Ayışığı solumakta yüreğim, güneşin uzun günleri sinemi yakar da yakar.
Bir ciğerin kapasitesini darlandıran aşk üçgenleridir zamanda kalıcı olan, onların heyecanı dili açar gönlü açar bahtı açar.
Ama tehlikelidir bu okyanuslar, suyun altını göremeyenler için, apaçık tehlikedir.
Ne kadar uzmanı olsanda aşkın, göz suda kırılır, göz suda bulanıklaşır.
Pişmanı olmaktansa aşkın, balık gözlü olmak iyidir, ve balıklar çarçabuk unutur.
Fazla söz suyu ayrıca bulandırır.
26 Eylül 2011 Pazartesi
15 Eylül 2011 Perşembe
KENAR SÜSÜ
Tavanaramda saklı bir hikayen var bende.
Hayal edişi bile neşelendirici.
Ben bilmeden senin müptelan,
Ümit saçan bir ışık gibi
Sızarak taşan rüyalarımdan.
İçine kemiren bir şey var diyorsun
Ama sen yarattın onu
Kendi malını bilmez mi insan
Hele ki senin gibi
Bir neşeli orman perisi.
Evet fahişe dünya, evet gelip geçici
Ama darlanmaya gelmeyecek kadar ufak
Güneş hepimiz için doğar ya,
Bir beyaz sayfaya yazacağız adımızı.
Kenar süsü yaşam sevincimiz olacak.
Şimdi sıra sende kenar mahalle güzeli,
Adın ister ayşe olsun ister nazlı
Üstünde güneş batmayan okyanuslar gibi ol
Kenarlarından tutmaya başla o dünyayı
Kenar süsün ya pet şişeler yada ben belki.
Şimdi hiçbişey bilmeyen bilgiçliğin ile (!)
Bana teselli vermek için yazmış dersin.
Ne de çok bilmişsin cahilliğin perisi
Sen ömrünü en güzelinden yaşa, benim safsalağım.
Ömrüne ömür biçmek sadece onun bildiği bişi.
Hayal edişi bile neşelendirici.
Ben bilmeden senin müptelan,
Ümit saçan bir ışık gibi
Sızarak taşan rüyalarımdan.
İçine kemiren bir şey var diyorsun
Ama sen yarattın onu
Kendi malını bilmez mi insan
Hele ki senin gibi
Bir neşeli orman perisi.
Evet fahişe dünya, evet gelip geçici
Ama darlanmaya gelmeyecek kadar ufak
Güneş hepimiz için doğar ya,
Bir beyaz sayfaya yazacağız adımızı.
Kenar süsü yaşam sevincimiz olacak.
Şimdi sıra sende kenar mahalle güzeli,
Adın ister ayşe olsun ister nazlı
Üstünde güneş batmayan okyanuslar gibi ol
Kenarlarından tutmaya başla o dünyayı
Kenar süsün ya pet şişeler yada ben belki.
Şimdi hiçbişey bilmeyen bilgiçliğin ile (!)
Bana teselli vermek için yazmış dersin.
Ne de çok bilmişsin cahilliğin perisi
Sen ömrünü en güzelinden yaşa, benim safsalağım.
Ömrüne ömür biçmek sadece onun bildiği bişi.
13 Eylül 2011 Salı
ACIMIYOR
Taş olsa idi yüreğim yinede kanat çırpar
Yeni yetme heyecanlara kendini savunamaz
Kan otursa bile sancağıma kadar;
İnan bana aşkım; aşktan canım acımaz..
Dünyaya gelmiştim bir kısacık kordonla
Hayat bağımı kestiler kaldım çıplak ortada,
Oysa ne güzeldi ve bana ait o oda;
Yuvamı yaksalarda aşk canımı acıtmaz.
Aşk; gündüz düşlerinde bir sıcacık hayal
Hayalden hayal çıkar, ortada bişey kalmaz.
Bu şehir hasta sana, hayalin kavururken,
Bende bu şehirdenim, aşk canımı acıtmaz...
Yeni yetme heyecanlara kendini savunamaz
Kan otursa bile sancağıma kadar;
İnan bana aşkım; aşktan canım acımaz..
Dünyaya gelmiştim bir kısacık kordonla
Hayat bağımı kestiler kaldım çıplak ortada,
Oysa ne güzeldi ve bana ait o oda;
Yuvamı yaksalarda aşk canımı acıtmaz.
Aşk; gündüz düşlerinde bir sıcacık hayal
Hayalden hayal çıkar, ortada bişey kalmaz.
Bu şehir hasta sana, hayalin kavururken,
Bende bu şehirdenim, aşk canımı acıtmaz...
9 Eylül 2011 Cuma
İSMİMİ VERMEK İSTEMİYORUM
Her kimlikti kimliğim. Her kalıptı kalıbım. Ama hiçbir zaman her yüz olmadı yüzüm.
Önce hayallerime ilk giren vardı, yarı çocukluğumla bezeli. Onun "sempatiği" olmak istedim. Sadece saten saten gülsün bana istedim.
Sonra rüyalarıma giren vardı, onun hayali olmak istedim. Pıcır pıcır sesi ve bilgiçliğiyle yanımda olsun istedim. Işıl yeşili gözleriyle yumuk yumuk baksın istedim. Onun 2 yılı oldum, o benim ilk aşkım.
Sonra Söylem teyze girdi uzun uzun en uzun dönemime. Onun en saf ruh ikizi oldum. Onunla istanbulun gizemini paylaştım. Yürümediğimiz yol kalmadı, içmediğimiz çay.
Sonra siyahşın dedim. Siyahşının oyuncağı oldum. Siyahtı geceler, kaderim siyahtı onunla, güneşe yenik düştük.
Sonra matruşka sonra bayan diazem sonra sonra sonra
Aslında onların amacı başkaydı, ama hayatı gözlerinden film şeridi olup aktığında bir yüz görecekler, her resime yerleşmiş bir beni görecekler. Ama ben ismimi vermek istemiyorum.
Önce hayallerime ilk giren vardı, yarı çocukluğumla bezeli. Onun "sempatiği" olmak istedim. Sadece saten saten gülsün bana istedim.
Sonra rüyalarıma giren vardı, onun hayali olmak istedim. Pıcır pıcır sesi ve bilgiçliğiyle yanımda olsun istedim. Işıl yeşili gözleriyle yumuk yumuk baksın istedim. Onun 2 yılı oldum, o benim ilk aşkım.
Sonra Söylem teyze girdi uzun uzun en uzun dönemime. Onun en saf ruh ikizi oldum. Onunla istanbulun gizemini paylaştım. Yürümediğimiz yol kalmadı, içmediğimiz çay.
Sonra siyahşın dedim. Siyahşının oyuncağı oldum. Siyahtı geceler, kaderim siyahtı onunla, güneşe yenik düştük.
Sonra matruşka sonra bayan diazem sonra sonra sonra
Aslında onların amacı başkaydı, ama hayatı gözlerinden film şeridi olup aktığında bir yüz görecekler, her resime yerleşmiş bir beni görecekler. Ama ben ismimi vermek istemiyorum.
6 Eylül 2011 Salı
Hain Patronlar
Bir 40 yıl yaşadım, bilmem bi 40 daha var mı sepette..
Hayatımdan kesit kesit verdiğim kesitler ile her iki kırkıda sizlere teneffüs ettirmeye çalışıyorum.
Biliyorum, benim dilim sizin diliniz değil, ama idarettirin işte.
İlk hain patronum Osmanbeydeki tekstil işi yapıyordu. Çalışma hayatının ilkindeki bir adamdım ve ezdi de ezdi. Devamlı işleri eksik yaptığımdan dem vurup beni kişilik travmasına sokuyordu. Hayatımın 2 ayı kayboldu. AMA HAYATIN BİR YÜZÜ İLE TANIŞMIŞTIM.
İkinci hain patronum ise lisede staj yaparken bizim sorumluluğumuzu üstlenen işveren temsilcisi muhasebeci sait beydi. Bize açıktan verilen asgari ücretin % 33 ü miktardan sigorta kesintisi yaptı. Aylık çay masrafının altında kalarak geçti 2 sene.
Karaköy elektrik piysasasında ticaretin temel felsefelerini öğrenmiştim arada derede.
Üçüncü hain patronum meşhur lion senior süha dağdeviren monsenyörüydü. Galatasaraylıydı. Masonikti. Pembe suratı beyaz saçları ve meşhur fransızcasıyla. Hep parasızlıktan ve bizi cebinden çalıştırdığından bahsederdi. 1 verip 3 alma felsefesiyle yaşardı. Sosyal rollerinden maada tam bir çingeneydi. Sosyal farkların belirginliğini anlamış ve anlatmıştım kendime.
Dördüncü hain patronum yine osmanbeyde tekstilciydi. Çok para kazanıp sonra dibe vurmanlardan. Bir sürü adam doldurup efektif kullandıramadığı için, sizi izne çıkarıyorum deyip hiçbir para vermeden bizi sokakladı. Burada ise durumdan vaziyet çıkarmak gerekliliğinin farkına vardım.
Beşinci hain patronum çiçek mezatının mdürüydü. Arkamda dayım var zannedip, benim arkalı biri olduğumu sanıyordu ama ben bu tezi onun aleyhine kullanmadım. Bir anda beni zor bir göreve attırdı. Bende balata sıyırdım. Ama bu işyerinde TARLABAŞI diye bir hayat olduğunun farkına vardım.
Altıncı hain patronum ise seyahat acentasının müdürüydü rehberlik işi yaptığım. Sezon yükseldiğinde sekreterine bizi çağırttırıyor ama normal sezonda kendi adamlarını çalıştırıyordu. Sezon yükseldiğinde çağırıldım ama gitmedim. Burada ise dersim, bazı işlerin omurgasız olduğu ve kendimi ona göre şekillendirmem gereğiydi.
Altıncı hain patronum ise bir firmanın ozalit sorumlusu ustabaşı oldu. Bol bol projelere ozalit çekiyordum, amonyak soluyordum. Yaz sezonunda sayemde tatile gitti, çalışıyormuş gibi yaptı, yalan söyletti. Ama kendi adamı geldiğinde beni hariç tutturmak için, işe devam etmemem için oyunlar yaptı. Zaten ben üniversiteye gidecektim, zaten bırakacaktım. Bıraktım zahir. Burada ise bazı işlerin sezonluk olduğu gibi, bazı insanlarında sezonluk olduğunu görme fırsatı buldum.
Yedinci hain patronum, yurdışı devremülk tatil firmasının misyonere benzeyen ve "kerameti kendinden malul" ingiliz kefereleriydi. İşi 2 haftada anladım ve bıraktım. Zaten bu adamlarda bir sabah pılı pırtıyı toplayıp ülkemizden ayrılmışlardı, bir sürü duası alınmış mağdur bırakarak. Temelini görmedikçe bir binaya adım atmamayı öğrendim ve uygulamış oldum.
Sekizinci hain patronum bir otelin rezervasyon müdürüydü. Pozisyonu gereği yavşaktı. Hain ve çukur kazmak için fırsat kollayan piçin tekiydi. Annesiyle tanışsaydım yatardım demem diyemem. Buradan ne öğrendim, bilmem ama biraz ingilizce biraz bilgisayar, birazda kendimi kollamadan yaşanmayacağı.
Dokuzuncu hain patronum Halis Topraktı. Kendisine en az 300 bin dolarlık ek bütçe yarattığım rakamlarla sabittir. O yüzden diyorum ki; öldüğü mezara hacet gidereceğim. Toprakta fedakarca çalışmayı ve insanın duygusal anatomisini öğrendim.
Onuncu hain patronum araba sektöründen oldu. Hem stratejik hem sosyal hemde ticari bir görev yürüttüm. Sadece ve sadece ticari çalışmak gerektiğini öğrendim.
On birincisi ise yine farklı bir araç markasıydı. Ne kadar başarılı ve ticari çalışsanda, bir amcık kadar ( vajina ) değerin olmayacağını öğrendim.
On ikinci hain patronum sosyetik bir züppe ve kokoman olan birisiydi. Paranın neleri neleri gizlediğini gördüm.
On üçüğncü hain patronum ise lazdı. Rüzgara göre hareket eden ve etki altında kalarak yaşayan birisiydi. Onu kendi yalnızlığına bırakarak ayrıldım. Dev olsada cüceler, ayna paradır doğruyu söyler prensibini yaşadım.
Ben bu şekilde tesisleştim, bu hain kişiler sayesinde mesleki olarak büyüdüm. Belki bir emekli maaşım olur birde yazlık yerde evim.
Hayatımdan kesit kesit verdiğim kesitler ile her iki kırkıda sizlere teneffüs ettirmeye çalışıyorum.
Biliyorum, benim dilim sizin diliniz değil, ama idarettirin işte.
İlk hain patronum Osmanbeydeki tekstil işi yapıyordu. Çalışma hayatının ilkindeki bir adamdım ve ezdi de ezdi. Devamlı işleri eksik yaptığımdan dem vurup beni kişilik travmasına sokuyordu. Hayatımın 2 ayı kayboldu. AMA HAYATIN BİR YÜZÜ İLE TANIŞMIŞTIM.
İkinci hain patronum ise lisede staj yaparken bizim sorumluluğumuzu üstlenen işveren temsilcisi muhasebeci sait beydi. Bize açıktan verilen asgari ücretin % 33 ü miktardan sigorta kesintisi yaptı. Aylık çay masrafının altında kalarak geçti 2 sene.
Karaköy elektrik piysasasında ticaretin temel felsefelerini öğrenmiştim arada derede.
Üçüncü hain patronum meşhur lion senior süha dağdeviren monsenyörüydü. Galatasaraylıydı. Masonikti. Pembe suratı beyaz saçları ve meşhur fransızcasıyla. Hep parasızlıktan ve bizi cebinden çalıştırdığından bahsederdi. 1 verip 3 alma felsefesiyle yaşardı. Sosyal rollerinden maada tam bir çingeneydi. Sosyal farkların belirginliğini anlamış ve anlatmıştım kendime.
Dördüncü hain patronum yine osmanbeyde tekstilciydi. Çok para kazanıp sonra dibe vurmanlardan. Bir sürü adam doldurup efektif kullandıramadığı için, sizi izne çıkarıyorum deyip hiçbir para vermeden bizi sokakladı. Burada ise durumdan vaziyet çıkarmak gerekliliğinin farkına vardım.
Beşinci hain patronum çiçek mezatının mdürüydü. Arkamda dayım var zannedip, benim arkalı biri olduğumu sanıyordu ama ben bu tezi onun aleyhine kullanmadım. Bir anda beni zor bir göreve attırdı. Bende balata sıyırdım. Ama bu işyerinde TARLABAŞI diye bir hayat olduğunun farkına vardım.
Altıncı hain patronum ise seyahat acentasının müdürüydü rehberlik işi yaptığım. Sezon yükseldiğinde sekreterine bizi çağırttırıyor ama normal sezonda kendi adamlarını çalıştırıyordu. Sezon yükseldiğinde çağırıldım ama gitmedim. Burada ise dersim, bazı işlerin omurgasız olduğu ve kendimi ona göre şekillendirmem gereğiydi.
Altıncı hain patronum ise bir firmanın ozalit sorumlusu ustabaşı oldu. Bol bol projelere ozalit çekiyordum, amonyak soluyordum. Yaz sezonunda sayemde tatile gitti, çalışıyormuş gibi yaptı, yalan söyletti. Ama kendi adamı geldiğinde beni hariç tutturmak için, işe devam etmemem için oyunlar yaptı. Zaten ben üniversiteye gidecektim, zaten bırakacaktım. Bıraktım zahir. Burada ise bazı işlerin sezonluk olduğu gibi, bazı insanlarında sezonluk olduğunu görme fırsatı buldum.
Yedinci hain patronum, yurdışı devremülk tatil firmasının misyonere benzeyen ve "kerameti kendinden malul" ingiliz kefereleriydi. İşi 2 haftada anladım ve bıraktım. Zaten bu adamlarda bir sabah pılı pırtıyı toplayıp ülkemizden ayrılmışlardı, bir sürü duası alınmış mağdur bırakarak. Temelini görmedikçe bir binaya adım atmamayı öğrendim ve uygulamış oldum.
Sekizinci hain patronum bir otelin rezervasyon müdürüydü. Pozisyonu gereği yavşaktı. Hain ve çukur kazmak için fırsat kollayan piçin tekiydi. Annesiyle tanışsaydım yatardım demem diyemem. Buradan ne öğrendim, bilmem ama biraz ingilizce biraz bilgisayar, birazda kendimi kollamadan yaşanmayacağı.
Dokuzuncu hain patronum Halis Topraktı. Kendisine en az 300 bin dolarlık ek bütçe yarattığım rakamlarla sabittir. O yüzden diyorum ki; öldüğü mezara hacet gidereceğim. Toprakta fedakarca çalışmayı ve insanın duygusal anatomisini öğrendim.
Onuncu hain patronum araba sektöründen oldu. Hem stratejik hem sosyal hemde ticari bir görev yürüttüm. Sadece ve sadece ticari çalışmak gerektiğini öğrendim.
On birincisi ise yine farklı bir araç markasıydı. Ne kadar başarılı ve ticari çalışsanda, bir amcık kadar ( vajina ) değerin olmayacağını öğrendim.
On ikinci hain patronum sosyetik bir züppe ve kokoman olan birisiydi. Paranın neleri neleri gizlediğini gördüm.
