198x10 lu yıllar,
Ömer seyfettin külliyatı diye bir set hediyesi almıştım. Yaz tatilinde okuyayım diye. Kedim paspas, balkondaki kanepem, ve dut ağacı eşliğinde kitapları okumaya başladım.
Temmuzun kavuran pespayeliği de cabası.
Ömer hoca hikayelerinde öyle tasvirler yapardı, öyle yaşanmışlıklar sergilerdi ki, kış sa kış, savaş sa savaş, osmanlıysa osmanlı, aynen hikayenin içinde bulurdunuz kendinizi.
Yaralı martıyı boğan çocuk, kardeşini ölüme götüren "kaşağı kırma" cürmünü işleyen ağabey, yıllarını zülm altında yaşayan forsa, kafasına gürz inen habeş kralı, kolunu satırlayıp diyetini ödeyen ırgat, balkan savaşında bulgar dilberlerinin iç gıcıklayan dansları, ve 20 ye yakın filmde oynamış bir çocuk star olarak yaşamıştım o yaz tatilini.
Aslında şu an içinde bulunduğum 39-40 lı yaşlarda alem-i terk eyleyen Ömer seyfettin üstadı, yaşadığı devrin zıtlıklarını, değişim rüzgarını, avrupalılaşmayı, istihbadı, daha nice terimi ergenliğime kaynaştıran adamı, bugünlerde bile hayatımı kolaylaştıran bir anahtar olarak görüyorum.
Entel sohbetlerde bulunduğum ortamlarda bile, hangi kitapları okuduğum sorulduğunda,
Ömer Seyfettin hikayeleri okudum diyebilecek bir etkilenime sahibim.
Belkide üstad genç yaşta öldüğünden sebep, hikayelerindeki yoğunlaşmayı yaşattı bize. Sığdırdı.
En çok hatıramda lezzetli bir hikayesini şöyle özetlemeye çalışırsam:
Bir davette 2 kelime lafladığı ahu gözlü bayanın tesiri ile yemeden içmeden ve hayattan çekilen şıpsevdi bir zamane beyfendisi, tam ince hastalığa garkolup dünyadan sıvışacakken; Ömer Seyfettin bir çare düşünüyor ve çok sevdiği arkadaşı sevda katarlarına binip ecel durağında inmesin diye, kitaplarda yazmayan bir çare geliştiriyor.
Çivi çiviyi söker tecellisi:
Tam da ocağın zemherisinin ayazında, moskof buzlarının istanbula indiği bir kış gününde arkadaşını boğazın en keskin rüzgarını alan Arnavutköy sırtlarında bir tekgöz haneye yerleştiriyor. Öylesine bir soğuk varki gecekonduda, sobanın harharları bile sadece sobayı donmaktan koruyor, o kadar.
Yakın zamana kadar Ahuuuu, ahuuuuuu diye ciyaklayan sevdalı beyfendi bile bu ayazdan etkilenmemek yada donmamak için sekiz yorgan izolasyonu ile sarınması bir yana, evdeki masa, sandalyeden başlayıp, taaki ruganlarına, taaki ceketine, taaaki ahu hanıma yazdığı mektuplara varana dek, herşeyi sobayı diri tutmak maksadıyla yakıyor.
Hayattaki en önemli nesnenin bir kibrit çöpü olabileceğini anlayana kadar.
Ömer Seyfettin arkadaşını ziyarete geldiğinde, onu battaniye yorgan kilim seccade ve havluların arasından ayıklayıp ta kızarık yüzünü görebildiğinde soruyor:
Ahu hanımı görmek ister misin?
Cevap ise tam bir başarı:
Ne Ahusu, bana odun getir odunnnnnnn.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder