Durağa önce bilgisayar, sonra külube sonra, çekici araç istedi.
Memleketine gitmek için sıfır araba istedi.
Çekiliş kuponu dağıttık, ikramiyenin kendine çıkmasını istedi.
Fabrikaya götürdük, fabrikadaki üretim bantlarına kendi isminin verilmesini istedi.
Duraktaki tüm arabalarının servisinin bedava yapılmasını istedi, bedava yakıt istedi.
Gece yapacakmış taksi sektörüne, sponsor olmamızı istedi.
Her şenlik ve geceye çağırdık, bunun için para istedi.
Durağına araba sattım, haberi olunca geldi bitmiş işlerden komisyon istedi.
Ve sonunda rakip markadan araba aldı, ama abisi dayanamayıp benden araba aldı. yani bu sektörde çürük ve sağlam aynı sepettedir ama sepet maalesef kokar.
Bu kadar değil elbet,
20 gün masamın yanında taksi bekleyeni var.
Arabayı aldıktan 3 ay sonra araç ucuzladığında benden farkı geri isteyen var.
Sözünü yiyip, cebimden para kestiren var.
Takas araçlarının fiyatı düşünce hadi sizi tercih ettik diyerek bizim iyi niyetimizi bize fatura eden var.
Maalesef bu kitleyle dürüst ticarette çok zorlandım ve yoruldum ama kabul ettiğim bir realite varsa o da şudur. Bu adamlar her dakika çarpılmaktan, artık güven güvensizi olmuş durumdalar. Hastaneye düşmeden yollara düşmüş adamlar. Adı taksici. Hepsi sarı.
Bence Kozmolojik Aşk
Ev tipi yorgun adam, bir afet hatunla tanıştı, hoşlandılar eridiler, kimyalar kaynadı, ve delirme raddesinde sevişmeler, yangınlar, dizleri titreten, kanı iliği kurutan vahşete varan birleşmeler.
Doğuda üstüne kumalar döşenmiş samanlık işçisi kanun önünde kadın kocasının önünde köle Bedriye, kimliğine isyan ediyor, alıyor başını Estambula, kırk yıllık istanbullu, işkadını, ticaretçi, atılım insanı ve sonunda zorba kocasını yanında köle işçi yapan aynı bedriye.
Yada uzayda 10000 yıldır gezen ve dünyamıza düşen taştaki hammadde ile zonguldakta çıkan maddenin dna'sı tıpatıp aynı.
Titrek ışığını flörtün Asumana gösterdiğin yıldızın yokoluş tarihi 1000 sene öncesi ama ışık 1500 sene önce yola çıkan ışık.
24 nesil önce dededededendeki kemik gelişme bozukluğu şimdi senin torununun sorunu.
Dahada matematik karşıtı örnekler.;
Güneş kimyasal madde dolu ve sıcaklık milyon derece, neden patlamaz bu top?
Dünyanın içi'nin eriyik yanar madde olmasa, un gibi parçalanıp zerre zerre olacağı gerçeği.
Saniyede 1600 km hızla yolalan dünyanın üstünde neden başımız dönmez?
Üstümüzde 120 tonluk havanın basıncı bizi kağıt yapmasına tek engelin, kalbimizin ürettiği karşı basınç oluşu.
Hiçbir kar tanesinin birbirine değmemesi kuralı, eğer değselerdi kafamıza 5 metre çapında buz kaya olarak düşeceği,
Depremler olmasaydı, dünya'nın stresini atamamış bir 65lik bakire gibi manyaklaşacağı,
Petrol hammaddesinin bildiğin dinazorlar olduğu, ve başka hiçbir kaynağı olmadığı.
Bunlar hamburger-kahve-rakı seanslarımızda düşüneceğimiz konular değil ama gerçek. Hatta Hadisenin epilasyonda ne giydiğinden daha önemli sayılır. Yada ümit karanın kaçan golü sonrasında yaptığı küçük emrahlıklardan.
Evet bu sınırları zorlasak bizimde akıl sağlığımız zorlanır. Ben yinede kapasiteme güvenerek diyorumki:
Aşk en önemli kozmolojik gerçek, hücreleri yeniler, beyindeki tıkalı damarları açar, ürolojinizi maksimumda tutar. Fındıktan daha yararlıdır. Ve unutma herşeyin başında birtutam aşk her kapıyı açar, sen aşkını doğru kullan yeter.
Doğuda üstüne kumalar döşenmiş samanlık işçisi kanun önünde kadın kocasının önünde köle Bedriye, kimliğine isyan ediyor, alıyor başını Estambula, kırk yıllık istanbullu, işkadını, ticaretçi, atılım insanı ve sonunda zorba kocasını yanında köle işçi yapan aynı bedriye.
Yada uzayda 10000 yıldır gezen ve dünyamıza düşen taştaki hammadde ile zonguldakta çıkan maddenin dna'sı tıpatıp aynı.
Titrek ışığını flörtün Asumana gösterdiğin yıldızın yokoluş tarihi 1000 sene öncesi ama ışık 1500 sene önce yola çıkan ışık.
24 nesil önce dededededendeki kemik gelişme bozukluğu şimdi senin torununun sorunu.
Dahada matematik karşıtı örnekler.;
Güneş kimyasal madde dolu ve sıcaklık milyon derece, neden patlamaz bu top?
Dünyanın içi'nin eriyik yanar madde olmasa, un gibi parçalanıp zerre zerre olacağı gerçeği.
Saniyede 1600 km hızla yolalan dünyanın üstünde neden başımız dönmez?
Üstümüzde 120 tonluk havanın basıncı bizi kağıt yapmasına tek engelin, kalbimizin ürettiği karşı basınç oluşu.
Hiçbir kar tanesinin birbirine değmemesi kuralı, eğer değselerdi kafamıza 5 metre çapında buz kaya olarak düşeceği,
Depremler olmasaydı, dünya'nın stresini atamamış bir 65lik bakire gibi manyaklaşacağı,
Petrol hammaddesinin bildiğin dinazorlar olduğu, ve başka hiçbir kaynağı olmadığı.
Bunlar hamburger-kahve-rakı seanslarımızda düşüneceğimiz konular değil ama gerçek. Hatta Hadisenin epilasyonda ne giydiğinden daha önemli sayılır. Yada ümit karanın kaçan golü sonrasında yaptığı küçük emrahlıklardan.
Evet bu sınırları zorlasak bizimde akıl sağlığımız zorlanır. Ben yinede kapasiteme güvenerek diyorumki:
Aşk en önemli kozmolojik gerçek, hücreleri yeniler, beyindeki tıkalı damarları açar, ürolojinizi maksimumda tutar. Fındıktan daha yararlıdır. Ve unutma herşeyin başında birtutam aşk her kapıyı açar, sen aşkını doğru kullan yeter.
21 Mayıs 2009 Perşembe
Vahh, Otomotiv Sektörünün Başına Gelenler
BEŞ yıl öncesidir bu sektöre girişim, amma 25 yıllık tecrübenin satınalabileceği bilgiyi hafızama kazıdım. Ülkemizde bu sektöre ne oldu, çalışanına, yatırımcısına, üreticisine ne getirdi ne götürdü. Yeni başlayacaklara tavsiyeler benzeri fikirlerimi sunarım da sunarım.
Bir üreticinin CEO' suna sorun, bu aşağıdaki kuralları size başka temalarla, hafif edebi ve marka odaklı olarak anlatır. İnanır dinlersiniz. Teknoloji ve yatırım istihdam masallarıyla uyursunuz.
Otomobilde ana temanın teknoloji olması gerekli, idealde böyle ama ülkemde başka türlü bir değer arzediyor. Para amacı. Mesela Türk insanı için fil, bir afrika asya hayvanıdır, bir afrikalı için tarla zararlısıdır, bir hintli için ulaşım aracıdır. Bizde sektörün kalbinde galerici dediğimiz, günlük düşünen, sattıbittici, değerbelirleyen yani eksper adamlar vardır. Karapara ağırlıklı olup, kendi döngülerini piyasa verisi olarak size sunar ve beklerler oltanın başında.
Bu galerici aynen ana kraliçe gibi tüm otomotiv unsurlarına titreşimli mesajlar göndererek sektörün nasıl işleyeceğini yayarlar. Üreticiler bile galeriden gelen mesaja kayıtsız kalamaz, zira markalarının 2. eline eğilmeleri tamamen bu galerici baskısını kırmaya yönelik bir yatırımdır. Çünkü galericinin elinde her zaman bir iyi bir kötü söylenti bulunmaktadır. Bir markanın yıllık satışını % 15 e kadar galericinin etkileme şansı vardır.
Üretici ise şişman, hastalıklı, dengesini korumadığı anda yataklara düşen, bayiisini müşteri olarak gören, ve sadece kızdığı zaman sahte kabadayılık yapan bir yatalaktır. Dışa bağımlıdır, üretim üssü veya ithalatçıdır. ( Bakınız Tic. Sicil Gazetesi. ) Kendi aralarında ortak hareket ederek, rekabeti sadece reklamda yaparlar. Diğer tüm kararlar ortak, rekabet önceden belli, yani mahalleye namuslu, beyoğlunda aşufte birer kuruluş olmak zorundadırlar. Aracı maliyetine satarak, sizi servislerine ve anlaşmalı sigorta ve/banka şirketlerine bağlayarak erk zincirlerini kurarlar. Yeni model olarak birbirinin aynı araçları makyajlama şekliyle çıkarıp, konuyu çığırtkanlıkla yayarlar. Oysa tüm yansanayilerini aynı şirketlerden alırlar, motorları aynı, isimleri farklıdır. Obez ve globaldirler.
Bayi ve satış ağı ise tam bir örümcek ağıdır. Patronları lokal ticaretlerle o yörede isim yapmış tüccardan oluşur. Vaadler ve bir parmak balla ayakta duran, küçük hesaplara düçar, kaptıkaçtıcı kişiliklerdir. DİSTRİBÜTÖR SİSTEMİNİ BU AĞA İSKELET YAPMIŞ VE PATRONU BİR DONÖR, BİR TAŞERON, BİR UÇBEYİ OLARAK KULLANIR. Zaten çoğunun ana işi inşaatçılık, altın veya tefecilik, katırcılık, veya bayiiliktir. Ortalama 10 yıllık bir süreçten sonra sistemden dışlanırlar ve imtiyazları geri alınır. Dinamizmin kuralları işler.
Bu ağa mensup çalışanlar ise işlerini meslek olarak görmeyen, az kültüre ve çok havaya sahip karakterlerdir. Müşterileriyle iyi polis kötü polis taktiğiyle ticaret yaparlar yani sadece korkuturlar. Amerikan filmlerinde araba satıcıları ile ilgili çok doğru ama çok klişe rolleri aklınıza getiriniz. Araba satıcısı sadece kendi tezlerine istinaden arabayı 10000 dolara satmaya çalışır, ama müşterinin ukelalığı ona aracı 7000 dolara alma şansını ortaya çıkarır. Zira otomobil satıcılığım boyunca bir aracın 20 farklı fiyatı olduğunu görebilmiş bir insanoğluyum.
Almanyada aynı araç bir markada 80 bin eyuro iken diğer marka gözüken aynısı araç 45000 eyuro olabilmektedir. Bu legalitedir. Zira pahalı aracın reklam giderleri fiyatını arttırmıştır.
Araç müşterisi Türkiyede bir alemdir.
Tamamen çevresi veya babasının öngörüsü ile hareket eder. Tanıdık vasıtasıyla araç almaya meyillidir. ( Veya tanıdığından. ) Bu yolla komisyonculara yıllık 100-150 milyon tl bayiilerce ödenir. Şu markayı asla almam diyen müşteri nedense ayrı markanın aynı fabrikada üretilen aracını iştahla alır. Sadece inandığına inanır. Üreticiler müşteriyi kağıt üzerinde tanımlar ve goygoylama, ( şahsiyete özel hale getirme ) tekniğiyle yüksek fiyata araba satarlar. Zira bu yolla atıyorum 49500'e sürümü yapılan aracın 32500 e ( 6 ay sonra ) satıldığını gören biriyim. Yani markalarda çok zavallı pazarlama taktiklerine başvurmak zorundadır.
Çünkü devletin % 42 kazanç ortaklığı yaptığı bir sektör bu gibi yollarla çarkını döndürebilir.
Zaten sektörün takdir ettiğim en güçlü yönü vergiye ve kanuna rağmen ilkesidir.