On üçüğncü hain patronum ise lazdı. Rüzgara göre hareket eden ve etki altında kalarak yaşayan birisiydi. Onu kendi yalnızlığına bırakarak ayrıldım. Dev olsada cüceler, ayna paradır doğruyu söyler prensibini yaşadım.
Ben bu şekilde tesisleştim, bu hain kişiler sayesinde mesleki olarak büyüdüm. Belki bir emekli maaşım olur birde yazlık yerde evim.
5 Eylül 2011 Pazartesi
Nihat Doğan'ın Absürd Reklamı
Mondi reklamı yapmış Nihat.
Kendi özdeyişleri ve felsefesini oturtmuş reklam anafikri olarak.
Kendini Nihat Doğancı olarak tanıtan kitleyi de tanımak mümkün bu reklamda.
Nihat ve aftosu ( girlfriend-sevgili-manita yada verdegül ) araçları ( 1959 impala ) bozulunca, -vay anam heyecanın senaryosuna bak- mondi kamyonu ile yola devam ediyorlar.
Demek ki mondi kamyonlarına otostop yapmak ve istediğiniz yere gitmek serbest.
Nihat bu reklamda kendine yardımcı olan mondi kamyonları ile "toptan kalite" anlayışına dikkat çekmiş.
Yolda derin bir felsefe anlatımına geçen Nihat, iyiliği ağzında nihat, kırlardan koyun otlatan çocuklardan ve tarladaki emekçilerden dem vuruyor. Varlığımızın ve birliğimizin bu insanlara endeksli olduğunu hatırlatıyor. Yani bizim anlayış dağarcığımıza sihirli sözler fısıldıyor. Bu arada milli bir mondi markası da hafızamıza kazınıyor. Nihat çaktırmadan, yabancı marka ve yabancı konseptle reklam yapan diğer markaları adeta sıfırlıyor zihnimizde. Nihat yapıyor nihat ediyor.
Sevgilisi olan kız ise bu anlatımlarda ilgisiz ve umarsız bir yüz ifadesinde. Yani nihat aslında sevgilisi olarak resmedilen biz tüketici kitle ile yüzleşiyor. Ve mesajı patlatıyor: Unutma, varken değerini vermezsen, yokken çok ararsın.
Bu sayede mondi gibi milli değerlerin yabancı kaynaklara karşı kollanmasını istiyor. Belli ki Nihat kamu değerlerinin yabancılara satışından rahatsız, ama partilerüstü yaklaştığı için bu konuyu reklama sığdırma ihtimali mümkün değil. Yinede biraz daha uyandırıyor bizi Nihat. Bu toprağın koyunu bile yüce bir değer, ve biz bunu bir reklam ile anlıyoruz. Anlamak ne kelime, yüzümüze tokat gibi patlıyor.
Sonuç cümlesi ise her ne kadar reklamın genel gidişi ile uyumsuz olsada, ilkokul kompozisyonlarındaki giriş gelişme sonuç iskeletini tutarlı bir şekilde önümüze seriyor: İşte kalbim bu yüzden mondiyi sevdi.
Nihat survivorda 500 milyarı alamadı belki, ama ada ortamında da bir çok şeyi sevmişti.
Taneri
Tevfiki
Başlarda pascalı
Öströjen kaynağı özgeyi
Bayıldığında asenayı
Koşulsuz ve şartsız acunu
yengeçleri
kokonatı
hıyarlı muzları
balık ve deniz kestanelerini
hamburger kola patatesli ödülleri
taçmini
ada halkını
yağmuru
.
Kendi özdeyişleri ve felsefesini oturtmuş reklam anafikri olarak.
Kendini Nihat Doğancı olarak tanıtan kitleyi de tanımak mümkün bu reklamda.
Nihat ve aftosu ( girlfriend-sevgili-manita yada verdegül ) araçları ( 1959 impala ) bozulunca, -vay anam heyecanın senaryosuna bak- mondi kamyonu ile yola devam ediyorlar.
Demek ki mondi kamyonlarına otostop yapmak ve istediğiniz yere gitmek serbest.
Nihat bu reklamda kendine yardımcı olan mondi kamyonları ile "toptan kalite" anlayışına dikkat çekmiş.
Yolda derin bir felsefe anlatımına geçen Nihat, iyiliği ağzında nihat, kırlardan koyun otlatan çocuklardan ve tarladaki emekçilerden dem vuruyor. Varlığımızın ve birliğimizin bu insanlara endeksli olduğunu hatırlatıyor. Yani bizim anlayış dağarcığımıza sihirli sözler fısıldıyor. Bu arada milli bir mondi markası da hafızamıza kazınıyor. Nihat çaktırmadan, yabancı marka ve yabancı konseptle reklam yapan diğer markaları adeta sıfırlıyor zihnimizde. Nihat yapıyor nihat ediyor.