Aynen eski genelevler gibi. Eskiden amele, evlenemeyen, lisesi, köykentçi ne kadar ateşi başında tip varsa keranede ucuza işini görürdü. Sonra sektöre vergi geldi, kısıtlama geldi, kadın sağlığı, kadın hakları, geldi, mafiya geldi, ve keraneler külbastı olduysa, eskiden arabayı 5'e alır sıkılınca 10'a satardık, ev yerine araba alırdık, servis illetine bağlı kalmadan sanayide gerekirse arabayı baştan yaptırırdıkya. Hiç iş yapmayanların işi araba alım satımıydı ya.
Çözüm mü istiyorsunuz.
1- Gereksiz ve güçsüzlerin elenmesi veya yapılanması veya birleşmeleri
2- Vergi yükünün % 15 ile düzenli bir oranda sabitlenmesi.
3- Mc donaldsvari satış ağının insani ve yapısal kalite standarları
4- Otomotiv üst kurulu ( OTÜST ) ile devletin dolaylı denetleyiciliği.
5- Sektöre yatırımcı veya çalışan olsun insan gücünün denetim ile alınması
Ahada sektörü kurtardım.
Bir üreticinin CEO' suna sorun, bu aşağıdaki kuralları size başka temalarla, hafif edebi ve marka odaklı olarak anlatır. İnanır dinlersiniz. Teknoloji ve yatırım istihdam masallarıyla uyursunuz.
Otomobilde ana temanın teknoloji olması gerekli, idealde böyle ama ülkemde başka türlü bir değer arzediyor. Para amacı. Mesela Türk insanı için fil, bir afrika asya hayvanıdır, bir afrikalı için tarla zararlısıdır, bir hintli için ulaşım aracıdır. Bizde sektörün kalbinde galerici dediğimiz, günlük düşünen, sattıbittici, değerbelirleyen yani eksper adamlar vardır. Karapara ağırlıklı olup, kendi döngülerini piyasa verisi olarak size sunar ve beklerler oltanın başında.
Bu galerici aynen ana kraliçe gibi tüm otomotiv unsurlarına titreşimli mesajlar göndererek sektörün nasıl işleyeceğini yayarlar. Üreticiler bile galeriden gelen mesaja kayıtsız kalamaz, zira markalarının 2. eline eğilmeleri tamamen bu galerici baskısını kırmaya yönelik bir yatırımdır. Çünkü galericinin elinde her zaman bir iyi bir kötü söylenti bulunmaktadır. Bir markanın yıllık satışını % 15 e kadar galericinin etkileme şansı vardır.
Üretici ise şişman, hastalıklı, dengesini korumadığı anda yataklara düşen, bayiisini müşteri olarak gören, ve sadece kızdığı zaman sahte kabadayılık yapan bir yatalaktır. Dışa bağımlıdır, üretim üssü veya ithalatçıdır. ( Bakınız Tic. Sicil Gazetesi. ) Kendi aralarında ortak hareket ederek, rekabeti sadece reklamda yaparlar. Diğer tüm kararlar ortak, rekabet önceden belli, yani mahalleye namuslu, beyoğlunda aşufte birer kuruluş olmak zorundadırlar. Aracı maliyetine satarak, sizi servislerine ve anlaşmalı sigorta ve/banka şirketlerine bağlayarak erk zincirlerini kurarlar. Yeni model olarak birbirinin aynı araçları makyajlama şekliyle çıkarıp, konuyu çığırtkanlıkla yayarlar. Oysa tüm yansanayilerini aynı şirketlerden alırlar, motorları aynı, isimleri farklıdır. Obez ve globaldirler.
Bayi ve satış ağı ise tam bir örümcek ağıdır. Patronları lokal ticaretlerle o yörede isim yapmış tüccardan oluşur. Vaadler ve bir parmak balla ayakta duran, küçük hesaplara düçar, kaptıkaçtıcı kişiliklerdir. DİSTRİBÜTÖR SİSTEMİNİ BU AĞA İSKELET YAPMIŞ VE PATRONU BİR DONÖR, BİR TAŞERON, BİR UÇBEYİ OLARAK KULLANIR. Zaten çoğunun ana işi inşaatçılık, altın veya tefecilik, katırcılık, veya bayiiliktir. Ortalama 10 yıllık bir süreçten sonra sistemden dışlanırlar ve imtiyazları geri alınır. Dinamizmin kuralları işler.