Sevgilisi olan kız ise bu anlatımlarda ilgisiz ve umarsız bir yüz ifadesinde. Yani nihat aslında sevgilisi olarak resmedilen biz tüketici kitle ile yüzleşiyor. Ve mesajı patlatıyor: Unutma, varken değerini vermezsen, yokken çok ararsın.
Bu sayede mondi gibi milli değerlerin yabancı kaynaklara karşı kollanmasını istiyor. Belli ki Nihat kamu değerlerinin yabancılara satışından rahatsız, ama partilerüstü yaklaştığı için bu konuyu reklama sığdırma ihtimali mümkün değil. Yinede biraz daha uyandırıyor bizi Nihat. Bu toprağın koyunu bile yüce bir değer, ve biz bunu bir reklam ile anlıyoruz. Anlamak ne kelime, yüzümüze tokat gibi patlıyor.
Sonuç cümlesi ise her ne kadar reklamın genel gidişi ile uyumsuz olsada, ilkokul kompozisyonlarındaki giriş gelişme sonuç iskeletini tutarlı bir şekilde önümüze seriyor: İşte kalbim bu yüzden mondiyi sevdi.
Nihat survivorda 500 milyarı alamadı belki, ama ada ortamında da bir çok şeyi sevmişti.
Taneri
Tevfiki
Başlarda pascalı
Öströjen kaynağı özgeyi
Bayıldığında asenayı
Koşulsuz ve şartsız acunu
yengeçleri
kokonatı
hıyarlı muzları
balık ve deniz kestanelerini
hamburger kola patatesli ödülleri
taçmini
ada halkını
yağmuru
.
3 Eylül 2011 Cumartesi
Veda, Ramazan, Ve notlar
İç dünyamın ayışığı ramazanı bayrama kattım ve ilerledim ölüm hayatına.
Sultanahmet vardı, turistler şık şık orucun resmini çekiyorlardı.
2 kere boğaz köprüsünde yakalandım iftara, ilahi takdir.
İlk iftarım burger king sipariş kuyruğunda oldu, ketçap mayonez.
3-4 kere sahursuz iftar, gelenekten sayılır artık.
Çay sigara ve kahvenin çağrısını alamadım, aldım ama cevaplamadım.
29 da 29, ahirette bir çakılımız olmuştur inşallah.
Kendimi çalışmamaya verdim, maalesef kusur çuvalımız doldu.
Beşiktaşın orta ve kadıköyün çıplak dekolte ve meydanokuyucu kadınları, erkekseniz tahriğe devam.
Fenerbahçe ekseninden ayrılmadım, ramazanda mağdurun yanında olabilmek adına.
Somaliye gitti fitreler.
Yeğenimin bebeği oldu, hoşgeldin İrem.
Midemi küçülttüm, her ramazan olduğu gibi, gece gündüz çanağını tersine çevirerek.
Daha yüzlercesi yaşanmışlık var ama en önemi ve önemlisi;
Son iftarın o billur gözyaşını nasib etti ya Allah, şükürler yağsın yüceler yücesi makama...
Sultanahmet vardı, turistler şık şık orucun resmini çekiyorlardı.
2 kere boğaz köprüsünde yakalandım iftara, ilahi takdir.
İlk iftarım burger king sipariş kuyruğunda oldu, ketçap mayonez.
3-4 kere sahursuz iftar, gelenekten sayılır artık.
Çay sigara ve kahvenin çağrısını alamadım, aldım ama cevaplamadım.
29 da 29, ahirette bir çakılımız olmuştur inşallah.
Kendimi çalışmamaya verdim, maalesef kusur çuvalımız doldu.
Beşiktaşın orta ve kadıköyün çıplak dekolte ve meydanokuyucu kadınları, erkekseniz tahriğe devam.
Fenerbahçe ekseninden ayrılmadım, ramazanda mağdurun yanında olabilmek adına.
Somaliye gitti fitreler.
Yeğenimin bebeği oldu, hoşgeldin İrem.
Midemi küçülttüm, her ramazan olduğu gibi, gece gündüz çanağını tersine çevirerek.
Daha yüzlercesi yaşanmışlık var ama en önemi ve önemlisi;
Son iftarın o billur gözyaşını nasib etti ya Allah, şükürler yağsın yüceler yücesi makama...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)