Bu ağa mensup çalışanlar ise işlerini meslek olarak görmeyen, az kültüre ve çok havaya sahip karakterlerdir. Müşterileriyle iyi polis kötü polis taktiğiyle ticaret yaparlar yani sadece korkuturlar. Amerikan filmlerinde araba satıcıları ile ilgili çok doğru ama çok klişe rolleri aklınıza getiriniz. Araba satıcısı sadece kendi tezlerine istinaden arabayı 10000 dolara satmaya çalışır, ama müşterinin ukelalığı ona aracı 7000 dolara alma şansını ortaya çıkarır. Zira otomobil satıcılığım boyunca bir aracın 20 farklı fiyatı olduğunu görebilmiş bir insanoğluyum.
Almanyada aynı araç bir markada 80 bin eyuro iken diğer marka gözüken aynısı araç 45000 eyuro olabilmektedir. Bu legalitedir. Zira pahalı aracın reklam giderleri fiyatını arttırmıştır.
Araç müşterisi Türkiyede bir alemdir.
Tamamen çevresi veya babasının öngörüsü ile hareket eder. Tanıdık vasıtasıyla araç almaya meyillidir. ( Veya tanıdığından. ) Bu yolla komisyonculara yıllık 100-150 milyon tl bayiilerce ödenir. Şu markayı asla almam diyen müşteri nedense ayrı markanın aynı fabrikada üretilen aracını iştahla alır. Sadece inandığına inanır. Üreticiler müşteriyi kağıt üzerinde tanımlar ve goygoylama, ( şahsiyete özel hale getirme ) tekniğiyle yüksek fiyata araba satarlar. Zira bu yolla atıyorum 49500'e sürümü yapılan aracın 32500 e ( 6 ay sonra ) satıldığını gören biriyim. Yani markalarda çok zavallı pazarlama taktiklerine başvurmak zorundadır.
Çünkü devletin % 42 kazanç ortaklığı yaptığı bir sektör bu gibi yollarla çarkını döndürebilir.
Zaten sektörün takdir ettiğim en güçlü yönü vergiye ve kanuna rağmen ilkesidir.
Aynen eski genelevler gibi. Eskiden amele, evlenemeyen, lisesi, köykentçi ne kadar ateşi başında tip varsa keranede ucuza işini görürdü. Sonra sektöre vergi geldi, kısıtlama geldi, kadın sağlığı, kadın hakları, geldi, mafiya geldi, ve keraneler külbastı olduysa, eskiden arabayı 5'e alır sıkılınca 10'a satardık, ev yerine araba alırdık, servis illetine bağlı kalmadan sanayide gerekirse arabayı baştan yaptırırdıkya. Hiç iş yapmayanların işi araba alım satımıydı ya.
Çözüm mü istiyorsunuz.
1- Gereksiz ve güçsüzlerin elenmesi veya yapılanması veya birleşmeleri
2- Vergi yükünün % 15 ile düzenli bir oranda sabitlenmesi.
3- Mc donaldsvari satış ağının insani ve yapısal kalite standarları
4- Otomotiv üst kurulu ( OTÜST ) ile devletin dolaylı denetleyiciliği.
5- Sektöre yatırımcı veya çalışan olsun insan gücünün denetim ile alınması
Ahada sektörü kurtardım.
20 Mayıs 2009 Çarşamba
Türk Filmleri Bizden Neler Aldı Neler
Türk filmindeki en müptezel klişe fakir genç ile zengin kız münasebetdir. O yıllarda babalar oğullarına çok gururlu olmalarını bir düzine fazilet ile beraber öğreti haline getirdi. Adeta fakir olmak erdem, zengin olmak felaket demek oldu. Zengin erkek olursa fakir kızı kirletip yoluna gidiyordu. Analar kızlarına zengin çocuklarla münasebetlerinde bekareti korumaları konusunda kırmızı çizgileri çizdiler.
Şimdi kızlar fakirse, zengin görüntüsüne dönüşüm yaparak, zengin ve yarımanyak sosyetik erkekleri kurbağa gibi avlıyorlar. Salak çehreli günümüz zengin çocukları, çok embesil kitle, paralı diplomalarla ve beyaz arabalarıyla filmlerin güncel sürümü durumundalar. Babalarından işitecekleri günlük 15 dakikalık azar ise kayda değer tek mesaileri. Basit zafer olan zengin görüntülü tektip kızlarla cinsel besleniyorlar, bu artık bir sektör. Nezaman bebek ve etilerden geçsem bu kurbağa tarzı içten alevli dıştan hantal dünyayı görüyorum. Kızlar herdaim tahrik edilmeye hazır erkekler ise şarj % 10 iken bu çağrılara karşılık vermeye hazır.
Yine filmlerde en yaygın klişe Şaban Örneklemesidir. Bir halkın arasından gelen saf ve dürzü oğlan, saf makaralarıyla tüm burjuvayı, sahtekar zengini, dalavereciyi, düzenciyi alt eder, halkın iktidarına olanak sağlar. Bu teorinin ispatında bir psikoloji harmanlanmakta. Halk egemenliği, köylü efendiliği, işçi iktidarı gibi kavramları sanal olarak dışa vurmak bizi rahatlatır. Bu rahatlama aynen Hollanda kraliçesinin hollandanın sahibi olduğunu zannederek mutlu olma histerisine benzer. Mesela günümüzün Şabanları hakim kitle tarafından kamuoyuna sunulmakta ve rahatlamış toplum eşittir tehlikesiz toplum dengesini sağlamaktadır. Bu isimler, Fatih TERİM, Polat ALEMDAR, Tayyip ERDOĞAN, VE EN BARİZİ Hakan ŞÜKÜR, Cem YILMAZ olarak sıralanabilir. Çünkü tüm bu isimler ya mahallemize uğrayıp bakkaldan ekmek almış, ya otobüste görülmüş, yada bizim okuldan mezun olmuş isimlerdir.
Yine çok işlenen bir tema şöyle karakterize edilir. Alem çok acımasız, mazallah dişini bile söker, ya bu alemden daha sert ve acımasız olursun, yada sülalene gözünün önünde çok affedersiniz, kayarlar. Bu karakterin en yaşayan örneği Kadir İNANIR abimiz. İçindeki çocuğu gömmüştür, itibarı için adam paralar, heryerde sözü geçer, namus lafını duyunca vahşi kartal kesilir. Bu sunulmuş kimlik hepimizin düstüru olarak sinsi kanser misali ortak kabulumuze kayıtlıdır. Bu yüzden her haksızlığa uğradığımızda Kadir ABİYİ veya bu tarzı arar dururuz. Kendimiz bu öze sahip olamadığımızdandır, ve aleme başeğeriz, güdülürüz, zavallılar bu yüzden kral olur. Çünkü alem denilen korku musluğunun başındaki kişilerdir. Siyasetide yanlarına alırlar, yönetime hediyeler gönderirler, heryerde bir diyet alacakları vardır.
Size bu üç temayı örnekleriyle verdim ve çok daha fazlasınıda önünüze sermekten kaçınmam. Şimdiki dizilere açılım yapacak ve bu temaları daha kolay yakalayabileceksiniz. Mesela ağa dizileri, çaresiz kimliklerin efsaneleridir. Orda yaşanan aşklar ise topraktan alacağınız gücü sınırsız kullanabilirsiniz amacını çaresiz kitleye afyon olarak satar. Mesela şehir dizileri. Oradaki kadın; amacı için kadınlığını, sırlarını, çocuklarını bile kullanır. Gizlice ağlar ama akabinde hırs'a döker bu imkanlarını. Şehir erkeği dağda kalmış çobandan daha ilkeldir. Kadının sözüyle ve vaadeetikleriyle hareket eder, ilişkileri bile kadına endeksli olarak şekillenir. İşini bile kadından aldığı ilhama göre yönetecek kadar boş bir karakter olur.
Satırların sonu katırların kuyruğu hesabı.
Sayın Türkan SAYLAN hanımefendiyi sonsuz rahmetlerle ebediyete uğurladık. Yaptıklarıyla sonsuz yaşamayı haketmiş böyle insanların yaşayan örneklerine her imkanı tanıyalım. Tanımayanlara tanıtalım.
Şimdi kızlar fakirse, zengin görüntüsüne dönüşüm yaparak, zengin ve yarımanyak sosyetik erkekleri kurbağa gibi avlıyorlar. Salak çehreli günümüz zengin çocukları, çok embesil kitle, paralı diplomalarla ve beyaz arabalarıyla filmlerin güncel sürümü durumundalar. Babalarından işitecekleri günlük 15 dakikalık azar ise kayda değer tek mesaileri. Basit zafer olan zengin görüntülü tektip kızlarla cinsel besleniyorlar, bu artık bir sektör. Nezaman bebek ve etilerden geçsem bu kurbağa tarzı içten alevli dıştan hantal dünyayı görüyorum. Kızlar herdaim tahrik edilmeye hazır erkekler ise şarj % 10 iken bu çağrılara karşılık vermeye hazır.
Yine filmlerde en yaygın klişe Şaban Örneklemesidir. Bir halkın arasından gelen saf ve dürzü oğlan, saf makaralarıyla tüm burjuvayı, sahtekar zengini, dalavereciyi, düzenciyi alt eder, halkın iktidarına olanak sağlar. Bu teorinin ispatında bir psikoloji harmanlanmakta. Halk egemenliği, köylü efendiliği, işçi iktidarı gibi kavramları sanal olarak dışa vurmak bizi rahatlatır. Bu rahatlama aynen Hollanda kraliçesinin hollandanın sahibi olduğunu zannederek mutlu olma histerisine benzer. Mesela günümüzün Şabanları hakim kitle tarafından kamuoyuna sunulmakta ve rahatlamış toplum eşittir tehlikesiz toplum dengesini sağlamaktadır. Bu isimler, Fatih TERİM, Polat ALEMDAR, Tayyip ERDOĞAN, VE EN BARİZİ Hakan ŞÜKÜR, Cem YILMAZ olarak sıralanabilir. Çünkü tüm bu isimler ya mahallemize uğrayıp bakkaldan ekmek almış, ya otobüste görülmüş, yada bizim okuldan mezun olmuş isimlerdir.
Yine çok işlenen bir tema şöyle karakterize edilir. Alem çok acımasız, mazallah dişini bile söker, ya bu alemden daha sert ve acımasız olursun, yada sülalene gözünün önünde çok affedersiniz, kayarlar. Bu karakterin en yaşayan örneği Kadir İNANIR abimiz. İçindeki çocuğu gömmüştür, itibarı için adam paralar, heryerde sözü geçer, namus lafını duyunca vahşi kartal kesilir. Bu sunulmuş kimlik hepimizin düstüru olarak sinsi kanser misali ortak kabulumuze kayıtlıdır. Bu yüzden her haksızlığa uğradığımızda Kadir ABİYİ veya bu tarzı arar dururuz. Kendimiz bu öze sahip olamadığımızdandır, ve aleme başeğeriz, güdülürüz, zavallılar bu yüzden kral olur. Çünkü alem denilen korku musluğunun başındaki kişilerdir. Siyasetide yanlarına alırlar, yönetime hediyeler gönderirler, heryerde bir diyet alacakları vardır.
Size bu üç temayı örnekleriyle verdim ve çok daha fazlasınıda önünüze sermekten kaçınmam. Şimdiki dizilere açılım yapacak ve bu temaları daha kolay yakalayabileceksiniz. Mesela ağa dizileri, çaresiz kimliklerin efsaneleridir. Orda yaşanan aşklar ise topraktan alacağınız gücü sınırsız kullanabilirsiniz amacını çaresiz kitleye afyon olarak satar. Mesela şehir dizileri. Oradaki kadın; amacı için kadınlığını, sırlarını, çocuklarını bile kullanır. Gizlice ağlar ama akabinde hırs'a döker bu imkanlarını. Şehir erkeği dağda kalmış çobandan daha ilkeldir. Kadının sözüyle ve vaadeetikleriyle hareket eder, ilişkileri bile kadına endeksli olarak şekillenir. İşini bile kadından aldığı ilhama göre yönetecek kadar boş bir karakter olur.
Satırların sonu katırların kuyruğu hesabı.
Sayın Türkan SAYLAN hanımefendiyi sonsuz rahmetlerle ebediyete uğurladık. Yaptıklarıyla sonsuz yaşamayı haketmiş böyle insanların yaşayan örneklerine her imkanı tanıyalım. Tanımayanlara tanıtalım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)